Türk
edebiyatı; Arapça, Farsça ve bu dillerin Türkçe’yle
karışımından oluşan Osmanlıca başta olmak üzere; Doğu ve
Batı Türkçesi içindeki birçok Türk lehçesiyle de sayısız
yapıt üretmiştir. Üretilen yapıtların niteliğini, sayısını,
yayıldığı alanı ve yaptığı etkiyi ortaya koymak için; çok
geniş bir araştırmaya ve uzmanlığa gereksinim vardır. Yalnızca
Doğu Türkçesiyle üretilen yapıtlar ve yalnızca 150 yıllık
Timurlular
dönemi
ele alınsa bile, karşımıza çok az insanımızın bildiği,
yüksek
ve çok yaygın
bir yazın dünyası çıkacaktır.
Yazın
Dili
Türkler’in
çok eskiye giden zengin bir yazılı ve sözlü edebiyatı vardır.
Orta
Asya
kökenli eski Türk edebiyatının büyük bölümü; göçler, savaş
ve doğal yıkımlarla yiten kentler ve özellikle Arap yayılmasının
yok etmesi nedeniyle günümüze ulaşamamıştır.
Türkistan’da
eski kent yıkıntıları arasında bulunan yazma yapıtlar, bugün
Rusya, Almanya, Fransa kütüphane ve müzelerinde saklanmaktadır.
Berlin etnografya müzesinde yazılı metinler çoktur ve bu
metinlerin bir bölümü okunup Almanca olarak yayımlanmıştır.1
8.Yüzyıla
ait Orhon
Yazıtları’ndaki
anlatım gücü, Türkçe’nin edebiyat dili olarak gelişimini çok
daha öncelerde tamamladığının kanıtı sayılır ve böyle bir
dilin, kitabe yazıtıyla sınırlı olamayacağı kabul edilir.
Göktürk abecesiyle yazılmış metinler, özellikle Uygur
abecesiyle yazılan ve Budhacı-Manici
görüşleri içeren el yazmaları, Türk yazılı edebiyatının
köklerinin eskiye gittiğini gösteren kanıtlardır. İslamiyet
öncesi dönemde, Türk şiirinin gelişkin ürünleri yazıya
geçirilmişti. Aprin
Çor Tigin,
o dönemin en ünlü şairidir.2
Yazın Türleri ve Aruz
Göktürkler’den
sonra 10. ve 11.yüzyıllardaki Karahanlılar döneminde, gerek kent
ve gerekse bozkır halk edebiyatında, gelişkin ürünler ortaya
çıktı. Karahanlılar, Azeriler, Çağataylar ve Türkmenler,
ürettikleri edebiyat yapıtlarını tümüyle Türkçe yazdılar.
Yazılı
edebiyat, İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra, büyük oranda
Arapça ve Farsça ağırlıklıydı. Ancak, sözlü halk edebiyatı
Türkçe ürün vermeyi sürdürdü.
Yazılı
edebiyatta; Arap kökenli aruz
vezni,
Arap-İran kökenli kasîde, gazel ve mesnevî türleri kullanılmaya
başladı. Yapıtlarda kullanılan dil, halkın kullandığı
Türkçe’den uzaklaştı ve Arapça-Farsça sözcüklere, bu
dillerin kurallarıyla türetilmiş ad ve sıfat tamlamalarına
dayandırıldı.
Arapça
ve Farsça’nın Türkçe’ye yoğun girişi, aruzla
nitelikli yapıtlar verilmesini sağladı ama aynı zamanda, dilde
bozulmaya ve halktan kopuk bir edebiyat türünün ortaya çıkmasına
neden oldu. Aydınlar, zaman içinde halka yabancılaştılar ve
saray elitleri haline geldiler; çünkü bu edebiyat, saray
çevrelerinde değer görüp destekleniyordu.
Sözlü
Yazın
Sözlü
edebiyat, Türkçe’yi dikkatlice ve her yönüyle koruyarak, halkın
sorunlarını işleyen özgün yapıtlar üretmeyi sürdürdü.
Tarikatlarla
beslenen tekke edebiyatı; din, tarih, tasavvuf ve direniş
konularını, geniş halk kitlelerinin kavrayıp sevebileceği
biçimde işledi; yalın bir dille, ileri bir bilgesel olgunluğa
ulaşan yapıtlar üretildi; kentten kente, köyden köye dolaşan
halk ozanları, benzersiz yapıtlar yarattılar.
Kaşgarlı
Mahmut ve Divanı Lugati’t-Türk
Ünlü
Türk dil bilgini, Kaşgarlı
Mahmud’un
1074’de hazırladığı Divanı
Lugati’ t-Türk
adlı ansiklopedik sözlük, Türk edebiyatı olduğu kadar Türk
tarihi için de bir başyapıttır.
Dokuz
dil bilen ve birçok Türk kentini dolaşarak Türklerin gelenek,
görenek ve dil özelliklerini inceleyen Kaşgarlı’nın
bu yapıtı, tümü Türkçe olan 7500 sözcük içermektedir ve
“Türkçe’
nin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek”3
amacıyla
yazılmıştır.
Sözcüklerden
ayrı olarak kitapta, değişik Türk boylarından derlenen savlar
(atasözü),
sagular
(ağıt),
koşuklar
(şiir)
ve deyimlere yer verilmiş, kimi dilbilgisi kuralları
anlatılmıştır.4
Kaşgarlı
Mahmut’un
diğer kitabı Kitabu
Cevahirü’ n-Nehu fi Lugati’ t-Türki,
bugüne dek ele geçmemiştir.
Yusuf
Has Hacip ve Kutadgu Bilig
Karahanlılar
döneminin başka bir önemli yapıtı, Yusuf
Has Hacip’in
1069’da yazdığı Kutadgu
Bilig’idir.
Hakaniye
Türkçesiyle
yazılan yapıtta, dört ayrı kişinin ağzından, devlet yönetme
konusunda yönetenlere öğütler verilir.
Dilin
önemi, doğru sözün erdemi, aklın gücü, adalet duygusu,
yöneticilerde aranılacak nitelikler, hakanla memurun karşılıklı
hak ve sorumlulukları,
kitapta işlenen konulardır.
Yapıtın
son bölümünde, dünya işleriyle inançsal gereklerin dengeli
birlikteliğinden söz edilir. Kitabın kahramanlarından Ögdilmiş’in
ağzından, “öbür
dünyanın (ahiretin) dünyada yapılacak iyi işlerle kazanılacağı”,
“halka
adalet dağıtmak için hizmet etmenin de bir tür ibadet sayılacağı”
söylenir. Yapıtta ayrıca, Türk toplumlarının din,
aile düzeni, ahlak anlayışı, devlet yönetme, ordu, gelenek ve
görenekler, tarım ve el sanatları
gibi konularda bilgi verilir.5
Adalet
Dairesi
Türk
siyasi tarihine “adalet
dairesi”
olarak geçen ve yönetim işleyişinin ana çizgilerini dile getiren
ünlü tanımlama, ilk kez Kutadgu
Bilig’de
dile getirilmiştir.6
14.Yüzyılda
İbn
Haldun’un
da yapıtlarında kullandığı bu tanımlama, 16.yüzyılın büyük
Osmanlı ahlakçısı Ali
Çelebi
tarafından sekiz ilkeyle özetlendi ve Osmanlı devlet yönetiminin
ideolojik temeli haline getirildi. “Adalet
Dairesi”
ya da Çelebi’nin
tanımıyla “Daire-i
Adalet”
şöyleydi: “mülk
ricalsiz olmaz (ülke yöneticisiz olmaz)-rical kılıçsız olmaz
(yönetici ordusuz olmaz)-kılıç askersiz olmaz (ordu askersiz
olmaz)-asker malsız olmaz (asker yoksul olmaz)-mal raiyetsiz olmaz
(ülke halksız olmaz)-raiyet adaletsiz olmaz (halk da adaletsiz
olmaz)”.7
Siyasi
tarih ve yönetim biçimleri konularından ayrı olarak, özdeyişler,
şiir alıntıları, atasözleri ve kültürel yorumlarla dolu
Kutadgu
Bilig;
aynı zamanda, Türk edebiyatının ilk ve en büyük derleme
yapıtıdır. 11.Yüzyıl Türk toplum yapısını, tarihsel
kökleriyle ve çağını aşan bir anlayışla dile getiren çok
değerli bir başyapıttır.8
Arı
bir Türkçe’yle yazılmıştır. İslam dönemi eseri olmasına
karşın, tüm yapıtta yalnızca yüz tane Arapça ve Farsça sözcük
kullanılmıştır.9
Yusuf
Has Hacip,
yazarlığı ve bilginliği yanında İslam gizemciliğini
(tasavvuf)
derinden etkileyen inanmış bir müslüman, ermiş bir kişidir. Çok
basit bir kulübede oturmuş, “bir
baston, bir çanak ve bir hırka”
anlayışıyla son derece yalın bir yaşam sürmüştür. Ünlü
İslam gizemcisi Türk bilgini Baktra
Şakik,
“Dünyadan
el etek çekip tasavvufa yönelmemin nedeni onun öğütleridir”
demiştir.10
Edip
Ahmet Yükneki ve Atabetü’l Hakayık
Aynı
dönemin bir başka önemli yapıtı, Edip
Ahmet Yükneki’nin
(12.yüzyıl) Doğu Türkçesi’yle kaleme aldığı Atabetü’
l-Hakayık
adlı yapıttır.
Koşuklu
türde
yazılmış bir ahlâk kitabı olan bu yapıtta; bilginin
ve bilimin önemi, dünyanın değişken yapısı, sabır, az
konuşma, alçak gönüllülük, cömertlik, kibir, aç gözlülük
gibi konular işlenir. Son bölümde öğütler verilir; öğütlerde
ileri sürülen görüşler, ayet
ve hadis’lerle
desteklenir. Atabetü’
l Hakayık,
Türk edebiyatının Kutadgu
Bilig’den
sonraki en önemli yapıtlarından biridir ve edebiyat tarihi için
güvenilir bir kaynaktır.
Ahmet
Yesevi
Türkistanlı
Ahmet
Yesevi
(12.yüzyıl), gizemci
(duygu ve sezgiye dayanan inanç yolu-tasavvuf) Sufilik
akımından gelen önemli bir Türk ozanıdır. Yaşamı boyunca,
içinden geldiği halkın sorunlarıyla ilgilendi ve Türk halk
şiirinin yaşatılıp geliştirilmesine önemli katkılar yaptı.
Müslüman
bir din adamı olduğu kadar, Orta
Asya
geleneklerine bağlı bir düşünür de olan Şeyh
Aslan Baba
tarafından yetiştirildi. Daha sonra Buharalı Yusuf
Hemedanî
yanında eğitim gördü.
Hemedanî
aracılığıyla
tanıştığı İran’ın üst sınıf kültürünü yüzeyselliği
nedeniyle beğenmedi ve halkın arasına karışarak Türk boylarına
ait köyleri, kentleri dolaştı. Türk
düşün yaşamında en üste ulaşmak,
Müslüman
olarak Türk kimliğini korumak
için; kolay anlaşılır, bilgiçlik taslamayan ve derinliği olan
yapıtlar üretti, başka yapıtlara esin kaynağı oldu. Daha sonra
Tarik
Hâcegân (Eğitenlerin Yolu)
olarak bilinen kendi tarikatını, Yeseviliği
kurdu.11
Kendine
özgü bir gizemci, etkileyici bir bilge olan Ahmet
Yesevi’nin,
özellikle Sır
Derya (Seyhun)
ve Taşkent
yöresindeki bozkırlarda yaşayan göçebe Türkler arasında İslam
inancının yayılmasında, belirleyici
bir işlevi oldu. İnanç konusunda kimseye baskı yapmayan ve hiçbir
baskıyı kabul etmeyen Türkler’in, İslamiyeti kabul etmesinde;
Arap akınları ve baskısından çok, Yesevi’nin
içtenliği ve gönüllülüğe dayanan önermeleri etkili olmuştur.
Herkese ulaşabilen, nitelikli, alçak gönüllü ve etkileyici bir
düşünce düzeyine sahipti.
Göçebe
Türkler arasında İslamiyeti yayarken; eski Türk gelenek ve
törelerini
içeren bir öğretinin kurucusu oldu. Bu yanıyla da, Türk
kimliğindeki tüm özgün niteliklerin korunup yaşatılması ve
günümüze aktarılmasında güçlü olanaklar yarattı.12
Yesevi’nin
yapıtları, Türk tasavvufunun öncü ürünleriydi ve duru bir
Türkçe ile yazılmıştı. Hikmet
adı verilen şiirlerinin özelliği, öz açısından gizemciliğe,
biçim açısından Türk
halk yazınına (edebiyatına)
dayanmasıdır.
Sıradan
insanlara inançsal ve ahlaksal öğütler aktaran yapıtlarda,
Türkçe’nin kullanımına gösterilen özen ve ustalık çok
etkileyicidir. Bu yapıtları, “Türk
dilinde bir kültür geleneği oluşturmuş”
ve Yunus
Emre,
Hacı
Bektaş Veli,
Şeyh
Bedrettin,
Pir
Sultan Abdal gibi
Anadolu gizemci şairlerine öncülük etmiştir.
Jean
Paul Roux,
Ahmet
Yesevi’nin
Türk diline yaptığı katkı konusunda şu yorumu yapmıştır:
“Yesevi,
Türkçeyi Arapça ve Farsça’ nın boyunduruğundan kurtarmış,
yapmacık ve şişirme bir dil yarattığı söylenen Osmanlı
İmparatorluğu’ nun yıkılışından sonra, Atatürk’ ün
yeniden geçerli kıldığı Türkçeyi korumuştur. Yesevi,
Aleviliğin kurucusu değildir ama bu harekete, kendini ifade etme ve
Türk kimliğinde var olan tüm nitelikleri, 11-12.yüzyıllardan
günümüze dek aktarma olanaklarını sunmuştur”.13
Yaygınlık
Türk
edebiyatı; Arapça, Farsça ve bu dillerin Türkçe’yle
karışımından oluşan Osmanlıca başta olmak üzere; Doğu ve
Batı Türkçesi içindeki birçok Türk lehçesiyle de sayısız
yapıt üretmiştir. Üretilen yapıtların niteliğini, sayısını,
yayıldığı alanı ve yaptığı etkiyi ortaya koymak için; çok
geniş bir araştırmaya ve uzmanlığa gereksinim vardır. Yalnızca
Doğu Türkçesiyle üretilen yapıtlar ve yalnızca 150 yıllık
Timurlular
dönemi
ele alınsa bile, karşımıza çok az insanımızın bildiği,
yüksek
ve çok yaygın
bir yazın dünyası çıkacaktır.
Timurlar
Çağatay
Türkçe’siyle konuşup yazan Timurlular;
Türk ve İran kültürlerini kıyaslamış, Türkçe’yle
Farsça’nın kök yapılarını incelemiş, Türk dili ve
kültürünün üstünlüğünü kanıtlamaya çalışmışlardır.
Bu
çabayı en etkili biçimde, “Farsça’yı
Türkçe kadar iyi tanıyan”
Ali
Şir Nevai,
(1441-1501) Dillerin
karşılaştırılması (Muhakemet-ül Luga-teyn)
adlı yapıtıyla sürdürmüştür. Dilbilgini ve şair olmanın
yanında nitelikli bir müzisyen ve hat sanatçısı olan Nevai,
resim ve mimarlıkla da ilgilenmiştir.14
Timurlular’da
yaygın olan eğitim düzeni, her alanı kapsayan yüksek bir
kültürün halk içinde yayılmasına yol açmıştı. Timur halkı
okumakla yetinmeyip, “yazıyor,
durmadan yazıyordu”.15
Yazar
olmak, şiir ya da nesir türünde kitap yazmak, o günlerde,
toplumun “en
çok değer verdiği”
çabaydı. Herkes şair, yazar, bilim adamı olmak istiyordu. Kimi
doğubilimcilerin, “tüm
Müslümanlar’ın dünya görüşünü etkileyen tarihçi”
olarak kabul ettiği Mahmud
Mirhand
(1433-1498) ve Batılı doğubilimciler tarafından çok beğenilen
ünlü tarihçi Kandemir
(1475-1536) bu dönemin düşünürleriydi. Varlığı kısa
sürmesine karşın, Timur İmparatorluğu’nun ve bu İmparatorluğun
etkisinde kalan ülkelerden; “seksenden
fazla yazar, en az oniki özgün şair ve binlerce yapıt
çıkmıştı”.16
Öne
Çıkanlar
14.Yüzyılla,
16.yüzyıl arasında Türk dünyasında yetişen ve Doğu
Türkçesi’yle yazan yazar ve düşünürleri, bunların ürettiği
yapıtları incelemek, bu yazının konusu ve yapabileceği bir iş
değildir; burada, çok azının, o da yalnızca adlarının
belirtilmesiyle yetinilecektir.
Rabguzi’nin
“Peygamber
Tarihi” (Kısas-ı Enbiya)
(1311), İslam’ın
“Yardımcı
Buyruklar”
ı
(Muin ül-Mürid)
(1313), halk diliyle yazılan Kerderli
Ali’nin
“Cennetin
Yolu” (Nehc ül Feradis)
(1358), ağırlıklı olarak dini konuları işleyen yapıtlardır ve
Harizm Türkçesi ile yazılmıştır.
Kutb’un
Hüsrev
ve Şirin’i
(Hüsrev ü Şirin)
(1341), Memluk Kıpçakçası’yla; Melik
Bahsi’nin
Miraçname’si
(1436), Uygur alfabesiyle yazılmıştır. Ali
Şir Nevai’nin
Divan’ı
ve yine Ali
Şir
Nevai’nin
Türkçe’nin Farsça’ya üstünlüğünü kanıtlamak için
yazdığı Dillerin
Karşılaştırılması (Muhakemet–ül-Lügateyn);
son Çağatay Hükümdarı Hüseyin
Baykara’nın
(1438-1507) din dışı konuları işleyen, Divan’ı;
Mevlana
Lütfü’nün
(15.yüzyıl) Gülün
Yenigünü
(Gül-ü
Nevruz);
Türk-Hint İmparatorluğu’nu kuran Babür’ün
(1483-1530) anı kitabı “Olaylar”
(Vakayi)
Çağatay Türkçesi’yle yazılmış yapıtlardır.
Özbek
Hanı Şeybani’nin
(1451-1510) şiirleri,
Hive Hanı Ebülgazi
Bahadır’ın
(1603-1663) Türklerin
Soyu (Secere-i Türki),
Sofi
Allah Yar’ın
(17.yüzyıl) Çaresizlerin
Direnci (Sebat ül-Acizin)
ise Özbek Türkçesi’yle yazılmıştır.17
Osmanlılar
Osmanlı
İmparatorluğu döneminde, edebiyatta belirli bir durgunluk olsa da
bilimsel ve yazınsal yapıt üretimi sürdü. Çok geniş bir alana
yayılmış olan imparatorluğun değişik yörelerinde, devletin
coğrafya ve tarihini yazan büyük yazarlar, yazılı ve sözlü
edebiyat ustaları ortaya çıktı.
Çizdiği
neredeyse kusursuz dünya haritasıyla ünlü Nurettin
Piri’nin
(Piri Reis) (1470-1554) yazdığı Kitab-ı
Bahriye,
çağının en ileri coğrafya kitaplarından biridir.18
Katip
Çelebi’nin
(1609-1657) ünlü ansiklopedik eseri Cihannüma
ve bilimsel sözlük Keşfüzzünun,
Tarihçi İbrahim
Peçevi’nin
(1577-1650) Tarih’i,
ünlü gezgin Evliya
Çelebi’nin
(1611-1679) 10 ciltlik Seyahatname’si
döneminin dikkat çekici bilim yapıtlarıdır.19
Batı
Türkçesi
Leyla
ile Mecnun
gibi Türk edebiyatının başyapıtlarından birini yazan, Türkçe,
Arapça ve Farsça’nın tüm inceliklerini kullanan Fuzuli,
Azeri
Türkçesi’yle
yapıt veren yazarların başında gelir. Fuzuli’nin;
Saadete
Ermişlerin Bahçesi (Hadikatü’s Süeda),
Türkçe
Divan,
Gönül
Dostluğu (Enis–ül-Kalb),
Arapça
Divan
ve Hadislerin
Kırkıncı Tercümesi (Tercüme-i Hadis-i Erbain)
çok ünlüdür.
Kendinden
sonrasını etkileyen Kadı
Burhanettin’in
(1344-1399) Divan’ı;
Orta
Asya’dan
Anadolu’ya dek, geniş bir alanda halk üzerinde büyük etki yapan
usta gizemci Nesimî’nin
Divan’ı;
Safevi Devleti’nin kurucusu Şah
İsmail’in
Hatâyî
Divanı,
Dehname’si
ve Nasihatname’si;
Rusya Türkleri arasında Yenileşme
Hareketi’ni
(Cedidcilik)
başlatan Gaspıralı
İsmail’in
(1851-1914) Mirat-ı
Cedid’i Azeri Türkçesi’yle
yazılan yapıtlardır.20
Türkiye
Türkçesi
Türkiye
Türkçesiyle
yazılan yapıtlarının ilk ürünleri Selçuklular döneminde
verildi. Anadolu’ya yerleşen Oğuz Türkleri halk edebiyatı
geleneğini yaşattılar. Anadolu fethinde gösterilen kahramanlıklar
ve Danişment
Gazi’nin
yiğitliği, halk arasında Battal
Gazi,
Danişment
Gazi
öykülerinin yayılmasına neden oldu.
Ozan
adı verilen Oğuz halk şairleri, ellerinde kopuzlarıyla
(telli sazlarıyla)
halk toplantılarında, ordu birliklerinde ya da köy meydanlarında
kahramanlık öykülerini türkü halinde söylediler. Türk halkı
içinde gizemci akımları güçlendikten sonra derviş
şairler,
halk şiirleri biçiminde ilahiler ve sofist halk şiirleri yazdılar.
İslam
geleneklerinin etkisi altında Hamza,
Ali,
Ebumüslim
gibi kahramanlara ve Peygamberler’in yaşamına ait olağanüstü
öyküler (menkıbeler),
düzyazı biçiminde destanlar yazıldı. 13. ve 14.Yüzyılda Hoca
Dehhani,
Kırşehirli
Şeyh Gülşehri,
Aşık
Paşa,
Hoca
Mes’ut,
Şeyhoğlu
Nesimi
gibi çok değerli şairler yetişti. Yapıtları, ne Arap, ne Fars,
ne de bir başka kültür içinde eridi; özgünlüğünü korudu ve
dilden dile yaşatılarak günümüze dek geldi.
Halk
Edebiyatı
Türkiye
Türkçesi’yle
yazılan yapıtların dil olarak en saf biçimleri, Anadolu halk
edebiyatı
ve bir ölçüde de tekke
edebiyatı
içinde bulunanlardır.
Dörtlü
koşmalar
biçimindeki (aşık
edebiyatı),
halkın ilgisini çeken öyküler ve yaratıcısı
bilinmeyen (anonim)
türlerden oluşan halk
edebiyatı;
halkın konuştuğu dille yazılıyor ve yaygın olarak izleniyordu.
Ezgiyle
okunan ilahiler,
nefesler
ve tarikat büyüklerini öven öyküler’e
dayanan tekke
edebiyatı
da, halkın anladığı dil kullanılarak yazıldı. Bu edebiyat;
saray, medrese ya da aydın topluluklarının arasında gelişen ve
Arap-İran ölçülerine bağlı divan
edebiyatından
çok ayrı bir edebiyat türüydü. Halk, Arapça ve Farsça’nın
bolca kullanıldığı karma bir dille yazılan divan
edebiyatını
anlamıyor, ona ilgi göstermiyordu.
Anadolu’da
Yetişenler
Anadolu’da,
Selçuklular’dan günümüze dek, yaklaşık bin yılı kapsayan
dönem içinde yer alan edebiyatçıları, yalnızca ad olarak ele
almak bile çok uzun sürer. Selçuklu döneminde yaşayan şair ve
yazarların bazıları şunlardır: Farsça’yı Türkçe’den daha
çok kullanan, Mensevi’siyle
ünlü Mevlana
Celaleddin-i Rumi
(1207-1273) ve oğlu Sultan
Veled
(1266-1312), Anadolu Türkçesi’nin en eski şairi olarak bilinen
ve Çarhname
adlı kasidesiyle ünlü Ahmet
Fakih
(13.yüzyıl), Yusuf
ve Zeliha
adlı yapıtıyla bu konuyu yeniden yorumlayan Şeyyat
Hamza
(13.yüzyıl), divan edebiyatında dinî olmayan konuları ilk kez
işleyen ve 20 bin beyitlik Şahname’yi
yazan Dehhani
(13.yüzyıl), tasavvuf konularını coşkulu
bir anlatım (lirizm)
ve derin bir insan sevgisiyle işleyen Yunus
Emre
(1238-1320). Bunlar evrensel değeri olan ozan ve yazarlardır.21
Anadolu
beylikleri ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Halk ya da Divan
edebiyatı türlerinde yapıt veren kimi ozan ve yazarlar ile
eserleri şunlardır: Kırşehirli
Aşık Paşa
(14.yüzyıl)-Garipname
(mesnevi-1330),
Hoca
Mesut
(14.yüzyıl)-Süheyl
ve Nevbahar
(mesnevi-1350),
Fahri
(14.yüzyıl)-Hüsrev
ü Şirin
(mesnevi-1367),
Şeyhoğlu
Mustafa
(14. yüzyıl)-Hurşitname
(mesnevi-1387),
Hamzavi
(14.yüzyıl) Hamzaname
(düz
yazı),
Sadrettin
(15.yüzyıl)–Destan-ı
Geyik
(düz
yazı, öykü-masal),
Beypazarlı
Mazaoğlu
Hasan
(15. yüzyıl)-Cenadil
Kalesi Cengi
(düzyazı-öykü).
Bunlardan başka, herbiri divan
sahibi olan şairler; Hayali
(16.yüzyıl),
Necati
(15.yüzyıl),
Ahmet
Paşa
(15.yüzyıl), Baki
(1526-1600),
Nabi
(1642-1712), Nedim
(1681-1730), Neşati
(17.yüzyıl), Şeyh
Galip
(1757-1799) ile yalın bir Türkçeyle ürün veren halk ozanları;
Aşık
Kerem
(16.yüzyıl), Pir
Sultan
Abdal
(16.yüzyıl), Ercişli
Emrah
(17.yüzyıl), Aşık
Garip
(17.yüzyıl), Şeyh
Bedrettin
(14.yüzyıl), Karacaoğlan
(17.yüzyıl), Aşık
Ömer
(17.yüzyıl), Kayıkçı
Kul Mustafa
(17. yüzyıl), Kul
Nesimi
(17.yüzyıl), Dadaloğlu
(18.yüzyıl), Erzurumlu
Emrah
(19.yüzyıl), Bayburtlu
Zihni (19.yüzyıl)
Osmanlı dönemi Türk edebiyatçılarından bazılarıdır.22
DİPNOTLAR
1 “Türk
Tarihinin Ana Hatları”
Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.335
2 Büyük
Larousse, İletişim Yay., 19.Cilt, sf.11 804
3 Ana
Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., 10.Cilt, sf.207
4 a.g.e.
sf.207
5 a.g.e.
20.Cilt, sf.47
6 “Kutadgu
Bilig’de Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gözlemleri”, Halil
İnalcık, 1966,
sf.259-271; ak.Zeki
Arıkan, “Tarihimiz ve Cumhuriyet”,
Tarih Vakfı Yay., 1997, sf.88
7 “Düsturü’l-Amel
li Islahi’l-Halel”, Katip Çelebi,
İst. 1280, sf.124; ak. a.g.e. sf.88
8 “Orta
Asya” Jean Paul Roux,
Kabalcı Yay., 2001, sf.269
9 “Türk
Tarihinin Ana Hatları”
Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.336
10 “Orta
Asya” Jean Paul Roux,
Kabalcı Yay., 2001, sf.290
11 a.g.e.
sf.269-270
12 a.g.e.
sf.270
13 a.g.e.
sf.270
14 Ana
Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., 1.Cilt, sf.391
15 “Orta
Asya” Jean Paul Roux,
Kabalcı Yay., 2001, sf.365
16 a.g.e.
sf.365
17 Büyük
Larousse, İletişim Yay., 19.Cilt, sf.11 805
18 Ana
Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş., 19.Cilt, sf.118
19 “Tarihte
Türklük”, Prof.L.Rasonyı,
Türk Kül.Araş.Ens.Yay., 1988, sf.207
20 Büyük
Larousse, İletişim Yayınları, sf.11 806
21 a.g.e.
sf.11 864
22 a.g.e.
sf.11 865
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder