1
Ekim 1949 günü Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu ve Çin’in
bağımsızlığı ilan edildi. 10 milyon kilometrekare toprağı ve
1 milyar nüfusuyla bu büyük ülke emperyalizmin etki alanından
çıkıyor ve sosyalist ülkeler arasına katılıyordu. 1 Ekim
1949’da silahlı savaşımı (mücadeleyi) bitiren devrim, sürekli
kılınan yenileşme atılımlarıyla bugün dünyayı bir başka
alanda, ekonomi ve toplumsal kalkınma alanında sarsıyor, dünyanın
dengesini değiştiriyor. 20.Yüzyılın ilk yarısında, insanları
kent sokaklarında açlıktan ölen, nüfusunun yüzde 90’nı
kırlarda yoksulluk içinde yaşayan kalabalık nüfuslu bu ülke,
başka bir ülkeyi sömürmeden nasıl oluyorda dünyanın en güçlü
birkaç ülkesinden biri olabiliyor. Yarım yüzyıl iç savaş ve
işgallerle boğuştuktan sonra, iliklerine dek sömürülmüş bir
sömürgeden bir dünya devi nasıl yaratılabiliyor. Bunun yanıtını,
özellikle kalkınmak isteyen ezilen ülke insanları vermeli, bunun
için de Çin Devrimi’ni dikkatlice incelemelidir. Çin Devrimi
günceldir ve herkes için, özellikle de biz Türkler için
önemlidir. Türk Devrimi ile Çin Devrimi arasında önemli
benzerlikler ve kuşkusuz ayrılıklar vardır. Bu iki devrimin
kıyaslanması, günümüz için uygulanabilir sonuçlar
çıkarılmasına yardımcı olacaktır. Aşağıdaki çalışmayı
bu amaca yönelik olduğu için yayınlıyoruz. Üç bölüm olarak
yayınlayacağımız çalışma, geniş kapsamı olan bu konu için
bir ön taslak olarak değerlendirilmelidir.
Devrimin
Kökleri
20.Yüzyılda,
ilki Türk devrimi olmak üzere çok sayıda ulusal kurtuluş savaşı
ve devrimi yaşandı. Emperyalizmin boyunduruğu altındaki yoksul
uluslar birer birer bağımsızlık savaşımına (mücadelesine)
girişti ve sömürgecilik düzenine son verdi. Kurtuluş savaşları,
kararlı tutumları ve anti-emperyalist uygulamalarıyla son derece
rahatsız etti, onları politika değiştirmek zorunda bıraktı.
Çin
Devrimi,
yalnızca 1949 yılında Halk
Cumhuriyeti’nin
kurulmasını kapsayan bir olgu değil, 1830’da Avrupalı
misyonerlerin sınırdışı edilmesiyle başlayan ve günümüze dek
süren çok uzun bir dönemi içine alan devrimci bir süreçtir.
Afyon
Savaşları,
halkına yabancılaşarak soysuzlaşan imparatorluk hanedanı,
savaşçı birlikleri olan buyurgan (despot) feodaller, büyük
devletlerin istila ve kışkırtmalarıyla yaşanılan acı dolu
yıllar, 20.yüzyılda Çin’i nelerin beklediğini açıkça
gösteriyordu. 1894 Japon yenilgisi, bu yenilgiye karşı gelişen
halk eylemi, 1898 Boxer
ayaklanması ve Mançu hanedanlığına duyulan nefret, savaşımın
artık iç çatışmaları da içereceğinin göstergeleriydi.
Batılılar
ve Çin
İlk
gelenler İngiliz ve Portekizli tüccarlar oldu. Bunlar Çinliler’e
afyon satıyor, karşılığında onlardan çay ve ipek alıyordu.
Çin toplumunu giderek zorunlu afyon tüketicisi durumuna getirdiler.
Avrupalılar Çinliler’e afyon içirmekte kararlıydı. Pekin
hükümeti 1839 yılında afyon dışalımını yasaklayan bir yasayı
uygulamaya soktu. Ve ele geçirilen afyon depolarını yok etti. Bu
gelişmeler üzerine İngiltere, Kanton’u
bombaladı (1841), Sanghay’ı
elegeçirdi ve Nankin’e
yürüdü. Çin yenilgiyi 1842’de kabul etti ve afyon
ticareti
yeniden serbest bırakıldıktan başka, beş büyük Çin Limanı
İngilizler’in denetimine girdi ve Hongkong
İngiltere’ye bırakıldı.
Çin,
Osmanlı İmparatorluğu gibi kapitülasyonlar ve yabancıların
baskısı altındaydı. Batılılara tanınan ayrıcalıklar;
bağımsızlığın, toprak bütünlüğünün ve ekonomik gelişmenin
önünde ‘aşılmaz’
engeller durumundaydı. Limanları, ayrıcalıklı özel bölgeleri
ve dolaysız devlet gelirlerini, yabancılar denetliyordu. Merkezi
yönetime bağlı olmayan yerel yönetimler oluşturulmuştu ve
yabancılar buralarda; vergi vermiyor, Çin yasalarına uymuyor,
dilediği gibi davranıyordu.
Türkiye
ve Çin
Ayrımlı
yöntem ve stratejik anlayışla yürütülmesine karşın, Çin
Devrimi
ile Türk
Devrimi,
benzer toplumsal ve siyasal bir temel üzerinde, aynı düşmana,
emperyalizme karşı gelişmekteydi. Bu iki devrim özgün ve
evrensel yanlarıyla birlikte incelendiğinde, bugün ileriye yönelik
belirleyici sonuçların ortaya çıkacağı görülecektir.
Nesnel
belirlemelerle başarılmasına karşın Türk
Devrimi,
kısa sürede, kendi karşıtına dönüşme sürecine girdi. Öznel
değerlendirmelerle başlayan Çin
Devrimi
ise, daha sonra nesnel ve gerçekçi bir anlayışa ulaşarak, yüzyıl
sonlarında büyük başarı elde etti. Bunun nedeninin açıklanması
gerekir. Doğru biçimde yapılacak bu açıklama, küresel
sorunlarla çevrilmiş birçok ülke için de, anlamlı olacaktır.
Çin
Devrimi’nin Özellikleri
Çin
Devrimi’nin
birinci özelliği, ulusçu olmasıdır. Bu ulusçuluk, uzun süre
yabancı düşmanlığına bürünmüş ve kendiliğinden gelme bir
direnme içgüdüsü oluşturmuştur. Çinliler yabancılara karşı
ilk tepkiyi, 1830 yılında Hırıstiyanlaştırma çabalarını
yoğunlaştıran misyonerleri sınır dışı ederek gösterdi.
Tepkilerin, anti-sömürgeci ve anti-emperyalist bilince ulaşması
ise yaklaşık yüz yıl sürdü. 1911 Demokratik Devrimi ile
cumhuriyetçi eğilimlerin artması ve özellikle de Kuomintang’ın
(Ulusal
Halk Partisi)
1923’de yeniden yapılanmasıyla bu bilinç Çin’de yayılmaya
başladı.
Çin
Devrimi’nin
ikinci özelliği, feodalizme karşı olmasıdır. Toprak sorununa
dayalı olarak yüzyıllar süren toplumsal gerilimin, bilince ve
örgütlü savaşıma dönüşmesi, 1923’den sonra olmuştur.
Hükümetlerin yabancılara karşı uzlaşmacı tutuma tepki gösteren
ulusçular, ulusal bağımsızlığın aynı zamanda bir iç savaşımı
da içermesi gerektiğine inandı ve emperyalizmin işbirlikçisi
konumundaki feodallere karşı savaşıma girişti. Bu savaşımı
demokratik devrimi tamamlayacak bir eylem olarak gördü.
Çin
Devrimi’nin
üçüncü özelliği, bir köylü
devrimi
olmasıdır. Nüfusun yüzde 90’dan çoğu kırda yaşamaktadır.
Tarım ürünleri pazara açılamamıştır, sanayi yetersiz, işçi
sınıfı güçsüzdür. Buna karşın, 1930’dan sonra, ulusal
savaşım üzerinde etkisini arttıran Komünist
Parti,
sınıfsal savaşımı öne çıkarmaya başladı.
Oysa,
Çin ‘komünistleri’
nesnel anlamda ulusçu bir savaşım sürdürüyor ve devrimciliği
ulusçulukla bağdaştırıyordu. Bu nedenle Komünist
Parti’nin
adı komünist, yaptığı iş ulusçuydu. Çin
Komünist
Partisi’yle
Kuomintang
arasındaki ayrım, özünde, siyasi olmaktan çok, örgütseldi. Bu
nedenle Komünist
Parti’nin,
yönetime geldiği 1949’dan sonraki sosyalizme yönelik
uygulamaları, uygulamacıların umduğu sonucu doğuramamıştır.
1899-1949:
Çin’de İç Savaş ve Anti-Emperyalist Savaşım Dönemi
20.Yüzyıla
girerken ortaya çıkan Boxer
ayaklanması
Çin’i, çatışmalarla dolu yeni bir dönemin beklediğini
göstermişti. Bu ayaklanmadan sonra İmparator, birtakım yenileşme
girişimlerinde bulundu. Japonya’daki Meiji
Düzeni
biçiminde bir anayasal iyileştirme yapmaya söz verdi; eğitim,
ordu ve yönetim işleyişinde düzenlemeler yapıldı.
1908
yılında, parlamentoyu yalnızca bir danışma meclisi sayan bir
anayasa çıkarıldı. Ancak bu tür cılız reform girişimleri,
özellikle Güney Çin halkının nefretini üzerinde toplayan Mançu
Hanedanı’nı
kurtarmaya yetmedi. Aynı yıl, İmparator, nedeni anlaşılamayan
bir biçimde öldü. Ve yerine 3 yaşındaki Puyi
imparator yapıldı. Son Çin imparatoru olan Puyi’yi
tahta oturtan ve naipliğini üzerine alan sarayın güçlü kadını
Tsişi
de aynı yıl öldü. Saray varlığını sürdürmeye çalışırken,
aydınların öncülük ettiği ve halkın katıldığı devrimci bir
karşıtçılık yükseliyordu. İmparatorluğun sonu gelmişti.
10
Ekim 1911’de Hankov’da
genç subayların başını çektiği bir ayaklanma oldu.
Kendiliğinden gelişen ve tekerkçi (monarşist) General Yüen
Şikai’in
başına getirildiği ayaklanmada, imparatorluğun ejderhalı bayrağı
bütün büyük şehirlerde indirilmeye başlandı. 29 Aralık
1911’de ulusal önder Sun
Yat Sen
Cumhurbaşkanı seçildi. Saray 12 Şubat 1912’de, ünvanlarını
korumak, sarayda oturmak ve yılda dört milyon dolar aylık almak
koşuluyla imparatorluk haklarını bıraktı ve Cumhuriyet ilan
edildi. Sun
Yat Sen,
13 Şubat 1912’de Cumhurbaşkanlığından çekildi ve yerine
General Yüen
Şikai
getirildi.
46
gün Cumhurbaşkanlığı yapan Sun
Yat Sen,
1866 yılında Kanton da doğmuştu. Honolulu’da
Amerikan Koleji’nde ve Hong
Kong’da
İngiliz üniversitesinde okudu. Hekim diploması aldıktan sonra
Amerika ve İngiltere’de öğrenimini sürdürdü. 1900’de Ulusal
Halk Partisi’ni
(Kuomintangı)
kurdu. 1904-1910 arası birçok araştırma yayınladı ve
konferanslar verdi. Kuomingtang’ı
tanıttı. Girişimleri, ticaret ve sanayi kesiminde çok tutuldu.
Partisinin üç temel ilkesi vardı. Ulusçuluk,
demokrasi
ve toplumsal
adalet...
Bu ilkelere, Sun
Yat Sen’in
ünlü Üç
Halk İlkesi
adı verilmiştir.
Devrimci
Dalga Yükseliyor
4
Mayıs 1919’da, hemen tüm büyük Çin kentlerinde büyük boyutlu
öğrenci gösterileri başladı. Kendiliğinden gelişen kitle
gösterileri, yeni bir devrimci yükselişin başlangıcı oldu. Ve
gelecek dönem üzerine belirleyici bir etki oluşturdu. Özellikle
Japonların 1915 yılında imza ettirdiği onur kırıcı 21
Dilek Anlaşması’na
duyulan sessiz tepki açığa çıktı ve Çin ulusçuluğu tüm
ülkeye yayıldı.
1920’de
Şanghay’da
işçi ve aydınların oluşturduğu bir devrimci parti, bir yıl
sonra da Çin
Komünist Partisi
kuruldu. Kuomintang
1923’de Sun
Yat Sen
tarafından yeniden açıldı. Ulusçu eğilimlerin yükselmesine,
Sovyet yardım ve desteğiyle Türk
Devrimi’nin
yarattığı etki de eklenince, özgüvene sahip, daha atak bir
devrimci siyaset tüm Çin’e yayıldı.
Az
sayıdaki aydın ve öğrencinin bir araya gelerek, Komintern’in
desteğiyle kurduğu, Komünist
Partisi’nin
Çin toplumuna yapacağı etkinin boyutunu o günlerde kimse
düşünmemişti. Önceleri Şanghay’ın
Fransız bölgesindeki bir kız okulunda, daha sonra bir Güney
gölünde kiralanan gemide gizli olarak toplanan, sayıları
az düşünceleri çok
delegeler, 28 yıl sonra tek başına yönetime gelecek bir
“Marksist”
partinin çekirdeğini kuruyordu.
1921
Temmuz’undaki ilk parti kongresine elli üyeyi temsilen yalnızca
oniki delege katılmış ve bunlar Pekin
Üniversitesi
profesörlerinden Çen
Tu Şiu’yu,
parti başkanı seçmişti. Kurucular arasında okumayı yazmayı
seven ve üniversitede asistanlık yapan Mao
Çe Tung
adlı bir akademisyen de vardı.
Komünist
Parti ve Çin
Çin
Komünist Partisi’nin
kurulmasını, birçok kimse siyasal düşlem (fantezi) olarak
değerlendirdi. Sanayisi ve işçisi olmayan büyük bir köylü
ülkesinde sosyalist siyasetin yürümeyeceği, partinin yaşamak
için sosyalist değil demokratik bir program uygulamak zorunda
kalacağı söyleniyordu.
Ayrıca,
Sovyet desteğiyle kurulan bu partinin ister istemez desteği veren
ülkenin etkisine gireceği bunun da siyasi bağımlılığa yol
açacağı ileri sürülüyordu. Nitekim Sovyet desteği beraberinde
siyasi istekleri de birlikte getirmişti. Rusya’daki siyasi
çatışmalar (özellikle Troçki ve Stalin arasındaki) aynısıyla
Çin’e yansıyor ve parti birliği açısından son derece zararlı
oluyordu. Ayrıca Partinin kurulmasına destek veren Sovyetler,
Kuomintang’ın
önemine daha çok inanıyor, ulusçularla iyi ilişkiler kurmak için
Komünist
Partisi’ni
“harcamaktan”
çekinmiyordu.
Program
ve erekleri ne olursa olsun bu parti, ağırlıklı olarak ulusçu
bir savaşım yürüttü. Üyeleri, Kuomintang’a
katıldı, kitle içinde örgütlendi. Öteki partilerden ayrımlı
olarak savaşım yeteneği yüksek, kararlı ve özverili kadrolar
yetiştirdi, halkla kalıcı bağlar kurdu.
Atak
ve eyleme dönük tutumu, köylülerce benimsendi. Komünist
Parti,
Kuomintang’ın
programına benzer bir çalışma anlayışı ve strateji uygulayarak
hızla güçlendi. Ancak, Marksizm’i
temsil etme isteği, öznel bir anlayışın partiye egemen olmasına
yol açarken, Sovyetler Birliği’ne bağlılık, politik
yaratıcılığı uzun süre köreltti. Bu iki eğilim, Çin
Devrimi’nin
gerek yönetim öncesinde ve gerekse yönetim sonrasında uzun ve
kanlı olayların yaşanmasına neden oldu.
1923’den
sonra, Sovyet danışman ve uzmanlar Çin’e gelmeğe, Kuomintang
ve Komünist
Parti
üyeleri de, eğitilmek üzere Rusya’ya gönderilmeye başlandı.
Moskova’ya giden ilk küme içinde Dr.Sun
Yat Sen’in
yardımcılarından, genç bir subay olan Çang
Kay Şek’de
vardı. Çang,
örgütlenme tekniği okumuş hırslı bir ulusçuydu. Troçki
dahil birçok bolşevik önderle tanıştı, Çin’e döndüğünde
Askeri Akademiye atandı ve burada Komünist Parti üyesi Çu
En Lai
ile 1926’ya dek birlikte çalıştı.
Japon
İşgali ve Mao
1931
yılında, Japonlar Mançurya’yı
elegeçirmeye başladı. Zengin doğal kaynaklara sahip bu bölgenin
tümü Japonların eline geçti. Aynı yıl, Mao
Çe Tung
Güney eyaletlerinden Kiangsi’de
bir Çin
Sovyet Cumhuriyeti
kurdu ve bu Cumhuriyetin ilk başkanı oldu. Avrupalı marksistlerin
çalışma yöntemlerinden sıyrılarak köylü kitlesine dayanmaya
karar vermişti. Sömürünün ve yoksulluğun beslediği
hoşnutsuzluğu savaşçılığa, Çin köylüsünün başkaldırma
gizilgücünü (potansiyelini) eyleme dönüştürmek istiyordu. İç
savaş süresince bu isteğinde başarı sağladı ve öldüğü 1976
yılına dek tam 45 yıl Çin toplumu üzerine belirleyici düzeyde
etkili oldu.
Mao,
bir köylü çocuğuydu. Güney Çin’de bereketli toprakları olan
bir köyde 1896 yılında doğdu. 1913-1918 arasındaki öğrencilik
yılları, politik çalışmalara katıldığı yıllardı. 1918’de
Pekin’e gitti. Üniversite Kütüphane yönetici yardımcılığına
atandı. Önce Bakunin
ve Kropotkin’in
yapıtlarını okudu. Daha sonra Marksizme yöneldi. Marksizmi
benimsediğinde 27 yaşındaydı. Mao’nun
iki erkek ve bir kız kardeşi vardı; üçü de 1930-1943 yılları
arasındaki devrimci savaşım içinde can verdi.
Çang
Kay Şek ve İçsavaş
Çang
Kay Şek,
1933’de Kiangsi’deki
Çin
Sovyet Cumhuriyeti’ne
karşı saldırıya geçti. Ordusuna, Alman askeri uzmanlar
danışmanlık yapıyordu. Kızıl Ordu ve köylü milisler geri
çekilmek zorunda kaldı ve bu geri çekilme, 1934’deki on bin
kilometrelik ünlü Uzun
Yürüyüş’ün
başlangıcı oldu. Daha sonra, zafere giden yolun bir simgesi olan
Uzun
Yürüyüş,
tam bir yıl sürdü ve kuzeyin yoksul bölgelerinde bulunan doğal
barınaklarda sona erdi.
1936
yılında komünist güçler, Çang
Kay Şek’ı
ele geçirdi. Ancak, Stalin’in
isteğiyle salıverildi. Çang
Kay Şek,
özeleştiri yaptı ve komünist güçlerle çarpışmayacağını
açıkladı. Bu açıklama, Japon işgaline karşı ulusal birliğin
başlangıcı oldu.
1937’de
Japon ordusu Pekin’e girdi ve güneye doğru ilerledi, Şanghay’a
çıkartma yaptı. Ancak, Komünistlerin gerilla savaşına başlaması
nedeniyle ülke içlerine giremedi. İşgale karşı ulusal savaş,
Japonların yenilgisi ile 1945 yılında sona erdi. İşgalci
birliklerin çekilmesi, Komünist
Parti’yle
Kuomintang’ı,
yeniden karşı karşıya getirdi. ÇKP, 1946 yılında Çan
Kay Şek
güçlerine karşı Halk
Savaşı
başlattı. 1948’de Mançurya’yı,
1949 başında Şanghay’ı
aldı. Buna karşın, yılın sonuna doğru iç savaşın sonu belli
olmuştu. Egemen olduğu bölgelerde uyguladığı tarım
politikasıyla köylülüğün desteğini alan Çin
Komünist Partisi,
Ekim 1949’da, kuruluşundan 28 yıl sonra yönetime gelerek Çin’in
tümüne egemen oldu. Çan
Kay Şek,
Formoza
(Tayvan)
adasına çekilerek orada ABD destekli küçük bir devlet kurdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder