Bir
haftadır Türkiye'de sıradışı olaylar yaşanıyor. Ülke
dışındaki gelişmeler, ülke içinde ayaklanmaya yönelen
eylemlere gerekçe yapılıyor ve onlarca insan ölüyor. Kamu
binaları, okullar ve araçlar yakılıyor. Ne istediğini bilmeyen
insanlar yapay bir öfkeyle kırıp döküyor, talan yapıyor.
Yaşananların kendiliğinden gelişen kitle eylemleri olmadığı
açık. Açık olmayan ise amacı ve ereği. Ancak, karmaşa yaratan
eylemlerin dile getirilmeyen bir ereği var kuşkusuz. Batı
başkentlerinde yıllarca önce tasarlanan izlencenin (programın)
bugün son aşaması uygulanıyor.2015 yılının ne anlama geldiğini
/geleceğini bilmeden yaşananları anlamak ve yaşanacak olan
karmaşaya önlem almak olası değil. Aşağıdaki yazıyı bu
anlayışla dikkatlice okuyunuz. 2015'in önemini anlayacak ve
Türkiye'yi bekleyen tehlikenin boyutunu göreceksiniz.
“21.Yüzyılı
Türkiye Belirleyecek”
ABD
Başkanı Bill
Clinton,
Ekim 1999’daki Amerika ziyareti sırasında Başbakan Bülent
Ecevit’e
şunları söyledi: “20.
yüzyılın ilk elli yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının
paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti.
21.yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye’nin alacağı
doğrultuyla şekillenecektir... Türkiye modelinin, gerek İslâm
dünyası, gerekse Türkiye’nin bulunduğu bölge, hem de Avrupa
için çok büyük etkileri olacaktır.”1
Clinton
benzer görüşleri bir ay sonra yineledi. Berlin Duvarı’nın
yıkılışının 10. yıldönümünde Georgetown
Üniversite’sinde
yaptığı konuşmada ise şunları söyledi: “Önümüzdeki
yüzyılın, büyük ölçüde, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki
rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak şekilleneceğini
umuyorum.”2
Bu
sözler; Batılı ülkelerin, Ortadoğu ve Türkiye’ye yönelik yüz
yıldır değişmeyen politik tutumunun en özlü anlatımıdır.
21.Yüzyıl başında, “Türkiye’nin
alacağı doğrultu”
Batı için gerçekten “önemli”dir.
Bu “önem”in
temelinde, yalnızca Ortadoğu’ya değil, küreselleştirilmeye
çalışılan tüm dünyaya yönelik kaygılar vardır ve bu kaygılar
gelişmiş ülkelerde yerleşik devlet politikası durumuna
getirilmiştir.
Bunun
açık kanıtı, Mart 2001 de yayınlanan “Global
Trends 2015”
adlı rapordur. ABD
Dışişleri Bakanlığı, Merkezi Haber Alma Örgütü
(CIA) ve ABD
Ulusal İstihbarat Konseyi
(NIC) tarafından ortak olarak hazırlanan bu raporda, Türkiye için
şu saptama yapılıyor: “Türkiye’deki
her gelişme, global oluşumları direkt olarak etkileyecektir..
Türkiye’nin 2015’e kadar iç istikrarı ile jeopolitik
konumundaki gelişmeler; Bölge, Batı dünyası ve Amerikan
menfaatleri üzerinde büyük etki yapacaktır.” 3
Türkiye
21.Yüzyılı Nasıl Belirleyecek
Yarattığı
Kemalist eylemle 20. yüzyıl dünya politikalarına biçim veren
Türkiye, aynı gizilgücü (potansiyeli), 21.yüzyıla girerken de
taşımaktadır. Bugün, Kemalizm ve Yeni–Osmanlıcılık’la bir
yolayrımına getirilmiş olan Türkiye; Kemalist yolu seçebilir ve
tüm az gelişmiş ülkelere ‘küreselleşmeye’
karşı örnek olabilecek güncel bir model oluşturabilir.
Clinton’ın
kaygı ve korkusu budur. Bu kaygı ve korku, Türkiye üzerindeki
Batı kaynaklı global baskıyı arttırmış ve bu baskı,
Türkiye’nin Kemalist politikalara yönelmesi oranında
sertleşmiştir. 1920’deki Ankara-İstanbul çatışmasının
yerini, gizli ya da açık, yumuşak ya da sert; yurtsever-işbirlikçi
savaşımı almış ve bu savaşımın somut anlatımı olan küresel
egemenlik–ulus devlet çatışması derinleşecektir.
İkinci
olasılık, Kemalist birikimin tümüyle etkisizleştirilerek
Türkiye’nin Batının taşeronu olarak Ortadoğu’da
kullanılmasıdır. Büyük Ortadoğu Projesi’nde etkin görev
verilerek, stratejik konumu ve askeri gücüyle emperyalist
politikaların uygulayıcısı olmasıdır. Bu olasılıkda da
Türkiye, ulusal bağımsızlığa dayalı Kemalist yola girmeyerek
küresel siyasete güç veren önemli bir oyuncu olacaktır. “2015
yılına dek iç istikrarıyla jeopolitik konumundaki gelişme”
olarak dillendirilen budur. Clinton
bu iki olasılıktan söz etmektedir.
Avrupalıların
İlgisi
“Türkiye’nin
gelecekte alacağı doğrultu”
konusuna, doğal olarak Avrupalılar da yakın ilgi
göstermektedirler. Büyük devlet çıkarlarının kesişme
noktasında bulunan ve alacağı doğrultuyla bu çıkarları
doğrudan etkileyecek olan Türkiye, bugün dünyada iç işlerine en
çok karışılan ülke durumundadır. Türkiye’nin getirildiği
yolayrımında, seçmesi gereken yolu, Clinton
üstü örtülü olarak gösteriyor, ama Avrupa
Parlamentosu Üyesi
ve Türkiye–AB
Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı
Daniel
Cohn–Bendit,
bunu açık olarak ve isim takarak yapıyor.
Cohn
Bendit
Batıyla bütünleşmeye Barselona
Yolu,
Kemalizmin yaşatılmasına ise Bağdat
Yolu
diyor ve şunları söylüyor: “Her
iki yol da mümkündür, her
iki
yolun
da kendi şans ve imkanları vardır. Barselona yolu Türkiye için
geleneksel Kemalist köktenciliğin parçalanması anlamına
gelmektedir. Bu durumda Türkiye, Türk Devleti içinde Kürtlerin öz
yönetimini güçlendirmeyi de içeren, bölgesel ademi
merkeziyetçiliği kabul etmek zorundadır. Bağdat Yolu ise,
Kemalist merkeziyetçilik ve otoriteciliğin güçlendirilmesi,
böylece de Avrupa’dan vazgeçilmesi anlamına gelmektedir.” 4
28
Şubat’ın Önemi
Türkiye,
“28
Şubat Kararlarıyla”,
doğrultusunu herkesin anlayabileceği bir biçimde Kemalizme
döndürmüştü. “28
Şubat süreci”,
Milli
Güvenlik Kurulu’nun
1997 yılı Şubat’ında aldığı kararlarla sınırlı bir
gelişme değildir. Türkiye, aynı yıl Milli
Güvenlik Kurulu
ile, “Milli
Siyaset Belgesini”,
Genel
Kurmay
ile de “Milli
Askeri Strateji Kavramını”
(MASK) değiştirmiştir. Batıyı rahatsız eden ve kaynağını
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlayışından alan bu yöneliş,
doğal ve kaçınılmaz olarak; küresel güç odaklarının
tepkisini çekmiş ve baskı altına alınmıştır.
ABD’den
Tehdit
ABD
Hava Harp Akademisi Türkiye Masası Şefi Albay Michael
Robert Hickok,
Türkiye’deki yeni yönelişlerden duyduğu hoşnutsuzluğu açık
olarak dile getiriyor. Albay Hickok,
“Yükselen
Hegemon Türk Stratejisi ile Askeri Modernizasyon Arasındaki Uçurum”
adını vererek yayınladığı makalesinde, hoşnutsuzluğunu şu üç
konu üzerinde yoğunlaştırıyor: “Kararların
Washington ya da Brüksel’de değil Ankara’da belirlenmesi, diğer
NATO üyelerinde askeri harcamalar azalırken Türkiye’de artması
ve Milli Askeri Strateji Kavramı’nın Birleşik Devletler’e
sorulmadan değiştirilmiş olması.”...
Avrupa’dan
Açıklamalar
Almanya
Dışişleri Bakanı Hans
Dietrich Genscher,
Almanya’nın önemli gazetelerinden Süddeutsche
Zeitung’a,
1992 yılında verdiği demeçte; “Biz
Yugoslavya’da yeni bir model oluşturduk, Türkler de Kürtlerle,
buna benzer bir model üzerinde anlaşmalıdırlar”
diyordu.7
Avrupa
Parlamentosu
seçimleri öncesinde (Haziran 1999), Avrupa Birliği üyesi 15
ülkenin 11’inde iktidarda olan ve ikisinde koalisyon hükümetlerine
katılan Sosyalist ve Sosyal Demokrat Parti liderleri, 27 Mayıs 1999
tarihinde Paris’te yapılan “Avrupa
Solu”
zirvesinde bir araya geldiler.
“Avrupalılık”
kavramının tartışıldığı zirvede, toplantının “mimarı”
ve eski Fransa Kültür Bakanı Jack
Lang,
şunları söyledi: “Avrupa
Birliği yalnızca ekonomik çıkarlar ve düzenlemelerden ibaret
değildir. Demokrasi ve insanlığa verdiğimiz değerleri, yalnız
sınırlarımız içinde değil, sınırlarımız dışında da
savunacağız. Gelecekte ve gerekirse bugün, Kosova’da yaptığımız
gibi Kürt halkını da savunup koruyacağız. AB’nin ne stratejik
ve ne de ekonomik çıkarları, diktatörlerle mücadelemizi
önleyemez.”6
“NATO
Kürtleri Korusun”
Baskılar
gerçekten artmıştır. Baskıcı anlayışın en çarpıcı ve kaba
örneğini Amerikalı bir milletvekilinin sözlerinde buluyoruz. ABD
Temsilciler Meclisi’nde, Şubat 1999’da bir konuşma yapan
Californiya Eyaleti Milletvekili Brad
Sherman,
şunları söyledi: “Türk
Devleti’nin Kürdistan’a (Güney
ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri kastediliyor) gönderdiği
askeri güç, Slobodan Miloseviç’in Kosova’ya gönderdiği
güçten daha fazladır. Kürdistan’da, Kosova’dan daha çok
insan öldürülüyor. Umuyorum ki ABD, Kürtlerin korunması için
daha açık ve daha katı bir tutum izler. Baskıcı rejimlere karşı
olan tutumumuz, bu ülkelerin NATO müttefiki olması ya da olmaması
ile değiştirilmemelidir. Türkiye’deki Kürtlerin korunması için
ABD, askeri güç kullanarak devreye girmelidir.”7
Türkiye’nin
Önemi
İleri
sürülen görüşler, sıradan haber ve yorumlar değil, Batılı
devletlerin günümüzdeki Ortadoğu ve Türkiye politikalarının
temel eksenidir. Avrupa ve ABD, oluşumunu sağladığı Kuzey Irak,
Suriye ve Güneydoğu Anadolu sorunlarını, küresel bir boyutta
tutmanın kararlılığı içindedir.
Ortadoğu’daki
Batı çıkarları, artık bölgede bilinen petrol yataklarının
elde tutulması sınırını aşmıştır. Türkiye; Orta Asya, Rusya
ve Ortadoğu enerji kaynaklarının kavşak noktasıdır; 21.yüzyılın
temel sorunu olacak olan, zengin su kaynaklarına sahiptir; GAP,
herkesin “iştahını
kabartmaktadır.”
Uygulamalar,
dünyaya egemen kılınmak istenen yeni düzen ideolojisinin, politik
sonuçlarıdır. Avrupa Parlamentosu’nun, Türkiye’ye yaptığı
Kıbrıs, Ege ve Güneydoğu önerileri, Batı parlamentolarında
alınan “Ermeni
soykırımı”
kararları, Barzani
ve Talabani
ile “bölgesel
bir yönetim birimi olarak Kürt Federe Devletinin”
kurulmasına yönelik gelişmeler, Türk ordusunun üst düzey
komutanlarının tutuklanması, 10 yıldır çıkarılan yasalar,
şirket satışları, özelleştirmeler, Suriye politikası vb. bu
çerçevede değerlendirilmelidir.
Türkiye
bugün istenilen biçime sokulmuş, Clinton
ya da Cohn
Bendit’in
kaygı ve korkusu; Türkiye’nin doğrultusunun Atatürk
ve ulusal bağımsızlığa değil, emperyalizmle bütünleşmeye
çevrilerek şimdilik giderilmiştir. ABD istihbarat örgütlerinin
2001 yılında hazırladığı “Global
Trent 2015”
raporuna ve orada dile getirilen “Türkiye’nin
2015’e kadar iç istikrarı ile ilgili her gelişmenin, global
oluşumları direkt olarak etkileyecektir”
yaklaşımı 10 yılda Türkiye'de yaşananlarla birlikte
değerlendirilmelidir. 2015’e gelindi. Batı Başkentlerinde
yıllarca önce tasarlanan ve adım adım uygulanan izlencenin bugün
son aşaması uygulanıyor. 2015 yılının Türkiye için ne anlama
geldiğini/geleceğini bilmeden yaşananları anlamak ve yaşanacak
olan karmaşaya önlem almak olası değil.
DİPNOTLAR
1 “Kendine
Rağmen Dünya Devleti Olmak” Sedat Ergin,
Hürriyet 05.10.1999
2 “Clinton’u
Nasıl Okumalı?” Ali Sirmen,
11.11.1999 Cumhuriyet
3 “ABD
Batı’nın Geleceği Türkiye’nin Elinde”
Hürriyet, 07.03.2001
4 “Europa
İstdie Letzte Utopie”, Daniel Cohn Bendit,
Tageszeitung, 03.11.2000, ak. Aydınlık, 26.11.2000
5 “Bir
Hürriyet Havarisinin Sabıka Dosyası” Y. Adsız,
Boyut Kit., sf.161
6 Mine
G.Kırıkkanat
Milliyet 29.05.1999
7 “Haksız
Suçlama”
Cumhuriyet 12.02.1999
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder