Demokrat Parti, 1950-1960
arasında aralıksız on yıl Türkiye'yi yönetti. Siyasi ve ekonomik uygulamaları,
60 yıl sonra Kemal Derviş’in Dünya Bankası’ndan
getirdiği ve AKP hükümetlerinin uyguladığı programın hemen aynısıydı. DP
Programında, (20, 21, 24, 43 ve 74. maddeleri); “yerel yönetimlere yetki devri, devletin
küçültülmesi, liberal ekonomi, devlet
tekellerinin özelleştirilmesi, yabancı sermaye teşviği ve iç-dış borçlanma” nın gerekli olduğu yer
alıyordu. Bunların tümünü şimdi AKP uyguluyor. Adnan Menderes, “istersek
hilafeti de getiririz”, “odunu koysam seçtiririm” diyordu; Recep Tayyip
Erdoğan, hilafeti getiriyor, dilediğini seçtiriyor. Yetmiş yıl öncesinden
gelen ve birçok kişi için şaşırtıcı olan bu benzerlik; emperyalizmin, Türkiye’de
Atatürkçülüğün yok edilmesine verdiği önemin ve sabrın bir göstergesidir.
Siyasete
Yön Verenler
Demokrat Parti,
savaş sonrasında ABD öncülüğünde kurulmakta olan Yeni Dünya Düzeni’nin bilinen koşulları içinde ortaya
çıktı/çıkarıldı. Çok partililiği dayatan ve bunu Birleşmiş Milletler’e
katılmanın koşulu yapan ABD’ydi. Türkiye’nin siyasi düzenine biçim verirken, “Türkiye’de
iktidar da muhalefet de Birleşik Devletler yanlısı olacak” diyorlardı. Bu
ereği, Demokrat Parti’den başlayarak bugün yönetimde olan AKP’ye dek
gerçekleştirdiler. Demokrat Parti’nin
söyleyip yaptıklarıyla, AKP’nin uygulamaları birlikte değerlendirildiğinde,
emperyalizmin amacı yönünde ne denli başarılı olduğu görülecektir.
1950’lerinTürkiye’yi,
çoklu parti düzenine hazır değildi. Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi’yle aynı toplumsal yapıya dayanmak
zorundaydı. Türkiye, Atatürk’ün 1923’te yaptığı sınıfsal saptamaları
büyük oranda koruyor ve köylülüğe dayanıyordu. Ayrımlı siyasi partileri gerekli
kılacak sınıflar henüz oluşmamış, uluslaşma süreci henüz tamamlanmamıştı. CHP ve
DP’nin 1950-1960 arasındaki düzeysiz çatışmanın nedeni, kitlesel tabanın ortak olmasıydı.
1950-60 arasında yaşanan çatışmalar sürecini, belki de en
iyi biçimde Yakup Kadri Karaosmanoğlu yansıtır. Anılarında, o dönemi
sorgularken şunları yazar: “Ve iki kişi arasındaki (İnönü-Menderes) kördöğüşüne
katılmaktan kim kurtulabilmişti? O kördöğüşünün sarmadığı hiçbir kent, hiçbir
kasaba, hiçbir köy hatta hiçbir dağbaşı bırakılmamıştı. Evlere, okullara,
mabetlere kadar yayılmıştı. Evladı babayla, kardeşi kardeşle, dostu dostla saç
saça baş başa getirmişti... Ben gençliğimin en olumlu, en verimli ve en mutlu
çağını Atatürk’ün büyük ve ihtişamlı döneminde yaşamış bahtiyarlardan biriydim.
Ve şimdi içinde bulunduğum dönemde kendimi, yüksek bir yayladan çukur ve
bataklık bir vadiye düşmüş hissediyordum. Bir zamanlar her soluk aldıkça canıma
can katan o yayla havasından sonra, buranın mikroplu ikliminden ‘habis’ bir
sıtmaya tutulmuş gibiyim”. 1
Kuruluş
Demokrat Parti 7 Ocak 1946’da
kuruldu. Kuruluşun görünürdeki nedeni, dört CHP milletvekilinin (Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik
Koraltan ve Fuat Köprülü)
1945 Haziran’ında Meclis’e, “TBMM’nin hükümeti denetleyebilmesi, Anayasa ile
bağdaşmayan yasaların değiştirilmesi ve seçimlerin serbestçe yapılması için”
önerge vermeleriydi. “Dörtlü takrir” diye ünlenen önergeleri “reddedilen”
bu milletvekillerinden üçü CHP’den çıkarıldı, Celal Bayar istifa etti.
Dört milletvekili, zaman yitirmeden yeni bir parti kurmak
için, basın yoluyla karşıtçılığa (muhalefete) başladılar. Demokrasiye ve çok
partililiğe geçiş olarak tanımlanan süreç böyle başladı.
Demokrat Parti’nin ilk genel başkanı, Cumhuriyet
döneminin etkili isimlerinden Celal Bayar oldu. Bayar, Cumhurbaşkanı
seçilince Adnan Menderes Genel Başkan oldu.
Yapay Sertlik
Daha başlangıçta uzlaşmaz bir karşıtçılık
yürüteceği anlaşılan Demokrat Parti, Nisan 1946’daki belediye
seçimlerini boykot etti ancak Temmuz’da yapılan genel seçimlere katılma kararı
aldı. Mareşal Fevzi Çakmak’ı, listesinden bağımsız aday gösterdi ve
örgütlenmesini tamamlayabildiği yerlerde seçime katılarak 62 milletvekili
çıkardı.
Bu sonuç, çoğunluk dizgesinin uygulandığı bir seçimde,
yeni kurulan bir parti için büyük başarıydı. Buna karşın, seçimden hemen sonra,
465 milletvekilliği için ancak 273 aday gösterebilmiş olmasına 2 ve somut bir kanıta dayanmamasına
karşın, “seçimde hile yapıldığı ve iktidara gelmelerinin önlendiği”
savıyla saldırgan bir siyasi savaş başlatıldı, mitingler düzenlendi. İstanbul
basını, genel olarak Demokrat Parti’yi,
özel olarak da giriştiği eylemleri destekledi.
Genel seçimlerden altı ay sonra, 7 Ocak 1947’de Birinci
Büyük Kurultay düzenlendi ve partinin “savaşım yöntemleri” saptandı.
Kurultaya katılan kimi delegeler, saldırgan bir ataklık içindeydiler. “Devrimden,
ihtilalden, hürriyet için ölmekten” söz ediliyor; “isyanın,
ihtilalin bir hak olduğu", ileri sürülüyordu. 3
“Hürriyet Misakı” ve Demokrat “İhtilalciler”
“Hürriyet Misakı” (Özgürlük Andı)
adı verilen ünlü bildiri, bu Kurultayda kabul edildi. Bildiriyi hazırlayan Adnan
Menderes’in başkanı olduğu Ana Sorunlar Komisyonu, komisyonundan çok,
bir devrim karargahı havasındaydı. Bir üye bu havayı daha sonra şöyle
anlatacaktır: “Kendimizi Fransız İhtilali’nin ilk isyancıları gibi
görüyorduk. 1946 seçimlerinde, değil millet olarak, kişi olarak da tahammül
edilmesi mümkün olmayan bir zulme uğradığımız kanısındaydık. Kimimiz Danton,
kimimiz Robespier gibi konuşuyordu. Daha sonra bize Mareşalin: ‘Karılarınızın
ırzına geçer gibi reylerinizi çaldılar’ diye çıkışacağı bir oy hırsızlığına
inanmışız... Komisyonu etkimiz altına alıyoruz. Toplu harekete geçmek,
ayaklanmak ve bütün milleti ayaklandırmaktan söz ediyoruz. Bir komisyon değil,
sanki tek bir kibritle parlayacak petrole bulanmış bir bez yumağı gibiyiz”. 4
Demokrat Parti'lilerin başlattığı “isyanın” altında Fransız
İhtilali değil, Cumhuriyet’e ve Atatürk’e saldırı vardı.
“Husumet Andı”
Haziran 1949’da yapılan İkinci Büyük Kurultay, aynı hava
içinde, üstelik daha da sertleşerek, hükümete gözdağı veren söylevler, yasadışı
gözkorkutmalar (tehditler) içinde yapıldı. Aradan geçen iki yıl içinde ülkenin
birçok yöresinde mitingler yapılmış, yurtiçi-yurtdışı ilişkiler geliştirilmiş
ve aşırı bir özgüven havası içine girilmişti. Birinci Kurultay’da kabul edilen Hürriyet
Misakı’na benzer biçimde, bu
kurultayda “Husumet Andı” (Düşmanlık Andı) adı verilen ve hükümete
yöneltilen gözdağı niteliğinde olan bir başka bildiri kabul edildi.
1950’de yapılacak seçimler için izlenecek yol ve yöntemin
belirlendiği “HusumetAndı”’nda;
“Hürriyet Misakı”nda dile
getirilen konuların hükümet tarafından yeterli özenle ele alınmadığı,
anti-demokratik yasaların değiştirilmediği ve seçim güvenliğini sağlayacak
değişikliklerin yapılmadığı dile getiriliyordu. CHP'nin, “bir tertip hazırlığı içinde” olduğu söyleniyor, bu tertibin “ayaklanma dahil her yolla” önleneceği
açıklanıyordu. 5
Saldırganlık
İkinci Büyük Kurultay’da Türk Ceza Yasası’na göre suç olan konuşmalar yapıldı.
Ancak, hükümet konuyla ilgili yasal bir girişimde bulunmadı. İzmir Milletvekili
Mehmet Harmandalı Kurultay’da, “Oylarımıza tecavüz edenlere, ırz ve
namusa tecavüz edenlere yapılan muamelenin aynısı yapılacaktır” derken;
Manisa’nın bayan delegesi Ümmü Balâ, “Gerekirse silah kuşanacağım” dedi.
Manisa’nın gözleri görmeyen delegesi Nuri Kuşçuoğlu’nun
sözleri, son derece “etkileyiciydi”. Delegelere, “Seçim sandığının
başında çekilen ızdırabı bir kör görür ve bağırırsa, gözü gören nasıl bağırır
ve ne yapar siz düşünün” diye seslendi. İstanbul Delegesi Ali Çekiç,
ayaklanmanın gerektiğinde yasal bir hak olduğunu ileri sürdü: “Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları Bildirisi’nin 13.maddesi, insanlara zulme karşı isyan
hakkını vermiştir” diyerek sözlerine yasallık kazandırmaya çalıştı. 6
Seçimler
ve Yönetim
Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950’de
yapılan seçimlerde oyların yüzde 53,3’ünü alarak 487 milletvekilliğinden
408’ini kazanıp yönetime geldi. Arkasında her türlü yasal değişikliği
yapabilecek bir meclis çoğunluğu ve Dünya Savaşı sonrası koşullarının yön
verdiği dış destek vardı. Cumhuriyet Halk Partisi, birçok uluslararası
ve özellikle ABD ile değişik ikili anlaşmalar imzalamış, Demokrat Parti’ye benzer anlaşmalar için gerekli siyasi
ortamı hazırlamıştı.
Türkiye’nin uluslararası siyaseti, sanıldığı gibi,
1950’den sonraki DP yönetimince değil, daha önceki CHP hükümetleri tarafından
Batıya bağlanmıştı. Batıya bağlanma şimdi, Demokrat Parti tarafından
üstelik daha da yaygınlaştırılarak sürdürülecekti.
Korunmasız Cumhuriyet
Cumhuriyet devrimlerini koruyan devrimci bir istenç (irade)
artık yoktu. Demokrat Parti’nin
ödüncü tutumuna karşın, Terakkiperver ya da Serbest Fırka’nın yaşadığı sonla karşılaşma olasılığı
pek görülmüyordu.
Bastırılmış duygular, geçmişe dayanan siyasi kinler ve
tutucu özlemler ve gericilik hızla yayılıyordu. Bu tür olumsuzluklar CHP
döneminde başlamıştı ama DP döneminde artarak yoğunlaşıyordu. “Demokrat
Parti’nin iki yüz yıl
iktidarda kalacağı” ileri sürülüyordu.7
Menderes’in
Konuşması
Adnan Menderes, 29 Mayıs 1950’de
Meclis’te hükümet izlencesini açıklayan ve önemini belki de hala koruyan bir
konuşma yaptı. Konuşmanın önemi, bugün de sürmekte olan Atatürk karşıtı
bir anlayışın, alışılmadık bir ölçüsüzlük içinde dile getirilmesi ve Kurtuluş
Savaşı dahil, Cumhuriyet döneminde yapılan hemen her şeyin yadsınmasıydı.
Ulus-devlet karşıtlığına yönelen ve dış isteklere dayanan ekonomik-siyasi bir
izlence, ilk kez bu denli açıklıkla dillendiriliyordu. Devlete karşı
politika, resmen devlet politikası durumuna getiriliyordu.
Menderes konuşmasında;
milletvekillerinin yüzde 84’ünü DP’lilerin oluşturduğu Meclis’in, Türkler’in
tarihinde çok ayrı ve önemli bir yeri olacağını söylüyor ve “Yüksek
kurulunuz, tarihimizde ilk kez, milli iradenin tam ve serbest biçimde gerçekleşmesi
yoluyla milletin kaderine hakim duruma gelmiştir” diyordu. 8 “Milli
iradenin” “tam ve serbest” olarak “tarihte ilk kez”
gerçekleştiğini söylemek; Müdafaa-iHukuk, Birinci Meclis ve Kurtuluş
Savaşı’nda, millet istencinin tam
ve serbest olarak gerçekleşmediği anlamına geliyor, onları yadsıyordu.
Bu tutum. Recep Tayyip Erdoğan’nın halk
oylamasıyla Cumhurbaşkanı seçildikten sonra; “milli iradenin ilk kez
Cumhurbaşkanını belirlediğini” söyleyerek kendinden öncekileri milli
irade dışı saymasına benziyordu.
Atatürkçülüğün Yadsınması
Menderes
geçmişi yadsıyan konuşmasının ilerleyen bölümlerinde daha açık olarak dile
getirecekti. Atatürk dönemi dahil, kendisinden önceki yılların siyasi
olarak yitik yıllar olduğunu açıklayacak ve bu yıllarda yürütülen yanlış
politikalarla ülke gelişmesinin önlendiğini ileri sürecektir: “Ülkemizin
geniş imkanları ve milletimizin yüksek nitelikleri göz önünde tutulacak olursa,
uzun yılların boşuna harcandığı ve hatta ülkenin doğal gelişiminin hatalı ve
sakat politikalarla engellenmiş olduğuna karar vermek gerekir. Milli ve siyasi
denetimden uzak bir yönetimin, çok uzun yıllar sürüp gitmesi, birçok hataların
yapılmasına, gereksiz harcamalara ve aşırı davranışlara yol açmıştır. Böylece
zamanla; müdahaleci, bürokratik ve tekelci bir devlet tipi ortaya çıkmıştır”. 9
Menderes aynı konuşmada, 14
Mayıs seçimlerinin “bir döneme son veren” ve “yeni bir dönem başlatan
benzersiz önemde” bir olay olduğunu, bu seçimlerle, ülkede “şimdiye
kadar yapılanlarla kıyaslanamayacak önemde bir devrimin” gerçekleştiğini
ileri sürdü. Konuşmanın sonuna doğru, abartılı savlarını sınırsızca genişletti
ve Demokrat Parti’nin seçim
başarısının o güne dek görülmüş olan, “gelmiş geçmiş bütün devrimlerin en
yüksek aşaması” olduğunu söyledi. 10
Tanzimatçı Anlayış
Demokrat Parti
ve kurduğu hükümetlerin izlenceleri, Hürriyet ve İtilaf ya da Terakkiperver
Cumhuriyet Fırka izlencelerinde anlamını bulan, yüzyıllık tanzimatçı
görüşlerin yinelenmesiydi. Menderes, ilk hükümet izlencesinde; “devlet
işletmelerinin ekonomik olarak verimsiz” kuruluşlar olduğunu, “devlet
ormancılığının halka ızdırap” verdiğini bu nedenle “mevcut sisteme
kesinlikle son” verileceğini, “devlet harcamalarının asgari hadlere”
çekileceğini söylüyordu. “Özel teşebbüsün kendisini güven içinde
hissedeceği” önlemler alınacak, “üretim hayatı devletin zararlı
müdahalelerinden ve her tür bürokratik engelden” kurtarılacak, “Devlet
tekel işletmeciliği en aza” indirilecekti. 11
Parti izlencesinin 20
ve 21.Başlamların’da (Maddelerin’de) yerel yönetimlere yetki devri,
24.Başlam’da devletin küçültülmesi 43.Başlam’da liberalizm,
48.Başlam’da KİT satışları, 51.Başlam’da devlet tekellerinin özelleştirilmesi,
74.Başlam’da ise iç ve dış borçlanma gerekliliği söyleniyordu. 20 ve
21.Başlamlarda söylenenler şöyleydi: “İl genel meclisleri, özel idareler,
belediyeler (yerel yönetimler); bütçelerini düzenleme ve uygulamada
olduğu kadar diğer bütün görevlerini yerine getirmede, gereken genişlikte
yetkilerle donatılmalıdır... Şehir sınırları içindeki kara ve deniz araçlarının
ve ticari işletme niteliğindeki diğer genel hizmet işletmelerinin, belediyelere
devrini tabii görüyoruz...” 12
24.Başlam, kamu çalışanlarının “sayıca az, fakat
yüksek nitelikli ve verimli” olması gerektiğini belirtiyor, “memur
sayısını artırma yönündeki eğilimlerin önüne geçilmesi kesin bir zorunluluktur”
diyordu. 48.Başlam’da ise şunlar yazılıdır: “Devlet tarafından kurulmuş olan
ve programın 45.maddesinde yazılı niteliklere sahip işletmeler dışında kalan
tüm devlet işletmeleri, elverişli koşullarla özel teşebbüse devredilmelidir”. 13
51.Başlam’daki anlayış, 48.Başlam’ın hemen aynısıdır: “Gelir amacıyla
kurulmuş olan ve bizzat devlet tarafından işletilen, bu nedenle de ülkede iş
hacmini daraltan, hayatı pahalılaştıran tekel fabrikalarının, elverişli
koşullarla özel teşebbüs ve özel sermayeye devredilmesinden yanayız”. 14
İstanbul
Basını
İstanbul basını Demokrat
Parti’yi, kuruluşuyla yönetime
gelişi arasındaki dört yıl içinde, giderek artan bir yoğunlukla destekledi.
Yönetime geldiğinde ise bu desteği coşku ve yaranma kampanyasına dönüştürdü.
İstanbul basınının bugün AKP ve R.Tayyip Erdoğan’a yaptığı desteğin
hemen aynısı, 1950’lerde Demokrat Parti ve Adnan Menderes’e yapıldı.
Hürriyet gazetesinin sahibi Sedat
Simavi’nin o günlerde yazdığı başyazı, İstanbul basınının ortak duygularını
dile getirir nitelikteydi ve şöyleydi: “Çok teşekkür ederiz, Celal Bayar
bizi yeni bir başbakana kavuşturdu. (Bayar Cumhurbaşkanı olmuş ve hükümeti
kurma görevini Menderes’e vermişti y.n.). Yıllardan beri muşmulalaşmış
insanların işe yaramaz uygulamalarını o kadar kanıksamıştık ki, onları
eleştirmek bile içimizden gelmezdi. Adnan Menderes’in başbakanlığa
getirildiğini duyunca, adeta kulaklarıma inanamadım. Şu anda; taptaze
şahsiyetlere, yepyeni bir anlayışa, fedakâr bir Cumhurbaşkanı'na sahibiz. Bütün
bunlar, geleceğe güvenle bakmamız için çok güzel fırsatlardır”. 15
Ordu’da
Ayıklama
İstanbul basınının “geleceğe
umutla bakmasına” neden olan Demokrat Parti Hükümeti, işe ordunun
üst kademesinde giriştiği büyük bir ayıklama (tasfiye) girişimiyle başladı. O
günlerde, komutanlarının önemli bir bölümü Kurtuluş Savaşı gazisi olan ordunun,
Atatürk’e bağlılığından çekiniliyor, hükümet kurulduktan bir hafta sonra
6 Haziran 1950’de, geleneklere aykırı biçimde, üst düzey komutanlar
görevlerinden uzaklaştırılıyordu.
Ordudaki ayıklama konusunda Celal Bayar, “Bu
kesin bir operasyon planıdır. Karşı çıkanlar olsa da bu plan başarılı
kılınmalıdır” derken, Adnan Menderes, “Bu bir ‘İkinci Nizam-ı
Cedit’ planıdır. Gerçekleştirmek iktidarımızın şerefi olacaktır” diyordu. 16
Karşı
Devrim Uygulamaları
Ordudaki arındırmadan
on gün sonra 16 Haziran’da, ezanın Arapça okunmasına izin verildi. Desteğini
aldığı tutucu kesimleri memnun etmek için, radyoda dini yayınlar yapılmasına,
köy okullarına din dersi konmasına ve dildeki Türkçeleşmeye son verilmesine karar
verildi. Anayasa’nın adı yeniden Teşkilat-ı Esasiye Kanunu oldu.
Halkevleri
ve halkodaları kapatıldı, mal varlıkları hazineye aktarıldı. Adnan
Menderes, 4 Mayıs 1951’de Mecliste yaptığı konuşmada, “Halkevleri,
halkodaları faşist anlayış ve düşüncelerin ürünüdür. Bunlar sosyal yapımız
içindeki tümüyle gereksiz, boş, geri ve yabancı unsurlardır” diyordu. 17
Oysa Menderes, Halkevleri’nin kurucularından biriydi ve 15 yıl bu
kuruluşun denetmenliğini (müfettişliğini) yapmıştı. 1930 yılında Halkevleri’nin açılış törenlerinde yaptığı
konuşmada şunları söylemişti: “Milletimizin yükselmesi yolunda her şeyi
gören ve sezen büyük Gazi, sosyal yaşantımızda çok derin bir boşluğu ve çok
şiddetli ihtiyacı görmüş ve bu boşluğu doldurmak için Halkevlerinin temellerini
atma şerefini de kazanmıştır”. 18
Menderes, 1930’larda aşırı
övgülerle “her şeyi gören Gazi” olarak göklere çıkardığı Atatürk’ü,
başbakan olduktan sonra önce yok saymaya, giderek ona karşı çıkmağa başladı.
Gerçek karşıtlığı, kabul ettiği ve uyguladığı programlarla yapıyor ancak bu
karşıtlığı söz ve açıklamalarla açıkça dile getirmekten de çekinmiyordu.
Yadsımacı savlarını o denli aykırı noktalara ulaştırmıştı
ki, bu savları duyan kimi DP yöneticileri bile şaşırıp kalıyorlardı. Örneğin, Kurtuluş
Savaşı’nın “Mustafa Kemal’in
ihtirası” yüzünden uzadığını ileri sürmüş, şunları söylemişti: “Kurtuluş
Savaşı diyorsunuz. Bu savaş pekâlâ üç ayda bitebilirdi. Bunun yıllarca
uzatılmasına Mustafa Kemal’in yerleşme ihtirasları... (neden olmuştur y.n.)” 19
Dışa Bağlanma
Demokrat Parti Hükümeti, kuruluşundan iki ay sonra 25
Temmuz 1950’de, kendi içinde aldığı bir kararla, dolaylı bir ABD-Sovyet
çatışması olan Kore Savaşı’na katılma kararı aldı. Yurt dışına savaşmak için
asker gönderilmesine karşın, Meclis’te karar alınmamış, Türkiye’nin herhangi
bir ilişki ve çıkarı olmadığı bir savaşa katılınmıştı. Anayasa’nın açık ihlali
olan bu kararın eleştirilmesi, çıkarılan bir yasayla yasaklandı, Kore Savaşı’nı
eleştirenlere hapis cezası getirildi.
Yolluk ve aylıkları Türk hükümetince ödenerek 5090
kişilik bir birlik Kore’ye gönderildi. Üç yıl süren savaşlarda 721 asker
yitirildi. 20 ABD isteğiyle gerçekleştirilen bu girişim için, hiçbir
haklı gerekçe gösterilemedi, yalnızca garip açıklamalar yapıldı. Başbakan
Yardımcısı Samet Ağaoğlu, “Kore’de bir avuç kan verdik ama böylece
büyük devletlerarasına katıldık” dedi. 21
NATO’ya Giriş
18 Şubat 1952’de NATO’ya girildi. Bu olay, Meclis’te ve
İstanbul basınında bir zafer havasıyla kutlandı. Oysa kutlama yapmak bir yana,
Birinci Dünya Savaşı’nda orduyu Alman generallerine teslim eden anlayışı ve Mustafa
Kemal’in bu anlayışa karşı sürdürdüğü karşıtlığı bilenler için, kaygı ve
üzüntü veren bir gelişme yaşanıyordu. Türkiye’nin ulusal savunmasının ana gücü
ordu, bir dış örgütün buyruğuna, üstelik Atatürk’ün dostluk
ilişkilerinin sürdürülmesini istediği Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılmak
üzere veriliyordu.
Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Lizbon’da,
Türkiye’nin katıldığı ilk NATO toplantısında yaptığı konuşmada: “Karşınızda
büyük bir istekle ve kayıtsız şartsız işbirliği zihniyetiyle hareket etmeyi
ilke edinen bir Türkiye bulacaksınız” diyordu. 22
Batı Savunuculuğu
ABD yönlendirmesiyle Bağdat ve Balkan paktlarına
katılındı. Bağımsızlık savaşı veren Tunus, Fas, Cezayir’e karşı sömürgeci
devletler desteklendi. Mısır’a karşı, İngiltere’nin yanında yer alındı.
Azgelişmiş ülkelerin katıldığı Bandung Konferansı’nda Batı’nın savunuculuğu yapıldı.
Yabancı sermayenin özendirilmesi için Yabancı
Sermayeyi Teşvik Kanunu ve Petrol Kanunu çıkarıldı. Yatırıma
dönüşmeyen dış borç alındı ve ağır koşullara bağlanmış borçlanma, yerleşik bir
uygulama haline getirildi. Adnan Menderes, 29 Kasım 1955’te Çorlu’da
yaptığı konuşmada dış borca dış yardım adı veriyor ve şunları söylüyordu: “Kıskançlar!
Dış yardımı istemeyenler milli kalkınmayı istemeyenlerdir. Kalkınmaya engel
olmak isteyenler, milli irade karşısında, karınca gibi ezileceklerdir”. 23
ABD’ne
İşgal Yetkisi
İsmet İnönü’nün başlattığı ikili
anlaşmalar, kapsamı ve uygulama alanları genişletilerek sürdürüldü. Sayısı ve
niteliği bugün bile bilinmeyen bu anlaşmalardan en önemlisi, tam metni
açıklanmamış olan 5 Mart 1959 anlaşmasıdır. Anlaşmanın basına sızan
bölümlerinde, göründüğü kadarıyla, anlam bozukluğu içeren karışık tümceler ve yoruma
bağlı net olmayan anlatımlarla çok çekinceli yükümlülükler altına giriliyor,
ABD’ye Türkiye’ye askeri karışma (müdahale) yetkisi veriliyordu.
DİPNOTLAR
1
“Politikada 45
Yıl” Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İletişim Yayınları, 2.Basım 1984, sf. 222–224
2
Büyük Larousse,
Gelişim Yayınları, 5.Cilt, sf. 3008
3
“Menderes’in
Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit.
İstanbul 1969, sf. 198
4
a.g.e. sf.198
5
“Türkiye’de
Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Yay., 2.Bas. 1995, sf. 652 – 653
6
a.g.e. sf. 653
7
“Menderes’in
Dramı?” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit.
İst. 1969, sf. 206, 207 ve 251
8
a.g.e. sf. 205
9
“İkinci Adam”
Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 4.B.,
İst. 1983, 3.C., sf. 34 - 35
10
“Menderes’in
Dramı?” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit.
İst. 1969, sf. 206, 207
11
“İkinci Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 4.Bas., İst., 3.Cilt, sf. 37, 38
12
“Türkiye’de
Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya,
Arba Y., 2.B., sf. 664, 665
13
a.g.e. sf. 668
14
a.g.e. sf. 668
15
“İkinci Adam”
Ş.S.Aydemir, Remzi Kit. 4.Bas.,
İst. 1983, 3.Cilt, sf. 31
16
a.g.e. sf. 52
17
“Menderes’in
Dramı?” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit.
İst. 1969, sf. 218
18
a.g.e. sf. 218
19
a.g.e. sf. 219
20
Büyük Larousse,
Gelişim Yayınları, 11.Cilt, sf. 6984
21
“İkinci Adam”
Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 4.Bas.,
İst. 1983, 3.Cilt, sf. 306
22
a.g.e. sf. 1606
23
“Menderes’in Dramı?” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit. İst. 1969, sf. 294
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder