Birinci Meclis, ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her
türüne karşı çıkan Müdafaa-i Hukuk anlayışının doğal sonucuydu. Ulusun yazgısına yön vererek
toplumun her kesimini etkiliyor, güç aldığı halkı tam anlamıyla temsil
ediyordu. Bağımsızlık savaşı yürütürken devlet kurmaya girişilmişti ve meşruiyetini
ulusal varlığın korunmasından alıyordu. Dünya siyasi tarihinde örneği
olmayan, gerçekten demokratik, savaşkan bir yönetim organı, benzersiz bir
temsil kurumuydu. Yetkisini ve yaptırım gücünü, millet iradesini yansıtan,
yazılı olmayan ve kökleri Türk tarihine giden özgürlük tutkusundan alıyordu.
Ulusa Bildirim
Mustafa Kemal, 21 Nisan
1920’de, Heyeti Temsiliye adına; tüm valiliklere, sancaklara, belediye
başkanlıklarına ve kolordu komutanlıklarına, “çok aceledir” uyarısıyla
gönderdiği genelgeyle 23 Nisan Cuma günü Ankara’da Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin açılacağını bildirdi.
21 Nisan genelgesi, ulusal direnişi temsil eden halk
eyleminin yeni ve ileri bir aşamaya geldiğini gösterir. Nutuk’ta, “o
günün hissiyat anlayışına ne derece uyulmak mecburiyetinde bulunulduğunu
gösteren bir belge”1 olarak tanımlanan genelge, vatan ve din
duygularına seslenen uhrevi bir anlatımla kaleme alınmıştı. Ancak, öz olarak, “milletin
kendi geleceğine kendisinin egemen olması için”2 girişilen,
köklü ve büyük bir siyasi değişimin devrimci özüne sahipti.
Ulusal direniş, artık yalnızca halk
hareketi olmaktan çıkacak ve halk devleti kurmaya yönelerek
toplumsal devrim niteliği kazanacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve
bağımsızlığın sağlanmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu
yönelişin gelişip olgunlaşan doğal ürünleri olacaktır.3
Benzeri Olmayan Girişim
Amasya Genelgesi’nde açıklanan, Erzurum ve Sivas Kongreleri’yle meşruiyet
kazanan ulusal eylem, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni
ortaya çıkardı. Mustafa Kemal’in “Selahiyeti fevkaladeyi haiz (olağanüstü
yetkili)”4 dediği ve İstanbul Meclisi’nin kapatılmasından
yalnızca 34 gün sonra toplanan bu Meclis, ulusun gerçek ve tek temsil gücünü
oluşturuyordu. Ankara Meclisi; yasama, yürütme ve yargı
erkini dolaysız kendi elinde toplayarak, büyük bir devrim gerçekleştiren,
benzersiz bir yönetim organı, gerçek bir halk meclisiydi.
“Güçler Birliği”
Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama, yürütme ve
gerek gördüğünde yargı yetkisini (İstiklal Mahkemeleri) elinde
toplamıştı. 1921’de kabul edilen Teşkilatı Esasiye Kanunu (Anayasa), meclisin
yalnızca bir yasama organı değil, onunla birlikte bir kurucu organ olduğunu ve egemenliğin
kayıtsız koşulsuz milletin olduğunu kabul ediyordu.5
Birinci Meclis, bir Batı parlamentarizmi ya
da ona benzemeğe çalışan ve sınıfsal üstünlüklere dayanan göstermelik bir kurum
değildi. Ortaya çıkışını, niteliğini ve amaçlarını; toplum üzerinde egemenlik
kuran sınıflar ya da sınıflar bağlaşmasının (ittifakının) temsilcileri değil,
doğrudan ve gerçek anlamda halkın temsilcileri belirliyordu.
Milletvekilleri
Milletvekilleri; kılıkları, giysileri, yaşları,
kültürleri, düşünsel düzeyleri ve görgüleriyle, başka başka ve çok değişik
çevrelerin insanlarıydılar. Beyaz sarıklı, aksakallı, cüppeli, eli tesbihli
hocalarla, üniformalı genç subaylar; yazma ya da şal sarıklı aşiret beyleri,
külahlı ağalar ve kavuklu çelebiler; Avrupa’daki yüksek öğrenimlerini bitirip
yeni dönmüş, Batı kültürüyle yetişmiş nokta bıyıklı aydınlar; Kuvayı Milliye
kalpaklı yurtsever gençler yan yana oturuyordu.6
Milletvekili sayısı 115’le başlayan, daha
sonraki katılımlarla 380’e çıkan Birinci Meclis’te; 115 memur ve emekli, 61
sarıklı hoca, 51 asker, 46 çiftçi, 37 tüccar, 29 avukat, 15 doktor, 10 aşiret
reisi, 8 tarikat şeyhi, 6 gazeteci ve 2 mühendis bulunuyordu.7
Özveri Girişimi
Meclis’e katılarak girişilecek eylem, kişisel çıkar
sağlanacak bir uğraş değil, ölümü ve yargılanmayı göze alan ve yalnızca ulusal
varlığını korumayı amaçlayan bir özveri girişimiydi. Batı parlamentoları gibi
ayrıcalıklı sınıfların çıkarlarını değil, doğrudan halkın ve ulusun haklarını
savunuyordu. Bu meclis, geldikleri yörede sayılıp sevilen ve varlıklarını
toplumun geleceğine adamış önder konumdaki kişilerin, yurt savunması için
oluşturduğu bir halk meclisiydi.
Milletvekillerinin çoğunluğu Ankara’ya,
atları, bir bölümü kağnılarıyla gelmişti. Meclis önündeki parmaklıklar, “atların
bağlandığı bir tavla” gibiydi. Von Mikush, Mustafa Kemal adlı
kitabında, 1920 Ankara Meclisi’nin önündeki görüntüleri, Kuzey Amerikalı
çiftçilerin Bağımsızlık Bildirisi’nden sonra yaptıkları toplantılara
benzetmişti.8
Yüksek Temsil, Özgür Tartışma
Okul-medrese, yenilik-tutuculuk,
cumhuriyetçilik-meşrutiyetçilik, Türkçülük-saltanatçılık, ırkçılık-ümmetçilik
gibi siyasi tartışmanın hemen her türü; Birinci Meclis’te, üstelik
yoğun ve sert biçimde yaşandı. Sertliğin giderilmesinde, ulusal davada kararlı
milletvekilleri kadar, Meclis’in Mustafa Kemal gibi bir başkan
tarafından yönetilmesinin de önemli etkisi vardı.
Düşünsel çatışmalarla dolu, ölümüne mücadele veren ve “yetkilerinde
ödünsüz olan” bir meclisin başkanı olarak, “çoğu zaman insana hayret
veren bir sukûnet ve olgunlukla, uzun, sinirli ve ağır tartışmaları” yönetmiş,
kendisine ve hükümete yönelik eleştirileri “ciddiyetle yanıtlamış”,
oturum yönetirken yansız davranmış, “gensoru sonuçlarını soğukkanlılıkla
uygulamıştı”.9
Kurtuluş Savaşı’nı yürüten Birinci Meclis’in,
hükümet ve ordunun görev yaptığı koşullar, bugün birçok insana inanılmaz gibi
gelebilir. Türk Kurtuluş Savaşı; inancın güce, kararlılığın teknolojiye ve
ulusal direncin emperyalizme üstün geleceğini gösteren ve ulusun tümünü temsil
eden bir katılımcılık örneğidir. Destansı bir direniştir. 20.Yüzyılda kazanılmış ilk
anti-emperyalist mücadeledir; ezilen uluslara örnek olmuştur.
Mustafa Kemal’in Meclis'i Açış Konuşması
Mustafa Kemal, 23 Nisan’da Meclis’in oluşumu hakkında kısa
bir konuşma yaptı. Temel görüşlerini ertesi gün, yani 24 Nisan’da açıkladı. Üç
uzun konuşmayla, ülkenin durumuyla ilgili olarak geçmişten gelen ve o günü ilgilendiren
hemen tüm konuları ele aldı. Değerlendirmeleri, anayasa hukuku açısından
derinliği olan görüş ve yorumlar içeriyordu. Yönetim biçimiyle ilgili
önermeleri ve kullandığı hukuk dili, son derece ileriydi.
Konuşmasının başında Samsun’dan Meclis’in açılışına dek
geçen olay ve gelişmeleri anlattı. Kendisini, “milletin bağrındaki
savaşçılardan biri olarak”10 tanımlayıp, mücadeleye atılma
nedenlerini açıkladı. “Yaşam ve kişiliğim, yüce milletin malıdır; benim için
artık en kutsal görev, milli iradeye boyun eğmeyi her şeyin üzerinde görmektir”
dedi ve konuşmasını şöyle sürdürdü: “Geçirmekte olduğumuz şu hayat ve
ölüm günlerinde, büyük umut ve çabalarla, sağlanmaya çalışılan milli
istiklalimiz uğrunda, bütün varlığımla çalışacağımı, millet önünde açıklarım. Bu
kutsal amaç uğrunda, milletle beraber, sonuna kadar mücadele edeceğime bütün
kutsal inançlarım adına söz veriyorum” dedi.11
Başkan seçildiği oturumdaki dört saatlik12
konuşmasının sonraki bölümlerini, yönetim biçimiyle ilgili
hukuksal-siyasal konulara ayırır ve özet olarak şunları söyledi: “Ülkeyi
parçalanma ve dağılmadan kurtarmak için, bütün milli kuvvetlerin derhal, köklü
bir kurum içinde birleştirilmesinden başka çare yoktur. Bunun biçimi ne
olmalıdır? İşte sorun budur. Millet vicdanına dayanan ve yüce meclisinizde
toplanan yüksek milli irade, saygıdeğer kurulunuza meşruiyet ve yasallık
kazandırmıştır. Millet vicdanının yargısına bağlı kalmak bakımından,
sorumluluğu belirlenen bir gücün işleri yönetmesi zorunludur. Bu gücün doğal
biçimi ise hükümettir... Yüce meclisiniz, milletin yargısına karar vermenin
sorumluluğunu, yalnızca yasa yapma ve yasa koyma ile görevli olarak değil,
milletin yazgısıyla doğrudan uğraşarak taşıyacaktır... Ülkemizin şimdiye
kadar geçirdiği bunalımlara, felaketlere; kimi zaman Avrupa’yı taklit etmek, kimi
devlet işlerinin yönetimini kişisel görüşlere göre düzenlemek, kimi zaman
da anayasayı bile kişisel duygulara oyuncak etmek gibi, acı sonuçlarını
yaşadığımız basiretsizlikler neden olmuştur... Ulusun yazgısını kayıtsız ve
koşulsuz elinde tutan Türkiye Büyük Millet Meclisi, hızla yeni bir devlet
kurmaktadır. Bu işi yaparken en karışık hukuk ve toplumbilim kuramları ile
anlatılan sistemleri, değerlerini tam vererek gözden geçirmektedir. İki düşünce
derhal kendini göstermiştir: Yeni bir hükümet oluşturmak ve Meclis’in
komisyonları aracılığıyla ülkeyi bizzat yönetmek...”13
DİPNOTLAR
1
“Nutuk” M.K.Atatürk, I.Cilt, T. T. K.
Yay., 4.Bas., 1989, sf.475
2
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi
Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.252
3
a.g.e. sf.259
4
TBBB Zabıt Ceridesi Devre I, Cilt I, sf.8-3
5
Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 19.Cilt,
sf.11 873
6
“İlk Meclis” Prof.H. Veldet
Velidedeoğlu, Çağdaş Yay., 2.Bas., sf.15
7
“Tek
Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.339
8
“Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay.,
12. Bas., İst.-1994, sf.262
9
“Kuvayı Milliye Ruhu” S.Ağaoğlu,
Kül.Bak. Yay., Ank.-1981, sf.246
10
“Tek
Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.262
11
a.g.e. sf.262-263
12
a.g.e. sf.263
13
“Atatürk’ün Bütün Eserleri” 8.Cilt,
Kaynak Yay., İstanbul-2002, sf.72 ve “Kuvayı Milliye Ruhu” sf.32-40
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder