Harp Okulunda, öğrenciler,
yönetimden gizliyerek gerçekleştirdikleri toplantılarda, yorum ve
tartışmalar yapıyor, güzel konuşma yarışmaları düzenliyordu.
Bu işlerin önde gelen yürütücüsü Mustafa
Kemal’di. Güzel
konuşuyor, bilgisiyle arkadaşlarını etkiliyordu. “Ancak
özgür düşünceli insanlar, vatanlarını kurtarıp onu koruma
gücüne sahip olabilirler”
diyordu.
Bilgi
Açlığı
Kimi
olayları, özellikle uluslararası ilişkilerin kendine aykırı
gelen sonuçlarını anlayamıyor; ilişkilere neyin, nasıl yön
verdiğini bilmiyordu. Bilgi yetersizliği, onu bunaltıyordu. Her
konuda bilgilenmeli, dünyayı tanımalı, olayların neden ve
sonuçlarını kesinlikle kavramalıydı.
Bulabildiği
her şeyi okuyor, arkadaşlarıyla sürekli tartışıyordu. Kurtuluş
için, askeri gücün şart, ancak tek başına yeterli olmadığını
sezmiş, öğrenme alanını, tarih ve sosyal bilimleri de içine
alacak biçimde genişletmesi gerektiğini anlamıştı. Ancak, bu
konular, okulda çok yetersiz biçimde ele alınıyordu. Tarih
dersleri, yalnızca padişahın onay verdiği konuları kapsıyor1,
doğal olarak bir şey öğretmiyordu. Türk tarihi diye bir şeyin,
adı bile yoktu. Dünyadaki siyasi ve toplumsal gelişmeler
işlenmiyor, Arapça ve Farsça’dan başka yabancı dil
öğretilmiyordu.
Bu
tür etkinliklerde hep en öndedir. Özgürlük için bilginin
önemini kavrayan ve bilimin
heyecan veren aydınlığına kapılan bir genç olarak,
öğrendiği her şeyi çevresine yaymayı görev edinmiştir.
Öğrenir ve öğretir. Bu iki eylem, onun için bir yaşam biçimi
ve giderek yoğunlaşan bir tutku haline gelecektir. Atatürk
araştırmalarıyla ünlü ve onun telgrafçılığını yapan Sadi
Borak, Manastır Askeri
İdadisi günleri için şunları yazar: “Ve
Mustafa Kemal; ta İyonya’dan gelecek kültüre, insan hak ve
özgürlüklerine, güzel, yüce ve erdemli her şeye
karşı, Çin Seddi
gibi yükselen yasak
duvarlarının simsiyah karanlığı ardında bir ışık
aramaktadır. Olağanüstü önsezisiyle sezmektedir ki,
karanlıkların ardında bilime açık, aydınlık bir dünya vardır.
O, artık hep bu aydınlığa doğru koşacaktır”.2
İstanbul
Manastır’dan
sonra 1899’da geldiği İstanbul, 18 yaşında bir genç için “bir
rüya kenti”ydi. Burada
ve kıvançla piyade bölümüne yazıldığı Harp Okulu’nda bilgi
ve görgüsünü arttıracaktı. Ancak, bilime ve düşünceye
kapalı, baskıcı ortam, Manastır
Askeri Lisesi’nden daha
ağır biçimde, burada da egemendi.
Üç
yıl sonra gideceği Harp Akademisi’nde durum farklı değildir.
Dünya olaylarına ve genel kültüre tümüyle kapalı bir eğitim
programı uygulanmaktadır. Toplumbilim, ekonomi ya da felsefe;
öğretilmek bir yana açıktan yasaklanmıştır. Yabancı dilde
kitap, dergi ya da gazetelerin okula sokulması yasaktır; böyle
şeyleri okumak için, okuldan atılmayı göze almak gerekir. Meslek
dersleri yanında yalnızca; akaid-i
diniye (din
inançları), hendese-i
resmiye (tasarı
geometri), hikmet-i
tabiiye (fizik),
kitabet
(yazıcılık-katiplik)
dahiliye kanunnamesi
(iç kanunlar),
ceza kanunu
gibi dersler okutulmaktadır.3
Okulda,
öğrencilerin yararlanacağı bir kütüphane yoktur. Okul dışından
kitap getirilemez. Aslında, büyük bir uygarlığa beşiklik eden
koskoca İstanbul’da, getirilebilecek yeni kitap ya da dergi de
yoktur. Eski kitaplar, sıradan insanların ulaşamayacağı
yerlerde, kilitlidir. Her türlü yayın sıkıdenetim
(sansür) altındadır ve
yasaklar listesi çok uzundur. Ülke sorunlarından, dış olayların
nedenlerinden, siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerden söz
edilemez. Devletin tarihi, ülkenin coğrafyası bile yazılmamıştır.4
Tarih
diye okutulanlar, bilimsel değeri olmayan basit değerlendirmeler,
kısır ve sıkıcı aktarımlardır. Padişah; “yaşanılan
devrin sefaleti, Saray’ın zayıflığı ortaya çıkacak diye”
kendi hanedanının geçmişteki başarılarından bile söz
edilmesini istemiyordu. Harp Okulu’ndan istenen, bilgi ve bilinçle
donanmış yurtsever subayların yetiştirilmesi değil, “padişaha
körü körüne bağlı, gözü kapalı”
saltanat koruyucularının yetiştirilmesiydi.5
Harbiye,
Tıbbiye, Mülkiye
Bilgisizliğin
egemen olduğu çorak ortam, doğal bir sonuç olarak, gençlerin
öğrenme ve özgürce düşünme isteklerini kamçılıyordu.
Baskıya ve bilgisizliğe duyulan tepki, giderek bir özgürlük
hareketine dönüşüyor; bilgi edinmek, edindiği bilgiyi yazı ya
da sözle ifade etmek, önüne geçilemeyen bir istek, başlı başına
bir eylem haline geliyordu. Bu isteği karşılamak için biraraya
gelen insanlar örgütlenmeyi öğrendiler. İşin ilginç yanı, bu
tür eylemlerin öncülüğünü, baskı ve sıkıdüzenin (disiplin)
yoğun olduğu Harbiye
ve Harp Akademisi
yapıyor, onları Tıbbiye
ve Mülkiye
izliyordu.
Harp
Okulu’nda öğrenciler, yönetime belli etmeden gerçekleştirdikleri
gizli toplantılarda yorum ve tartışmalar yapıyor, güzel konuşma
yarışmaları düzenliyorlardı. Bu işlerin önde gelen yürütücüsü
Mustafa Kemal’di.
Güzel konuşuyor, bilgisiyle arkadaşlarını etkiliyordu. “Ancak
özgür düşünceli insanlar, vatanlarını kurtarıp onu koruma
gücüne sahip olabilirler”
diyordu.6
Hiçbir
baskı ve engeli kabullenmiyor, dikkatlice sürdürdüğü
çalışmaların taşıdığı sorumluluğu, bilerek üstleniyordu.
Harp Okulu’nda sınıf arkadaşı olan Ali
Fuat (Cebesoy), o günler
için anılarında şunları yazacaktır: “Düşüncelerimizi,
sayıları binleri bulan Harp Okulu öğrencilerine aşılamak için,
daha kurmay sınıflarına geçmeden gizli bir örgüt kurmuş, el
yazısı iki nüsha bir dergi çıkarmıştık. Önderimiz Mustafa
Kemal’di. Gelebilecek sorumluluğun en büyük yükü, onun
omuzlarındaydı”.7
Okuma
Tutkusu
“Ulusları
uyandıracak olanlar, ancak düşünce adamlarıdır”
diyor8,
kitaba ve yazara büyük değer veriyordu. Ulaşabildiği her şeyi
okuyor, okuduklarını yorumluyor ve vardığı sonuçları
arkadaşlarına aktarıyordu. Başlangıçta, yabancı dil
yetersizliği ve kitap bulma güçlüğü nedeniyle, zorunlu olarak
yerli düşünürlere ulaşabildi. Namık
Kemal’le Tevfik
Fikret, değer verdiği
yerli düşünürlerin en başındaydı. Abdülhak
Hamit’i okumaktan
hoşlanıyordu. Felsefe ve siyasi tarih, araştırdığı konuların
başında geliyor, evrim kuramıyla ilgisini çeken Charles
Darwin (1809-1882)’i
öğrenmeye çalışıyordu. İçeriğine tepki duyduğu Fener Rum
Patrikhanesi’nin yayınlarını, düzenli olarak ve dikkatlice
izliyordu.9
Önem
verdiği yabancı dil öğrenmeye, birinci sınıftan sonra, daha çok
zaman ayırmaya başladı. “Bir
kurmay subay kesinlikle yabancı dil bilmelidir, bunun aksini
düşünmek büyük hatadır”
diyordu.10
Tatillerde
Selanik’e gittiğinde, bir Fransız okulunun yaz kurslarına
katıldı. Fransızcasını geliştirmek için, Harp Okulu
öğrencilerine yasak olmasına karşın, Beyoğlu’nda sahibi
Fransız olan bir pansiyonda oda kiraladı. Böylece, konuşarak hem
dilini geliştiriyor, hem de pansiyon sahibi aracılığıyla
Fransa’dan getirttiği kitap, gazete ve dergileri okuyarak, dünyaya
açılıyordu. Bu girişimiyle, kendi kuşağı içinde,
“olanaklarının tümünü
zorlayarak ve gelebilecek tüm tehlikeleri göze alarak, gizli
yollardan dış dünyayla ilişki kurma cesaretini gösteren”
tek kurmay adayı oluyordu.11
Önderleşme
Eriştiği
bilgi düzeyi nedeniyle, arkadaşları içinde sivrilmiş ve büyük
saygı uyandırmıştı. Kimsenin bilmediği, düşünmediği
konuları, etkili konuşmasıyla ve “düzenli
konferanslar halinde”
arkadaşlarına anlatıyor, ilgiyle izleniyordu. Harp Akademisinde
sınıf arkadaşı olan General Asım
Gündüz’ün anılarında
yazdıkları, onun bilinç taşıyıcı niteliğini ve geleceğe
hazırlanma eğilimini ortaya koyan çok değerli aktarımlardır:
“Harp Akademisi’nde,
her Cuma akşamı bir sınıfta toplanır, kapıları kapattıktan
sonra Mustafa Kemal kürsüye çıkardı. Tıpkı bir konferansçı
gibi, Paris’ten gelen Türkçe (Jöntürkler’in çıkardığı
gazeteler y.n.) ve Fransızca gazetelerden öğrendiklerini bizlere
aktarırdı. O zamana dek ‘padişahım çok yaşa’ demekten başka
bir şey bilmeyen
bizler için, Mustafa Kemal’in söyledikleri
çok
dikkat çekiciydi...
Vatan, millet, Türklük gibi düşünceleri ilk kez, Harp Akademisi
sıralarında ondan duymuştuk... Bir Cuma üzüntü içinde şunları
söylemişti: ‘Viyana, Budapeşte, Belgrad elden çıktı. Artık
bir avuç Rumeli toprağına sığındık. Sırp, Yunan ve Bulgar
komitacılarını besleyen Ruslar, dedelerimizin kanları pahasına
aldıkları Türk yurdunu, bizden koparma gayreti içindedir. Bu
bölgedeki orduların komutanları çaresizlik ve yetmezlik
içindedir. Başka milletlerin aydınları çalışıp milletlerini
uyarırken nerede bizim düşünürlerimiz? Arkadaşlar bize büyük
görevler düşüyor. Yarın görev alıp gittiğimiz her yerde,
milletimizi yetiştirmek için subaylarımızın öğretmenleri
olacağız. Gittiğimiz yerlerde aydın gençlerle arkadaşlıklar
kurarak onları bu doğrultuya yönlendireceğiz. Vatanımızı ve
İmparatorluğu büyük tehlikelerin beklediğini hatırdan
çıkarmamak zorundayız’”.12
Mesleğine
Verdiği Önem
Genel
kültüre önem verip kendini yetiştirirken, bu çabanın askerlik
eğitimini aksatmasına izin vermedi. Meslek derslerinde edindiği
temel bilgileri; yorum ve eleştiri süzgecinden geçiriyor,
inceliyor ve sürekli irdeliyordu. Araştırıcı ve sorgulayıcı
tutumunu, askerlik yaşamı boyunca, genel davranış haline
getirmişti.
Manastır
Askeri Lisesi’nin “genç
subay adayları”, boş
zamanlarının önemli bir bölümünü “kafalarında
Napolyon’a yakışır savaş projeleri tasarlayıp”13
tartışarak geçiriyordu. Harp Okulu’nda ve Harp Akademisi’nde
durum farklı değildi. Genç bir kurmay subayken tatbikatlarda,
başkalarının sıkıcı bularak kaçındıkları plan
hazırlıklarını,
gönüllü olarak o üstleniyordu.
Tutkuyla
bağlı olduğu ve bir sanat
kabul ettiği askerlik mesleğine, büyük önem vermiştir.
“Askerliğin herşeyden
önce yaratıcılığını severim”
diyordu.14
Bağlı olduğu kurallar bütünüyle bir yaşam biçimi sayıp
sevdiği askerliği, yalnızca bir savaş mesleği değil, onunla
birlikte, “vatan
evlatlarını eğiten”
öğretim mesleği olarak görüyordu. “Bir
irfan ocağı” olan
ordunun temelini oluşturan subaylar, ülkesi için ölümü bilerek
göze alan savaşçılar, “fedakarlar
sınıfının en önünde yer alan”15
şerefli insanlardır. “Millet
zarar görürse, bunun sorumluluğu subaylara ait olacaktır”.16
Bu nedenle, kendilerini çok iyi yetiştirmeli, bu sorumluluğu
taşıyacak duruma gelmelidirler. Askerlik, Türk milleti için
kutsal bir görev, inanca dayalı bir adanmışlık davranışıdır.
Harp
tarihi, stratejik planlama, ya da askeri taktik ve teknikler
konusunda uzmanlığa ulaşan bilgisi, onu her aşamada, taşıdığı
rütbenin ötesinde bir girişimgücüne (inisiyatif) ulaştırmıştır.
Yüksek özgüven duygusu, buradan gelir. Onun için, rütbe değil,
yeterlilik önemlidir. Çanakkale Savaşları’nın en yoğun
günlerinde, yapılması gerekenler konusunda düşüncesini soran
Ordu Komutanı Limon Von
Sanders’e, 34 yaşında
ve henüz iki aylık albayken, “emrinizdeki
bütün kuvvetleri emrime veriniz”
diyebilmiştir. “Çok
gelmez mi” sorusuna
verdiği yanıt ise “az
gelir” dir.17
Verilen
yanıt, sorumluluk sınırını ayarlayamayan genç bir subayın,
aşırı hırslı isteği değil, “sorumluluk
yükü ölümden de ağırdır”
diyen18 bir
komutanın sözleridir. Burada söz konusu olan, bilgiye ve
komutanlık yeteneklerine dayanan özgüvendir. Nitekim, Anafartalar
Cephe Grup Komutanlığı’na getirilir ve Harp Akademisi
komutanlarından Orgeneral Ali
Fuat Erden’in
söylemiyle, “savaşın
gidişini değiştirir”.19
Anafartalar’da aldığı sorumluluk için daha sonra, “aldığım
sorumluluk basit birşey değildi. Ancak ben, vatanım yok olduktan
sonra yaşamamaya karar verdiğim için, bu sorumluluğu yüklendim”
diyecektir.20
DİPNOTLAR
1 “Kırk
Yıl” Halit Ziya Uşaklığil,
4.Cilt, sf.171; ak. Sadi
Borak, “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları”
Kaynak Yay., 2.Bas., İst.-1998, sf.14
2 “Atatürk’ün
İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak,
Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.14-15
3 a.g.e.
sf.20
4 “Tek
Adam” Ş.S.Aydemir,
1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.76
5 a.g.e.
sf.71
6 a.g.e.
1.Cilt, sf.93
7 “Sınıf
Arkadaşım Atatürk” A.Fuat Cebesoy,
İst.-1967, sf. 27 ve 32
8 “Hatıralarım”
Gen.
Asım Gündüz,
der. İhsan
Ilgar,
İst.-1973, sf.14
9 “Hayri
Paşa’nın Naci Sadullah Danış’a Anlattıkları” Yedi
Gün Der., 05.09.1934, sf.78; ak. Sadi
Borak, “Atatürk’ün Ankara Çalışmaları”
Kaynak Yay., 2.Bas., İstanbul-1998, sf.21
10 “Sınıf
Arkadaşım Atatürk” Ali Fuat Cebesoy,
İstanbul-2000, sf.27
11 “Atatürk’ün
İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak,
Kaynak Yay., 2.Bas., İstanbul-1998, sf.33
12 “Hatıralarım”
G.Asım Gündüz,
der. İhsan
Ilgar,
İst.-1973, sf.14-16; S.Borak,
“Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları”
Kaynak Yay., İst-1998, sf.13-35
13 “Tek
Adam” Ş.S.Aydemir,
1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.71
14 “Tek
Adam” Ş.S.Aydemir,
1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.199
15 “Ordumuz
Düşmanın Birinci Hedefi”
Aydınlık, 04.08.2002, sf.5
16 a.g.d.
sf.5
17 “Atatürk’ün
Yaşamı” U.İldemir,
T T.K.Bas-1988, sf.58-59 ve “Kaynakçalı
Atatürk Günlüğü”, Prof.Dr.
U.Kocatürk,
T.İş Ban.Yay., Ank, sf.40
18 “Anafartalar
Muharebatı’na Ait Tarihçe” Mustafa Kemal,
Yay., Uluğ
İldemir,
Türk Tar. Kur. Bas., Ankara-1990, sf.24
19 “Çankaya”
Falih Rıfkı Atay,
Sena Mat., İstanbul-1980, sf.89
20 a.g.e.
sf.89
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder