1955’te
Vietnam’da yenilen Fransa’nın Cezayir’de herhangi bir
yenilgiye katlanması düşünülemezdi. Başıboşlardan
(serserilerden) ve serüvencilerden (maceracılardan) oluşan paralı
askerlerini ve acımasız yöntemleriyle ün yapmış paraşütçü
birliklerini, Cezayir’e taşıdılar. Fransız birlikleri, ne
ulusal, ne de uluslararası anlaşmalara uyuyor, kendilerini insan
öldürmekten sorumsuz kılan bir tutumla toplu kırımlara
girişiyordu. Direniş önderleri tutukevlerinde öldürülüyordu.
Köylülerin özellikle verimli ovalardaki ürünleri ve köyleri
yakılıyor ve her yaştan Cezayir köylüsü dağlık yörelere
sürülüyordu. Onbinlerce insanın yarı aç yaşamaya tutsak
edildiği toplama kampları oluşturuluyordu. 1960 başlarında bu
kamplarda tutulan Cezayirlilerin sayısı 2 milyonu bulmuştu.
1
Kasım 1954 günü, Cezayir’in yetmiş ayrı yerinde ayaklanan
ulusçular, o günkü güçlerini çok aşan ve aralıksız 8 yıl
süren bağımsızlık savaşını başlattı. 1.5 milyon
Cezayirli’nin öldüğü bu dönem, ulusal savaşımın tümünü
kapsamıyor kuşkusuz. Bu savaşımın, acılarla dolu öncesi ve
daha da acılı bir sonrası vardır.
Cezayir’de
Türk Yönetimi
Türkler’in
Kuzey Afrika’da ele geçirdikleri ilk ülke Cezayir’dir.
16.yüzyıl başlarında, Orta ve Doğu Akdeniz’de deniz
üstünlüğünü ele geçirmiş olan Barbaros
Hayrettin
ve kardeşi Baba
Oruç,
1514’te Milliana’ya
çıktı. Onları, kendilerini İspanyol talancı akınlarından
korumak için Cezayirliler çağırmıştı. Yerli halkın desteğiyle
hızla yayılan Cezayirde’ki Türk egemenliği, 1830 yılına dek
tam 316 yıl sürdü.
1534’ten
başlayarak bir Osmanlı eyaleti durumuna gelen Cezayir, 1587 yılına
dek İstanbul’dan atanan beylerbeyi tarafından yönetildi.
Bunların giderek yarı bağımsız hükümdarlar gibi davranma
eğilimi göstermeleri üzerine, bölgeyi üç yıllık sürelerle
yönetmek üzere paşalar gönderilmeye başlandı.
Gerileme
dönemiyle, tüm eyaletlerde zayıflamaya başlayan Türk yönetim
düzeni güç yitirdi ve 1659’dan sonra ağa
(1671’den sonra dayı)
adı verilen yerel milis reisleri etkinliklerini arttırmaya başladı.
Bunlarla yeniçeriler arasındaki yönetim çekişmesi, uzun süreli
çatışmalara yol açtı.
Cezayirlilerin
“Altın Çağı”
Türk
yönetimi belki de en çok Cezayir’de kalıcı etkiler bırakmıştır.
Aşiretler ve tarikatlar arasındaki bitmek bilmez çatışmalara son
verilerek iç güvenlik sağlanmış, dış saldırılara karşı
bölge koruma altına alınmıştır. İç çatışmalara ve dış
savunmaya kaynak ayırmayan Cezayir halkı, Türk yönetimi süresince
tarım ve tecimde (ticarette) önemli gelişmeler elde etmiş bu
nedenle de, Osmanlı’nın topladığı vergi ve askerden rahatsız
olmamıştır.
Türk
dönemini Fransız dönemiyle kıyaslayan, Fransız araştırmacı
François
Georgeon,
“Cezayir’deki
Türk dönemi Cezayirliler için bir altın çağdır,
Fransız
sömürgeciliği bu altın çağın daha iyi görülmesini
sağlamıştır”
demiştir.1
Cezayir’deki
Türk etkisini inceleyen, Paris Üniversitesi Profösörlerinden
Benjamin
Stora,
konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Cezayir’de
20.yüzyılın başında milyonlarca insan, Türk anısını
yaşatmayı hala sürdürüyorsa, bunun nedeni, Osmanlı
İmparatorluğu’nun bu ülkede, bitmek tükenmek bilmez bir düşünce
ve polemik kaynağı oluşturmayı sürdürmesidir. Türkler her şeye
referans olmuş, yerel halkın kendi bütünlüğü içinde oynadığı
rolle, bir esin kaynağı haline gelmiştir.”2
Türklerin,
egemenlik altına aldığı topraklarda yerel halkın gelişimine yol
açan bir düzen kurması, Cezayir’le sınırlı kalmayan ve tüm
İmparatorluk topraklarında geçerli olan bir durumdur. 16.yüzyıl
ortalarında Osmanlı topraklarını dolaşmış olan Fransız Gezgin
Belon
du Mans,
yazdığı kitapta, Limmi adasında yaşayan bir Rumun, “Ada,
Türk yönetimine dek hiç bu kadar, zengin, ekonomik açıdan bu
kadar gönençli (müreffeh) olmamıştı”
sözlerini aktarırken şu yorumu yapar: “Daha
önceleri sürekli tedirgin edilip eziyet gören bu insanlara,
yaşadıkları gönenci sağlayan gücün; uzun süren barış ve
güven ortamını geliştiren, Osmanlı İmparatorluğu’nun
yönetimi olduğunu eklemek gerekir.”3
İşgal
Cezayir’deki
Türk yönetimi, 1830 yılında Fransa’nın bölgeyi askeri işgal
altına almasıyla son buldu ve ülke; tüm varlıklarıyla
sömürüldüğü, acılarla dolu baskıcı bir yönetim dönemine
girdi. Fransızların işgal için ileri sürdüğü gerekçeler
Avrupalı tüm sömürgeci devletlerin ileri sürdükleri
gerekçelerin hemen aynısıydı. “Uygar
dünyanın çıkarları adına”,
“Cezayir
korsanlığına
(Türk yönetimine) son
verilecek ve bölgeye uygarlık götürülecekti”.
“İlhak
için değil, bölge halkını Türklerden kurtarmak için
gidiliyordu.”4
Oysa
bilindiği gibi 19.yüzyılda Akdeniz’de korsanlık kalmamıştı
ve Cezayirliler Türkleri kendilerini İspanyol ve Fransız
korsanlarından kurtarması için çağırmıştı. Askeri karışma
(müdahale) gerekçesi de son derece ilginçtir. Cezayir’e buğday
satan bir Fransız alacaklı olduğunu iddia etmiş ve Fransa’nın
Cezayir konsolosuna başvurmuştur. Konsolos, dönemin Cezayir valisi
Hüseyin
Paşa’yı
bilinçli bir saygısızlıkla aşağılamış, Paşa’nın elindeki
yelpazeyle konsolosun yüzüne vurması üzerine Fransa
aşağılandığını belirterek Cezayir’i işgal etmiştir.
Önceden planlanmış bu işgal tarihe ‘yelpaze
olayı’
olarak geçmiştir.
Ayaklanma
Cezayir
halkı, kendilerini ‘Türk
despotizminden’
kurtarmaya geldiğini söyleyen Fransızlara karşı hemen ayaklandı.
Emir
Ahmet
ve Emir
Abdülkadir
direnişin öncüleri oldu. 1847’ye dek aralıksız 17 yıl süren
ve onbinlerce Cezayirlinin öldüğü başkaldırı, büyük silah
üstünlüğü kullanılarak kanlı bir biçimde bastırıldı.
1830’da Fransız işgaliyle başlayan sömürgeciliğe karşı halk
eylemi, değişik ara ve yoğunluklarla 1962’ye dek sürdü.
Fransa,
Cezayir’in yalnızca egemenlik haklarına değil, doğrudan yaşam
kaynaklarına el koymuştur. Kıyı şeridindeki en verimli tarım
toprakları, yeraltı zenginlikleri ve dolaysız ülke gelirleri
kesin biçimde denetim altına alınmıştır.
Türk
yönetiminde kaldığı sürece tarım ve tecimle gelirleri artan
Cezayirliler, 100 yıllık Fransız yönetimi sonunda ilkel bir
yoksulluk içine düştü. 1930’lu yıllarda kent varoşlarında
köylerde; açlık, işsizlik ve hastalık kol geziyordu. Sayıları
1 milyona yaklaşan Avrupa kökenliler, Batı ölçülerini aşan bir
varsıllık içinde yaşarken, ilkokul çağına girmiş 2,5 milyon
Cezayirli çocuktan, ancak yüzde 12’si okula gidebiliyordu.5
Yarışma (rekabet) gücü yüksek demir cevheri ve kömür
yataklarının Cezayir halkına hiçbir getirisi yokken, bu
madenlerin Fransa’ya sağladığı gelir 1938’de 5,6 milyar
Frank, 1949 da 89 milyar Frank’tı.6
Bilinçlenme
Fransız
düşmanlığına dayalı karşı çıkışlar ve örgütlü olmayan
dinsel kaynaklı yerel tepkiler, I.Dünya Savaşına dek sürdü.
Savaş sırasında Fransa tarafından askere alınıp dünyanın
çeşitli yörelerinde cepheye sürülen Cezayirliler, giriştikleri
savaşın ne anlama geldiğini görmeye başladı.
Savaşa
sürülen 173 bin Cezayirli’den, 25 bini ölmüş, 75 bini cepheden
fabrikalara geri gönderilen Fransız işgücünün yerini almıştı.7
İstemeden bulaşılan savaş, Cezayir toplumunun olaylara bakışını
ve halkın tinsel (ruhsal) durumunu büyük ölçüde değiştirmişti.
İlk
ulusçu eğilimler, düşünce olarak aydınlar, eylem olarak din
çevrelerinde ortaya çıkmaya başladı. Ticani
topluluğuna (cemaatine) dayanan ve Mısırlı İlahiyatçı Muhammet
Abduh’un
iyileştirmeci görüşlerinden etkilenen Şeyh
Ben Badis
önderliğinde bir karşıtçılık devinimi (muhalefet hareketi)
başladı. Ben
Badis,
‘Dinim
islam, dilim Arapça, vatanım Cezayir’
söylemiyle vaazlar veriyordu. Fransızlar, bunun üzerine bir süre
tüm camilerde vaaz yasağı koydu. Ancak, Ben
Badis
1931 yılında ilkel bir izlenceyle de (programla da) olsa, Ulema
Birliği
adlı bir örgüt kurmayı başardı.
Örgütlenmeler
Ulusal
Bağımsızlığı savunan ilk örgüt, Fransa’da çalışan
işçiler ve Fransız Komünist Partisiyle ilişkili aydınlar
tarafından 1925 yılında Kuzey
Afrika Yıldızı
adıyla Fransa’da kuruldu. Örgüt, daha sonra önderi Messali
Hac
tarafından Cezayir’e taşındı ve ulusçu eylem, Ulema
Birliği’ni
aşarak, özellikle kentli emekçi kitleler üzerinde etkili oldu.
Gençliğini
Fransa’da işçi sendikalarındaki savaşımla geçiren Messali
Hac,
Cezayir bağımsızlık savaşımının örgütsel temelini kuran ilk
etkili önderdir. Ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen bu
etkileyici önder, kimilerine göre: “Yüzeysel
Marksizm, duygusal ve eskiye özlemli bir Cezayircilik ve kabataslak
bir İslamcılıktan”
oluşan düşünceleriyle bir sömürge aydını; kimilerine göre
de: “Ulusçu
inancını toplumcu içeriklerle zenginleştirmiş, çağını aşan”
bir bağımsızlık savaşçısıdır.8
Fransa’nın
“Komünistleri”
Kuzey
Afrika Yıldızı,
1935 yılında Cezayir
Halk Partisi’ne
(PPA) dönüştü. Aynı yıl Cezayir
Komünist Partisi
kuruldu. Cezayir
Komünist Partisi
kurulup, ulusal savaşım içinde yer almaya çalışırken, Fransız
Komünist Partisi
çok ayrı bir havadaydı. Fransız
Komünist Partisi’nin
Cezayir’deki ulusçu yükselişe karşı davranışı, Avrupalı
tutucuların geri kalmış ülke halklarına bakışının hemen
aynısıdır.
“Enternasyonal
dayanışma”
ve “ulusların
kaderlerini tayin hakkını”
izlencesinin başına koyan Fransız
Komünist Partisi,
o yıllarda Cezayir Ulusal Kurtuluş Savaşı’na açıkça karşı
çıktı ve bu yönde verilen savaşımı ‘çöl
vandalizmi’
olarak tanımladı. Komintern’in
Cezayir ve Tunus ulusal devinimlerini destekleyen kararlarını kabul
etmedi. Parti genel sekreteri Paul
Caballero,
1945’de “Cezayir’in
bağımsızlığını talep edenlerin, bilerek veya bilmeyerek
emperyalizme ajanlık ettiklerini”
yazdı.9
FKP, Fransa’nın (doğal olarak kendilerinin) çıkarları söz
konusu olduğunda komünist
ilkeleri
bir kenara itmekten çekinmedi.
Tutulmayan
Sözler
1942
Yılında Bağlaşık orduları Cezayir’e çıkartma yaptı. Aynı
yıl 300 bin Cezayirli Fransız ordusu tarafından askere alınarak
savaşa sokuldu. Savaştan sonra bağımsızlık sözü verilen
Cezayirliler canla başla savaştı. Fransızlarla uzlaşmaya
eğilimli Ferhat
Abbas,
bağımsızlık eylemini içten bir çabayla verilen söze uyumlu
duruma getirdi.
Ancak,
Fransızlar sözlerini tutmadı. Fransa’daki Alman işgaline karşı
savaşımı Cezayir’den yöneten General
de Gaulle’ün,
7 Mart 1944’de ilan ettiği iyileştirmeler, çocuk kandırır
türünden baştan savma değişikliklerdi. Aldatıldıklarına
inanan, Ferhat
Abbas
ve Messali
Hac
yandaşları, daha etkili savaşım için güçlerini birleştirdi,
Özgürlük
ve Manifesto Dostları
adıyla, 500 bin üyeli büyük bir kitle örgütü kuruldu.
Fransızlar bu girişime, bağımsızlık deviniminin simgesi
durumundaki Messali
Hac’ı
tutuklayıp çöle sürerek yanıt verdi.
Setif
Kırımı
8
Mayıs 1945 de, Fransız ve Cezayir kentlerinde 2.Dünya Savaşı’nın
bitişi kutlanacaktı. Konstantin
yakınlarındaki küçük Setif
kentinde gösterilere coşkuyla başlanmışken, halkın yeşil-beyaz
Cezayir bayrakları açıp “Yaşasın
Messali”
diye slogan atması üzerine Fransız askerleri kalabalığın
üzerine, ateş açtı. Bunun üzerine denetimden çıkan halk
kitlesi, asker-sivil ayırmadan Fransızlara saldırdı, 71 kişiyi
öldürdü.
Ben
Badis’ten
beri ilk kez halkın karşı şiddetiyle karşılaşan Fransız
ordusu ve ırkçı kolonlar acımasız bir kitlesel kırıma girişti.
Fransız kaynaklarına göre 12 bin, bağımsızlıkçı güçlerin
kaynaklarına göre 45 bin Cezayirli öldürüldü, bütün partiler
kapatıldı, binlerce insan tutuklandı.
Setif
Kırımı (katliamı)
tarihin gördüğü, en vahşi ve insanlık dışı ırkçı
kırımlardan biridir. Kent varoşları ve köylerde evler basılıyor,
silahsız ve korumasız her yaştan sivil halk, ordu birlikleri ya da
kolon milisleri tarafından öldürülüyordu. Bu kırımı gören
Cezayirli yazar, Katip
Yasin
şunları söylüyordu: “Benim
insan duyarlılığım ilk kez 1945’te Setif’de, gösterilen
vahşetle karşı karşıya geldi. Ulusçuluğum orada pekişti.
Gözlerimi en fazla açan şey, Batılıların söyledikleri her şeyi
böylesine inkar edişleri oldu.”10
Silahlı
Savaşım
Setif
Katliamı,
Cezayir ulusal savaşımının dönüm noktası oldu. Bu olaydan
sonra, halkın da katıldığı silahlı savaşım dönemi başladı.
1954 yılına dek ufak çaplı çatışmaları içeren bir hazırlık
dönemi geçirildikten sonra, 1 Kasım 1954 günü, Cezayir tarihinin
en kanlı dönemini başlatan ayaklanma örgütlendi.
Ayaklanma
hazırlıkları, Messali
Hac’ın
Demokratik
Özgürlüklerin Zaferi Hareketi’nin
silahlı kolu olan ve ondan 1954 Ağustosunda ayrılan (O.S) özel
örgütü tarafından hazırlanmıştı. Daha sonra Devrimci
Birlik Eylem Komitesi
(CRUA) ve Ulusal
Kurtuluş Cephesi
(FLN)’ni oluşturacak olan bu örgütün yöneticileri arasında,
ileride yıldızları parlayacak olan Ahmet
Ben Bella
ve Muhammet
Hıdır
da vardı.
1.Kasım
ayaklanması 72 yerleşim biriminde, eldeki elli tüfek ve başka
ilkel silahlarla donatılmış üç bin kişilik bir güçle
başlatılmıştı ve yalnızca 5-6 Fransız askerinin ölümüne yol
açmıştı. Fransızlar ayaklanmanın askeri gücüne önem vermedi
ancak bir merkezden yönetiliyor olmasından son derece rahatsız
oldu. Cezayirdeki 50 bin kişilik asker gücü birkaç gün içinde
80 bine çıkarıldı. Bu sayı 1955’de 200, 1958’de ise 800 bin
oldu.
Fransız
Vahşeti
1955’te
Vietnam’da yenilen Fransa’nın Cezayir’de herhangi bir
yenilgiye katlanması düşünülemezdi. Vietnam’daki başıboşlardan
ve serüvencilerden oluşan paralı askerlerini ve acımasız
yöntemleriyle ün yapmış paraşütçü birliklerini, Cezayir’e
taşıdılar. Fransız birlikleri, ne ulusal, ne de uluslararası
anlaşmalara uyuyor, kendilerini insan öldürmekten sorumsuz kılan
bir tutumla toplu kırımlara girişiyordu. Gözaltına alınanlara
ve tutukevlerinde bulunanlara ağır işkence uygulanıyor, direniş
önderleri tutukevlerinde öldürülüyordu. Köylülerin özellikle
verimli ovalardaki ürünleri ve köyleri yakılıyor ve her yaştan
Cezayir köylüsü dağlık yörelere sürülüyordu. Onbinlerce
insanın yarı aç yaşamaya tutsak edildiği toplama kampları
oluşturuluyordu. 1960 başlarında bu kamplarda tutulan
Cezayirlilerin sayısı 2 milyonu bulmuştu.11
1957
Sonlarında Fransızlar, Akdenizden Büyük Sahranın içlerine dek
yüksek voltajlı elektrik verilmiş, dikenli tel hattı çekti. İki
milyon kilometrekarelik koskoca ülke ve 9 milyonluk yoksul bir halk,
teknolojik olanaklarla ikiye bölünüyordu. Cezayir, 1962 yılında
bağımsızlığına kavuştuğunda 1,5 milyon insanını yitirmişti.
Bu yitik, toplam nüfusun yüzde 16,5’una denk düşüyordu ve o
güne dek bir ulusun gördüğü en yüksek oranlı insan yitiğiydi.
İç
Çatışma ve Bölünmeler
Cezayir
ulusçuluğunun doğal önderi konumundaki Messali
Hac,
süreç içinde devrimin etkin unsurları tarafından, düşünsel ve
özellikle de askeri yetersizlikle suçlandı ve 1954 yılında
kurucusu olduğu partisinden atıldı. 1956 yılında diplomatik
ilişkilerde yararlı olacağı düşünülerek, Geçici Cezayir
Hükümeti başkanlığına getirilen Ferhat
Abbas;
1961’de ılımlı olduğu ve Fransa ile pazarlığa oturduğu
gerekçesiyle görevinden alındı.
Cezayir
Ulusal Devrim Konseyi’nin,
1962 Mayıs’ında Trablus’ta yaptığı 5.toplantısında örgüt,
eylemsel olmasa bile sertler
ve ılımlılar
olarak ikiye bölünmüştü. Sosyalist bir Cezayir kurulacağını
kabul eden Anayasanın, 28 Ağustos 1963’de onaylanmasıyla
başbakanlığa getirilen Ben
Bella,
Bumedyen’in
yardımıyla Ferhat
Abbas
ve diğer reformcuları tasfiye etti. Aynı Ben
Bella,
19 Haziran 1965 de Bumedyen
tarafından gerçekleştirilen bir darbeyle devrildi.
Cezayir’in
“sosyalist”
başbakanı Ben
Bella
daha sonra, radikal islami çizgiyi benimseyecek ve bu akımın
güçlenmesine katkı koyacaktır.
Siyasi
ve örgütsel çatışmalar, ideolojik ayrılıklar ve bölünmeler;
Cezayir
Devrimi’nin
yazgısı gibidir. Devrime öncülük eden önder kadro, Cezayir
halkının özverisine ve sağduyusuna layık olamadı. Ulusal birlik
tam anlamıyla sağlanamadı. Siyasi, askeri ve ideolojik yetersizlik
gerek savaş öncesinde, gerek savaş süresince ve gerekse savaştan
sonra bir türlü aşılamadı.
Oysa
Cezayir halkının savaşıma katkısı, katılımı ve gösterdiği
sıkıdüzen (disiplin) olağanüstüdür. Örneğin; devrimin son
günlerinde Ulusal
Kurtuluş Cephesi
halktan, Gizli
Ordu Örgütü’nün
(OAS) (Fransız ordusunun faşist eğilimli gizli kırım organı)
kışkırtıcı eylemlerine yanıt vermemesini ve sessiz kalmasını
istediğinde; Cezayir halkının bu çağrıya gösterdiği uyum
hayranlık verici düzeydedir. Her gün binlerce insanın öldüğü
bir ortamda tam dört hafta tüm ülkede bireysel anlamda bile, tek
bir karşı çıkış olmamıştı. 1962 Ağustos’unda, Ulusal
Kurtuluş Cephesi
içinde gerilla güçlerini düzenli orduya katmak istemeyen
komutanlarla, cephe güçleri arasında silahlı çatışma çıkmıştı.
Cezayir kentinde 20 bin insan “yeter
artık, şefler!”
söylemiyle çatışan askerler arasında canlı duvar oluşturmuş
ve olası bir iç savaşı önlemişti.
Türk
Devrimi’nin Cezayir’e Etkisi
Türk
Kurtuluş Savaşı
ilk yılından başlamak üzere, durumdan kaygı duyan ancak olayları
yerli yerine oturtamayan Cezayirlilere geniş ve yeni bir ufuk açtı.
Cezayir Kurtuluş Devinimi’nin simge liderlerinden Messali
Hac
şöyle diyordu: “Türk
saygınlığı Cezayir toplumuna derin biçimde damgasını vurdu.
Direnen, örnek alınması gereken bir Türkiye, Cezayirliler
tarafından sömürge durumundan kurtulmak için bir iç sorun olarak
ele alındı.”12
Türk
Devrimi’nin
Cezayir Devrimi’ne etkisi, başka ulusal kurtuluş devinimlerine
evrensel ölçekte yaptığı ortalama etkiden daha çoktur.
Türk-Cezayir ilişkilerinin tarihsel gelenekleri Kurtuluş
Savaşı’nın
yarattığı saygınlıkla birleşince, Türk
Devrimi’nin
Cezayir ulusçuları üzerindeki tam bağımsızlığa yönelik etki
kalıcı oldu.
Messali
Hac,
Türk
Devrimi’nin
etkilerini anlattığı ve uzun bölümler içeren anılarında şöyle
söylemektedir: “Mustafa
Kemal Paşa’nın ilk askeri başarıları, İslam Dünyası’nda
büyük yankı, derin bir ferahlama ve muazzam bir yüreklendirme
yarattı. Bu benim ve dostlarım için sevinç ve neşe kaynağıydı.
Hemen gurubumu astsubayların bir odasına topladım. Gazeteleri de
almıştım. Bu gazetelerde son haberler ve Mustafa Kemal’in bazı
açıklamaları bulunuyordu. Resimli gazetelerde bulunan Türk
askerleri ve Mustafa Kemal’in resimlerine hayranlıkla bakıyorduk.
Bu fotografları büyük bir keyifle kesiyor ve bunları üzerimizde
tılsım gibi taşıyorduk.”13
Mustafa
Kemal’in
fotograflarını üzerinde taşımak ya da evlere asmak; o dönemin
Cezayir’inde yaygın bir davranış olmuştu. Ancak, ilginçtir ki;
9 Şubat 1957 yılında, bağlantısız ülkelerin güçlükle
Birleşmiş Milletlerin gündemine getirdikleri Cezayir Sorununun
çözümüne yönelik oylamada, dönemin Türk hükümeti,
Cezayir’den değil, Fransa’dan yana oy kullanmıştı.
DİPNOTLAR
1 “Kemalizm
ve İslam Dünyası” Français Georgeon,
Arba Yay., sf.16
2 “20.Yüzyıl
Başında Cezayirlinin Bilincinde Osmanlı İmparatorluğu ve
Türkiye” Benjamin Stora,
‘Kemalizm
ve İslam Dünyası’
Arba Yay., İskender
Gökalp-Francois Georgeon,
sf.159
3 “Hıstoire
De L’Empire Ottoman”, Robert Mantrant
ve Ekibi, Fayard Yay., 1989, sf.211 ak. Ali
Sirmen,
Cumhuriyet 04.05.2002
4 “Devrimler
ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklopedisi” Gelişim
Yay., Sayı 8, sf.170
5 a.g.e.
sf.172
6 “Sosyalizm
ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi”
İletişim Yay., 4.Cilt sf.1309
7 “Kemalizm
ve İslam Dünyası” İ.Gökalp-F.Georgeon,
Arba Yay., sf.173
8 “Devrimler
ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklopedisi” Gelişim
Yay., Sayı 8, sf.174
9 “Sosyalizm
ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi”
İletişim Yay., sf.1309
10 “Devrimler
ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklopedisi”
Gelişim Yay., Sayı 8, sf.173
11 “Sosyalizm
ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi”
İletişim Yay., sf.1310
12 “20.Yüzyılın
Başında Cezayirlilerin Bilincinde Osmanlı İmparatorluğu ve
Türkiye”
Benjamin
Stora
‘Kemalizm
ve İslam Dünyası’
Arba Yay., sf.182, İ.Gökalp-F.Georgeon
13 “20.Yüzyıl
Başında Cezayirlilerin Bilincinde Osmanlı İmparatorluğu ve
Türkiye” Benjamin Stora,
“Kemalizm
ve İslam Dünyası”
Arba Yay., sf.177, İ.Gökalp-F.Georgeon
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder