Harizmi, Türk matematik
geleneğini temel alarak; Babil, Helenistik, İbrani, Hint metinlerini inceledi,
kuramlar geliştirdi ve yapıtlarını üretti. Çağının çok ilerisinde olan Hisabü’l-Cebr ve L-Mukabele adlı yapıtı, Batıya matematiği öğretti. Logaritma terimi, Batılıların Harizmi’ye verdiği Algoritmi adından türedi. Bu tanım, tüm dillerde algebra, ya da bizdeki cebir biçimiyle kullanıldı...
Avrupalılar’ın “gelmiş geçmiş tüm
hekimlerin en büyüklerinden biri” dediği ve Paris Tıp Fakültesi’nin Büyük
Anfisine (Auditorium Maximum), yontusu (heykeli) dikilen Zekeriya el-Razi (854-932), tıp başta olmak üzere feslefe,
matematik, gökbilimi, kimya, eczacılık ve edebiyat dallarında yapıtlar veren
bir düşünür, bir bilim dehasıydı.
Harizmi’nin
Matematiği
16.Yüzyıl
ünlü İtalyan matematikçisi Gerolamo
Cardano’nun, dünyanın en büyük düşünürleri arasında saydığı 1 Musa el-Harizmi (780-850) bu tanımı hak
eden bir bilim adamıdır. Türkistan’ın Harizmi
(Harzem) bölgesindeki Hive’de doğan bu büyük düşünür; matematik, gökbilim ve
coğrafya üzerine yapıtlar üretti ancak gerçek ününü matematikçi olarak yaptı.
Yazdığı kitapla, cebire adını verdi ve bilimde ölümsüzler arasında yerini aldı.
Harizmi
o denli büyüktü ki, Batı ve Arap tarihçiler, başka Türk bilim adamlarına
yaptıkları gibi onu da Türk saymak istemediler, etnik kimliğini ya açıktan
yadsıdılar ya da hiç söz etmediler. Kimileri, adını doğduğu bölgeden almasına
karşın, Harizmi’li olduğunun şüpheli olduğunu söyledi ve dayanaksız bu savı
kanıtlamak için, “Harizmi’de doğan bir
insanın Bağdat’a gelmesinin çok zor olacağı” gibi akıl dışı gerekçeler
ileri sürdü. 2 Harizmi’yi, kaynaklarına Arap-İslam
bilgini olarak geçtiler.
Cebir
ya da Algebra
Harizmi’yi ölümsüzlüğe
eriştiren iki temel yapıttan birincisi, kuramsal yanı ağır basan “El Cebir v’almu-kabele” yani “Onarma ve Eşitleştirme”dir. Kitapta,
matematiğin birçok konusunu ele alıyor ancak denklemlerin basitleştirilmesi
konusunda olağanüstü bir başarı sağlıyordu. Yapıtın ilk sözcüğü olan el-Cebir, o günden bugüne, tüm dillerde algebra, ya da bizdeki cebir biçimiyle kullanıldı, kullanılmayı
da sürdürüyor.
Matematikte Devrim
İkinci
kitabı, ad olarak değil ama içerik olarak O’nu bir kez daha ölümsüzlüğe taşıdı.
Bu kitapta, eski Türk matematiği ile Hint sayı dizgesinden yararlanılarak; “ondalık
sayılar, sayı yazma, dört işlem (toplama, çıkarma, çarpma, bölme), kesir
hesaplarının kuralları” bulunup geliştiriliyor ve her buluş, kuramsal bir
bütünlüğe ulaştırılıyordu. Özgün yazılımı ele geçirilemeyen bu kitap, 12.
yüzyılda Batıya ulaşmış ve çevirisi yapılmıştı. Eldeki kitap, Latince Liber Algoritmi adı verilen bu
çeviridir.
Harizmi, Liber Algoritmi’yle
Batıya, dokuz sayıyı ve sıfırı kullanmanın basitleştirilmiş yöntemlerini
öğretti. Öğretisi, yalnızca matematikçiler çevresiyle sınırlı kalmadı ve hızlı
bir biçimde halkın anlayacağı ve günlük işlerde kullanılan işlemler durumuna
geldi. Çeşitli okullar, özellikle Algoritm
Okulu, bu işlemleri yaymak için çaba harcadı. Alman Zerclaerli Thomas, 13.yüzyıl Almancasıyla yazılmış kitabında bu
sayıları kullandı. Harizmi,
Avrupalıları Romen rakamlarının kısırlığından kurtarmış ve “bilimin her dalında kullanılan bir matematiği Batılılara öğretmişti”. 3
Antik Çağ Matematiği
Helen
uygarlığı ve Roma’da sayı yoktu. Eski Mısırlılar ise; bir, iki ve üçü dik
çizgilerle gösteriyordu. Bir yatay çizgi dört, iki yatay çizgi sekiz anlamına geliyordu. On, yüz
ve bin ise hiyeroglif harflerle
gösteriliyordu. Babilliler sayı yazmayı, dik ve yatay çizgiler ile her iki çizginin
açı oluşturacak biçimde kesişmesiyle sağlıyordu. Dik ve yatay çizgilerin sayısı
ve kesişme açısı değişik sayı değerlerini gösteriyordu.
Helenler,
sayıları, abecelerinin (alfabelerinin) 24 harfi ve Ortadoğu kökenli üç ek
işaretle yazıyordu. Romalılarda sayılar, rakamla değil, harflerle
gösteriliyordu. Roma’da sayılar, başlangıçta yalnızca dik çizgilerle anlatıldı.
Beş dik çizgi beşi, sekiz çizgi sekizi, onbeş çizgi onbeşi gösteriyordu. Daha
sonra on çizgiye bir deste denildi ve çapraz iki çizgiyle (X) gösterildi.
Çaprazın alt kısmının atılmasıyla oluşan işaret (V), yarım deste beş demekti.
Daha büyük sayılar için harfler devreye girdi ve elli (L), yüz (C), beşyüz (D)
ve bin (M) harfi ile gösterildi.
Romalılar, örneğin 348
sayısını yazacaksa, bunu “yüz-yüz-yüz/on-on-on-on/beş/bir-bir-bir”
olarak yani CCCXXXXVIII biçimindeki uzun yinelemelerle yazıyordu. Daha büyük
sayıları yazmak, başlı başına bir sorundu. Çünkü yazması uzun, kapladığı alan
büyüktü. M.Ö.260 yılında kazandıkları deniz zaferi anısına hazırladıkları
kitabeye; 22 milyon sayısını yazmak için, taşa tam 220 kez yüzbin işaretini yan
yana kazımışlar, bunun için birçok taş blok kullanmışlardı. Yüzbin’den yüksek
sayılar için herhangi bir işaret yoktu. 4 Romen rakamları denilen bu
işaretlerle, en basit bir hesap işlemi bile yapmak bile olanaklı değildi.
ÖnTürk Matematiği
Doğuda
geliştirilen ve eski çağlarda yalnızca Hintliler, Türkler ve Mayalar’ın
kullandığı, birler hanesinin birden dokuza dek her sayıyı ayrı işaretle
göstererek yazma, insan zekasının gerçekleştirdiği en önemli buluşlardan
biridir. Dört işlemi sayı yazısıyla yapılır duruma getiren, ondalık sayıları
ve kat sayıları bulan ve Doğu matematiğini kuram haline getiren Harizmi’ye tüm insanlık özellikle Batılılar çok şey borçludur.
Harizmi’nin doğduğu
topraklar, matematiğin çok eskiden beri, üstelik ayrıntılı olarak bilindiği
yerlerdi. Ordu kurmayı ve varlığını ona bağlamayı bir yaşam biçimi yapan
Türkler, ordularını onluk, yüzlük, binlik ve onbinlik
birimler olarak örgütlüyor ve bu örgütlenmeye uygun sayı sistemleri
geliştiriyordu. On-Oklar tanımı ve on-iki boyluk federasyonlar, Türklerin ondalık sistemi çok eskiden beri
kullandıkları alanlardı. Ayrıca bu yalnızca ordu örgütlenmesinin anlatımında
değil, günlük yaşamın her alanında yaygınca kullanılıyordu. Üstelik bir değil
iki tür ondalık sisteme sahiptiler.
Özgün Biçim
Eski
Türklerin sayı okuma ve yazmada kendilerine özgü yöntemleri vardı. Örneğin, otuz yedi sayısına bir yandan yedi kırk derken öte yandan otuz artık yedi diyorlardı. İlk yöntem
ikincisinden daha eskiydi ve açıklaması şöyleydi: Otuz yediye yedi kırk
diyebilmek için önce ondalık sistemin bilinmesi gerekiyordu. Çünkü otuzyedi, 3 x 10 (otuz) 4x10 (kırk)
arasındadır.
Eski
yöntemde otuz yediyi okumak için, önce onu içine alan onluk tam sayı yani kırk söyleniyor; daha sonra iki onluk
tam sayı arasında kalan birlik sayı olan yedi okunarak üst onluğun önüne
koyuluyordu. Yedi kırk dendiğinde, kırktan
önceki otuzdan sonraki yedili sayı yani otuz yedi anlaşılıyordu. Türkler’in, çok eski olan (arkaik) ve
grafik olarak belgelenmiş olan ilk ondalık
sayı sistemi buydu. 5
İkinci sistem daha
gelişkindir. Burada, bir sonraki tam sayı işlemden çıkarılmış ve artık (+) kavramı getirilmiştir. Otuz yedi, (3 x10 = 30 + 7) yani otuz
artık yedi olarak okunmuştur. Türkler, bu iki sistemi uzun süre birlikte
kullanmıştı. Daha gelişkini varken eskisinin de korunup kullanılmasının nedeni
hala anlaşılamamıştır. 6
Harizmi’nin Değeri
Harizmi,
Türk matematik geleneğini temel alarak, Babil, Helenistik, İbrani, Hint metinlerini
inceledi, kuramlar geliştirdi ve yapıtlarını üretti. Çağının çok ilerisinde
olan Hisabü’l-Cebr ve L-Mukabele adlı yapıtı, Batı matematiğini
etkiledi ve uzun süre ona yön verdi.
Kolay
kullanılabilir yöntemler içeren bu yapıtla, “doğrusal ve iki bilinmeyenli
denklemlerin aritmetik çözümüne” ve “Eukleidesçi geometriye” yeni
kurallar getirdi. Miras başta olmak üzere karmaşık hesaplarda dağılım
oranlarının saptanmasını, basit ve sağlam kurallara bağladı. Logaritma
terimi, Batılıların Harizmi’ye verdiği Algoritmi adından türedi.
Fî-Zîc
adlı yapıtında gökbilim çalışmalarında kullanılacak cetveller (zîc)
geliştirdi. Kitâbü’l-Amel bi’l Asturlab ve Kitâbü’l-Amel’il Asturlab
adlı yapıtlarında, yıldızların dünyaya göre yükseklik derecesini saptayan
aletin (usturlab) yapılış ve kullanışını anlattı. Yerin ve gökyüzünün
haritalarını içeren atlas hazırlanmasına katıldı. Nil’in “Cennet’ten değil”,
Doğu Afrika’daki bir gölden çıktığını belirten ilk kişi oldu. Bu görüşe bilim
tarihinde Batlamyus-Harizmi Kuramı adı verildi. 7
Ardılları
Harizmi’nin
attığı temel üzerinde birçok matematikçi ve gökbilimci yetişti. Bu insanlar,
yaptıkları çalışmalarla birçok ilki gerçekleştirdiler. Evrensel bilime
varsıllık katan, büyük bir bilimsel kalıt bıraktılar. Arap bilginleri el-Battani
ve İbnYunis, gökbilim cetvellerini büyütüp geliştirdiler.
Batılıların Alfraganus
adını verdiği el-Fergani, yeryüzü boylam dairelerinin uzunluğunu
hesapladı ve ilk kez, “güneşin görünürdeki yörüngesinin, gezegenlerde olduğu
gibi zamanla geri yöne doğru gittiğini” anladı. Yapıtları birçok kez
Latince’ye çevrildi.
Sabit bin Kurra
tarihte ilk kez, “güneşin öğle yüksekliğini ve güneş yılının süresini”
hesapladı. Batıda Albategnıus adıyla ünlenen el-Battani, “dönencel
yılı, yıldız yılı ve paralaksın” (yer merkeziyle gözlemevinin belirli bir
yıldıza göre yaptıkları açı) sürelerini ve açısını saptadı. 8
Hasan İbn–Heysem
(965-1039) gezegenlerin saydam olmayan tabakalar üzerinde devinmelerinin
(hareket etmelerinin) kuramını oluşturdu. “Yıldız ve Güneş’in ışık
verdiğini, Ay’ın güneşten aldığı ışığı yansıttığını” bulması, gökbilime
yaptığı büyük bir katkıydı. 9
İbn-Heysem’in ışık olayları
üzerindeki kuram ve hesapları, Batıda altıyüz yıl etkili oldu. Işığın
kırılmasıyla ilgili bir buluşu, bilim dünyasında, hala “Alhazen Sorunu”
adını taşır. Işığın gözden çıkmadığını, tersine nesnelerden göze geldiğini
kanıtladı. “Felsefenin görevi açık ve kesin bilgi sağlamaktır, bu niteliği
nedeniyledir ki, bütün bilimlerin anasıdır, felsefenin temelinde mantığın
bulunması bu yüzdendir” diyordu. 10 Bin yıl önce yapılan bu
saptamalar, çağdaş felsefe ve mantığın günümüzde temel aldığı düşüncelerdi.
Zekeriya Razi ve Tıp
Avrupalılar’ın
“gelmiş geçmiş tüm hekimlerin en büyüklerinden biri” 11 dediği
ve Paris Tıp Fakültesi’nin Büyük Anfisine (Auditorium Maximum), yontusu
(heykeli) dikilen Zekeriya el-Razi (854-932), tıp başta olmak üzere
feslefe, matematik, gökbilimi, kimya, eczacılık ve edebiyat dallarında yapıtlar
veren bir düşünür, bir bilim dehasıydı.
Horasan’ın Rey
kentinde doğdu. İriyarı ve sarışın oldukları için Arapların, “Rey’in kızıl tilkileri” dediği 12,
Güneybatı Orta Asya Türk boylarından geliyordu. 13 Bu sıradışı bilim
insanı, yapıtlarına aktardığı kuram ve uygulamalarıyla yalnızca yaşadığı dönem
de değil, günümüze değin, bilimle ilgilenen herkes tarafından saygı ve
hayranlıkla anılmıştır.
Doğa Düşünürlerinin Öncüsü
Orta
Çağ’da doğa bilimlerine yönelen araştırmalar, onunla başladı. İyi bir deneyci
ve iyi bir tümevarımcı (özelden genele ya da etkiden etkene geçerek sonuç
çıkarma yöntemi) olduğu kadar, Antik Grek felsefesini tümüyle inceleyen
nitelikli bir düşünürdü. Anaksagoras ve Empedokles üzerinde
kapsamlı incelemeler yapmıştı.
İslam felsefesinde Tabiîyyûn adı verilen doğa düşünürlerinin
öncüsüydü. Ona göre; “bilginin kaynağı
duyumlardır ve gerçek olan evrendir”; “ruh
ve tanrı bu gerçeğe” yani “dünya
işlerine karışmaz” bu işler ancak “akıllaçözülebilir”.
“Sınırsız olan insan aklı, herşeyi öğrenebilir, iyiyle kötüyü birbirinden
ayırabilir”, bu nedenle “felsefe ile
doğa bilimleri arasında bütünleyici bir bağ kurulmalı” ve bu bağ, her zaman
korunmalıdır. 14
Modern Tıbbın Öncüsü
Batılıların
Rhases adını verdiği Razi, döneminde hiçbir hekimin
erişemeyeceği bir tıp bilgisine ulaşmıştı. Yorulmak bilmez bir çalışmayla,
bilgisini sürekli geliştirip yeniledi. Gençliğinde, deneyim kazanmak için uzun
yolculuklar yaptı ve dönemin en ileri bilginleriyle ilişki kurdu. Yetkinleşip
öğrenci yetiştirmeye başladığına, onlara herşeyden önce ve hiç bıkmadan,
hekimlik mesleğinin yüksek ahlak değerlerini anlattı; şarlatanlıklarla, söz ve
yazı yoluyla sürekli savaştı. Para ve malla hiç ilişkisi olmadı. Yoksulluk
içinde öldüğünde, arkasında muazzam bir bilimsel kalıttan (mirastan) başka
hiçbir şey bırakmadı.
Uzun
süre sandıklarda kalan el yazmaları, Vezir İbn el-Amid’in ilgilenmesiyle düzenlenip basıldı. Basılacak
kitap sayısı o denli çok ve o denli nitelikliydi ki, yalnızca el-Amid ve bilim adamları değil,
kitabı basanlar bile şaşırıp kalmışlardı.
Continens
adıyla çevrilerek Batıda uzun yıllar ders kitabı olarak okutulan ve yalnızca
tıp konularını kapsayan ansiklopedik kitap, tam bir başyapıttı. El yazmalarından oluşan öbür kitapları
içinde; “Mıknatısın Demiri Çekmesinin
Nedeni”, “Uzay Boşluğu Üzerine”, “İnancın Eleştirisi”, “İlahi Bilim”, “Evrenin
Biçimi Üzerine”, “Tıbbı İçine Alan”, “Bir Saat İçinde Tedavi”, “Yakınında Hekim
Bulunmayan Herkesin Kitabı” ve “Çiçek
ve Kızamık Hastalıkları Üzerine” en dikkat çekici olanlarıydı. 15
Bilimin Erdemi
“İlahi Bilim”
kitabında, kendinden sonraki bilim adamlarına bilimsel ahlakla ilgili, erdemli
öğütler verdi. Bu öğütlerde, bilimle uğraşan insanların “dünyaya ait maddi ya da öbür dünyaya ait manevi” sözvermelere
bağlanmamalarını, “bilim ve gerçek için karşılaşılacak
zorluklara cesaretle göğüs germelerini” söylüyordu.
Çok
tutulan, Yakınında Hekim Bulunmayan
Herkesin Kitabı, halk sağlığı konusunda yazılmış belki de ilk kitaptı.
Ansiklopedi biçiminde düzenlenen kitapta, her hastalık açık ve anlaşılır
biçimde anlatılıyor; hastalıklardan korunmak için alınması gereken önlemler ve
ilk müdahale yöntemleri öğretiliyordu. “Bir
Saat İçinde Tedavi’nin önsözünde şunları yazmıştı; “Kimi hekimler, oluşan bir hastalığın ancak uzun süre içinde tedavi
edilebileceğini söylerler. Bunu, yalnızca hastadan daha fazla ücret alabilmek
için yaparlar. Vezir, bazı hastalıkların bir saatte iyi edilebileceğini
söylemem üzerine heyecanlandı ve benden bu konuda bir kitap yazmamı istedi.
İşte bu kitap odur”. 16
“Tıbbı İçine Alan” ve “Çiçek ve Kızamık Hastalıkları Üzerine”
adlı kitapları, alanlarının şahaserleri kabul edilmiştir. Bunlar, özgün birer
ilkyapıt (monografi) ve tıb bilimine konularında yön veren, temel yapıtlardı.
Kitaplarda, eski görüşlerin etkisinde kalmadan tümüyle klinik saptamalara ve
deneylere dayanılıyor, olay ve olgular doğal süreçler içinde ele alınıyordu.
Yüzlerce yıl böyle şeyler, ne yazılmış ne de düşünülmüştü. “Çiçek ve Kızamık Hastalıkları Üzerine”, o denli etkiliydi ki, Avrupa’da, 1495-1866
arasında tam kırk kez basılmıştı. 17
Çağını
Aşan Uygulamalar
Razi, öbür
yapıtlarında; ısı, rüzgar ve nem koşullarının insan sağlığı üzerinde yaptığı
etkileri inceledi. Öğrencileriyle toplu deneyler yaptı, hasta başında klinik
dersler verdi. Hastane başta olmak üzere yaşam ortamlarının tütsüleme yoluyla
kötü kokulardan arındırılmasını, hasta odalarının havalandırılmasını, sıcak
suyla sık sık yıkanılmasını ve temiz içme suyuna önem verilmesini önerdi. Önerilerinin
kent yönetimlerince uygulanmasını sağladı.
Veba
görülen yerlerde kızgın çakıllar üzerine sirke döktürerek elde ettiği
formaldehit gazıyla evleri bulaşsızlaştırdı (dezenfekte etti); sülfürik asit ve formik asit’i tanımladı; cerrahide ilk kez koyun bağırsağından elde
edilen iple dikiş yapılmasını uyguladı. 18
Konutların,
sağlık koşullarına uygun olması için neler yapılması gerektiğini açıkladı. O
dönem için, özellikle Batı insanına düş gibi gelen “her evde bir yıkanma yerinin gerektiğini” söylüyordu.
Bunların söylenip
uygulandığı yıllarda, Avrupa’da insanlar “yılda
bir ya da ençok iki kez, o da soğuk suyla” yıkanırlar, elbiselerini “bir kez giydiler mi, artık parçalanıp
üzerlerinden dökülünceye dek” yıkamazlardı. Hıristiyanlık misyonerleri, “çıplak vücudu” insanlara; “arzu, tutku ve ahlaksızlığın kaynağı”
olarak tanıttığı için; “banyo yapmak,
yıkanmak hatta yalnızca soyunmak bile” günah sayılıyordu. Pislik bir tür “iffetlilik” göstergesi durumuna
gelmişti. 19 Kilise, “Tanrı’nın
eseri olan insan vücudunu” kutsal sayıyor, ona karışılmasını, yani ameliyat
yapılmasını yasaklıyordu. 20
Hekimliğinin Tüzesi (Hukuğu)
“Doğuştan hekim olan” Razi,
hekimlerin meslek ahlakına yönelik görüşler ileri sürmüş, hekim yetiştirme
başta olmak üzere meslek sorunları üzerine önermelerde bulunmuştur. Ölümünden
bir yıl sonra yasalaşan önerileri içinde; “hekimlerin
çalışabilmek için sınavla ruhsat almaları, şarlatanlarla hekimlik taslayan
(mutatabbip) kişilerin kavuşturulması, meslek kurallarını denetleyen tabib
odasının kurulması, sahte hekimlik ve sahte ilaçcılıkla mücadele edilmesi, genç
hekimlerin yetiştirilmesi için geliştirilecek yöntemler” gibi konular vardı.
Devlet hizmeti
dışındaki her hekimin sınava tabi tutulması, bu sınavda başarılı olanlara
hekimlik yetkisinin verilmesi ve bu hekimlerin tabibler odası gibi bir meslek örgütüne üye olmaları gibi kurallar,
o güne dek görülmüş uygulamalar değildi. Razi’nin
yaşadığı dönemde tıp o denli ileri gitmişti ki, yalnızca Bağdat’taki hekim
sayısı, devlet memuru olanların dışında 860’tı. Aynı yıllarda Avrupa’nın,
örneğin Rheingaud kentinde
bir tek hekim bile bulunmuyordu. 21
DİPNOTLAR
1
Ana Britannica,
Ana Yayıncılık A.Ş. 14.Cilt sf.435
2
“Felsefe
Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.221
3
“Allah’ın
Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., 2001, sf.49
4
a.g.e. sf.37-38
5
“Kök Türkler”
Sencer Divitcioğlu, YKY 2000,
sf.221
6
a.g.e. sf.222
7
Ana Britannica,
Ana Yayıncılık A.Ş. 14.Cilt, sf.435
8
“Allah’ın
Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.Yay., sf.80-82
9
a.g.e. sf.82
10
“Felsefe
Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 1.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.268
11
“Allah’ın Güneşi
Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.Yay.,
sf.116
12
a.g.e. sf.117
13
“Büyük
Larousse” Gelişim Yay., 6.Cilt
sf.3496
14
“Felsefe
Ansiklopedisi-Düşünürler Bölümü” O.Hançerlioğlu, 2.Cilt, Remzi Kit., 1985, sf.184
15
“Allah’ın
Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., sf.121-122
16
a.g.e. sf.121
17
a.g.e. sf.122
18
“Büyük
Larousse” Gelişim Yay., 6.Cilt
sf.3496
19
“Allah’ın
Güneşi Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit. Yay., sf.33
20
“Vücûd-u Beşer,
Bir Fabrikaya Benzer” Attila İlhan, Cumhuriyet 13.08.2003
21
“Allah’ın Güneşi
Avrupa’nın Üzerinde” S.Hunke Altın Kit.
Yay., sf.113-123
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder