“Gençler!
Geleceğe
güvenimizi
güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz
eğitimle, bilgiyle, insanlıktaki üstün
niteliklerin,
yurt
sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği
olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti
biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz...” 30Ağustos
1924, Mustafa
Kemal Atatürk
Özgürlük
Çağrısı
Mustafa
Kemal,
savaş ve askerlik anılarını konuşmaktan hoşlanmaz, bu konular
açıldığında, soruları kısa yanıtlarla geçiştirirdi. Kanlı
çatışmalar içinden gelmiş, üzüntüler, acılar yaşamıştı.
Nitelikli bir kurmay, büyük savaşlar kazanmış bir komutandı;
başarılarını konuşmak, onlardan övünç duymak en doğal
hakkıydı. Ancak, savaşı ve acı anılarını sevmiyor, “ulusun
yaşamı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir”
diyordu.1
En
büyük askeri başarıları elde etmesine karşın, kanlı
savaşların yaşandığı Çanakkale’ye, Doğu cephesine ve
Sakarya Savaşı alanlarına daha sonra hiç gitmedi. Yalnızca, 1924
yılı 30 Ağustosunda, Dumlupınar’a
geldi ve burada bir buçuk saat süren, anlamlı ve duygulu bir
konuşma yaptı.
Başkomutanlık
Savaşı’nın geçtiği alanda söylediği sözler, yalnızca
savaşa ait duyguların dile getirilmesi değil, onunla birlikte
tarihe aktarılan kalıcı bir belgeydi. Bu söylevle, Türk ulusuna
ve gelecek kuşaklara olduğu kadar, dünyanın ezilen uluslarına
sesleniyor, onları “dünyanın
despotlarına”
karşı bağımsızlık ve özgürlük savaşına çağırıyordu.
“Savaş
Edebiyatının Şaheseri”
Konuşmasının
başında, Türk ulusunun bu büyük savaşta, kendisini
başkomutanlığa değer gördüğü için duyduğu mutluluğu dile
getiriyor ve “bu
görevin mutlu anısını, ulusuma duyduğum minnetle, ömrüm
oldukça övünerek saklayacağım”
diyordu.2
Daha sonra, “gerçek
niteliği bugünkü açıklamalardan çok, yarın, tarihin yargıçları
olan araştırmacıların incelemeleriyle, daha iyi
anlaşılabilecektir”
dediği3
Dumlupınar
Meydan Savaşı’nın
aşamalarını, kendine özgü biçemiyle
(üslubuyla)
anlatır. Sıradan bir düz yazı söyleminden çok, destansı bir
anlatıma benzeyen bu bölüm, Şevket
Süreyya Aydemir’in
tanımıyla, “savaş
alanında yapılan bir barış söylevi, savaş edebiyatının bir
şaheseridir.”4
Afyon
Ovası’nı ve onu çevreleyen tepeleri, göstererek, iki yıl önce
yaşananları şöyle anlattı: “Güneş
mağribe (batıya) yaklaştıkça, kanlı ve ölümlü bir kıyametin
kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda seziliyordu. Biraz sonra,
cihanda büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş
güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi; karanlıklar
içinde bu çöküntü olmalıydı. Semanın karardığı bir anda,
Türk süngüleri, düşman dolu şu sırtlara hücum ettiler.
Karşımda artık bir ordu, bir güç kalmamıştı. Tümüyle
mahvolmuş, perişan bir kılıç artığı kitle bulunuyordu.
Kendilerinin dediği gibi, korku ve dehşet içindeki bu şekilsiz
kitle, acınası bir yığın halinde kaçmak için yer arıyordu.
Artık gecenin koyulaşan karanlığı, sonucu gözle görmek için,
güneşin doğudan yeniden doğmasını zorunlu kılıyordu...”5
Savaşım
Felsefesi
Söylev,
ertesi gün savaş alanını gezerken karşılaştığı görüntüleri
aktararak sürer ve “gerçek
bir mahşer manzarası” 6
olarak tanımladığı savaş alanını, aynı görkemli anlatımla
betimledi
(tasfir etti),
savaşın felsefesini yaptı: “Ertesi
gün savaş alanını dolaştığımda, ordumuzun kazandığı
zaferin büyüklüğü, buna karşılık düşman ordusunun uğradığı
yıkımın korkunçluğu, beni çok duygulandırdı. Şu karşıki
sırtların arkasındaki bütün
düzlükler,
bütün dere
yatakları,
gizli kapaklı her yer; terk edilmiş toplar, sayısız araçlar,
donanımlar, bunların arasında yığın yığın ölüler ve
toplanıp götürülmekte olan kafileler halindeki tutsaklarla,
gerçekten bir mahşeri andırıyordu... Savaşlar, hele meydan
savaşları, yalnızca iki ordunun karşı karşıya gelip çarpışması
değildir; ulusların çarpışmasıdır. Savaşlar, ulusların bütün
varlıklarıyla; teknik alandaki başarılarıyla, ahlaklarıyla,
kültürleriyle, erdemleriyle, kısacası gözle görünür görünmez
bütün güç ve varlıklarıyla, her türlü araç ve olanaklarıyla
çarpıştığı bir sınav alanıdır. Savaş alanında çarpışan
ulusların, gerçek güçleri ve değerleri ölçülecek demektir.
Sonuç, yalnız gözle görünür güçlerin değil, bütün
güçlerin, özellikle ahlaktan ve kültürden gelen güçlerin
üstünlüğünü ortaya koyacaktır... Tarih; başlarındaki taht
sahipleri ya da hırslarını yenemeyen politikacılar elinde,
birtakım boş ve yersiz isteklere oyuncak olmuş istilacı
orduların, istilacı ulusların uğradığı, buradaki gibi korkunç
sonuçlarla doludur.”7
Tarihe
Yön Vermek
Dumlupınar
Söylevi’nin
sonraki bölümlerinde; tutsaklığa karşı çıkan ulusların artık
yenilemeyeceğini, bunu başaracak bir gücün artık olmadığını,
30 Ağustos’un dünya tarihine yön veren bir savaş olduğunu
açıkladı ve Türk ulusuna geleceğe yönelik önermelerde bulundu:
“Tutsak
olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmayı başarabilecek
kadar güçlü zorbalar, artık dünya üzerinde kalmamıştır. Türk
milleti burada kazandığı zaferle, gösterdiği azim ve irade ile
bu gerçeği tarihin sinesine çelik kalemle yazmış bulunuyor...”
“Türk
yurdunu ele geçirmek düşüncesini, Türk’ü tutsak etme
isteğini, toplumsal amaç haline getirenlerin, hak ettikleri sondan
kurtulamadıklarını burada gözlerimizle gördük... Bir ülkeyi
ele geçirmek,
o
ülkede yaşayanlara egemen olmak için yeterli değildir. Bir ulusun
ruhu ele geçirilmedikçe, bir ulusun yaşama isteği gevşeyip
kırılmadıkça, o ulusa boyunduruk vurulamaz. Yüzyılların
yarattığı ulusal inanca, güçlü ve sürekli ulusal dayanışa,
hiçbir güç karşı duramaz...”
“Afyonkarahisar-Dumlupınar
Meydan Savaşı ve onun son parçası 30 Ağustos, çok parlak
zaferlerle dolu, Türk tarihinin en önemli dönüm
noktalarından
biridir.
Burada
kazanılan zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim
tarihimize
değil, dünya tarihine yeni bir yön vermede bu kadar etkili bir
meydan savaşı hatırlamıyorum. Açıktır ki, yeni Türk
Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada
sağlamlaştırıldı; ölümsüz yaşamı burada taçlandırıldı.
Bu alanda akan Türk kanları, bu semalarda uçuşan şehit ruhları,
devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır. Burada
temelini attığımız bu anıt, Türk yurduna göz dikenlere,
Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü,
saldırısını, güç ve kararlılığındaki kesinliği ve
keskinliği hatırlatacaktır...”
“Ulusal
egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler
erir, tahtlar taçlar yanar, yok olur. Ulusların tutsaklığı
üzerine oturtulmuş devletler, her yerde er geç yıkılacaktır...
Avrupa’nın ortasından, Doğunun öbür ucundaki binlerce yıllık
ülkelere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderini
daha iyi anlarız.. Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler,
çok şeyler düşünmüşler ancak bir şeyi düşünmemişlerdir.
Türkiye’yi düşünmemişlerdir. Bu düşüncesizlik yüzünden,
Türk yurdunun, Türk ulusunun uğradığı zararları, ancak bir tek
davranışla giderebiliriz. Türkiye’de Türk’ten başka bir şey
düşünmemek. Bunca acıya katlanıp yıkımlara uğradıktan sonra,
Türk artık öğrenmiştir ki, bu yurdu yeniden kurmak ve orada
mutlu ve özgür yaşayabilmek için egemenliği hiç elden
bırakmamak ve evlatlarını Cumhuriyet bayrağı altında, örgütlü
ve bilinçli bulundurmak gerekir. Refah ve mutluluğa ancak bu
davranışla ulaşabiliriz. Ulusumuzdaki güçlü karakter, sarsılmaz
inanç, ateşli milliyetçilik; ekonomik gelişmeyle gerektiği gibi
güçlendirilmelidir. Ekonomik olarak zayıf bir bünye,
yoksulluktan, sefaletten kurtulamaz; sosyal ve siyasal felaketlerden
yakasını kurtaramaz...”
“Bugün,
insanca
yaşamanın
koşulları bütün kesinliği ile ortaya çıkmıştır. Bu
koşullara aykırı söylemler, artık doğruluk, iyilik ve inanç
ilkeleri sayılamaz. Gerçek belirdi mi, yalan ortadan kalkar. Akla
aykırı uydurma şeyler, kafalardan çıkmalıdır. Her türlü
yükselme ve gelişmeye istekli milletimizin sosyal devrim adımlarını
kesmek, küçültmek isteyen engeller ortadan kaldırılmalıdır.
Son sözlerimi, yalnızca ülkemizin gençlerine yöneltmek
istiyorum... Gençler! Geleceğe
güvenimizi
güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz
eğitimle, bilgiyle, insanlıktaki üstün
niteliklerin,
yurt
sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği
olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti
biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz...”8
DİPNOTLAR
1 “Kurt
ve Pars” Benoit Mechin,
Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.70
2 “Atatürk’ün
İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak,
Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf.73
3 a.g.e.
sf.75
4 a.g.e.
sf.75 ve 77
5 “Tek
Adam” Ş.S.Aydemir,
I.C., Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.276
6 “Atatürk”
Lord Kinross,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.127
7 a.g.e.
sf.127
8 a.g.e.
sf.127
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder