Hiçbir yanıltma ve kandırma girişimi, hiçbir baskı ya da
göz boyama, toplumsal gerçeği uzun süre gizleyemez. Yaşam en iyi öğretmendir ve
gizlenmiş gerçekler, göremeyenlerin önüne çıkmakta gecikmez. Düşünerek
öğrenmeyenler, yaşayarak öğrenirler. Ancak, insan olmak, olayları önceden
görmeyi ve önlem almayı gerekli kılar. 1919 ve sonrasında bu yapılmıştı, bugün
de bu yapılmalıdır.
Türkiye, bugün 1938’in değil, 1919’un
koşullarını yaşıyor. Gizli işgale
dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlığı tehdit eden kalıcı sorunlar yaratıyor.
Durumun farkına varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Gelinen noktanın
sorumluluğunu taşıyanlar ise, yadsımadıkları bu gerçeği, “küresel çağın zorunlu sonucu” ya da “karşılıklı bağımlılığın kaçınılmazlığı” olarak meşrulaştırmaya
çalışıyor. Yoksullaşan örgütsüz halk, dostu düşmanı seçemiyor. Ekonomik
çöküntüyle yaratılan kavram kargaşası ve yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre
göre parçalanmaya götürülüyor. Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur.
Hiçbir yanıltma ve kandırma girişimi,
hiçbir baskı ya da göz boyama, toplumsal gerçeği uzun süre gizleyemez. Yaşam en
iyi öğretmendir ve gizlenmiş gerçekler, göremeyenlerin önüne çıkmakta gecikmez.
Düşünerek öğrenmeyenler, yaşayarak öğrenirler. Ancak, insan olmak, olayları
önceden görmeyi ve önlem almayı gerekli kılar. 1919 ve sonrasında bu
yapılmıştı, bugün de bu yapılmalıdır.
Ülkenin durumu açık biçimde dile
getirilecek olursa, bugünkü durum şudur: Türkiye, askeri değil ama askeri işgalin
amacı olan, siyasi ve ekonomik işgal altındadır. Sevr, toprak paylaşımı dışında hemen tüm maddeleriyle, üstelik daha
kapsamlı olarak uygulanıyor. Topraklar silahla el değiştirmiyor ancak,
yabancıların toprak satın almasıyla, Anadolu’da hızlı bir mülkiyet değişimi
yaşanıyor. Ulusu ilgilendiren hemen her karar, ülke dışında alınıyor, içeride
eksiksiz uygulanıyor. Ulusal sanayi çöküyor, tarım yok oluyor. Yeraltı-yerüstü
varsıllığımızı, dilediğimiz gibi kullanma özgürlüğüne sahip değiliz. Ulusal
değerler korunmuyor, kültürel bozulma yaygın.
Parayla donatılmış yerli ya da yabancı
misyonerler, bu ülke için bir şeyler yapmaya çalışan yurtseverlerden daha geniş
olanaklarla serbestçe çalışıyor. Ulusal haklara saldırmada, hiçbir sınır
tanınmıyor. Vatanseverlik baskı altında; hıyanet, getirisi yüksek bir meslek
durumunda. Halk, yoksul ve umutsuz, karamsar bir edilgenlik içinde. Basın
ihaneti yayıyor. Sanki işgal İstanbul’u yeniden yaşanıyor.
Bu koşullarda yapılması gereken, benzer
koşullar altında geçmişte verilen mücadeleden yararlanmak ve bu yönde
çalışmaktır. Samsun’a çıkan anlayış, Kuvayı
Milliye ruhu, Müdafaa-i Hukuk
örgütleri, önümüzdeki yakın dönemi belirleyecek biçimde, yeniden gündeme
geliyor. Kurtuluş Savaşı, öncesi ve
sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu eylem, günün
koşullarına uyumlu kılınarak, aynı anlayışla uygulanmalıdır. Ülkenin
parçalanmasını önlemek isteyen herkes, Mustafa
Kemal’e başvurmak, mücadelesinden ders almak zorundadır. Türkiye’de
yükselmekte olan ulusal uyanış, geçmişteki benzersiz deneyimden, kesin olarak
yararlanmalı, bu konuda bilgilenmelidir. Atatürk,
bugün ona çok gereksinim duyan Türk halkına anlatılmalıdır.
Atatürk’ü
anlamak ve “izinden gitmek” bilinçli
olmayı gerekli kılar; yaptığını yapmak, insana, üstelik en ağırından sorumluluk
yükler. Atatürk öldükten sonra,
Atatürkçülerin başına gelmedik kalmamıştır. Bu sorumluluğu yüklenmek
isteyenler, eyleme geçtiklerinde bu işin, “karga
kovalamak” ya da “sarı saç mavi göz”
edebiyatından çok ayrımlı bir iş olduğunu görürler. Emperyalizmle doğrudan ve
sürekli mücadele demek olan Atatürkçülük,
sert mücadelelere her zaman hazırlıklı olmayı gerekli kılar. Kemalist
olmak, kolay bir iş değildir.
Türk halkının yaptığı özveriyi, çektiği
acıları, Yunan vahşetini ve emperyalist tuzakları unutmayalım. Bunları yaparsak
bilinçlenecek ve günümüze yönelik sonuç çıkarmada büyük bir olanağa
kavuşacağız. Atatürk’ten ancak böyle
yararlanabilir, onu böyle örnek alabiliriz. Bunu yaparsak yalnızca bir yaşamı
ve bir ulusun kurtuluşunu değil, adeta bir “destanı”
öğrenmiş olacağız ya da daha doğru bir söylemle, örnek almaya çalıştığımız
olayın bir “destan” olduğunu
göreceğiz. Bu “destan”, direnenlere
umut ve güç veren ulusal bir hazinedir. Yeter ki yararlanmasını bilelim.
Çıkış yolu vardır ve elimizin altındadır.
Türk ulusunun gerçek gücünün ne olduğu bilinmeli, bu güç harekete
geçirilmelidir. Bu yolda geç kalınan her gün, kaçınılmaz gibi görünen
gelecekteki mücadele günlerinde, çekilecek acıların artmasına neden olacaktır.
Halkın gücüne dayanılmalı; dış isteklere, siyasi ve ekonomik oyalamalara izin
verilmemelidir. Gerçek dışı sanlar, aldatıcı sözvermeler ve sanal ereklerle
halkın kandırılması önlenmelidir. Bunun tek yolu, Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Türk
Devrimi’ni öğrenmektir.
Ülkesi için herkesin yapabileceği bir şey vardır. Abartmadan ve küçük
görmeden, herkes elinden geleni bu ülkeye vermeli, dağarcığında ne varsa ortaya
dökmelidir. Ayrılıklara izin verilmemeli, halkı içine alan yeni birliktelikler
oluşturulmalıdır. Nelerin yitirilmekte olduğunu ve gelecekte nelerin
yitirileceğini herkes görmelidir.
Ülkemiz gerçeği maalesef artık bu.Sayın Metin Aydoğan hocam, güzel bir makale yazmış.Herkes tarafından okunmasını önemle rica ederim.
YanıtlaSilMetin beyin her yazısı, Türkçeyi özenli bir biçimde kullanışı ile birlikte daha da değerli hale bir hale sokuyor. Ancak herkesin yapabileceği bir şeyler vardır derken, örnekleriyle de süslemesi gerekirdi. Çünkü: Asıl uyanması gereken, algısı düşük, soyut düşüncelerden çok, somut örneklerle anlamak isteyenlerdir.
YanıtlaSil