“Milletler,
egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla
inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu
despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle
kararları olabilir ki, bu kararlar milletin hayatına giderilmesi mümkün olmayan
zararlar verebilir.” Mustafa Kemal Atatürk- Ocak 1923
İsmet İnönü ve Kemalizm’den Geri Dönüş (1938-1945)
Cumhuriyet Halk
Partisi, 26 Kasım 1938’de ilk kez olağanüstü kurultay topladı. Atatürk
onbeş gün önce ölmüş, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olmuştu. Başbakan Celal
Bayar’ın toplantıya çağırdığı bu Kurultay, İsmet İnönü’yü “milli
şef” ve “değişmez genel başkan”
tanımlarıyla parti başkanı yaptı.
Olağanüstü Kurultay’dan
beş ay sonra 29 Mayıs1939’da 5.Büyük Kurultay toplandı. Mart 1939’da erken
seçime gidilmiş, istifa eden Celal Bayar’ın yerine Refik Saydam
Başbakan olmuştu. Yeni Meclis ve yeni hükümette ilgi çekici değişiklikler
vardı.
Kurtuluş Savaşı’ndan
beri Atatürk’ün yakın çevresinde bulunan ve on dokuz yıl boyunca üst
düzey görevler yüklenmiş olan kimi etkin isimler hükümete alınmadığı gibi
milletvekili de yapılmamıştı. Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından; Tevfik
Rüştü Aras; Şükrü Kaya; Kılıç Ali (Asaf Kılıç)
hükümetten ve Meclis’ten uzaklaştırılan önde gelen kişilerdi.
Atatürk’e
yakın isimler yönetimden uzaklaştırılırken, Terakkiperverciler dahil, Atatürk’e
karşı çıkanların hemen tümü önemli görevlere getirildiler. Hükümet üyelerini ve
milletvekillerini tek tek İsmet İnönü saptıyordu. Ali Fuat Cebesoy,
Refet Bele, Hüseyin Cahit Yalçın milletvekili yapıldı. Rauf
Orbay, Adnan Adıvar ve Atatürk’e karşıtlığı açık düşmanlığa
vardıran Kazım Karabekir’e etkin görevler verildi.
Atatürk
döneminde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Milli Eğitim Bakanlığı yapmış ve
ilk İnkılap Tarihi derslerini vermiş olan Prof.Hikmet Bayur, Atatürk’ün
ölümünden sonraki uygulamalar için şunları söyleyecektir: “Atatürk ölür
ölmez Atatürk aleyhine bir cereyan başlatılmıştır. Örneğin Atatürk’e bağlı olan
bizleri İnkılap Tarihi derslerinden aldılar; kendi adamlarını koydular. O
dönemde Atatürkçülüğü övmek ortadan kalkmıştı”. 1
1938-1950 Dönemi
1938-1950 yılları
arasındaki “milli şef” döneminde CHP, üç büyük ve bir olağanüstü
Kurultay gerçekleştirdi. 1950 yılında, yönetimi kendi içinden çıkardığı Demokrat
Parti’ye bıraktığında, Türkiye iç
ve dış ilişkiler bakımından, Atatürk’ün bıraktığı yerden, amaçladığı
hedeflerden farklı bir yerdeydi. İkili ya da çoklu anlaşmalarla tümüyle Batıya
bağlanılmış, ulusal sanayi atılımları durdurulmuş, dış borca yönelinmiş ve
eğitim başta olmak üzere Cumhuriyet’in temel değerlerinden ödünler verilmişti.
1939’daki 5.Kurultay’da alınan kararların ve yapılan tüzük
değişikliklerinin belirgin özelliği, Atatürk’ün 1935’te tepki göstererek
önlediği, yönetim gücünün kişi elinde toplanması ve katılımcılıktan
vazgeçilmesiydi. Bütün güç, “milli şef” İnönü’ün elinde
toplanmıştı. Tartışma ya da görüşme gibi kavramlar parti gündeminden çıkmış,
Meclis’teki milletvekilleri bir tür onaylayıcılar kümesi durumuna
gelmişti.
Altıncı
Kurultay
8-15 Haziran 1943’te
yapılan 6.Kurultay, tek partili dönemin son kurultayıdır ve Dünya Savaşı
sürerken yapılmıştır. Tutanakları açıklanmayan bu Kurultay’ın, dışardan
bakıldığında yeni bir yanı yoktu ve sanki tam bir adet yerini bulsun
kongresiydi.
Ancak, içerde yapılan ve savaş
sonrası dönemi ilgilendiren birtakım değerlendirmeler, geleceğin önemli
değişiklikler getireceğini gösteriyordu. İsmet İnönü, savaştan hemen
sonra söylediği; “eğer Rusya gelip aramızdaki anlaşmazlıkları olumlu biçimde
çözme teklifinde bulunsa bile, ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle elele
gitmesi taraftarıydım” 2 biçimindeki sözler,
değişikliklerin yönünü gösteriyordu.
“Amerikan Siyasetiyle Elele”
İsmet İnönü’nün
“Amerikan siyasetiyle elele gitme” olarak tanımladığı politik tutum,
1919’da reddedilen ve büyük devlet korumacılığına dayanan mandacılığın
anlayış olarak yeniden gündeme getirilmesiydi. Tüm manda ilişkileri gibi,
siyasi ve ekonomik ayrıcalıklara (imtiyaz) dayanıyordu.
Amerikalılar’la ticari
ayrıcalık veren ilk anlaşma, 1 Nisan 1939’da imzalandı. 5 Mayıs 1939’da
yürürlüğe giren bu anlaşma imzalandığında, Atatürk öleli yalnızca beş ay
geçmişti. 1 Nisan anlaşmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Amerika’ya, “gerek
ithalat ve ihracatta, gerekse diğer tüm konularda, en ziyade müsaadeye mazhar
(en fazla kayırılacak y.n.) ülke statüsü” tanındı. Amerikan sanayi
malları için yüzde 12 ile yüzde 88 arasında değişen oranlarda gümrük
indirimleri sağlandı. 3
Amerika Birleşik
Devletleri’yle ekonomik anlaşmalar yapılırken, İngiltere ve Fransa’yla siyasi
anlaşmalar yapıldı. 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23 Haziran 1939’da da Fransa
ile iki ayrı bildirime (deklarasyona) imza atıldı.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu, imza töreninde
İngiltere Büyükelçisine, “Türkiye, bütün nüfuzunu Batı devletlerinin
hizmetine vermiştir” dedi. 4
Bu iki deklarasyon 19 Ekim 1939’da
İngiltere-Fransa-Türkiye arasında, Üçlü İttifak Anlaşması’na dönüştürüldü. Batıya bağımlılığı geliştiren
bu tür girişimler, Atatürk döneminde akla bile getirilemeyecek işlerdi. Atatürk,
hastalığı ağırlaştığında bile, “Türkiye tarafsız kalmalıdır, herhangi bir
ittifak içine girmemelidir” 5
diyor, “İngiltere, Fransa, Amerika ve diğer Batılı devletler ile
siyasetimizi çok dikkatli tesbit etmeli ve ilişkilerimizi mesafeli yürütmeye
özen göstermeliyiz” 6
diyerek, vasiyet niteliğinde önermelerde bulunuyordu.
Çok
Partiliğe Geçiş
İsmet İnönü
ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin
dış isteğe bağlı olarak giriştiği “çok partili demokrasi” ye
geçişin, birçok olumsuz sonucu oldu. Ülke koşullarına uygun düşmeyen
ve ivedilikle gerçekleştirilen siyasi değişim, 1938’e dek doğal gelişim
çizgisine oturmuş olan devlet işleyişini önce bozdu, daha sonra kazanımlarını
ortadan kaldırdı.
Yapılanlar, Türk toplumunun
bağımsız yaşama geleneklerine, toplumsal gereksinimlerine ve gelecek
yönelişlerine uygun düşmüyordu. Yapılanlarda Batı temel ölçü alındığı için, her
şey göstermelik, yapay ve topluma yabancıydı. Bu nedenle de baskıya ve
yozlaşmaya dayanıyordu.
1946-1950 Ödünler Süreci
Türkiye, İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde kurulmakta olan Yeni Dünya Düzeni’ne, koşulsuz destek verdi. Uluslararası
anlaşmaların tümüne, hemen hiç incelemeden imza attı. Siyasi ödünler, kısa bir
süre içinde; ekonomiden eğitime, askeri alandan kültüre ve sosyal güvenlikten
hukuka dek genişledi.
Cumhuriyet Halk
Partisi’nin
başlattığı ödünler süreci, 1950’ye gelindiğinde büyük oranda tamamlanmış, ileri
bir aşamaya ulaşmıştı. Düşünsel ve örgütsel yapı olarak temelde CHP’den ayrımı
olmayan Demokrat Parti, 1950’de yönetime geldiğinde, dış ilişkiler
bakımından tamamlanmış bir süreçle karşılaşmıştı. DP, siyasi istekleriyle
tümüyle örtüşen bu süreci daha da geliştirmiş ve Amerika Birleşik Devletleri’ne,
“herhangi bir tehdid durumunda” ve “çağrı üzerine” Türkiye’ye
askeri müdahalede bulunma yetkisi verme noktasına dek vardırmıştı.7
Demokrat Parti’nin içtenlikle katıldığı Batıya bağlanma
politikasının temelleri, CHP döneminde atılmış ve bu tutum, partileri de
aşarak, yerleşik bir devlet politikası yapılmıştı. İsmet İnönü, bu
gerçeği daha sonra açıkça dile getirecek ve kamuoyuna açıklayacaktır. 6 Mayıs
1960’da yabancı gazetecilerle yaptığı görüşmede, devlet politikasına
dönüştürülerek bugüne dek gelen Batıcı tutumu şu sözlerle dile getirecektir: “Dış
siyaset için söyleyeceklerim çok basittir. Batı demokrasileri ile aynı cephede
bulunuyoruz. Bu anlayış milletçe kabul edilmiştir. Ve hangi parti iktidara
geçerse geçsin, bu devam edecektir“. 8
Eğitimde
Geri Dönüş
Köy enstitülerinin
kurulmasını istekle desteklemiş olan İsmet
İnönü, bu okulların ortadan kaldırılmasına gözyumdu, imam-hatip okul ve
kurslarının açılmasına izin verdi. Politika değişikliğinin nedeni, ABD ile
girilen ilişkiler ve yapılan ikili anlaşmalardı.
Bunun kanıtı İsmet İnönü’nün sözleridir. İnönü, günlük notlarından oluşan “Defterler” adlı kitapta, yabancıların
imam hatip açtırmada çok ısrarcı olduklarını ve okulları bitirenlerin harp
okullarına alınmasını istediklerini açıklamıştır. İlişkilerin ve isteklerin
niteliği konusunda aydınlatıcı olan bu açıklamada İnönü aynısıyla şunları yazmıştır: “Yabancılar (Amerikalılar diye okumalısınız y.n.), imam hatip mezunlarını Harbiye’ye almamızı
söylediler. Bunu Sultan Abdülhamit ordusuna dönüş sayarım... Oldubitti
yaptırmayacağız”. 9
İsmet
İnönü, imam hatip
çıkışlıları Harpokullarına aldırmadı ancak Cumhurbaşkanlığı döneminde birçok imam hatip okulu ve kursu açtırdı.
Ondan sonraki CHP Genel Başkanı Bülent
Ecevit, yabancıların bu isteğini yerine getirdi ve imam hatip mezunlarının Harpokullarına alınmasını Meclis’ten
geçirdi ancak dönemin Cumhurbaşkanı Fahri
Korutürk’ün vetosu nedeniyle bu
girişim yasalaşmadı.
Ödün
Verme Yarışı
Cumhuriyet
Halk Partisi, 1945-1950 arasında yaptığı 2.Olağanüstü ve 7.Olağan
Büyük Kurultay’la, kurulmasına izin vermek zorunda kaldığı Demokrat Parti’yle, Devrimler’den ödün verme yarışına giren
bir parti durumuna geldi. Verdiği ödünler birçok konuda, karşıtı DP’nin
isteklerini bile aşıyordu. Dayandığı kitlesel tabanda, sınıfsal ayrım
bulunmayan bu iki partinin ideolojileri, zorunlu olarak birbirinin benzeriydi. 10
14
Mayıs 1950; Yönetimi Yitiriş
CHP, 14 Mayıs 1950’de
yapılan genel seçimleri yitirdi ve bir daha tek başına yönetime gelemedi.
1950-1980 arasındaki otuz yıllık süreç, halktan koparak topluma
yabancılaşmanın, Atatürk’ün adını
kullanarak Devrim İlkeleri’nden geri dönüşün ve dışarıya bağlanmanın tarihi
gibidir.
12 Eylül 1980’de eylemsel olarak
kapatıldığında, Kurtuluş Savaşı’nı veren Müdafaa-i
Hukuk hareketinin devrimci mirası üzerine kurulmuş olan Halk Fırkası anlayışı, duygu ve düşünce
olarak zaten yok olmuştu. Atatürk’ün
ölümünden 1980’e dek 19 Olağan, 8 Olağanüstü Kurultay yapmış, tüzükler
programlar değiştirmiş ve birçok yeni karar almıştı. Ancak, bunların tümü
söylendiği gibi değişim, gelişim ve ilerleme değil, gerileme ve Atatürkçülüğün
karşıtına dönüşme biçiminde olmuştu.
Geçmişinden
Kopmak
Şemsettin
Günaltay’ın 14 Ocak 1949’da başbakan yapılmasıyla din bağlantılı
siyasi ödünler yoğunlaşacaktır. Günaltay,
medrese eğitimli ilk başbakandır ve Cumhuriyet gelenekleriyle çelişen
uygulamaları gecikmeyecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 4 Şubat 1949’da
Arapça ezan okunacak; 4 Mayıs’ta Vatana
İhanet Yasası, 1 Mart 1950’de Tekke
ve Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Yasa, yürürlükten kaldırılacaktır.
Seçimlerden iki ay önce, 23 Mart 1950’de İsmet
İnönü, “Anayasa’nın değiştirilerek
‘altıok’un Anayasa’dan çıkarılacağına” yönelik halka söz verecektir. 11
Parti yönetimi, bu tür sözler
verip açıktan yürütülen bir karşı-devrim hareketine girişirken; CHP, büyük
çoğunluğu Müdafaa-i Hukuk geleneğine
bağlı yaygın bir örgüt ağına sahipti. 63 il, 490 ilçe, 1084 bucak şubesi, 19
667 köy ocağı, 2056 mahalle ocağı, 1584 semt ocağı ve 1 898 394 üyesi vardı. 12
Üye sayısı, 1950’de 20,9 milyon olan Türkiye nüfusunun yüzde 9’una denk
geliyordu, bu oran günümüz nüfusu için 7 milyondan çok üye demekti.
1950-60
Dönemi
22-27 Haziran 1953’de
yapılan 10.Olağan Kurultay’da Kemalizm
programdan çıkarıldı, yerine Atatürk yolu
diye ne anlama geldiği belli olmayan bir kavram getirildi. 13
16.Kurultay’da (14-16
Aralık 1962), Avrupa Birliği’ne (o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu)
üyelik başvurusu nedeniyle olacak, Batıya yöneltilen övgü sözlerinde belirgin
bir artış vardı.
Kurultay bildirisinde; Avrupa’yla
bütünleşme, NATO’ya bağlılık ve demokrasinin tüm dünyada korunmasından söz
ediliyordu. Türkiye’nin, “Demokrasiyi
karşılaştığı tehlikelerden dünya çapında korumak için kurulmuş olan Batı
ittifak sistemine ve onun temel direği olan Atlantik Paktı’na (NATO y.n.) sarsılmaz bir sadakatle bağlı” olduğu
söyleniyor, bu bağlılığın aynı zamanda “Türkiye’nin
yerine getirmesi gereken kaçınılmaz bir ödev” sayıldığı dile getiriliyordu.
14
Ecevit
ve Ortanın Solu
18-21 Ekim 1966’da
yapılan 18.Kurultay’da nereden ve neden çıktığı tam olarak anlaşılamayan ortanın solu diye bir kavram yoğun
olarak tartışıldı. Sol, sosyal demokrasi,
demokratik sol gibi tanımlar, toplumda karşılığı olmayan, bu nedenle Türk Devrimi’nin söylemlerinde yer
almayan kavramlardı. Sosyalist Enternasyonel’in üyelik önerisi, 1927’de kabul
edilmemiş, CHP o güne dek bu tür tanımlardan uzak durmuştu.
18.Kurultay’da Genel
Sekreter olan Bülent Ecevit, ortanın solu kavramına ısrarla sahip
çıktı. Bu kavramı, 1974’de Demokratik Sol
haline getirdi; 1976’da CHP’yi Sosyalist
Enternasyonale üye yaptı ve sert söylemlerle düzen karşıtı eleştirilere
başladı.
Ecevit,
Atatürk devrimlerini “halka ulaşmadığı” ve yeterince “radikal olmadığı” için eleştiriyordu.
Bireylerin inançlarını açıkça uygulamaya sokabilmesi gerektiğini söylüyor, “laiklik uygulamalarına” katı oldukları
için karşı çıkıyordu. 15
Söylemler
Bülent
Ecevit’in Türkiye’nin her yanına yaydığı söylemler, Ceza Yasası’nın 141. ve 142.maddeleri
nedeniyle, sosyalistlerin bile söylemekten çekineceği kadar sertti: “Toprak işleyenin su kullananın”, “Ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen”,
“Bu düzeni değiştireceğiz”, “Toprak ve su ağalığına son”, “Köylünün olmayan toprakta, demokrasi olmaz”,
“Toprak işgalleri devrimci eylemlerdir”
gibi sözler söylüyordu. 16
Söylenenler içinde devlete karşı
özenle seçilmiş söz ve eleştiriler de vardı.“Halk
devletin değil, devlet halkın hizmetinde”, “Devlet ve servet köleliğine karşıyız”, “Yerel yönetimler gerçek demokrasinin gereği olan yetkilerle donatılacaktır”
17 biçiminde sloganlaştırılmış sözler sıkça yineleniyordu.
Söz
Var Eylem Yok
Bülent
Ecevit uzun siyasi yaşamı boyunca; topraktan, devrimden, su
kullanımından; tefeciden, ağadan
ya da işbirlikçiden alıp, işçiye, köylüye vermekten söz etti. Ancak,
Başbakanlığı dahil söyledikleri yönünde hemen hiçbir girişimde bulunmadı.
1970-1980 yılları arasında milyonlarca insanı peşinden sürüklemeyi başardı, iki
seçim kazandı, iki kez hükümet kurdu ancak miting meydanlarında halka söz
verdiği konularda, bir şey yapmadı.
Gösterişli bir yükselişle elde
ettiği siyasi gücünü sessizce yitirdi. 1999’da yeniden Başbakan olduğunda Türk
halkı bambaşka bir Ecevit’le
karşılaştı. “Toprak işgali”, “su kullanımı” ya da “devrim”in yerini artık, “küreselleşme”, “global liberalizm” ya da “özelleştirme”
söylemleri almıştı.
Ecevit’in
Özgörevi (Misyonu)
Bülent
Ecevit, verdiği sözleri yerine getirmedi ama önemli bir siyasi
işlevi yerine getirdi. Altmışlı yılların sonuyla yetmişli yıllarda yayılan ve
giderek toplumsal karşıtçılığa (muhalefete) dönüşen ulusçu ve bağımsızlıkçı
halk deviniminin, denetim altına alınması ve giderek sönümlenmesine büyük
katkısı oldu.
O dönemde işçi eylemleri gelişip
örgütleniyor, köylüler toprak işgalleri yapıyor, üniversite gençliği
anti-emperyalist nitelikli eylemlere girişiyordu. Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi hükümetleri bu eylemlere baskı uygularken, Ecevit devrimci söylemlerle ortaya çıkıyor ve toplumsal karşıtçılık, baskı
yöntemlerinden çok daha etkili bir biçimde yön değiştiriyordu.
12
Eylül ve CHP
Cumhuriyet
Halk Partisi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra herhangi bir mahkeme
kararına dayanmadan, 16 Ekim 1981’de kapatıldı. Gerçekleştirilen eylem, sıradan
bir parti kapatma olayı değil, olumlu-olumsuz etkileriyle altmış yıldır Türk siyasi
tarihine yön veren temel bir kurumun ortadan kaldırılmasıydı.
Cumhuriyet
Halk Partisi, Atatürk’ün
kurduğu parti olarak, onun ilkelerinden ne denli uzaklaşmış olursa olsun, Türk
siyasetinin ana unsuru, Cumhuriyet’in siyasi alandaki dokunulmazlarından biriydi. Yeni devlet ve yeni toplumun kuruluşuna
öncülük etmiş, halk içinde kök salmış, Türk parti düzenine biçim vermişti.
Darbeciler, Cumhuriyet’in siyasi simgesi olan CHP’yi ortadan kaldırmakla, onun
tarihsel birikimini yok etmek istiyordu.
Bu girişim, bilinçli bir
davranıştı ve amacı yönünde başarılı oldu. CHP, daha sonra aynı adla açıldı
ancak o artık eski CHP'den herhangi bir iz taşımayan yapay bir CHP’ydi.
1980’den
Bu Güne
Cumhuriyet
Halk Partisi’nin 1981 yılında kapatılmasından sonra; Halkçı Parti (HP), Sosyal Demokrat Parti (SODEP), onların
birleşmeleriyle oluşan Sosyal Demokrat
Halkçı Parti (SHP), Demokratik Sol Parti (DSP)
ve yeni Cumhuriyet Halk
Partisi kuruldu. Bunların tümü; Atatürk’ü
ve Türk Devrimi’ni kavrayamayan,
halkla bağı olmayan bilisiz insanlar tarafından yönetildi. Batı’ya bağlanmayı, küresel politikaya uyum
göstermeyi ilke haline getirdiler. Kemal
Derviş’i bakan ve milletvekili yaparak programını uygulamaları; Atatürk’ten kopmanın, ülkesine ve
halkına yabancılaşmanın en üst noktasıydı.
Atatürk,
1935 yılında, “sonuna dek benim olarak
kalacağını nereden bileyim” demekte ne kadar haklı olduğu, bugün daha açık
olarak ortaya çıkmıştır. Günümüzdeki CHP, izlediği politikayla, Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’nin tam olarak karşıtıdır. Başka bir
örgüttür. Bunu kendileri açıklıyor. Genel Başkanları; “Türkiye’de kutsal devlet anlayışından, insan odaklı devlete geçilecek.
İçine kapalı Türkiye, küresel Türkiye haline getirilecek. Karma ekonomi yerine
çağdaş piyasa ekonomisi yerleştirilecek”
18 diyor.
CHP’nin bu günkü
yönetimi 11 Kasım 1938’de başlayan geri dönüş sürecinin doğal sonucudur. Siyasi
birikimi olmayan, tarihsel bilinçten yoksun düzeysiz bir küme yönetime
getirilmiştir. Köklerini yadsıyan, siyasi bozulmanın merkezinde yer alan ve dünya
egemenlerinin dümen suyunda varlığını sürdüren bu küme, partiyle birlikte
Cumhuriyetçi birikimi de yokoluşa götürmektedir. 1950’lerde Demokrat Parti ile
ödün verme yarışına giren CHP bugün, benzer anlayışla AKP ile yarışıyor.
Kimliksiz ve kişiliksiz bir politika yürütüyor.
CHP, Cumhuriyet değerlerini ve Kemalist
ilkeleri savunmadığı sürece ülke sorunlarına çözüm getiremeyecek, Türkiye’nin
geleceğinde yer alan siyasi bir güç olamayacaktır.
DİPNOTLAR
1 “Tarihe Tanıklık Edenler”, Arı İnan, Çağdaş Yayınları,
sf.364
2 “Çok Partili Hayata Geçiş” Prof. Tamer Timur,
İletişim Yayınları
3 Ulus, 10
Mayıs 1939, ak. Hikmet Bila, “CHP–1919-1999” Doğan Kitap, 1999, sf.89
4 “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu,
İst.Mat.–1974, 3.Cilt, sf.1328
5 “İkinci Dünya Savaşına
Ait Gizli Belgeler” Cüneyt Arcayürek, Hürriyet 07.11.1972;
ak. D.Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi” İst. Bas.– 1974, 2.Cilt, sf.1472
6 Numan Menemencioğlu’ndan aktaran Dündar
Soyer, “AB Tartışmaları ve Atatürk’ten Bir Anı” Cumhuriyet 16.06.2002
7 “Menderes’in Dramı”
Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst. 1969, sf.331 ve “Türkiye Tarihi
4–Çağdaş Türkiye”, “Siyasi Tarih 1950–1960” Mete Tuncay, Cem/Tarih
Yay., 4.Basım 1995, sf.185
8 “İkinci Adam” Ş.S.Aydemir,
Remzi Kit., 4.Bas., İst. 1983, 3.Cilt, sf.417
9 “ABD Ziyareti ve İnönü” Prof. Türkkaya Ataöv, Cumhuriyet, 30.12.2003
10 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
11 a.g.e.
sf.133
12 “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.T., Arba Yay., 2.Bas., sf.577–578
13 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
14 a.g.e
sf.126
15 “CHP, Örgüt ve İdeoloji” Doç.Dr. Ayşe Güneş Ayata, Gündoğan Yay., 1992,
sf.84
16 a.g.e.
sf.204, 206 ve 208
17 a.g.e.
sf.189, 201, 206 ve 256
18 “Baykal – Derviş Sentezi”
Hürriyet, 22.08.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder