TBMM, 3 Mart 1924
günü Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi
ve elli arkadaşının verdiği; Hilafeti kaldırılması ve Osmanlı soyundan
olanların yurt dışına çıkarılması hakkındaki önergeyi kabul ederek
yasalaştırdı. Hilafetin kaldırılması, devlet ve toplum yapısında yer etmiş, din
inancıyla ilişkili, dörtyüz yıllık bir kurumun varlığına son verilmesiydi. Atatürk yeniliğin öncüsü olarak, güçlü
ve duruma hakim görünüyordu. Halkın desteğine sahip Cumhurbaşkanı,
köylere dek örgütlenen Halk Fırkası’nın Genel Başkanı’ydı. Ordu başta olmak
üzere devlet birimleri ona bağlıydı. Yönetim gücü elindeydi. Ancak, konu
Halifeliğin kaldırılması olduğunda, toplumu yönlendirecek gerçek gücün kimde
olduğu, belirsizleşiyordu. Bu işe girişildiğinde nelerle karşılaşılacağı belli
değildi. 500 yıllık Hilafeti ortadan kaldırmak kolay bir iş değildi.
Tehlikeli Girişim
Saltanat kaldırılarak
Cumhuriyet ilan edilmiş, yönetim biçimini netleştirecek ana sorun, Hilafet sorunu,
gündeme gelmişti. Devlet işleyişini din kurallarından ayırmayı amaçlayan
yönetim için, gerekli adım atılmalı ve Hilafet Kurumu ortadan
kaldırılmalıydı. Amacın gerekli kıldığı böyle bir girişim, Vahdettin’in
kaçışıyla başlayan siyasi gerilimi arttıracak, Türkiye’yi yeni bir yol ayrımına
getirecekti.
Sinsi
Yaymaca
Ülke
düzeyinde sürdürülen etkili yaymaca; Mustafa Kemal’in “Halife’yi
sürerek İslamı yıkacağını”, yerini sağlamlaştırdığında “birçok Müslümanı
asacağını” ve Ankara’daki yöneticilerin “menfur dinsizler” olduğu yönündeydi.1
Yaymaca,
birbirine eklenen dedikodular halinde, dükkanlara, pazar yerlerine yayılıyor; “bildiriler ve broşürlerle” okullara dek giriyordu.2 Köy ve kasabaları
dolaşan kimi “hocalar”; ibadet yerlerini, tarikat örgütlerini ya da
evleri dolaşıyor, doğrudan onu hedef alan ve halkı hükümete karşı kışkırtan
konuşmalar yapıyordu.
Yeraltına çekilen
gericiliğin yarattığı tehlikeyi biliyor, gücünü saptamaya çalışıyordu. Ülkedeki
yenilik karşıtı unsurların tepkisini, “bir mıknatıs gibi”3
kendisine çekiyordu. Padişahçılar, tarikat şeyhleri, hocalar işsiz kalan eski
yöneticiler, “başkent olma ayrıcalığını yitiren İstanbul’un” iş
çevreleri, ister istemez Hilafete sahip çıkıyor, onu savunma adına
biraraya geliyordu.
Hazırlık
Halifeliği
kaldırma kararını yıllarca önce vermişti. Şimdi uygulama için harekete
geçecekti. 1923 yılında yaptığı yurt gezilerinde, Hilafet Kurumu’nun
dinsel ve tarihsel gelişimini ortaya koyan kuramsal açıklamalarda bulunmuş,
halkı aydınlatan konuşmalar yapmıştı.
İki yıl önce
Saltanattan ayrılarak gücünden koparılan bu kurum, şimdi görüntüden ibaret
varlığıyla da ortadan kaldırılacak, yaşanan gerçekliğin “adı konacaktı”.
Bilimsel Tavır
Halifelik
Kurumu’nu, ortaya çıktığı 7.yüzyıldan başlamak üzere; din, tarih ve toplumbilim
(sosyoloji) açısından, kaynağa dayalı bilimsel verilerle araştırmıştı. Tarih ve
toplumbilim, askerlik dışındaki özel ilgi alanıydı. İslam dinini derinlemesine
incelemişti. İslamiyet onun gözünde; “mantık, muhakeme, bilim ve bilgiyle uyumluluk
içinde ‘doğal’ bir dindi”.4 Tüm gücüyle karşı olduğu yobazlık
ise onun gözünde “milletin kalbine yöneltilmiş, zehirli bir hançer” di.5
Çağdaş kurum ve düşüncelerin, “İslamiyete aykırı olduğunu ileri sürenleri”
şiddetle eleştiriyordu.6
Hilafeti,
çıkış koşullarıyla birlikte ve Hz.Muhammed’in hadislerine dayanarak ele
aldı. Onüç yüzyıllık evrim sonunda uğradığı değişiklikleri, tarihsel boyutunu
ortaya koyarak inceliyor, incelemesini 20.yüzyıla dek getiriyordu.
Halifeliğin
ortaya çıkışı ve gelişimi konusunda şunları söylüyordu: “Yüce Peygamber, ‘benden
otuz yıl sonra Hilafet olmayacak, sultanlıklar olacak’ demişti. Bu konuda
kuvvetli hadis-i şerif vardır. Hz.Ömer, halife seçildikten sonra kendisine
Tanrı’nın Halifesi (Halife-i Resulullah) dendiğinde, ‘ben Tanrı’nın Halifesi
olamam, sizin emiriniz olabilirim’ dedi.. Bu da gösteriyor ki, Hilafet
Makamı’nın korunması, İslam dünyasında daha sonra ortaya çıkan bir siyasettir”.7
Kişisel araştırmalarını, din bilginlerinin görüşleriyle birleştiriyor; yanlış düşünce ve boş inançlardan arınmış, gerçeği yansıtan bilimsel saptamalar yapıyordu. Hz.Muhammed, dini görevleri yanında, kurduğu devletin her türlü işini de yönetiyordu. Yani, hem bir peygamber, hem de devlet başkanıydı. Ölümüyle devlet başsız kalmış ve işleri yürütebilecek yetkili bir yönetici gerekli olmuştu. Arap büyükleri toplanarak devletin başına Hz.Ebubekir'i seçtiler. Böylece devlet başkanına Halife denmeye başlandı.
Ruhani Değil Siyasi
Halifeler, Peygamber'in yalnızca yöneticilik sıfatına vekil olmuştu. Çünkü Hz.Muhammed son peygamberdi, yani Tanrı bir başkası aracılığıyla insanlara seslenmeyecekti. Nitekim, ilk dört halife, tam bir toplum (cumhur) başkanı gibi davranmışlardı. Mutlak kişi egemenliğine yönelen Emevi, Abbasi ve Sasani'lerde de durum farklı değildir. Yani halife onlarda da ruhani değil, siyasi bir kişidir. Dinsel bakımdan Tanrıyı temsil etmezler. Hükümdarlar, iktidarını güçlendirip sürdürmek için, zaman içinde kendilerine dinsel sıfatlar yakıştırdılar; halka böyle gösterdiler. Hilafeti bir iktidar kurumu haline getirdiler.8
Hilafet
siyasileştikçe, Müslümanların değişik kesimleri, örneğin Şiiler, onu
tanımadılar. Peygamber’den sonra Hz.Ali’nin Halife olması gerektiğine
inanan Şiilik, Halifelik kurumuna duyulan tepki nedeniyle ortaya
çıkmıştı. Hilafet, artık yalnızca Sünniliğin saygı duyduğu bir
simgeydi.
Türklerin
Durumu
Çok
farklı yönetim geleneklerine sahip Türklerin, Hilafet işleyişiyle bir
ilişkisi yoktu ve olamazdı. Kurdukları devletler, güçlerini ruhanî
dayanaklardan değil, yaşamın içinden ve katılımcılıktan alıyordu. Ancak, Fatih’ten
sonra Türk yönetim geleneklerinden uzaklaşmaya başlayan Osmanlılar, yayılma ve
daha büyük iktidar gücü peşine düşmüşlerdi. Güçlenme adına, dini devlet
işlerine soktular ve yarı teokratik bir devlet haline geldiler. Geçmişleriyle
çelişen bu eylem, devleti güçlendirmediği gibi, bozulmasının başlangıcı oldu.
Yavuz
Sultan Selim, 1517’de Mısır’ı alınca, orada, elinde Kutsal
Emanetler (Emanat-ı Mukaddese) (Hz.Muhammed ve sahabilerine ait eşyalar)
bulunan Mütevekkil adında bir Halife buldu. Onu, “siyasi değeri
büyük” emanetlerle birlikte İstanbul’a getirdi; Halifeliğine dokunmadı ve
kendisi Halife olmadı.
Mütevekkil
öldükten sonra da, padişahlar yine de kendilerini Halife saymadılar. Kureyş
soyundan olmadıkları için böyle bir hakları yoktu. Devlet güç yitirdikçe,
iktidarlarını manevi güçle beslemek zorunda kaldılar ve Halifeliği üstlenerek
dini devlet işlerine soktular. Bu yolla, içerde din adamlarına dayanarak halkın
desteğini alacaklarını düşündüler. Dışarda ise halifeliğin evrenselliğini
kullanarak İslâm dünyasında etkin olacaklarını sandılar.
Ancak, düşündükleri,
sonuca ulaşamadılar. Halifelik, içte ve dışta, somuta dönüşmeyen bir inanç
sorunu olarak kaldı ve İmparatorluğun yalnızca Sünnî uyruklarını ilgilendiren Osmanlı
Halifesi kavramını aşamadı.9
Yoğun Uğraş
Hilafet
sorunu, 1924 başında gündemin ilk maddesiydi ama pek çok sorunla daha
uğraşıyordu. “Amansız bir coşkuyla, şafaktan gece geç saatlere dek, çalışma
odasının üstündeki yatak odasında ve yalnızca birkaç saatlik uykuyla yetinerek”10
çalışıyordu. Onun için, “ne geriye dönmek, ne de kötüyle uzlaşmak”11
olanaklı değildi. Türk ulusunu “olmayacak bir hayâl peşinde”
koşturmayacak, onu kesin olarak güçlü ve özgür bir ulus yapacaktı. “Uğrunda
yaşamaya ve ölmeye değecek tek gerçek, birbirine sarılmış ve özgür Türk
milletidir”diyordu.12
Hilafetin
korunmasını isteyen kimi ılımlı kişiler, ondan halife olmasını, dünya
Müslümanlarına önderlik yapmasını istediler. “Hindistandan, Mısırdan gelen
kurullar bu dileği iletiyordu”.13 Hilâliahmer (Kızılay)
adına Hindistan’a giden Rasih (Kaplan) Hoca, “İslam
dünyasının, yani ‘ehli İslam’ın, onun Halife olmasını istediğini” ve
kendisini, bu ortak dileği “iletmekle görevlendirdiğini” söylemişti.14
Önerileri hemen
reddetti. Bilimsel görüşleri olan, belirlenmiş hedeflere sahip gerçekçi bir
insandı ve “büyüklüğü, kendisinin ve ülkesinin sınırlarını bilmesinde
yatıyordu”.15
Halkla
İlişki
1923
boyunca yaptığı yurt gezilerinde, düşüncelerini halkla paylaştı. Soru sorma,
görüş bildirme ve karşılıklı tartışmaya dayalı toplantılar; tarih ve
toplumbilim dersleri gibi geçiyor, herkesin katıldığı canlı söyleşiler
yapılıyordu. Eskişehir, İzmit, Bursa ve İzmir’de uzun süren kalabalık halk
toplantılarında, pek çok konuya ve elbette Hilafet sorununa da değindi;
aydınlatıcı açıklamalar yaptı. Balıkesir Paşa Camisi’nde “mimbere çıkıp
cemaatle konuştu, burada 20’den fazla soruya yanıt verdi”.16
Eskişehir ve İzmit’te
yaptığı konuşmalarda, Hilafet’in yönetim biçimiyle ilgili bir sorun olduğunu,
söylendiği gibi “İslam dünyasının tümünü” temsil edemeyeceğini, böyle
bir temsilin hiçbir zaman gerçekleşmediğini söyledi. Farklı yönetim biçimlerine
sahip ülkelerin, kendilerini milli özelliklerine göre yönetmeleri gerektiğini
açıkladı.17
Hilafet
Kaldırılıyor
23
Şubat 1924’te yurt gezisinden Ankara’ya döndü. Kararlarını “gereken kişilere
bildirdi”.18 Hilafet Makamı, Şeriye ve Evkaf
(Din ve Vakıflar) Vekâleti, bunlara bağlı eğitim kurumlarıyla birlikte
ortadan kaldırılacaktı. Bu sorun bütçe görüşmeleri sırasında, Meclis işleyişine
bağlı teknik bir ayrıntıyla çözüldü. Gösterişsiz, ancak sağlam ve köklüçözümle,
yalnızca Halifelik Kurumu değil, ona yaşam veren vakıf ve eğitim
kurumları da ortadan kaldırılıyordu.
1 Mart
1924’te, Meclis’in 5.Çalışma Yılı’nı açarken yaptığı konuşmayla, Halifeliğe son
verecek yasal süreci başlattı. Yaptığı konuşmada; Cumhuriyet’in “sonsuza dek
korunması”nı sağlamak için, “doğruluğu kanıtlanmış ilkelere dayanmak”,
“eğitim ve öğretimi birleştirmek” ve “Müslümanlığı, siyaset aracı
olarak kullanılmaktan kurtarmak ve yüceltmek gerekir” dedi.19
Din
inancının çıkar amacıyla kullanılmasının önlenmesi gerektiğini vurgulayarak
şunları söyledi: “Kutsal tanrısal inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi,
karanlık ve karışık, her türlü çıkar ve ihtirasa açık olan siyasetten bir an
önce ve kesin olarak kurtarmak, milletin dünyevî ve uhrevî mutluluğunun
emrettiği bir zorunluluktur. İslam dininin yüksekliği ancak bu biçimde ortaya
çıkar”.20
Konu,
2 Mart’ta Halk Fırkası gurup toplantısında karara bağlandı. Bir gün
sonra 3 Mart’ta, Meclis oturumunda üç ayrı önerge verildi. Urfa Milletvekili Şeyh
Saffet Efendi ve elli arkadaşı, hilafetin kaldırılması ve Osmanlı soyundan
olanların yurt dışına çıkarılmasını; Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi
ve elli arkadaşı, Şeriye ve Efkaf Vekalati’nin kaldırılmasını; Manisa Milletvekili Vasıf Bey ve elli
arkadaşı, eğitim ve öğretimin birleştirilmesini (tevhid-i tedrisat) isteyen
önergeler vermişlerdi. Sekiz saat süren görüşmelerden sonra önergeler oylandı
ve kabul edildi.
Türkiye’nin
üzerinde beş yüz yıldır büyük bir yük ve sorun olan Hilafete son
verilmiş, yeniliğe ve gelişmeye kararlı Ankara, önündeki büyük bir engeli kaldırmıştı.
Saltanatın kaldırıldığı 17 Kasım 1922 ile hilafetin kaldırıldığı 3 Mart 1924
arasındaki 14 ay içinde, olağanüstü bir mücadele ile büyük bir iş başarılmış,
birkaç yıl önce, düşünülmesi bile olanaksız tasarılar gerçeğe dönüştürülmüştü.
Halk, hilafetin
kaldırılmasına karşı herhangi bir tepki göstermedi ve kolayca kabullendi.
Türkiye’nin herhangi bir yerinde, “ne bir gösteri, ne de bir karşı çıkış ya
da direniş oldu”.21 Oluşabilecek olaylar için, “ülkenin
başlıca merkezlerine gönderilmiş olan İstiklal Mahkemelerine”22
hiç iş düşmedi.
DİPNOTLAR
1 “Bozkurt” H.C.
Armstrong, Arba Yay., İst-1996,
sf.171
2 a.g.e. sf.172
3 “Bozkurt” H.C.
Armstrong, Arba Yay., İst-1996,
sf.172
4 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar, 12.Basım, İst.-1994, sf.451
5 a.g.e. sf.451
6 a.g.e. sf.451
7 “Mustafa Kemal’in
Eskişehir İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay., sf.71
8 “Tarih Açısından Türk
Devriminin Temelleri ve Gelişimi” Prof.Dr.Ahmet
Mumcu, İnkilap Kitabevi, 12 Baskı, İst.-1992, sf.113
9 a.g.e. sf.114
10 “Bozkurt” H.C.
Armstrong, Arba Yay., İst-1996,
sf.139
11 “Mustafa Kemal”
Benoit Méchin, Bilgi Yay.,
Ank.-1997, sf.258
12 a.g.e sf.258
13 “Bozkurt” H.C.
Armstrong, Arba Yay., İst-1996,
sf.175-176
14 “Devrim Hareketleri
İçinde Atatürk ve Atatürkçülük” Prof. Dr.Tarık Zafer Tunaya, Arba Yay., 3.Baskı, İst.-1994, sf.93
15 a.g.e. sf.176
16 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.
17 “Atatürk’ün Bütün
Eserleri” Kaynak Yay.,
14.Cilt, İst.-2004, sf.254 ve 337
18 “Nutuk”, M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK, 4.Basım, Ank.-1999, sf.1127-1129
19 a.g.e. sf.1131
20 “Atatürk ve Türkiye
Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938” Prof.
Utkan Kocatürk, TTK, 2.Baskı, Ank.-1988, sf.409
21 “Bozkurt” H.C.
Armstrong, Arba Yay., İst-1996,
sf.177
22 “Mustafa Kemal ve
Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.B.,
1994, sf.60
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder