Kabile ekonomisi, yeni-Osmanlıcılık, eyaletçilik,
yerel yönetimcilik gibi
tanımlamalarla dile getirilen; devletsiz ve örgütsüz cemaat toplumları,
uluslararası şirketler için en uygun pazardır. Din, dil, yerel kültür, mezhep
ve etnik köken gibi eskiye dayanan toplumsal oluşumlar, bu tür pazarların
yaratılmasının dayanak noktalarıdır. Bu dayanaklar, ulus-devletin yerine
geçirilmek istenen ‘yeni’ toplum
biçiminin yaratılmasında, gelişmiş ülkelere neredeyse hazır bir ortam sunar.
Parçalanmanın ‘filozofları’
küreselleşmeciler, düşüncelerini gizlemiyor. “Küresel ekonomi büyüdükçe uluslardan oluşan oyuncuları küçülmeli” diyorlar.
Güçlünün
Egemenliği
Gelişmiş ülkelerin azgelişmiş ülke
devletlerine olan karşıtlığı ve onların iç işlerine yönelik ilgileri
sömürgecilik dönemine dek uzanır. Ülkelerarası ilişkilerde üstün konuma gelerek
çıkar elde etmenin güce dayandığı ve bu gücün de örgütlü devlet gücü olduğu
açıktır. Bu bakımdan gelişmiş ülkeler, kendi devlet aygıtlarını son derece
yetkinleştirirken, geri kalmış ülke devletlerini güçsüz kılmak için her yolu
dener.
Sömürüye dayalı çıkar sağlama amaçlarının doğal sonucu
olan bu eylem, tarihin her döneminde aynı anlayışla gerçekleştirilmiş ve
devletlerarası ilişkilerin temel özelliğini oluşturmuştur: Güçlü olan güçsüzü
ezer... Ülkelerarası ilişkilerin bu yalın gerçeği, toplumsal yaşamın gelişim ve
değişim kurallarını belirler ve tüm insanlığı ilgilendiren bir uygarlık sorunu
olarak tarihteki yerini alır.
Ulus Devletin Önemi,
Büyük devletlerce sürdürülen
küresel savaşımın temel ereği, dış karışmaya karşı direnç gösterecek yerel ya
da bölgesel örgütlerin her yönden etkisiz kılınmasıdır. Yerel ya da bölgesel
örgütlerin en güçlüsü, doğal olarak ulus-devletlerdir. Nerede ülkelerarası
sömürü ve baskı varsa orada ulus-devlet karşıtlığı da vardır.
Ayrıcalıklı üstünlüklerin ve toplumsal varsıllığın
korunması ya da ele geçirilmesi, bu yöndeki istekleri eyleme dönüştürecek olan
devlet aygıtının gücüyle ilgili bir sorundur. Her devlet kendinden güçsüz
devletleri etkisi altına alır, güçlü olanlarca etki altına alınır. Yaşambilimin
(biyolojinin) doğal yasalarına benzeyen bu gerçek, etkili işleyişini ve
kaçınılmaz sonuçlarını her zaman yürürlükte tutmuştur. Günümüzde uygulanan
ulus-devlet karşıtı Yeni Dünya Düzeni politikaları, çok yönlü uygulama
yöntemleri ve teknolojik olanaklarla benzerleri içinde en ileri türü oluşturur.
Devletin Ekonomideki Öncülüğü
Devleti güçlü kılacak ekonomik ve
akçalı olanaklar; özel şirket yatırımları, bunlardan alınan vergiler ve kamu
yatırımlarıdır. Kamu yatırımlarının önceliği ve devletin öncülüğü olmadan
kalkınabilmiş bir ülke henüz ortaya çıkmadı. Gelişmiş kapitalist ülkelerin
sanayileşerek kalkınmaları, 15. ve 16.yüzyıldaki korumacılığa dayalı devletçilik
(merkantilizm) üzerine kuruludur.
Ortaçağ ilişkilerinden kurtularak
toplumsal ilerlemeyi sağlamanın tek yolu, devrimci bir anlayışla savaşım içine
girmek ve bu savaşımı başarıya ulaştıracak bir örgüte sahip olmaktır. Bu örgüt
ulus-devlettir.
Feodalizmi tasfiye ederek, Batı
toplumlarını Ortaçağ’dan çıkaran liberal kapitalizm dönemi, devrimci bir
süreçtir. Bu süreç içinde etkin rol alan kentsoyluluk (burjuvazi) ve onun
öncülüğünde oluşturulan ulus-devletler, o dönemin devrimci sınıf ve
örgütleriydiler.
20.yüzyılda, mali sermaye etkinliğinin üretimin önüne
geçmesi yani rantiye kârlarının yoğunlaşması, tekelci şirket egemenliğine yol
açtı ve liberalizm bütün ilerici özelliğini yitirdi. Büyük emperyalist bir güç
durumuna gelen Batılı devletler, bu dönemde, kendilerinin kalkınıp
güçlenmelerinin temel dayanağı olan ulus-devlet gücünü, azgelişmiş ülkelerde
ortadan kaldırmaya girişti.
Ülkesine
Yabancılaşan Ülke Yöneticileri
Ulus-devlet karşıtlığı,
başlangıçta dolaylı ilişkilerle yürütüldü. Devlet yetkilileri, en üstten
başlamak üzere ve belirli bir program içinde elde edildi. Ülkesine ve ulusal
haklarına yabancılaşan politikacılar ve kamu yöneticileri, kendilerine iletilen
hemen her dış öneriyi büyük bir bağlılıkla yerine getirdi.
Birbirini bütünleyen ve
ulus-devlet varlığını güçsüzleştiren bu uygulamaların gerçek niteliğini o
dönemde çok az kişi kavrayabildi. Bunlar da değişik yöntemlerle susturuldu. Bu
dönem, ulus-devlet karşıtlığının dolaylı yöntemlerle sürdürüldüğü siyasi
etkinlik dönemiydi.
Devleti yönetenlerin elde edilmesine paralel olarak,
ülkeler borçlandırılmaya başlandı. Dış kredi akışı, yeni düzene bağlılıkları
sınanmış kesimlere yönlendirilerek, işbirlikçi iş çevreleri yaratıldı. Ulus
devletin ekonomik karşıtları olarak yaratılan bu çevre, sürekli desteklenerek
güçlenmesi sağlandı.
Yeni Yöntem
1980’lere gelindiğinde, politik işleyişi ve ekonomik
kaynakları üzerinde denetim kurulmamış, borcu olmayan ve kendi kendine yeterli
ülke kalmamıştı. Bu ülkelerin ulusal pazarları üzerinde kurulan denetim, pazar
içi serbestliği sınırsızlaştırmak ve engelleyici yerel yasalardan sıyrılmak
için, ulus-devlet yapılarından büyük oranda kurtulunmuştu. Bu nedenle 80’den
sonra, devlet kadroları üzerinde kurulan egemenlikle yetinilmedi ve
ulus-devletlerin varlığını sona erdirmeye yönelik politikalar, dolaysız bir
biçimde uygulamaya konuldu.
Yerel birimlere dayanan yönetim biçimleri, dinsel ve
etnik yapılanmalar ve ayrılıkçılık, özelleştirmeler ve çok hukukluluk vb.
gündeme getirildi. Bu gündem, her türlü propaganda aracıyla günümüzün gerçeği olarak
sunuldu ve buna, ‘yapısal reformlar’ adı
verildi.
Ulus Devlet Karşıtlığının Ekonomik
Temeli
1970’lere dek büyük birimler
halinde örgütlenen ve bir merkezden yönetilen uluslararası şirketler, bu
tarihten sonra; değişime kolay uyum gösteren, pazar esnekliğine sahip, müşteri
duyarlılıklarına daha iyi yanıt verebilen, bürokratik giderleri düşük, küçük ve
özerk birimler halinde yapılanmaya başladı.
Küçülen birimler, üretim ve pazarlamada daha hızlı
hareket ediyor, personel rejiminde kısıntı kolaylıkları sağlıyor ve yönetici
sayılarını artırarak sorumluluk performansını arttırıyordu. Ayrıca, işgücünün
ucuz olduğu azgelişmiş ülkelere yönelen şirket yatırımları, bu ülkelerde; az
işçi çalıştıran ve yerel ölçülere uyum gösteren birimler halinde örgütlenerek
daha çok kâr sağlıyordu.
Küçülmenin Kuramı
Küresel şirketler, özellikle
1980’den sonra, stratejik konulardaki karar yetkisi şirket merkezinde kalmak
koşuluyla, alt şirket, bağlı şirket ya da şube olarak küçük birimler halinde
çalışmaya başladı. Bu örgütlenme biçimiyle uluslararası şirket, ciroları ve
kazançları sürekli büyüyen, alt birimleri ise sürekli küçülen “güçlü küresel
koordinasyona sahip yerel işletme toplulukları” haline geldi.
1970 yılında tüm dünyada, 10 bin
küresel şirketin 30 bin alt birimi varken, 1979’da küresel şirket alt birim
sayısı 80 bine çıkmıştı. 1980’den sonraki 13 yıl içinde hızlı bir artış
gösteren alt birim şirketlerinin sayısı bu süre içinde yüzde 257 artarak 1993
yılında 206 bine ulaşmıştı.1
Küreselleşme ideologlarından John Naisbitt şöyle
söylüyor: “Büyük şirketlerin özerk ve küçük ünitelere bölünerek daha iyi
çalışabileceklerini görüyoruz. Aynı durum, ülkeler için de geçerli eğer dünyayı
tek pazarlı bir dünya haline getireceksek, parçaları küçük olmalı... Bin
ülkelik bir dünya, ulus-devletin ötesine geçmeyi belirten bir mecaz...
Evrenselleşerek daha kabilesel davranıyoruz. Etnik köken, dil, kültür, din ve
yerel inançlar giderek gelişiyor... Yeni liderler, artık devletlerarasında
değil, bireyler ve şirketler arasındaki stratejik ittifakları kolaylaştıracak
ya da en azından karşı çıkmayacaktır. Bugün, dünyamızda tanık olduğumuz şey
birbirinden ayrı ve karmaşık bir olaylar yumağı değil, bir süreç; hükümetsiz
bir yönetimin yayılmasına doğru ilerleme süreci...”2
Ulus-Devletin Yokedilmesi
Uluslararası şirket etkinliğinin küresel
örgütlenmede aldığı yeni biçim, bu biçime uyum gösteren pazar koşullarını
yaratma isteğini de beraberinde getirdi. Bu isteğin somut karşılığı, kendi
pazarını koruma eğilimi içinde olan ulus-devletlerin önce baskı altına alınması
daha sonra açık pazar haline getirilmesiydi.
Ulus-devletin ticari alandaki
varlığı, korumacı gümrük yasaları; ekonomideki varlığı, bağımsız maliye ve kamu
işletmeleri; siyasi varlığı ise ulusal yönetim ve hukuktur. Bunların
yokedilmesi, doğal olarak ulus-devlet karşıtlığının ana ereği oldu.
Günümüzün zorunlu gerçekleri olarak sunulan; serbest
piyasa ekonomisi, gümrük birliği anlaşmaları, özelleştirme, yerel yönetimcilik
ve uluslararası arabuluculuk (tahkim) gibi uygulamalarla, azgelişmiş ülkelerde
ulus-devletin varlık nedenleri ve bu nedenlere kaynaklık eden yaşam alanları
birer birer ortadan kaldırıldı. Ulus-devlet varlığıyla şirket egemenliğinin
ters orantılı ilişkisi, dünya politik düzeninin temel çelişkisini oluşturdu.
Söylenenler;
Yapılanlar
General Electric’i
1990’ların başında adeta yeniden yaratan Jack Welch’in, şirket
birimlerine uygulanma zorunluluğuyla verdiği kesin ve net buyruk şuydu; “Küçük
düşünün... Büyük şirket kütlemize, küçük şirket ruhunu ve küçük şirket hızını
kazandırmak için amansız bir mücadele veriyoruz.” Welch, dev boyutlu
şirketini, daha etkili hale getirmek için, küçük birimler biçiminde yeniden
örgütledi. Bu yöndeki uygulamalar kısa süre içinde sonuçlarını verdi ve
şirketin eleman sayısı 368 binden 268 bine düşerken, yıllık satışlar 1992
rakamlarıyla 27 milyar dolardan 62 milyar dolara, net kazanç ise 1.5 milyar
dolardan 4.7 milyar dolara çıktı.3
Dünyanın en büyük güç üretim şirketi olan ABB
(Asea Brown Boveri), Zürih’ten yönetilen merkezi şirket yapısını, özerklik
haklarına sahip 1200 küçük şirket şubesine böldü. Ortalama 200 kişinin
çalıştığı şubeler, ana şirket gelirlerini kısa sürede 30 milyar dolara çıkardı.
Genel Müdürlükte çalışan eleman sayısı 4000’den 200’e indirildi, gelirler
arttı. Bir İsveç-İsviçre şirketi olan bu firma, satışlarının yüzde 90’ını dış
ülkelerden elde eder duruma geldi. Genel Müdür Percy Barnevik; “Sürekli
büyüyor aynı zamanda sürekli küçülüyoruz. Biz yalnızca küresel bir işletme
değil, aynı zamanda güçlü bir küresel koordinasyona sahip yerel işletmeler
topluluğuyuz” diyor.4
“Kent Devletleri”
Eskiden diplomatik söylemler içinde gizlenen ulus-devlet
karşıtlığı, artık bütün gelişmiş ülke başkentlerindeki resmi ve özel
açıklamalarda açıkça dile getiriliyor. Ekonomistler, gazete
editörleri ya da çokbilmiş stratejistler hükümet yetkililerinin
sözcülüğünü yapıyor. New Perspectives Quarterly dergisi yayın yönetmeni
şöyle diyor: “Yeni Dünya Düzeni’nin en önemli yapı taşları, silahlı uluslar
yerine global ölçekli şirketlere ev sahipliği yapan, teknolojik olarak gelişmiş
kent devletleri olacak”.5
DİPNOTLAR
1 “Centre on Transnational
Corporations” araştırmaları ve BM “World Invenstment Report 1994”
ak. Ergin Yıldızoğlu “Globalleşme ve Kriz” Alan Yay. 1996 sf. 15
2 “Global Paradoks” John Naisbitt
Sabah Yayınları 1994 sf. 14,24 ve 34
3 “Şirket Yönetiminde GE
yaklaşımı; Jack WelchYeni General Elektric’i Nasıl Yarattı?” Robert Slater
Sabah Kit.1994 ve “Global Paradoks” John Naisbith Sabah Kit. 1994 sf.5
4 “Global Paradoks” John Naisbith
Sabah Kitapları 1994 sf. 5
5 “New Perspectives Quarterly
(NPQ)” Cilt 2, Sayı 5 ak. Hıdır Göktaş - Metin Gölbay, “Soğuk Savaştan
Sıcak Barışa” Alan Yay. 1994 sf. 40
GUZEL BIR BASLANGIC AMA TARTISILACAK COK SEY VAR.
YanıtlaSil