3 Mart 1924’te çıkarılan 430 sayılı yasayla, eğitimde Öğretim Birliği
(tevhid-i tedrisat) ilkesi kabul edildi. Aynı gün çıkarılan 431 sayılı yasayla Hilafet,
429 sayılı yasayla da Şer’iye ve Evkaf Nezareti ortadan kaldırıldı. Hilafeti ve
Şeriye Nezareti’ni de kapsayan üçlü uygulama nedensiz değildi. Eğitim, o güne
değin din ağırlıklı olduğu için, Hilafet Makamı’nın ilgi alanına giriyordu.
Medreseler Şerîye ve Evkaf Nezareti’ne bağlıydı. Bu kurumlar varlığını sürdürdükçe,
eğitimde birliği sağlamak olanaklı değildi. Bu durum, yasa önerisinde şöyle
dile getirilmişti: “Bir devletin genel
eğitim siyasetinde, ulusun duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak
gereklidir. Bu, gereklilik öğretim birliği ile sağlanabilir. İki başlı bir
eğitim düzeninde, iki tip insan yetişir. Öneri kabul edildiğinde, Türkiye
Cumhuriyeti içindeki tüm eğitim kurumlarının tek kurumu Maarif Vekaleti olacak
ve burada ulusal birliği sağlayan gençler yetiştirilecektir”.(×)
Geçmişten Gelen
Türk toplumu,
Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde her alanda olduğu gibi eğitim konusunda
da koyu bir gerilik içine girmişti. Ekonomik çöküntüye bağlı olarak, bir
zamanlar iyi işleyen eğitim düzeni bozulup dağılmış, bilimle bağdaşmayan
çağdışı bir geriliğe sürüklenmişti. Ortaya çıkış dönemlerinde, çağının ileri
bilim merkezleri olan medreseler;
tarikat ya da mezheplerin yozlaşmış yönetiminde; yeniliğe kapalı, çürümüş
kurumlar haline gelmişti. Her dini grup, kendi inancına göre öğrenim yapıyordu.
Felsefe, matematik, tıp, kimya, gökbilim (astronomi), müzik dallarında; bir
zamanlar dünyanın en ileri eğitimini veren medreseler şimdi, Arapça metinlerle okutulan birkaç mantık,
hadis ve tefsir dersleriyle sınırlıydı. Türk toplumunun kültür kaynakları
kurutulmuştu.
Son dönem
Osmanlı eğitim kurumlarında, bilgi ve bilinç yaratmayan, ezbere dayalı ve çağın
gereklerinden uzak bir eğitim veriliyordu. Teknik ve düşünce yenilikleri,
özellikle felsefe ve tarih, öğretmek bir yana adeta yasaklanmıştı. Okul
yöneticileri için tarih, “uzak durulması gereken bir baş belası, huzur
kaçıran bir kabustu”1
ve yalnızca Padişah’ın onay verdiği konuları kapsıyordu.2 Türk
tarihi diye bir dersin adı bile yoktu.
Dünyadaki
siyasi ve toplumsal konular işlenmiyor, Arapça ve Farsça’dan başka yabancı dil
öğretilmiyordu. Yabancı dil öğrenmek günah sayıldığı için, devletin dış
ilişkilerinin tümü, çoğu kez ihanet tutumu içindeki ayrılıkçı Fener Rumlarının
ya da Ermenilerin çevirmenliğine kalmıştı.3
Kızların okuması neredeyse olanaksızdı. Yüzde 10’un
altında olan okuma yazma bilenlerin, hemen tümü erkekti. Meşrutiyetten sonra
açılan birkaç kız mektebinde, edebiyat hocaları harem ağalarından oluşuyordu.
Resim ve heykel yasaktı. Üniversite’de, kütüphane denilen yerler, bakımsız ve
tozlu depo gibiydi.4
1923’de Durum
1923 yılında,
ilkokuldan üniversiteye dek tüm öğrenci sayısı, genel nüfusun ancak yüzde 3’ünü
oluşturuyordu. Okur yazar oranı yüzde 6’ydı.5 Darülfünun’da
okuyan toplam öğrenci sayısı yalnızca 2088’di ve bunların ancak yüzde 8’i, yani
185’i kız öğrenciydi. Tüm ülkede; 1011’i erkek 230’u kız, 1241 lise öğrencisi;
5362’si erkek 543’ü kız, 5905 ortaokul öğrencisi; 1743’ü erkek 783’ü kız, 2526
öğretmen okulu öğrencisi vardı. İlkokulda okuyan öğrenci sayısı, 273107’si
erkek 62954’ü kız, yalnızca 336 061’di.6
1924 yılında,
çoğu tarikat vakıfları tarafından yönetilen ve bazılarında 5-6 öğrencinin
bulunduğu 479 medrese ve
bu medreselerde 1800 öğrenci vardı.7 Adlarına medrese dense de bunlar, yönetiminde
bulunan mezhep ya da tarikatın inancına göre ve bilimsel değeri olmayan bir
eğitim veriyordu.
Farklı Hıristiyan mezheplerine ve farklı ülkelere bağlı misyoner okulları, Meşrutiyet’ten sonra kurulan maarif mektepleri ve din eğitimi
veren tarikat okul ve kursları biraraya gelince; ortaya gerçek anlamda bir
eğitim karmaşası çıkıyordu. Bu karmaşa içinde, okudukları okulu bitiren aynı
ulusun çocukları, bir ya da birkaç değil, adeta onlarca ‘ulusun’ bireyleri
haline geliyordu. Eğitim, ulusal birliği sağlamanın değil, ayrılığın ve
parçalanmanın aracı haline gelmişti.
Misyoner Okulları
Osmanlı
Devleti’nde eğitim hemen tümüyle çökmüş durumdayken, devletin tutarlı bir
eğitim programı ve bu programı uygulayacak okulları bulunmazken; ülkenin hemen
her yerine yayılan ve “Müslüman Türk
gençlerini eğiten” çok sayıda misyoner
okulu vardı. Gelişmiş ülkelerin, sömürge ve yarı sömürgelerinde açtığı
ve “Avrupa liberalizminin ideallerine”
uygun insan yetiştiren bu okullarda, gençler, ustalıklı yöntemlerle
kimliksizleştiriliyor; özdeğerlerinden uzaklaştırılarak, kendilerine ve içinden
çıktıkları topluma yabancılaştırılıyordu. Bunlar, ne tam olarak yerel, ne de
tam olarak yabancı unsurdular. Ne kendileri kalıyor, ne de tam olarak Batılı
olabiliyorlardı. Kişiliksiz, yoz bir küme oluşturuyorlardı.
19.Yüzyılda, Tanzimat
ve Islahat Fermanları’ndan
sonraki yarım yüzyıl içinde, Türkiye’de yüzlerce misyoner okulu açıldı. 1914
yılında Türkiye’nin değişik bölgelerinde, Amerikalılar’a ait; 45 konsolosluk,
17 dini misyon ve bunların 200 şubesi ile 435 okul vardı.8
Fransız Çıkarlarını Koruma
Komitesi adlı örgütün, 1912 yılında yaptırdığı bir araştırmaya
göre, Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren 94 Fransız okulunda 22 425 öğrenci
okuyordu.9
Aynı dönemde, İngilizlerin Irak ve Ege bölgesinde, 2996
öğrencinin okuduğu 30; Almanların İstanbul, İzmir ve Filistin’de 1600
öğrencinin okuduğu 10; İtalyanların Batı Anadolu’da, doğrudan İtalya
Hükümeti’ne bağlı 4; Rusların ise 1’i lise 3 okulu vardı.10
O dönemde, devlete ait lise (İdadi) sayısının 1923
yılında yalnızca 23 olduğu11 düşünülürse, misyoner okulu sayılarının
ne anlama geldiği ve gerçek boyutu, daha iyi anlaşılacaktır. Müslüman Türk
aileleri, aynı bugün gibi; ‘iyi
eğitim alma’, ‘yabancı dil
öğrenme’ ya da ‘kolay iş bulma’
gibi gerekçelerle ve giderek artan oranlarla çocuklarını bu okullara veriyordu.
Latin ve Protestan misyoner okullarında okuyan Türk öğrencilerin, Türk
okullarında okuyan tüm öğrencilere oranı; 1900’de yüzde 15’ken, 1910’da yüzde
60’a, 1920’de yüzde 75 gibi çok yüksek bir orana ulaşmıştı.12
Cumhuriyet Eğitimi
Eğitim,
Cumhuriyet yönetiminin önem verdiği konulardan biri, belki de birincisiydi.
Kalkınıp gelişmek, toplumun gönenç ve mutluluğunu sağlamak için, bu amacı
gerçekleştirebilecek kadrolara, kadro yetiştirmek için de; iyi işleyen, yaygın,
nitelikli ve ulusal bir eğitim düzenine gereksinim vardı. Eğitimi her şeyin
önüne koyan yönetim anlayışı, amacı yönündeki uygulamalara, Kurtuluş Savaşı sürerken başlamıştı. Savaş’a katılmak için Ankara’ya gelen
öğretmenler, cepheye değil, okullara gönderiliyordu.
Mustafa Kemal, Savaş içinde
ve sonrasında öğretimle ilgili yaptığı hemen her konuşmada; eğitimin ve
öğretmenlerin önemini anlatıyor, ulusun geleceği için taşıdığı değeri
vurguluyordu. Sakarya Savaşı’nın
hemen öncesinde, 16-21 Temmuz 1921’de Ankara’da toplanan Birinci Maarif Kongresi’nde yaptığı
konuşmada; “Bugüne kadar izlenen eğitim yöntemlerinin ulusumuzun gerileme
tarihinde en önemli etken olduğu kanısındayım” demişti.13 “Bir
ulusu, özgür ve bağımsız, ya da tutsak ve yoksul yapan eğitimdir”14; “Ulusları kurtaranlar,
yalnız ve sadece öğretmenlerdir” diyordu.15
Bursa Toplantısı
Eğitim ve öğretmenlere verdiği önemi gösteren en anlamlı
konuşmayı, İzmir’in kurtuluşundan 1,5 ay sonra, 27 Ekim 1922’de Bursa’da,
İstanbul’dan gelen kalabalık bir öğretmen topluluğu önünde yaptı: “İstanbul’dan
geliyorsunuz. Hoş geldiniz. İstanbul’dan aydınlık ocaklarının temsilcileri olan
yüce topluluğunuz karşısında duyduğum kıvanç sonsuzdur... Şu anda en içten
duygularımı izninizle söyleyeyim. İsterdim ki çocuk olayım, genç olayım. Sizin
aydınlık sınıflarınızda bulunayım. Sizin ellerinizde gelişeyim. Beni siz
yetiştiresiniz... Ne yazık ki elde edilemeyecek bir istekte bulunuyorum. Bunun
yerine, sizden başka bir dilekte bulunacağım: Bugünün çocuklarını yetiştiriniz.
Onları yurda, ulusa yararlı insanlar yapınız. Bunu sizden diliyor ve istiyorum.
Artık önderimiz bilim ve teknik olacaktır... Hanımefendiler, Efendiler!
Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve eğitim ordusunun zaferi için yalnızca
ortam hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanacak, yaşatacak ve kesinlikle başarıya
ulaştıracaksınız. Ben ve bütün arkadaşlarım sarsılmaz bir inançla sizi
izleyeceğiz ve sizin karşılaşacağınız engelleri kıracağız”.16
Bursa’da öğretmenlere söylediği sözler, sürekli biçimde
uygulayacağı içten düşünceleriydi. Aynı günlerde, “Ülkeyi kurtardınız şimdi
ne olmak istersiniz?” diye soran bir arkadaşına, “En büyük amacım olan
milli kültürü yükseltmek için, Milli Eğitim Bakanı olmak isterdim” der.17
Milli Eğitim
Önder konumu ve cumhurbaşkanlığı görevleri, istediği “Eğitim
Bakanlığı” makamına gelmesine izin vermedi ama eğitim konusundaki
düşüncelerinin hemen tümünü, yaşama geçirmeyi başardı. Tutumunu ve izleyeceği
yolu, savaş henüz bitmemişken, ünlü 1 Mart 1922 Meclis konuşmasında açıklamış
ve şunları söylemişti: “Efendiler! Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize
görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, en önce ve her şeyden önce
Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine ve milli geleneklerine düşman olan
bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada geçerli olan
uluslararası ilişkilere göre, böyle bir mücadelenin gerektirdiği ruhi
unsurlarla donanmamış bireylerden oluşan toplumlara, hayat ve bağımsızlık
yoktur”.18
Eğitim Seferberliği
Cumhuriyet
Yönetimi’nin ilk işi, çok başlı eğitime son vermek ve öğretimde birliği
sağlamak için, üçlü yasayı kabul etmek oldu. 3 Mart 1924’te çıkarılan 430
sayılı yasayla, eğitimde Öğretim Birliği (tevhid-i tedrisat) ilkesi kabul edildi. Aynı gün çıkarılan 431 sayılı yasayla Hilafet, 429 sayılı yasayla da
Şer’iye ve Evkaf Nezareti ortadan kaldırıldı.
Öğretim Birliği
Yasası, yalnızca mektep-medrese ikiliğini ortadan kaldırmadı.
Yabancı okulların ve cemaat okullarının tümünü denetim altına aldı. Cumhuriyet
yönetimi, kendi okullarında hiç ödün vermeden uyguladığı birlik ilkesini,
kalmasına izin verdiği bu okullarda da eksiksiz uygulattı. Dini inancın, eğitim
aracılığıyla siyasi çıkar için kullanılmasını önledi; eğitim kurumlarını sıkı
biçimde denetledi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın temel ders kabul ettiği; Türkçe,
tarih, edebiyat gibi dersleri tüm yabancı ve azınlık okullarında zorunlu kıldı.
Atatürk, Öğretim
Birliği Yasası uygulamalarına, her aşamada ilgi gösterdi, destek verdi.
Birçok çalışmaya bizzat katıldı. Giriştiği devrim atılımlarında, bilimsel
donanımı yüksek, teknolojik yenilikleri bilen uzmanlara gereksinimi vardı.
Kurulacak eğitim düzeni, böyle insanlar yetiştirmeli, ancak bununla
yetinmemeliydi. Uzmanlık alanı ve bilimsel düzeyi ne olursa olsun, Cumhuriyet
okullarında eğitilen her birey, ülkeyi ve dünyayı tanıyan, yurtsever aydınlar
haline gelmeliydi. Bu konudaki düşüncesini şöyle dile getiriyordu: “Eğitimin
amacı yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, ülkede ahlaklı, cumhuriyetçi,
devrimci, atılgan, olumlu, giriştiği işleri başarabilecek yetenekte, dürüst,
yargılayıcı, iradeli, yaşamda karşılaşacağı engelleri yenecek güçte, karakter
sahibi genç yetiştirmektir. Eğitim düzeni ve programları, buna göre
düzenlenmelidir”.19
DİPNOTLAR
(×) “Bozkırdan Doğan
Uygarlık-Köy Enstitüleri” Yalçın Kaya, 1.Cilt, Tiglat Matbaacılık A.Ş., İstanbul-2001, sf.60
1 “Atatürk’ün İstanbul’daki
Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay.,
2. Bas., İst.-1998, sf.14
2 “Kırk Yıl” Halit Ziya
Uşaklıgil, 4.Baskı, sf.
171; ak. a.g.e. sf.14
3 “Çankaya” Falih Rıfkı
Atay, Sena
Matbaası, İstanbul-1980, sf.23
4 “Mustafa Kemal ve Uyanan
Doğu” Paul Gentizon, Bilgi Kit.,
2. Bas., Ankara-1994, sf.140
5 “Bozkırdan Doğan
Uygarlık-Köy Enstitüleri” Y.Kaya, 1.Cilt, Tiglat Mat.A.Ş., İst.-2001, sf.59 ve “Cumhuriyet Dönemi
Türk Ansiklopedisi” İletişim Yay., 3.Cilt, İstanbul, sf.661
6 “Tarih-IV-Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay.,
3.Bas., İstanbul-2001, sf.250
7 “Cumhuriyet Dönemi Türk
Ansiklopedisi” İletişim Y.,
3.C., İst., sf.660
8 “Militan Atatürkçülük”
Vural Savaş Bilgi Yay.,
Ankara-2001, sf.92
9 “Azgelişmişlik Sürecinde
Türkiye” S.Yerasimos, Belge Yay.,
7.Bas., İst.-2001, sf.325
10 “Cumhuriyet Dönemi Türk
Ansiklopedisi” İletişim Y.,
3.C., İst., sf.654
11 “Cumhuriyet Dönemi Türk
Ansiklopedisi” İletişim Y.,
3.C., İst., sf.666
12 “Bozkırdan Doğan
Uygarlık-Köy Enstitüleri” Yalçın Kaya, 1.Cilt, Tiglat Matbaacılık A.Ş., İstanbul-2001, sf.58
13 “Bozkırdan Doğan
Uygarlık-Köy Enstitüleri” Yalçın Kaya, 1.Cilt, Tiglat Matbaacılık A.Ş., İstanbul-2001, sf.35
14 “Atatürk’ten Anılar” Kazım
Özalp, İş Bankası
Kültür Yayınları, sf.69
15 “M.K.Atatürkten
Yazdıklarım” Prof. Afet
İnan, Kültür Bak.Yay., sf.17
16 “Bozkırdan Doğan
Uygarlık-Köy Enstitüleri” Yalçın Kaya, 1.Cilt, Tiglat Matbaacılık A.Ş., İstanbul-2001, sf.39
17 “Tarih-IV-Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak
Yayınları, 3.Baskı, İstanbul-2001, sf.245-251
18 “Büyük Millet Meclisi
Toplantı Zabıtları (1 Mart 1920)”; ak.“Tarih-IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Y., 3.Bas.
İst.-2001, sf.49
19 “Atatürkçülük” Hüseyin
Cevizoğlu, Ufuk Ajansı
Yayınları, sf.69
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil