Türkiye’de
1923 yılında, yönetim biçimi olarak Cumhuriyetin tarihsel
evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, aydın
zümre yok gibidir.
O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik
adına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü
eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet
sözcüğü, aynı şapka
gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak
kullanılıyordu; tutuculuk dilinde karşılığı gavurluktu... Ordu ona bağlıydı ve orduyu yenileşmenin örgütlü gücü durumuna getirmişti. Ancak, bu büyük güvenceyle bile yetinmeyen önlemli
(tedbirli) bir anlayışı vardı. Giriştiği savaşımın
doğruluğuna inanmakta, bilince dayalı bu inanç, ona girişimleri
için gerekli olan özgüveni vermektedir. Çok güvendiği ordu bile
kendisini bıraksa, “komutan
ve subaylarına tümüyle bel bağladığı muhafız alayına”
dayanarak halka gidecek, “ülkeyi
yeniden çevresine toplayacaktır.”
Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis
koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük
oyun ve taktikler” kuşkusuz boy ölçüşemeyecekti.
Doğru
Zaman
Mustafa
Kemal Atatürk, utkudan (zaferden) sonraki bir yıllık yoğun çalışmasıyla, Türkiye’yi,
düşündüğü yenileşme yoluna sokmuştu. 11 ay içinde; saltanat
kaldırılmış, Hilafet varlığına “izin
verilen”
edilgen bir duruma getirilmiş, Lozan
imzalanmıştı. Artık elinde, Müdafaa-i
Hukuk
örgütlerine dayanan Halk
Fırkası,
yenilenmiş bir Meclis, önerilerini yapmaya hazır bir halk,
güvenilir bir ordu ve dar ancak inanmış bir kadro vardı. Çok
önceden karar verdiği ve “vicdanında
ulusal bir sır gibi”
sakladığı düşüncesini uygulayacak, Devlet’in yönetim
biçimini belirleyecekti; Cumhuriyet’i ilan etmenin zamanı
gelmişti.
Tüm
uğraşılara ve gerçekleştirilen yenileşmelere karşın, bu iş
yine de kolay değildi. Halk egemenliğine dayanan yönetim
biçiminin, 23 Nisan 1920’den beri eylemsel olarak
gerçekleştirilmesine ve sorunun
o günkü gerçek durumun ilanından ibaret başka bir şey
olmamasına1
geçmişten gelen tutucu alışkanlıklar ve eğitimsizlik,
Cumhuriyet
girişimini, hala çekince (risk) içeren bir eylem durumuna
getiriyordu.
Ülkede;
yönetim biçimi olarak Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel
boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, “aydın
zümre yok gibidir.”2
O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik
adına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü
eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet
sözcüğü, aynı şapka
gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak
kullanılıyordu; tutuculuk dilinde karşılığı “gavurluk”
tu.3
Ünlü Hafız, İzmirli İsmail
Hakkı Efendi o
günlerde, Ayasofya’da, “İslam
hükümdarsız olmaz, cumhuriyet olamaz”
diyen vaazlar veriyordu.4
Batıdaki
Cumhuriyet
Batıda
cumhuriyet,
Avrupa aydınlanmasıyla bütünleşen uzun ve güçlüklerle dolu
bir savaşımın birikimi üzerinde gelişmişti. Fransız
Devrimi’ne
temel oluşturan bu birikim, cezaevleri
ve giyotinlerden
geçerek toplum yaşamına girmişti.
J.J.Rousseau’yla
başlayan Devrim’le
somutlaşan cumhuriyetçilik düşüncesi, sert savaşımlar ve 250
yıllık bir evrimden geçerek bugün Fransa’da beşincisini
yaşamaktadır. Soylulara yakınlığıyla tanınan ünlü kimyacı
Lavoisier,
1794’de, Devrim
Mahkemesi
tarafından yargılanırken, yarım kalan deneylerini tamamlamak için
süre istediğinde, “Cumhuriyetin
bilginlere gereksinimi yok”
yanıtını almış ve giyotinle idam edilmişti.5
Kararlılık
ve İstenç (İrade) Gücü
Batıda
yoğun savaşımlarla birkaç yüzyılda getirilebilen yönetim
biçimi, Türkiye’de birkaç hafta içinde gerçekleştirildi. Bu
güç işi başarmak için eskiden gelen bir savaşım birikimi
yoktu, ancak toplumsal dayanağı kuşkusuz vardı.
Yaşam
süresini dolduran kişi egemenliği, çürümüşlüğüyle yönetim
işleyişini bozmuş, Türk halkına büyük zarar vermişti. Halk,
eskiden kurtulmak, gelişip gönencini arttırmak istiyor, isteğinin
eski düzenle gerçekleşemeyeceğini duyumsuyordu. Durumunun
düzelmesi için bir şeyler yapılması gerektiğini anlıyor, ancak
bu eğilime bir ad koyamıyordu.
Türk halkı, güvendiği
yerden gelen ve katılımcı geleneğiyle örtüşen cumhuriyet
önerisine karşı çıkmadı, kabullenip sahiplendi. Devrim önderi
ne derse yapacak, sonuna dek onunla birlikte olacaktı. Cumhuriyeti
ilan ederken dayandığı ana güç, Türk halkındaki bu inanç ve
verdiği destekti.
Halka
Güven
Ordu
ona bağlıydı ve orduyu yenileşmenin örgütlü gücü durumuna
getirmişti. Ancak, bu büyük güvenceyle bile yetinmeyen önlemli
(tedbirli) bir anlayışı vardı. Giriştiği savaşımın
doğruluğuna inanmakta, bilince dayalı bu inanç, ona girişimleri
için gerekli olan özgüveni vermektedir.
Çok
güvendiği ordu bile kendisini bıraksa, “komutan
ve subaylarına tümüyle bel bağladığı muhafız alayına”
dayanarak halka gidecek, “ülkeyi
yeniden çevresine toplayacaktır.”
Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis
koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük
oyun ve taktikler”
elbette boy ölçüşemeyecekti.6
Toplumcu
Anlayış
1923
başlarında çıktığı yurt gezilerinde, yönetim biçimi
sorununu, cumhuriyet
sözcüğünü kullanmadan ancak onu anlatarak dile getirdi. Herkesin
anlayacağı dilden konuşuyor, halk egemenliğine dayanan yönetim
biçimi konusunda; tarihsel, toplumsal ve dinsel açıklamalarla
halkı aydınlatıyordu. Eskişehir’de; “bugünkü
gücümüzün kaynağı, milletin ruhuna vicdanına, eğilimlerine
dayanmamızdır... İzlenmesi akla uygun siyaset, milletin doğal
yeteneklerine ve ihtiyaçlarına uyumlu olandır... Milletler, kendi
vicdanlarının eğilimini yerine getirmek ve uygulamak isterlerse,
egemenliği elinde tutmak zorundadırlar... Egemenlik artık kayıtsız
şartsız milletindir ve milletin kalacaktır. Yönetim
biçimi,
halkın kendisini bilfiil yönetmesi esasına dayanacaktır”
dedi.7
Cumhuriyet
ve İslamiyet
Yönetim
sorununu irdelemeyi, İslam hukukuna dek genişletti, Hz.Muhammet’in
sözlerinden aktarmalar yaparak İslamiyet’in konuyu nasıl ele
aldığını anlattı. Halka şunları söylüyordu; “Yüce
Peygamber devletlere gönderdiği peygamber bildirimlerinde, ‘Allah
birdir, hak din, İslam dinidir, onu kabul ediniz’
buyurmuşlar ve fakat hemen eklemişlerdir;
‘ben size hak dinini kabul ettirmekle sanmayınız ki, sizin
milletinize, sizin yönetiminize el koyacağım. Siz hangi yönetim
biçimini koyuyorsanız, o hakkınız saklıdır.’...
Şimdi şunu açıklamalıyım ki, din esasında yönetimin şu ya da
bu biçimde olacağına dair, hiçbir ifade kesin olarak yoktur.
Yalnız hükümetin hangi esaslara dayanması gerektiği bellidir, bu
açık ve kesindir. Bu esaslardan biri şûrâdır (danışma
organı). Danışma en kuvvetli esastır. Bu esas, Yaradan tarafından
doğrudan doğruya Muhammet Mustafa’ya da emrolunmuştur. Peygamber
olan yüce kişi bile, kendiliğinden iş yapamayacaktır. Danışarak
(müşavere) yapacaktır... Diğer bir esas adalet esasıdır. Şûrâ,
insanlara ait işleri yerine getirirken adil davranacaktır. Çünkü
adaletsiz şûrâ, Allahın emrettiği şûrâ olamaz; adalet
dağıtmaya yetkili olabilmesi için de uzman olması, bilgili
(vâkıf) olması gerekir. Bilgili olan, uzman kişilerden oluşan
bir yönetim, ancak değerli ve saygın olur. Adalet dağıtımında,
ancak böyle bir şûrâya inanılır ve güvenilir.”8
İnceleme,
Araştırma
Yurt
gezilerinden her dönüşünde, çalışma odasına çekilip
araştırmalarını sürdürüyor, Türkiye’ye uygulanacak
cumhuriyet düşüncesini, kuramsal ve eylemsel boyutuyla
olgunlaştırıyor, uygulama hazırlıkları yapıyordu. Önce,
kimseye açılmamıştı. Tasarımını bitirip, davranış biçimini
belirlediğinde, güvendiği kişilere açılmaya, görüşüp konuyu
birlikte irdelemeye başladı.
Oluşumu
ve doğurduğu sonuçlarıyla birlikte Fransız
Devrimi’ni
(bir kez daha) inceledi. J.J.
Rousseau’yu
okudu. Çankaya’da
akşam yemeklerinde, ‘seçilmiş’
konuklarıyla tartıştı, katılımcı yönetim biçiminin adının
Türkiye ve Türkçe’deki karşılığının ne olabileceğini
araştırdı. Fransızca’da kamusal
varlık, toplum (la chose publique)
anlamına gelen republique
sözcüğünün, Türkçedeki karşılığının cumhuriyet
olabileceğini düşünüyordu.9
Eyleme
geçeceği günlerin yakın olduğunu çevresindekiler anlamıştı.
Uygun zaman ve girişim gücünü arttıracak somut bir olay, bir
gerekçe bekliyordu. Neve
Freie Presse
yaptığı açıklamadan yaklaşık bir ay sonra böyle bir olay
ortaya çıktı. Meclis İkinci Başkanlığı ve Dahiliye vekilliği
seçimiyle başlayıp, hükümet bunalımına dönüşen siyasi
gelişmeler, ona bu fırsatı verdi. Nutuk’ta,
“uygulamaya
geçmek için uygun zamanın geldiğine karar verdim”10
dediği bu gelişmelere dayanarak harekete geçti.
Hükümet
Bunalımı
Halk
Fırkası, 25 Ekim’de Meclis İkinci Başkanlığı için Rauf
Bey’i,
Dahiliye Vekili için de Sabit
Bey’i
aday göstermişti. O ise bu seçimi uygun bulmuyordu. 26 Ekim’de,
Bakanlar Kurulu’nu Çankaya’da toplantıya çağırdı ve “istifa
etmeleri zamanının geldiğini, bunun gerekli olduğunu”11
belirten bir öneri yaptı. Meclis yeni Bakanlar Kurulunu seçmeli,
ancak çekilen (istifa eden) bakanlar yeniden seçilirse, bunu kabul
etmemeliydiler. Önerisi kabul gördü ve Genel Kurmay Başkanı
Fevzi
Paşa
dışında tüm Bakanlar Kurulu üyeleri hükümetten çekildi.
Yeni
hükümeti kurma girişimleri, öngördüğü biçimde gelişti.
Meclis’in karşıtçı (muhalif) üyeleri, Meclis odalarında,
evlerde toplanıyor, “Bakanlar
Kurulu listeleri düzenliyordu”.
Ancak, hiçbir küme, “kamuoyunun
güven duyacağı”
Meclis’ten onay alabilecek bir liste üzerinde anlaşamıyordu.
Bakan olmak isteyenler o denli çoktu ki, herkes kendini aday
gösteriyor, bu nedenle ortak bir liste oluşturulamıyordu. İstanbul
basını, karşıtçıları birleştirmeye çağıran destek
yayınları yapıyor, ancak girişimleri bir işe yaramıyordu.
Bunalımdan
Yengi Çıkarmak
Siyasi
tıkanma, 28 Ekim’e dek aşılamadı. “Kargaşa
yayılarak sürüyor, içinden çıkılmaz tartışmalarla”12
hükümet kurma çalışmaları, sonuçsuz kalarak tümüyle
tıkanıyordu. Halk
Fırkası Yönetim Kurulu’nun
çağrısı üzerine, önce onlarla toplandı. Yönetim
Kurulu da
tek başına liste oluşturamıyordu. Çalışmaların sürdürülmesini
önererek Çankaya’ya
çıktı. Orada kendisini bekleyen arkadaşlarına kararını
açıkladı ve “yarın
cumhuriyeti ilan ediyoruz”
dedi.13
Arkadaşları
gittikten sonra, İsmet
Paşa’yla
birlikte, Cumhuriyet’in ilanı için 1921 Anayasası’nda
yapılması gereken değişiklikleri saptadı. Birinci başlama
(maddeye), “Türkiye
Devleti’nin yönetim biçimi cumhuriyettir”14
sözcüğünü eklediler ve değişiklik yaptıkları diğer üç
maddede; kişisel yönetimin tümüyle kalktığı, cumhuriyetin
doğal sonucu olarak Meclis’in cumhurbaşkanını seçeceği,
cumhurbaşkanının ise başbakanı atayacağını belirttiler.15
Halk
Fırkası
Meclis Kümesi (Grubu), 29 Ekim sabah 10’da toplandı. Uzun
tartışmalardan sonra, “durumun
çıkmaza girdiğini ve hükümet işlerinin yüzüstü kaldığını
gören birçok milletvekili”,
Genel Başkan olarak onun, “soruna
çözüm bulmak için”
çağrılmasına karar verdi.16
Toplantıya geldi ve çözüm önerisini sunması için bir saat izin
istedi. Uygun gördüğü ve kendi deyimiyle, “gereken
kişileri”17,
Meclis’teki odasına çağırdı. Onlara, önceki gece İsmet
Paşa’yla
birlikte yaptığı Anayasa değişiklik önerisini göstererek,
biraz sonra Genel Kurul’da yapacağı konuşma konusunda
bilgilendirdi.
“Bir
saat sonra”
kürsüye çıktı ve önerisini; “çözülmesinde
güçlüğe uğradığımız sorun, uygulamakta olduğumuz yöntem
eksikliğindendir. Yürürlükteki Anayasamız gereğince, bakanları
ayrı ayrı seçmek zorunda kalıyoruz. Bu güçlüğün
giderilmesinin zamanı artık gelmiştir. Yüce kurulunuz bu sorunun
çözülmesi için beni görevlendirdi. Bilginize sunduğum
görüşlerden esinlenerek, çözüm olacağını düşündüğüm
bir biçim saptadım. Onu önereceğim. Önerim kabul edilirse, güçlü
ve dayanışma içinde olan bir hükümet kurabiliriz”
sözleriyle dile getirdi. Hemen ardından hazırladığı dört
başlamlık Anayasa değişikliğini okudu.18
Çözüm
Fırka
toplantısı akşam altıda bitti ve tartışmalardan sonra öneri
kabul edildi. Yapılan konuşmalar içinde, Abdürrahman
Şeref Bey’in,
“egemenlik
sınırsız koşulsuz milletindir dedikten sonra, kime sorarsanız
sorunuz, bu cumhuriyettir. Doğan çocuğun adı budur. Bu ad,
kimilerinin hoşuna gitmezse, varsın gitmesin”19
sözleri, durumu açıklayan belki de en özlü yargıydı.
Meclis
Anayasa Komisyonu tasarıyı ivedi olarak ele aldı ve “Meclis’te
hemen görüşülmesini”
önerdi. Görüşmeler, saat 20.30’da, “yaşasın
cumhuriyet”
alkışlarıyla kabul edildi. On beş dakika sonra, 20.45’te
Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve milletin ruhunda “zaten
çoktan seçilmiş”20
olan Mustafa
Kemal,
oturuma katılan 158 milletvekilinin oybirliğiyle, Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı oldu. 100 milletvekili oylamaya
katılmadı.21
Seçim
üzerine, teşekkür konuşması yapmak için kürsüye çıktı ve
şunları söyledi: “Türkiye
Cumhuriyeti dünyadaki yerine yaraşır olduğunu, başaracağı
işlerle kanıtlayacaktır. Her zaman milletin güvenine dayanarak,
hep birlikte ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, muvaffak
ve muzaffer olacaktır.”22
Halkın
Coşkusu
Türk
halkı, Cumhuriyet’i ve ilk Cumhurbaşkanını coşkuyla karşıladı.
“Duyulan
sevinç her yerde, parlak gösterilerle açığa vuruldu”23
ve Cumhuriyet’in
kabul edilmesi, 29
Ekim
gecesi ülkenin her yerinde, yüzbir top atışıyla kutlandı. Halk
sokaklara dökülmüş sevinç gösterileri yapıyor, Meclis’e ve
Cumhurbaşkanı’na telgraflar çekiyordu. 29 Ekim, daha o gece halk
tarafından “milli
bayram durumuna getirilmişti.”24
Karşıtçılar
Cephesi
Halkın
sevincine karşın, sayıları az, ancak etkileri az olmayan
karşıtlar cephesi, açık ya da örtülü bir hoşnutsuzluk içine
girdi, savaşımı sertleştirdi. İstanbul basını ve tutucular
açıktan, eski düzen yanlıları ve kimi işbirlikçiler örtülü
olarak, Cumhuriyet’e karşı tavır aldı.
Bu,
beklenen bir sonuçtu. Beklenmeyen, Kurtuluş
Savaşı’na
en önde katılan ve o günlerde hem milletvekili hem de orduda üst
düzey görevlerde bulunan etkin komutanların, cumhuriyetin ilanına
tepki göstermeleriydi. Düşüncelerini genellikle açıkça
söylemiyorlar, dolaylı tepkilerini; “cumhuriyetin
ilan kararının kendilerine sorulmaması, kararın hızlı verilmesi
ve cumhuriyetin ilanının halifeliğin kaldırılmasına yol açacağı
”
gibi gerekçelere dayandırıyorlardı. 25
Yazgı
birliği yaptığı silah
arkadaşlarının
karşıkoyuşuna çok üzüldü. Yaşamlarını ortaya koymuşlar ve
ülkeyi birlikte kurtarmışlardı. Büyük bir askeri utkudan sonra, bu utkuyu tamamlayacak siyasi eylemde yolları ayrılıyordu.
İstanbul
Basını
İstanbul
basını, “halkın
sevincine”
katılmadı ve gizlemeye gerek görmediği sert bir karşıtlıkla
saldırıya geçti. Cumhuriyet
’in
ilanına öncülük edenleri, doğal olarak en başta onu, isim
vermeden hedef almışlardı. “
Sıkboğaza getirilmiş bir durum ”,
“
birkaç saatlik Anayasa değişikliği ”,
“
Meclis’te bir büyü yapıldı ancak Cumhuriyet bir tılsım
değildir” 26
gibi değerlendirmeler yapılıyordu.
Gazetelerde,
Ankara’da yapılan iş, “
uygarlık dünyasını anlamış, okumuş, incelemiş, devlet
yönetiminde yeterlilik kazanmış kafaların ” 27
yapacağı bir iş değildir; “
dün ilan edilen cumhuriyetin ileri gelenleri ve ona bağlı olanlar,
bunu yürütebileceklerine güveniyorlarsa, biz de onlara ‘ öyleyse
cumhuriyetiniz mübarek olsun baylar! ’ deriz ”
diyerek alaycı yazılar yazılıyordu. 28
Cumhuriyeti ilan edenlere, “
balonu uçurdular,
görünüşe
bakılırsa ucunu kaçırıyorlar ”,
“
birbirine girdiler, dolaplar döndürüyorlar ”
biçimdeki “
çirkin ve bayağı ” 29
sözlerle saldırdılar; “
devlete ad koydunuz, işleri de düzeltebilecek misiniz? ” 30
diye küçük gören sorular sordular.
Doğru
Bildiği Yolda Yürümek
Suçlama
içeren sözlere, düzeysiz karamalara aldırmadı ve doğru bildiği
yolda yürüdü. Giriştiği işi, gelecek tepkileri ve alınacak
önlemleri önceden düşünmüş, hazırlığını yapmıştı.
Gerek saldıranlar gerekse kendisi, gelecek adımın Hilafetin
kaldırılması olduğunu biliyordu. Cumhuriyet
üzerinden yapılan tartışmanın merkezinde yer alan bu olası
girişim, tutucularla devrimcileri ister istemez karşı karşıya
getiriyordu.
Tutucular
neyi savunduklarının, o neyi kaldıracağının bilincindeydi. O
günkü ortamı Nutuk’ta
şöyle anlatacaktır: “Bir
ülkede, bir toplumda devrim yapıldığında, devrimin gerekçesi kuşkusuz vardır. Ancak devrimi yapanlar, inanmak istemeyen inatçı
(anut) düşmanlarını ikna etmek zorunda mıdır? Cumhuriyet’in
de yandaşı ve karşıtları kuşkusuz vardır. Yandaşlar,
Cumhuriyet’i hangi inanç ve düşüncelerle neden kurduklarını,
karşıtlarına anlatarak onlara yaptıkları işin doğruluğunu
anlatmak isteseler de, onları bağnaz inatçılıklarından
vazgeçirmeleri mümkün müdür? Cumhuriyetçiler kuşkusuz, güçleri
yeterliyse inançlarını herhangi bir yolla; ayaklanmayla, devrimle
ya da toplumun onaylayacağı başka yollarla gerçekleştirirler. Bu
ülkü, devrimcilerin görevidir. Buna karşı direnmeler, yaygaralar
ve geriletici girişimler, karşıtların yapmaktan geri
durmayacakları devinimlerdir.”31
DİPNOTLAR
- “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, BATEŞ A.Ş:, İst.-1980, sf. 374
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf. 142
- “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, BATEŞ A.Ş:, İst.-1980, sf. 376
- “Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük”, Prof.T.Z. Tunaya, Arba Yay., 3.Baskı, İst.-1994, sf. 127
- Büyük Larousse, İletişim Yay., 4.Cilt, sf. 2505
- “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, BATEŞ A.Ş:, İst.-1980, sf. 377
- “Mustafa Kemal Eskişehir İzmit Konuşmaları” Kaynak Y., sf. 59-65
- a.g.e. sf. 201-203
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit, 12 Baskı, İst.-1994, sf. 444
- “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1063
- a.g.e. sf. 1065
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.151
- “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1069
- a.g.e. , II.Cilt, Sf. 1069
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.151
- a.g.e. sf. 151
- “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1077
- a.g.e., II.Cilt, sf. 1077
- a.g.e., II.Cilt, sf.1081
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.153
- “Atatürk” P.Paruşev, Cem Yay., İst.-1981, sf.277
- “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1085
- a.g.e. , II.Cilt, sf.1085
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.154
- a.g.e. sf. 154
- “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1087
- a.g.e. sf. 1087
- a.g.e. sf. 1089
- a.g.e. sf. 1089
- a.g.e. sf. 1089
- “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1087
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder