Atatürk’e
göre, Türkçe Türkiye demektir. Ulus varlığının korunup
geliştirilmesi için Türkçenin özleşip özgürleşmesi bunun
için de ulusun tüm bireyleri tarafından okunup yazılması
gerekiyordu. Ulusal kültürün, bağlı olarak uluslaşmanın
güçlenip yerleşmesi için, bireylerin kolayca anlayıp
yazabileceği bir yazı olmalıydı. Arap harfleriyle okuyup yazmak,
Türk insanı için aşılması güç bir engel durumundaydı.
Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada, harfler sözcüklerin başına,
ortasına ya da sonuna geldiğinde ayrı seslerle okunuyordu. Bu
durum, okuma yazma yaşına gelmiş Türk çocukları için büyük
sıkıntı kaynağıydı. Arapçanın gerekli kıldığı ses
eşitliğini sağlamak için getirilen; nokta, çizgi ve işaretler,
aynı harften farklı ses elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye
uymayan ve Türkler için gerçek bir dil karmaşası yaratan bu
durum, okuma ve yazmayı öğrenme önünde ciddi bir engeldi.
Çocuklar, daha önce herhangi bir sözcüğü öğrenmemiş ya da
ezberlememişse, o sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada
ezberciliği gerekli kılıyordu.
Yeni
Atılım
Atatürk,
5 Haziran 1928’de, İstanbul’a geldi. Bu gelişte, ziyaretle
yetinmeyecek, yeni ve köklü bir devrimci atılımı İstanbul’da
başlatarak, tutuculuğun simgesi durumuna gelen ve Türkçeye
uyumsuz Arapça harf kullanımına son verecekti. Hazırlıklarını
yapmış, uygulamaya geçmek üzere gelmişti.
1927-1928
arasındaki bir yıl içinde, seçimlerle Meclis yinelenmiş,
Nutuk’la
geçmişin eleştirisi yapılmış, demiryolları devletleştirilmiş,
Ankara-Sivas hattı tamamlanmıştı. İlk nüfus sayımı yapılmış,
Anayasa’da laikliğe giden önemli değişiklikler
gerçekleştirilmişti. Ankara,
belirlediği yolda güvenle ilerlerken, ilerlemenin öncüsü genç
ve kararlı devlet başkanı, “kendisini
ölüm yatağına dek, gece gündüz meşgul edecek”
girişimini, “işbirlikçiliğin
merkezi”
İstanbul’da açıklayacak; “Türk
alfabesi ve Türk dili hareketini”
başlatacaktı.1
Türk
abecesini (alfabesini) oluşturmaya ve Türkçe’yi yabancı sözcük
baskısından kurtarmaya, çok önce karar vermişti. 1919’da
Erzurum günlerinde, Mazhar
Müfit Kansu’ya
Arap harflerinin bırakılarak Türk abecesine geçileceğini
söylemiş2;
1923 yılında gazetecilerle yaptığı bir görüşmede, “yazı
sorununu son yıllarda düşündüm dersem, inanmayınız. Ben
çocukluğumdan beri bu davayı düşünmüş bir adamım”
demişti.3
Çalışma
Yöntemi
Her
büyük atılımda kullandığı çalışma yöntemini, yazı
değişimine de uyguladı. Bilime dayalı dikkatli çalışmalar,
geniş bir araştırma, toplumu hazırlayıp uygun ortam oluşturma
ve Türk halkı üzerindeki kişisel saygınlığına dayanarak
harekete geçme... Devrimci dönüşümlerin tümünde sınadığı
bu etkili yöntemi, yazı değişiminde de ustalıkla uyguladı ve
sıradışı bir başarı daha elde etti.
Yazı
değişimi konusunda yoğun bir çalışma içine girmişti. “Büyük
bir titizlikle”,
değişik dillerin abecelerini ve Latin harflerini inceledi; yerli
yabancı dil uzmanlarıyla tartıştı. Harflerin kullanışı,
verdiği sesler, bu seslerin Türkçeye uygunluğu üzerinde
uzmanlaşıncaya dek “her
gün saatlerce çalıştı.”4
Yeni bir abece oluşturmak üzere bir “Alfabe
Komisyonu”
kurdu. Komisyonun kendi başına kalırsa, “bu
işi ancak üç yılda başarabileceğini bildiği için”5
toplantılara bizzat katıldı ve “üyeler
onun güçlü görüşlerinden yararlandılar.”6
Dolmabahçe
Sarayı, “yapılışından
beri hiç görmediği”
bir devrimi yaşıyordu. Burası, bir Osmanlı Sarayı olmaktan
çıkmış, “içinde
gece gündüz coşkuyla çalışılan”;
açık oturumlar, paneller, konferanslar düzenlenen bir kültür
merkezi ya da bir “bilim
akademisi”
durumuna gelmişti. Saray salonlarını artık, cariyeler, lalalar ya
da hizmetçiler değil; dilciler, tarihçiler, şair ve yazarlar,
devlet görevlileri, bilim adamları, milletvekilleri dolduruyordu,
bu insanlar, onun başkanlığı ve yönlendirmesi altında
toplanıyor, tartışıp kararlar alıyor, kimi zaman da “sınavdan
geçiyorlardı”.7
Dünyayla
Bütünleşmek
Asya’daki
Türk devletleri, 1926’da Latin harflerini kabul etmişti. Bu
gelişmeye büyük önem verdi ve uygulamayı ayrıntılarıyla
inceledi. Orta Asya Türklerinin Latin harflerine geçmesinin, Arap
harflerini kullanan Türkiye’yle ilişkisini güçleştireceğini
ve Türk dünyasını “birbirinin
dilini okumayacak duruma getireceğini”;
bu durumun “yazı
değişimini daha da zorunlu kıldığını”
gördü8
ve bu yöndeki çalışmalarını yoğunlaştırdı. (Türkiye,
1929’da Latin harflerini kullanmaya geçince Sovyetler Birliği
Orta Asya’daki değişimi durdurdu ve bölgesel Kiril
alfabesini uygulattı.)9
Avrupa’nın
değişik bölgelerinde, Latin kökenli birçok ulus, yazıda Latin
harflerini kullanmaya başlamıştı. Macarlar, Finler gibi Turan
kökenliler, Polanyalılar, Çekler, Hırvatlar ve Arnavutlar, milli
yazı harflerini bırakıp Latin harflerini almıştı. Latin
ırklarının, ekonomik gücü ve dünyadaki yaygınlığı da göz
önüne alındığında, Latin harfleri, dünyada en çok kullanılan,
en etkili yazı türüydü ve Türkçeye uygundu. Uluslararası
ilişkilerin artan yoğunluğu, Latin harflerinin Türkçeye
uygunluğuyla birleşince, yazı değişimi aşamasında bulunan
Türkiye için, gerek uygulanabilir bir seçenek, gerekse çağa
uyumlu bir olanak ortaya çıkıyordu.
Güç
İşi Başarmak
Altı
aylık yoğun çalışmadan sonra, altı haftada yeni abeceyi
hazırlattı.10
Dil biliminin temel kurallarını kavramış; Türkçe’de Latin
harflerini kullanma biçimi, Arapça-Osmanlıca-Türkçe ilişkileri
ve yeni harflerle Türkçenin ses uyumu konusunda, neredeyse en
yetkin uzman olmuştu. Çalışmaları ilerledikçe, çözülmesi
gereken sorunların büyüklüğünü görüyor, çok güç bir işe
giriştiğini anlıyordu. Güçlüklerin üzerine gitmekten
çekinmeyen yapısı nedeniyle yılmıyor, güçlükleri aşmak için
daha çok zaman ayırıp, daha yoğun çalışıyordu.
Başbakanlığa
yazdığı yazıda, yurt gezilerinde halkın yeni yazıya gösterdiği
ilgi ve öğrenme isteğini belirtirken, yaşanılan kimi sorunlardan
söz eder. “Bağlama
eki sorununun,
yeni
harflerin kolaylığına, halkın istek ve sevincine gölge düşürecek
kadar belirgin”
olduğunu açıklar ve “halk
içindeki gözlemlerimize dayanarak, aşağıdaki ilkeleri kabul
etmek yararlı ve gerekli görülmüştür”
diyerek öneriler yapar.11
Gemlik’ten
kendisine ortak bir mektup yazarak, bir haftada okuma yazma
öğrendiklerini belirten ve ses uyumuyla ilgili sorular soran;
Tuhafiyeci
Yahya,
Gazozcu
Haydar,
Zahireci
İsmail,
Zürradan
Ethem,
Bakkal
Osman
ve Kırtasiyeci
Selahattin’e
verdiği yanıt şöyleydi: “Okuma
ve yazmayı bir haftada öğrenmek gayretini göstermenize memnun
oldum, tebrik ederim. Arabi ve Farasi kelimelerde (k) ve (g)’nin
önlerine (h) gelmesi sorunuyla fazla uğraşıp düşüncelerinizi
engellemeyeniz. Hazırlanmakta olan sözlük, bu konudaki sorunu
isteğiniz yönünde çözecektir, efendim.”12
Eyleme
Geçiliyor
1928
başında, “artık
eyleme geçilmesinin zamanının geldiğine”
karar verdiğinde, uygulamaya dönük ilk girişimler ortaya çıkmaya
başlamıştı. Adliye Vekili Mahmut
Esat (Bozkurt),
8 Ocak’ta Ankara Türk Ocağı’nda, Türk harfleri üzerine bir
konferans verdi. Aynı günlerde, “harf
hareketiyle dilin özleştirilmesi”
konusu ele alınıp incelendi.
8
Şubat’ta İstanbul’da “ilk
Türkçe hutbe”
okundu. 24 Mayıs’ta, “Batılıların
Arap rakamı diyerek kullandıkları”
Latin rakamları kabul edildi. (Batılıların uzun yüzyıllar
kullandığı sayı adlandırmaları, rakamlar değil, çizgilerden
oluşan Romen işaretleriydi. Batılılar, Türk ve Hintlilerin bulup
geliştirdiği ve ondalık hesaplara olanak veren rakamları Doğudan
almışlar, buna Arap harfleri demişlerdi).
27
Haziran’da, Dil
Encümeni
kuruldu. 28 Haziran’da, halkın okuma yazma öğreneceği Millet
Mektepleri ’nin
açılması kararlaştırıldı. Aynı gün, Halk
Dersaneleri ve Konferansları Yönetmeliği
yayımlandı.13
Uzun
ve yoğun bir çalışma döneminden sonra, hazırlıklarını
tamamladı ve konuyu artık halka duyurmaya karar verdi. Bunu,
İstanbul’da yapacaktı. 9 Ağustos 1928 akşamı, Cumhuriyet
Halk Fırkası’nın
Sarayburnu Halk Gazinosu’nda düzenlediği geceye katıldı. Burada
yaptığı ünlü konuşmasıyla, yazı yenileşmesini halka duyurdu.
O
gece, son derece neşeli ve mutlu görünüyordu. Konuklardan birinin
defterinden bir yaprak kopardı ve bir şeyler yazarak ayağa kalktı.
“Sevinçliyim,
duyguluyum ve bahtiyarım”
diye söze başladı. Ardından, “sevincimin
nedenini ve bana verdiği duyguları, küçük notlar olarak buraya
yazdım. Bunları içinizden bir yurttaşa okutacağım”
diyerek, kağıdı çağırdığı bir kişiye verdi. Yurttaş, belki
de ilk kez gördüğü yazıya bakarken, kağıdı geri aldı ve
şunları söyledi: “Yurttaşlar,
bu notlar Türk harfleriyle yazılmıştır. Kardeşiniz bunu okumaya
çalıştı ama okuyamadı. Ancak okuyabilir. İsterim ki bu yazıyı,
hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz… Bir ulusun, bir
toplumun yüzde yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse
bunun ayıp olduğunu düşününüz. Bundan, insan olarak utanmak
gerekir. Bu ulus, utanmak için yaratılmış bir ulus değildir.
Tarihi övüçlerle dolu, övünmek için yaratılmış bir
ulustur.”14
Önceki
Çalışmalar
Harf
değişimi ve yazının kolaylaştırılması için ilk yenilik
önerisi 19.yüzyıl ortalarında Münif
Paşa’dan
gelmişti. Cemiyet-i
İlmiye-i Osmaniye’de
(Osmanlı Bilim Derneği)
verdiği bir konferansta konuyu dile getirmişti. Yine o dönemde,
Ali
Suavi
ve Namık
Kemal
dil sorununu tartıştılar. Şinasi
ve Emüzziye
Tevfik
bir takım düzeltme girişiminde bulundu. Şemsettin
Sami
ve Yenişehirli
Avni,
değişik yenileşme görüşleri ileri sürdüler. Azeri yazar ve
düşünür Fethalı
Ahundzade,
1863’de İstanbul’a gelerek, yeni bir abece önerisinde
bulundu.15
1908’deki
2.Meşrutiyet’ten sonra abece ve yazı sorunları yeniden
tartışıldı. Enver
Paşa,
“yalnızca
orduda kullanılmak üzere”
Arap harflerini “birbirinden
ayırarak yazan”
bir abeceyi uygulamaya soktu. Buna, o dönemde “Enver
Paşa Yasası”
denilmişti. Milaslı
Dr.İsmail Hakkı,
İsmail
Hakkı (Baltacıoğlu),
Ispartalı
Hakkı
gibi yazar ve eğitimciler, yazı yenileşmesi konusunda çalışma
yaptılar; komisyonlar dernekler kurdular, Dr.Abdullah
Cevdet,
Kılıçzade
Hakkı (Kılıçoğlu),
Hüseyin
Cahit (Yalçın),
Celal
Nuri (İleri),
Hafız
Ali Efendi,
Latin harflerine geçilmesi için yazılar yazdılar.16
Gordion
Düğümü
1850’lerdenberi
sözü edilen, ancak somut bir sonuca ulaştırılamayan yazı
sorunu, 1928’de, “Gardion
düğümünü kesen bir kesinlikle”
ve “Latin
harflerine dayanan Yeni Türk Abecesi kabul edilerek”
onun tarafından çözüldü.17
Gerçekleştirilmesi
güç bu işi, Türk
abecesine
geri dönme olarak görüyordu. Harf yenileşmesini, Türkçeye zarar
vermeyen; tersine, ona uygun biçimsel değişim olarak görüyor,
yeni harfleri, “Latin
harfleri diye anılmakta olan şekiller”
diye tanımlıyordu.18
Önemli
olan, biçim değil, kullanım kuralları ve Türkçeyi geliştirecek
yöntemlerdi. Latin
harflerini Türkçeye o denli uyumlu kılmıştı ki, bu harfleri,
“Yeni
Türk harfleri”
olarak tanımladı.19
Yeni
abece, “Latin
esası
denilen kökten olmakla birlikte”;
Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan ya da bir başka ulusun abecesi
değildi. “Kendi
özellikleriyle başlı başına bir Türk abecesiydi”.
Üstelik diğer dillerde varlığını sürdüren kusurlardan
sakınılarak düzenlendiği için, “tüm
dünya abecelerinin en olgunuydu.”20
Sorunlar
Yazı
yenileşmesinin başarılıp topluma yerleştirilmesi için, dil
bilgisi kurallarıyla ilgisi olmayan ve çözülmesi gereken birçok
sorun vardı. Tüm resmi evrak, basımevi harfleri, telgraf
işaretleri, daktilolar, zaman cetvelleri, okul araç gereçleri,
sözlükler, kitaplar, damgalar, her türden tabela, ilanlar, tren ve
tramvay tarifeleri, durak ve istasyon adları, biletler...
değiştirilecekti. Bu yalnızca yoğun bir çaba değil, onunla
birlikte para ve örgütlenmeyle ilgili bir sorundu. Üstelik, bu
işler kısa bir zaman içinde başarılmalı, bunun için de
toplumun her kesiminin onay ve desteği alınmalıydı.
Arap
Abecesi ve Türkçe
Arap
abecesi, yapısı gereği Türk yazım kurallarını kendi ses
yapısına uydurmaya çalışan, bu yönde zorlayan bir özelliğe
sahipti. Bu durum, sözcük yazımında sorun yaratıyor, öğrenme
güçlüğüne neden oluyordu. Türk ve Arap abeceleri arasında,
“kaynağını
dillerin toplumsal ayrılığından alan çelişkiler”
ve “ses
boşlukları”
vardı.21
Osmanlı
Türkleri, eğitim görmüş de olsa, çok kere yazım
(imla) yanlışı yapmaktan kurtulamazdı. Toplumda, iki tür dil
oluşmuştu. Bir yanda, “enderun
devşirmelerinin kullandığı, yazılan ancak konuşulmayan saray
dili”
öbür yanda “kitlelerin
kullandığı, konuşulan ancak yazılamayan halk dili”.22
Halkı
yazılı edebiyata uzak kılan bu durum, halkla aydınları da
birbirinden uzaklaştırmış, Türkiye, aydını olmayan bir halktan
ya da halksız aydınlardan oluşan, düşünsel çoraklık içinde
bir ülke durumuna gelmişti.
Arapçanın,
“Türkçenin
ses uyumu kurallarıyla uzlaşması olanaksız”23
bir takım kalıpları vardı. Türkçe, yüzyıllar boyunca, Arapça
adına zorlanıp ağır bir baskı altına alınmıştı. Buna
karşın, sağlam sözdiziniyle
(sentaks) “kullananların
düşünüş biçimini ve mantığını”
hala yansıtabiliyor ve kökleri çok eskiye giden güçlü
yapısıyla, her türlü yabancı karışmaya direnebiliyordu.
Arap
harfleriyle okuma yazma öğrenmek, Türk insanı için aşılması
güç bir engel durumundaydı. Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada
harfler, sözcüklerin başına, ortasına ya da sonuna geldiğinde
farklı seslerle okunuyordu. Bu durum, okuma çağına gelmiş Türk
çocukları için büyük bir sıkıntı kaynağıydı. Çocuklar,
herhangi bir sözcüğü öğrenmemiş ya da ezberlememişse, o
sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada, ezberciliği zorunlu
kılıyordu. Okuma yazma bilen yetişkinler bile, yazım
yanlışlarından tam olarak kurtulamazlardı.
Arap
harflerinin kullanımı, Türkler için olduğu kadar, ülkedeki
azınlık uyruklar için de sorun yaratmış, Osmanlı
İmparatorluğu’nda Türkçenin yaygınlaşmasını engellemişti.
19.yüzyıl sonlarında nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan
Rum, Ermeni, Yahudi gibi Müslüman olmayan uyruklar, Türkçe
konuşulabiliyor, ancak Arap harflerini bilmedikleri için, Türkçeyi
okuyup yazamıyordu. Bu durum kaçınılmaz olarak, uluslaşmanın
temel koşullarından biri olan dil
birliğinin
gerçekleştirilememesine yol açıyor, azınlıklar kendi içlerinde
uluslaşırken, Osmanlı İmparatorluğu ümmet toplumu olarak
kalıyordu.
Yazı
Değil Din Sorunu
Arap
abecesinin aynı zamanda Kuran dili olması nedeniyle, Arapça dinsel
bir dokunulmazlık kazanmıştı ve yazı
sorunu,
din
sorunu
olarak ele alınıyordu. Bu durum, ulusal dil ve kültürün
gelişimini engelliyor, Türk ulusçuluğu düşüncesinin
gelişmesine uygun bir ortam oluşmuyordu.
Yeni
yazı, yarattığı değişimle, uluslaşmanın koşulu olan kültür
birliğinin temelini oluşturdu; dil ve tarih çalışmalarıyla
birlikte, ulusal kimliğe biçim verdi.24
Arapça’nın, dinsel bir anlam verilerek kutsanması, dilbilimiyle
olduğu kadar dinle de ilgisi olmayan bir bilgisizlik sorunuydu.
Oysa, Prof.Cahit
Tanyol’un
söylediği gibi, “bütün
abeceler gibi Arap abecesi de dinden bağımsızdı; harflerde
kutsallık aramanın bir anlamı yoktu.”25
“Cumhuriyet’in
Başöğretmeni”
Sarayburnu
Konuşması’ndan
sonra, kurslar, seminerler, tartışmalı toplantılar düzenledi.
“Ülkeyi
bir baştan bir başa gezerek”
her gün, uzun saatler boyunca ve “şaşırtıcı
bir enerjiyle”
halkına abece öğretti. Sıradan insanları yıpratacak bu yoğun
çaba, “onu
ne yoruyor, ne gevşetiyordu.”26
”Karatahta
genç Türk Cumhuriyetinin simgesi olmuştu.”27
Köy
ya da kentlerde halkın arasına giriyor, gündüz ya da gece her
sınıf ve meslekten insanı çevresine topluyor, kimi zaman “bir
köy okulunda ve isli bir lambanın solgun ışığında”28,
kimi zaman açık havada, ya da köy kahvelerinde herkese yeni yazıyı
öğretiyordu. H.C.Armstrong’un
deyişiyle, “doğuştan
pedagog (eğitbilimci); açık, kesin, inandırıcı, üstünlüğünün
ayırdında, harika bir öğretmendi.”29
Önce halk, daha sonra Meclis, ona çok sevdiği yeni bir san olan
“Cumhuriyetin
Başöğretmeni”
adını vermişti.30
Okuma
yazmayı yayacak ulusal abecenin “her
gelişmenin ilk yapı taşı”31
olduğunu; aydınlığa giden yolun, bunun arkasından geleceğini
söylüyordu. Köylüye, esnafa, tüccara, ”bilgiye
giden yol okumaktır, başarı ve zenginliğe buradan gidebilirsiniz;
düşüncenin gerçek özgürlüğü budur; cehaleti yenmek, sefaleti
yenmektir”
diye sesleniyor 32,
“büyük
Türk ulusu bilgisizlikten, emek vererek, ancak kendi soylu diliyle
kurtulabilir. Yeni Türk alfabesi, aydınlığın en değerli
aracıdır.”
diyordu.33
Ona
göre, yazıyla başlayan değişim, bilimsel felsefeyi, düşünce
yöntemlerini ve yaşam biçimini değiştirecek, toplumun yazgısına
yeni bir yön verecekti. Georges
Duhamel’in
söylemiyle “geçmişteki
hiçbir devrimci, Cromwell, Robespierre ya da Lenin, bu kadar uzağa
gitmeye cesaret edememişti.”34
Bütün
Ülke Bir Okul
Çabası,
çok kısa bir süre içinde sonuç verdi ve yazı değişimi; Türk
halkı tarafından büyük bir istekle sahiplenildi. Hemen her yerde,
yeni yazıyı ve okuma yazmayı öğreten kurslar açıldı. Kamu ya
da özel binalar, kahveler, hatta camiler okul durumuna geldi.
“Gezgin
satıcılar sokaklarda abece satıyor, taksi şoförleri, kelime
heceleme uğruna müşteri kaçırıyordu.”35
Köylüler, “harf
devriminden büyülenmişti”.36
Her
Türk, “öğrenmek
ve kendini yetiştirmek için yanıyor”,
okuma yazma öğrenmek onlara, “şahane
bir ayrıcalık”37
gibi geliyordu. “Genci
yaşlısı, kadını erkeği, camilerde kahvelerde, evlerde
dükkanlarda, ellerinde taştan bir karatahta ve kalem ya da tebeşir;
küçük büyük A’lar B’ler yazıyor, yüksek sesle heceliyor,
büyük bir ağırbaşlılıkla ayrıntıları tartışıyordu.”38
Birlikte
yapılan eylemin
yarattığı
iç
erinciyle (huzuruyla),
“büyük
bir ülke, sanki tümüyle okula taşınıyordu”39.
Her sınıf ve meslekten insan, yaş ve sosyal konum gözetmeksizin,
“hepsi
dirsek dirseğe okul sıralarında buluştular.”40
Türkiye’de “Şaşırtıcı
bir öğrenme coşkusu”
yaşanıyordu.41
Halk
Katılımı
25
Ağustos’ta Ankara’da toplanan Öğretmenler Birliği
Kongresi’nde, öğretmenler; “son
Türk’ü yeni harflerle okutup yazdırıncaya kadar, Büyük
Kurtarıcı’nın açtığı bu yeni yolda dirençle çalışacakları”
üzerine ant içti.42
İstanbul
Üniversitesi halka yönelik söyleşiler düzenledi. Yeni yazıyı
öğrenen valiler, memurlarını topluyor, onlara günün belirli
saatlerinde yazı öğretiyordu. Şoförler derneği, araba
plakalarını yeni yazıya dönüştürüyordu.
Dolmabahçe
Sarayı’nda kurstan geçen milletvekilleri, seçim bölgelerine
dağıldılar ve seçmenlerine yeni harfleri öğrettiler. Kimi din
adamları kendiliğinden yeni yazıyı öğrendi. Konya Müftüsü
Hacı
Ali Efendi,
Samsun Müftüsü Halil
Efendi,
bunların öncüleriydi.43
9
Ağustos 1928 Sarayburnu
Konuşması’ndan,
1 Kasım’a dek geçen üç aylık süre içinde, yeni harflerle
ilgili herhangi bir yasa çıkarılmamış, herhangi bir yaptırım
getirilmemişti. Girişilen tüm işler, 9 Ağustos akşamı yaptığı
çağrı üzerine başlamış, Türk halkı, saygı duyduğu
önderlerinin isteğine, baş
giysisi
çağrısında olduğu gibi, büyük bir istekle katılmıştı.
Katılımın,
istek ve yoğunluğu şaşırtıcıydı. Yeniliğe açık Türk
halkının, güvendiği önderlerin yapacağı doğru önerilere, ne
denli duyarlı olduğunu bir kez daha görmüş ve çok mutlu
olmuştu. Tekirdağ gezisi sırasında, Anadolu Ajansı bildirmenine
(muhabirine) duygularını şöyle dile getirmişti: “Ortada
henüz yetkili makamların incelemesinden geçmiş bir kılavuz
olmadan, okul öğretmenleri henüz aracılık çalışmalarına
geçmeden, Yüce Türk Ulusunun yararlı olduğuna inandığı yazı
sorununda, bu denli yüksek bilinç ve anlayış, özellikle de
ivedilik gösterdiğini görmek, benim için gerçekten büyük, çok
büyük bir mutluluktur.”44
Yasa
Çıkıyor
Harf
yenileşmesinde, önceki devrim atılımlarında yaşanan türden
karşıtlıklar pek görülmedi. Halkın yoğun ilgi ve desteği,
yasal süreci hızlandırdı ve Meclis 1 Kasım 1928’de, 3153
sayılı “Yeni
Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun”
la, harf değişimini zorunlu duruma getirdi.
On
bir başlamdan (maddeden) oluşan yasaya göre, devlet kuruluşları,
1 Ocak 1929’da yeni uygulamaya geçecek; ancak, basılı kağıt ve
yazılı donanımların değiştirilmesi için, 1929 Haziranı’na
dek altı aylık ek süre verilecekti. Bu süre sonunda, yeni yazıya
geçiş tümüyle bitirilecekti.
Eleştiriler
Değişik
gerekçeler ileri sürerek, yazı değişimine karşı çıkanlar, en
çok zaman konusunu işlediler. “Kesinlikle
olmaz”
diyenler küçük bir azınlıktı. Bunların dışında kalan bir
küme eleştirici; değişimin, “20
ya da 30 yılda adım adım uygulanması”
gerektiğini ileri sürüyor, hızlı değişimin “zaten
yüzde 10’un altında olan okur yazarları, okumaz yazmaz duruma
getireceğini”
ya da “öğretmenleri
iş yapamaz duruma sokacağını”
söylüyordu.45
Bir başka eleştirici küme, “tümüyle
Arap harfleriyle basılan gazeteler, okur yitirecek”;
gazeteler belki de, “böyle
bir keşmekeş ve masrafa dayanamayacağı için”
batacak diyordu.46
O
ise böyle düşünmüyor, uzun bir geçiş döneminin, “bu
işin başarılmasını önleyeceğini”
söylüyordu. Kimileri 10-15 yıla inmişti. En kısa öneri ise beş
yıldı. Uygulayıcı konumdaki Başbakan İnönü,
“en
az yedi yıl gerekli”
diyordu.47
Gazetelerin
hiç olmazsa bir süre, iki tür yazıyla çıkması önerisini hemen
redddetti. “Herkes
alıştığı Arapça yazıyı okur, yeni yazı öğrenilmez”
demiş ve “bu
iş, ya üç ayda olur ya da olmaz”
diye eklemişti.48
Somut ve şaşırtıcı bir gerçektir ki, Türkiye’deki “harf
devrimi” “üç ay içinde amacına ulaşmış”49,
değişim bu kısa süre içinde tümüyle gerçekleştirilmişti.
Yazı
devrimi’ni
eleştirenlerin bir bölümü, Çin ve Japonya’yı göstererek,
onların “okunması
ve yazılması zor olan abecelerini”
atmadığını ileri sürdü. Oysa Çin ve Japonya abecesi, onların
kendi dil özelliklerinden çıkmış, binlerce yıl geriye giden,
ulusal abecelerdi. Dil yapılarına tümüyle uygundu. Arap harfleri,
Türkçeye uygun olsaydı; “bir
devrime gereksinim duyulmaz,
öğrenim
zorlukları sorunu ortaya çıkmaz ve Türkçe bir kültür dili
olurdu.”50
Devlet
Politikası
Yazı
değişiminin yasal zorunluluk olduğu 1 Kasım 1928’den sonra,
uygulamalar devlet politikası durumuna geldi ve ülkeye yayıldı. 1
Ocak 1929’da başlatılan değişim uygulamaları, 30 Haziran
1929’da bitirildi. Bu süre içinde tüm kamu ve özel kurumlarda,
her türlü basılı
evrak,
defterler,
tabelalar,
makbuzlar,
daktilolar
değiştirildi.
Gazete,
dergi,
kitap,
afiş,
duyuru,
reklam
baskıları
yenilendi. Para,
pul,
bono
gibi değerli kağıtlar, yenileriyle değiştirildi. Devlet
kuruluşları için geçerli olan tüm uygulama; bankalar,
şirketler,
dernek
ve vakıflar
için de geçerli oldu; yenileşme, saptanan süre içinde
gerçekleştirildi.
1
Ocak 1929’da yürürlüğe giren Millet
Mektepleri Talimatnamesi,
11 Kasım 1928’de Bakanlar Kurulu’nca onaylanıp yayımlandı.
“Talimatname”
ye
göre; yeni harflerle okuma yazma öğrenen memurlara birer
“ehliyetname”
verilecek, lise ve ortaokullar için el kitapları hazırlanacak,
kışla ve cezaevlerinde yeni yazı kursları açılacak ve içinde
25 bin sözcük barındıran “İmla
Lugatı”
29 Kasım’a dek hazırlanacaktı.51
23
Aralık 1928’de, Millet
Mektepleri’ne
kayıtlar başladı. Kurslara, 16-45 yaş arasındaki kadın ve
erkeklerden, yalnızca yeni yazıyı öğrenecek okur yazarlar değil,
okuma yazma bilmeyenler de katılacaktı. Kurslar okuma yazma
bilmeyenler için dört, diğerleri için iki ay sürecek; kadınlar
haftada iki, erkekler dört gün ders alacaktı.
Yazı
değişiminin resmi başlangıç günü olan 1 Ocak 1929 Türkiyesi,
“bambaşka
bir gün”
yaşıyordu. Bandolar sokaklarda marşlar çalıyor, geçit törenleri
yapılıyor; Halk, “yeni
bir seferberlik havası içinde okullara koşuyordu”52
Herkesi etkileyen tek üzüntü, Millet Mektepleri’ne büyük emek
veren genç Milli Eğitim Bakanı Mustafa
Necati’nin,
bu coşkulu günü göremeden, 35 yaşında, o gün ölmüş
olmasıydı.
Millet
Mektepleri ’nden,
1936’ya değin, 2 546 051 kişi diploma aldı. 1929’daki dersane
sayısı 20 489’du.53
İlk bir yıl içinde diploma alanların sayısı, 1 milyondu.
İlginçtir ki, yeni yazıyla okuma yazmayı en kolay öğrenenler,
eski yazıyla okur yazarlar değil, okuma yazmayı hiç bilmeyenler
ve çocuklardı. Bunlar yeni yazıyla okuma yazmayı kısa süre
içinde öğreniyor ve kursa gidemeyen “ana
babalarıyla aile büyüklerine”
öğretmenlik yapmaya başlıyordu.54
Meclis
Konuşması
Yeni
abeceyi kabul eden yasanın görüşüldüğü gün (1 Kasım 1928),
Meclis’te yaptığı konuşma, yazı yenileşmesine verdiği önemi
ve bu konudaki coşkusunu yansıtan tümcelerle doludur. Bu konuşmada
şunları söylemiştir: “Efendiler!
Türk harflerinin kabulüyle hepimize, bu ülkenin vatanını seven
bütün yetişkin evlatlarına, önemli bir görev düşüyor. Bu
görev, milletimizin tüm bireyleriyle gösterdiği istek ve coşkuya,
doğrudan hizmet ve yardım etmektir. Bu milletin yüzyıllardan beri
çözümlenmemiş olan ihtiyacını, birkaç yıl içinde tümüyle
sağlamak, gözlerimizi kamaştıran bir başarı güneşidir.
Kazanılan hiçbir zaferle kıyaslanamayacak bu başarının,
heyecanı içindeyiz. Yurttaşlarımızı cehaletten kurtaracak, sade
bir öğretmenliğin vicdani kıvancı, ruh varlığımızı
doyurmuştur. Aziz arkadaşlarım; yüksek ve sonsuz armağanınızla,
Büyük Türk Milleti, yeni bir aydınlık dünyaya girecektir.”55
DİPNOTLAR
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.C., Remzi Kit. 8.Bas. İst.-1983, sf.313
- “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” Mazhar Müfit Kansu, I.Cilt, TTK, 3.Baskı Ank.-1998, sf.130
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.C., Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1983, sf.316
- “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas. İst.-1994, sf.511
- a.g.e. sf.511
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Y., 3.Baskı, İst.-2001, sf.255
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.220
- “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.511
- “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.153
- “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.511
- “Atatürkle Konular Ansiklopedisi” S.Turhan, Y.K.Y., 2.Bas., 1995, sf.22
- “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kit., 1998, sf.70
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.
- “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdim, Cumhuriyet Kit., 1998, sf.15
- “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kit., 1998, sf.9
- a.g.e. sf.10-11
- a.g.e. sf.11
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.254
- a.g.e. sf.255
- a.g.e. sf.258
- “Atatürk ve Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol, İs.B.Y., tarihsiz, sf.117-118
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.510
- “Atatürk ve Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol, İs B.Yay., tarihsiz, sf.122
- “Atatürkçü Düşüncede Ulusal Eğitim” Dr.Şerafettin Yamaner, Top. Dön.Yay., İst.-1999, sf.103
- “Atatürk ve Halkçılık” Prof.Cahit Tanyol, İs Bank Yay., tarihsiz, sf.124
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.222
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.513
- “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.153
- “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.300
- a.g.e. sf.301
- “Atatürkçü Olmak” C.A.Kansu, Bilgi Yay., 3.Bas. Ank.-1996, sf.104
- “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.301
- “Atatürkçü Olmak” C.A.Kansu, Bilgi Yay., 3.Bas., Ank.-1996, sf.105
- “La Turquie, Puissance d’Occident” Le Figaro, 13.07.1954;ak. Benoit Machin “Mustafa Kemal” sf.299
- “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.15
- “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.301
- a.g.e. sf.301
- “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.221
- “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.301
- a.g.e. sf.301
- a.g.e. sf.301
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.256
- “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kitap, sf.23-29
- a.g.e sf.59
- “Ömer Sami Coşar’ın Derlemeleri” 1928; ak. a.g.e. sf.91
- a.g.e. sf.92
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.
- “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.440
- “Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem, Cumhuriyet Kitap, 1998, sf.96
- “Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi” Prof.Ahmet Mumcu, İnkilap Kitabevi, 12.Baskı, İst.-1992, sf.149
- a.g.e. sf.41-43
- a.g.e. sf.44
- a.g.e. sf.45
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.514
- “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” Atatürk Araştırma Merkezi, I.Cilt, 5.Baskı, Ankara-1997, sf.377-378
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder