Dünya
tarihinde, Türkler kadar çok ve çeşitli devlet kurmuş bir başka
ulusun olmadığı, bugün artık herkesin kabul ettiği kanıtlanmış
bir gerçektir. Her dönemde ve sürekli biçimde, dünyanın çok
geniş alanlarına yayılan Türkler, yaşadıkları her yerde;
büyük-küçük, etkili-etkisiz, kalıcı-geçici o denli çok ve
değişik devlet kurmuşlardır ki, Türk tarihi bir anlamda devlet
kurmanın tarihi
durumuna gelmiştir. Uzun dönemler boyunca çatışmışlar,
yenmişler, yenilmişler; güçlenmiş ya da güç yitirmişler;
başka toplumları eritmiş
ya da onlar içinde erimişler
ancak hiçbir zaman devletsiz kalmamışlardır.
Devlet
Dünya
tarihi bir anlamda; kurulan, genişleyen ve yok olan devletlerin
tarihidir. Tarım ve iş araçlarını bularak yerleşik yaşama
geçen insanlar, oluşmakta olan toplumsal yaşamı düzene sokmak,
geliştirmek ve korumak için; kural koyan, koyduğu kuralı
uygulatan bir güce gereksinim duydu. Devlet, bu gereksinim sonucu
ortaya çıktı.
Başlangıçta
toplumu oluşturanların tümünü temsil ediyor ve insanlar onda
kendilerini
buluyordu.
Ancak, gelişen toplumsal ayrışma sonucu devlet, zamanla güçlü
olanların yön verdiği bir örgüte dönüştü; siyasi, hukuksal
ve askeri alanda geliştirilen yapılarla birlikte günümüze dek
geldi.
Bugüne
dek, kapsam ve niteliği bilinen ya da tarihin derinliklerinde yitip
giden çok sayıda devlet kuruldu. Egemenlik bölgelerinde,
dönemlerine olduğu kadar geleceğe de yön veren bu örgütler,
tarih
yapan
insan eyleminin ve onun yarattığı toplumsal düzenlerin
belirleyici öğeleri oldu.
Devleti
kurmak, onu güçlendirmek ve bu gücü toplumsal değer yaratacak
biçimde kalıcı kılmak, gelişmenin ve uygarlaşmanın ölçütüydü.
Bunu başaran toplumlar ayakta kaldılar, yapamayanlar varlıklarını
sürdüremediler.
Ayakta
kalmak için, toplumsal düzenin ve onun somut ürünü olan devletin
güçlü olması gerekiyordu. Tarih boyunca; devletin biçimi,
işleyişi ve temsil yeteneği değişti ancak güce dayanan temel
işlevi değişmedi. Devlet kuran toplumlar güçlenip geliştiler ya
da bir başka deyişle, gelişkin toplumlar güçlü devletler kurup
uzun süre ayakta kaldılar.
Batı
ve Doğu Toplumlarında Devlet
Gelenekleri
değişik olan Batı ve Doğu toplumlarında; devletin ortaya çıkışı,
işleyişi ve niteliği konusunda da değişik gelişim süreçleri
yaşandı. Batıda devlet, köleciliğe
dayalı üretim ilişkileriyle birlikte ortaya çıktı. İnsanın;
kendisine, doğaya ve insanlara yabancılaşmasının ilk evresi olan
bu dönemde devletin amacı; “köle
sahiplerini korumak, bunun için de köleleri baskı altına almak”
tı.1
Bu
amaç, güç
ve şiddet’in
kaçınılmaz olarak ve daha işin başında, üstelik yoğun
biçimde, devlete yerleşmesine neden oldu ve Batılı devletlerin
niteliğini belirledi. Bu devlet önce, içinden çıktığı topluma
şiddet
uyguladı.
Doğu
toplumlarında, özellikle de Türk toplumunda devletin ortaya
çıkışı, amacı ve işleyişi; değişik koşullarda, değişik
önceliklerle oldu.
Devletin
oluşturduğu güç, şiddet aracı olarak, içe değil, boyun
ya da kavmin
haklarını korumak için dışa karşı kullanıldı; toplumun
tümünün genel çıkarlarını savundu. Öncelikler arasındaki
ayrım, Batı ve Doğu toplumlarında, devletin yapılanması ve
işleyişi konusunda gözle görülür bir başkalığı ortaya
çıkardı. Batıda; kişi, küme ya da sınıf çıkarı öne
çıkarken, Doğuda toplumun genel çıkarını amaç edinen kamucu
bir yönetim anlayışı devlete egemen oldu.
Devlet
Kurma Becerisi
Dünya
tarihinde, Türkler kadar çok ve çeşitli devlet kurmuş bir başka
ulusun olmadığı, bugün artık herkesin kabul ettiği kanıtlanmış
bir gerçektir. Her dönemde ve sürekli biçimde, dünyanın çok
geniş alanlarına yayılan Türkler, yaşadıkları her yerde;
büyük-küçük, etkili-etkisiz, kalıcı-geçici o denli çok ve
değişik devlet kurmuşlardır ki, Türk tarihi bir anlamda devlet
kurmanın tarihi
durumuna gelmiştir.
Uzun
dönemler boyunca çatışmışlar, yenmişler, yenilmişler;
güçlenmiş ya da güç yitirmişler; başka toplumları eritmiş
ya da onlar içinde erimişler
ancak hiçbir zaman devletsiz kalmamışlardır.
Tarihin
değişik dönemlerinde başka uluslar da güçlü devletler
kurmuşlar ancak bunlardan hiçbiri bu işi Türkler kadar, çok
yönlü, yaygın ve sürekli biçimde yapamamıştır. Macar tarihçi
L.
Ligeti
Türkler’in devlet kurma yeteneği konusunda şunları söylemiştir:
“Türk
kavmi yayılmacı bir asker kavimdir. Ve bu işin tam eri ve en
mükemmel örneğidir. Örgütlü gücüne, devlet kurma yeteneğine
ne kadar hayran kalsak azdır.”2
İlk
Devlet
Kazım
Mirşan,
insanlık tarihinde devlet sayılabilecek ilk siyasi yapılanmanın
On
Federasyonu adıyla
Türkler tarafından oluşturulduğunu ve kesin tarih verilememekle
birlikte en az M.Ö.8 binlere dek gittiğini söylemektedir.
İskandinavya’da bulunan ve yaşı M.Ö.4140 olarak belirlenen
kemik yazıtlarında On
Federasyonu’ndan
söz edilmekte ve bu oluşumun çok daha eskiye gittiği
anlaşılmaktadır.3
Mirşan,
On
Federasyonu’ndan
sonra tarihi belirlenen İkinci Türk devletinin M.Ö.16.yüzyılda
(1517) de kurulan Bir-Oy-Bil
üçüncü devletin de M.Ö.6.yüzyılda (522) kurulan At-Oy-Bil
olduğunu, bu devletlere ait tarihlerin M.Ö.522-519’da dikilen
yazılı anıtların okunmasıyla ortaya çıktığını
açıklamıştır.4
On
Federasyonu,
Bir-Oy-Bil
ve At-Oy-Bil’den
sonra kurulan Türk devleti Asya
Hun İmparatorluğu’dur.
Ötüken çevresi merkez olmak üzere ortaya çıkan bu devletin
kuruluş tarihi kesin olarak saptanamamıştır. Bu tarihi
M.Ö.8.yüzyıla dek götüren tarihçiler olmakla birlikte, ilk
tarihsel belge M.Ö.318 tarihinde Çin’le yapılmış olan bir
antlaşma metnidir.5
Çinliler’in
Hyungnu,
Avrupalılar’ın Hun
adını verdiği Türkler’in kurduğu İmparatorluk, Çin’in
kuzeyinden Hazar Denizi’ne dek çok geniş bir alanı kaplıyordu.
Devlet başkanlarına tanrıkut
unvanı verilen bu devlet, kendisinden öncekiler gibi; boylar,
kabileler ve hanlıklardan oluşan bir federasyon örgütlenmesiydi.
Hunlar
Asya
Hunları’nda, tanrıkut’un
buyrukları yani merkezi gücün kararları, özellikle savaş
dönemlerinde kesindi. Ancak, olağan dönemlerde imparatorluğu
oluşturan unsurların, iç işlerinde göreceli bir özgürlüğü
vardı. M.Ö.209-174 arasında hükümdarlık yapan Mete
döneminde, İmparatorluk en güçlü dönemini yaşamış ve
yalnızca bu dönemde çok sayıda boy devleti imparatorluğa
katılmıştı.
Hunlar,
geniş bir alanda sağladıkları denge ve geliştirdikleri ticaret
nedeniyle varsıllaşıp güçlenmişler ve Yarkent,
Hotan,
Kuca,
Karaşar,
Turfan,
Kaşgar
gibi Türk kentleri dönemin ileri uygarlık merkezleri olmuştu.
Buralarda halı, kilim, keçe gibi dokuma; altın, gümüş, demir
gibi maden işlemeciliği; inşaatçılık, ev eşyası üretimi,
oymacılık gibi ahşap işçiliği, gelişkin birer sanayi kolu
durumuna gelmişti.
Alma-Ata
’nın
50 km. doğusundaki Eşik
kazılarında ortaya çıkarılan altın giysi ve altın plaklar,
Altay Dağları eteklerindeki Pazırık
mezar kazısında (kurgan) bulunan dört tekerlekli araba ve Baykal
Gölü kenarındaki Noyun
Ula
kazısında bulunan yüksek işçilikli ahşap tabut, üç ayaklı
masa ve ev gereçleri Hun sanatının düzeyini gösteren incelikli
örneklerdir.
M.Ö.Birinci
yüzyıldan başlamak üzere beylikler arasındaki çekişmeler
sonucunda güç yitiren Asya Hun İmparatorluğu, önce Kuzey-Güney
diye bölündü, bölünme dışında kalanlar Batıya yönelerek
Batı Hun İmparatorluğunu kurdular. Güney Hun, M.S.216 yılında
Çinliler tarafından yıkıldı, Kuzey Hunları ise M.S.6.yüzyıla
dek varlığını korudu. 6
İskitler
Bir-Oy-Bil
Devleti ile Asya Hun İmparatorluğu’nun ortaya çıktığı dönem
arasında, Karadeniz
ve Hazar’ın
kuzeyinde Aral’a
dek uzanan İskit
(Saka)
İmparatorluğu kuruldu. Tarihçilerin M.Ö.12.yüzyıl ile 8.yüzyıl
arasında kuruluş tarihi verdikleri bu İmparatorluk, Kırım’daki
son parçası Kırım İskit Devleti’nin yıkıldığı
M.S.2.yüzyıla dek süren, ortalama 1200 yıllık bir siyasi birlik
gerçekleştirdi.
Karadeniz
ve Hazar’ın kuzeyine Orta Asya’dan gelen İskitler,
buraya, en parlak dönemine M.Ö.6-4.yüzyıllarda ulaşan bir
uygarlık getirdiler. Uygarlıkları, Altay
ve Tanrı
Dağı
kültürüne dayanıyor7
ve dönemin en gelişkin sanat-sanayi ürünlerini içeriyordu.
Madencilikte
çok başarılı ve gelişkindiler.
Moğolistan
ve Rusya sınırındaki Pazarcık,
Ukrayna’da Çertomlıyk,
Macaristan’daki Zöldhalompuszta’da
bulunan mezarlarda ele geçen; kumaş, deri, kürk, keçe giysiler;
inci ve altın işlenmiş koşum takımları, altın hayvan yontuları
(heykelleri) Orta Asya sanatının en ileri örnekleriydi.
M.Ö.4.yüzyıldan
sonra güç yitirerek yönetim düzeni bozulan İskitler,
önce Doğudan gelen Sarmatlar’la
karşılaştı daha sonra aynı kökenli Traklar
ve Roksolanlar
içinde eridiler
ancak etkili bir kültürel kalıt (miras) bıraktılar ve
M.S.2.yüzyılda tarih sahnesinden çekildiler.8
Göktürkler
Göktürk
Devleti
M.S.552 yılında, Tanrı Dağları’yla Orhun Havzası arasındaki
Ötüken
bölgesinde ortaya çıktı ve kısa sürede hemen tüm Orta Asya
boylarını birleştirerek büyük bir İmparatorluk kurdu. Sınırları
Asya
Hun İmparatorluğu
kadar genişti ve hemen aynısıyla onun egemenlik kurduğu alanlar
üzerine oturuyordu.
Özgür
ve katılımcı bir yönetim biçimi geliştirmişler; bilim, sanat
ve ticarette büyük bir varsıllığa ulaşmışlardı. Çinlilerin
Takyu
(Türk kelimesinin Çince söylenişi) adını verdiği ve Batılı
tarihçilerin de (Göktürkleri diğer Türk devletlerinden ayırmak
amacıyla olacak) bu adla andıkları Göktürk
Devleti,
bıraktığı Orhun
yazıtları’yla
Türk tarihinde özel bir öneme sahiptir. Göktürk Devleti’nin
Türk tarihi için önem taşıyan bir başka özellik, olumsuzluk
içerir ve dış karışmanın iç siyaset üzerinde yaptığı
yıkıcı etkiye ilk büyük örneği oluşturur.
Göktürkler’de
M.S.572’de hakan olan Tapo,
Hazar’dan Japon Denizi’ne dek uzanan yaklaşık 14 milyon
kilometrekarelik bu büyük ülkeyi yönetim
kolaylığı
sağlamak ve iç
yönetim birimleri
halinde
güçlenmek düşüncesiyle ikiye ayırdı. İmparatorluk anlayışıyla
bağdaşmayan ve Türk devlet gelenekleriyle uyumsuzluk içeren bu
uygulama, Çin’in, ülkesi dışında kargaşa ve iç çatışma
çıkarma politikasıyla birleşince, yeni
yönetim yapılanması
adına yapılan bu girişim, parçalanma ve dağılmanın aracı
durumuna geldi. Yeni
yapılanma’dan
altmış yıl sonra Doğu
(630), doksan yıl sonra da (659) Batı
Göktürk Devleti yıkıldı.
Devletsiz
kalarak Çin’in denetimi altına giren Göktürk
halkı, kısa bir süre sonra ayaklandı ve 682’de Göktürk
Devleti’ni
yeniden kurdu. Kurucu önderin adından esinlenerek, Kutluk
Devleti de
denilen son Göktürk
Devleti,
M.S.745’e dek varlığını sürdürdü.9
Göktürk
Uygarlığı
Göktürkler;
tarım, tecim, kentleşme, sanat yapıları ve bilim alanında
gerçekleştirdikleri ilerlemeyle gelişkin bir uygarlık yarattılar.
Devlet biçiminin yön verdiği toplumsal düzen, o dönemin en
gelişkin toplumunu ortaya çıkarmıştı. Yönetim biçimi, askeri
yapılanma, bilim ve eğitimin örgütlenmesi konularında sağlanan
gelişme, yalnızca dönemine değil, geleceğe de örnek oluşturacak
nitelikteydi.
Göktürkler
devlet yönetiminde katılımcı uygulamalar geliştirdiler, okullar
açtılar, tarım ve sanayi üretimini çeşitlendirdiler. İpek
Yolu’nu
denetim ve güvenlik altına alarak ticareti geliştirdiler ve büyük
bir varsıllık yarattılar. Bu varsıllık Kül
Tigin
yazıtlarında şöyle dile getirilmişti: “O
zamanda, uşakların bile uşakları, hizmetçilerin bile
hizmetçileri olmuştu.”10
Göktürkler’in
bıraktığı gelişkin bir edebiyat diliyle yazılmış olan anıtsal
yazıtlar, döneme ait bilgileri günümüze ulaştıran çok değerli
belgelerdir. Eski Türk abecesiyle (alfabesiyle) yazılan Orhun
ve Yenisey
yazıtları, iyi işlenmiş bir yazı diline sahiptir ve kimi
değişikliklerle Türkiye Türkçesinde hala yaşamaktadır.
Bilge
Kagan,
Tanyukuk
ve Kül
Tigin
yazıtları, Göktürk yazılı edebiyatının örnekleri olduğu
kadar; toplum düzenini, yönetim işleyişini, uluslararası
ilişkileri ve kültürel öncelikleri açıklayan belgelerdir.
Yazıtlar; Doğu
Göktürk
Devleti’nin
Çin tarafından içten çökertilmesini, tutsaklık dönemi
acılarını, kimi yöneticilerin halka ihanetini, yabancılaşmayı,
kurtuluşu ve yeni kuruluşu anlatırlar.
Anlatımlarda,
devlete ve Türk ulusuna duyulan güven dikkat çekicidir. Şunlar
söylenir: “Dişliye
diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik... Savaştık ve her şeyi
yeniden elde ettik... Babalarımızın, dedelerimizin kazanmış
olduğu halkın adı sanı, yok olmasın diye... Ölesiye çalıştım...
Ey Türk Oğuz beyleri, ey millet, dinleyin. Üstte gök çökmezse,
altta yer delinmezse, ülkeni ve devletini artık kim bozabilir.”11
Kudirge,
Kuray,
Gökbulak
ve Işık-kul
kazılarında ele geçirilen değişik yapıtlar, dönemin en
gelişkin örnekleridir. Altın, gümüş ve demirden kemerler, kumaş
ve aynalar, taş ve mermer yontular, ıslık sesi çıkaran oklar,
kullanışlı olduğu kadar süslü vücut zırhları, altın
kabartmalar v.b., bu kazılarda bulunan son derece gelişkin
ürünlerdi. Tuva
bölgesinde bulunan sekizgen planlı tapınak, türünün en çarpıcı
örneklerinden biridir. Türk yontu sanatının özgün yapıtları
olan balballar’ın
en çoğu ve en nitelikli olanları, Göktürkler’den kalmış
olanlardır.12
Tarihe
yaptıkları etki kadar sayıları da çok olan Türk devletlerini,
birbirini etkileyen süreçler halinde ve tarihsel bütünlük içinde
incelemek başlı başına ele alınması gereken güç bir konudur.
Türkler, kendi toplumlarını yöneten devletlerden ayrı olarak,
başka toplumları da, üstelik uzun süre yöneten çok sayıda
devlet kurmuşlardır.
Yönetimde
Katılımcılık
7.Yüzyıldan
sonra kurulan Türk devletlerinde yönetim işlerine, nitelikli
yöneticilerin yanı sıra onların koruma altına aldığı
düşünürler ve yetiştirdikleri öğrencileri de katıldılar. Bu
durum, Türk yönetim geleneğinde var olan katılımcılığı,
etnik ve dinsel hoşgörüyü daha da geliştirdi.
Devlet,
evrensel değerlere sahip, geniş düşünceli, aydın insanlar
tarafından yönetildi. Birçok yörede Türk olmayan halk, toplumsal
yaşamda denge sağlayan, geleneklerine ve inancına baskı
uygulamayan Türk yönetimini isteyerek kabullendi. Barışçı bir
ortamda, onlar Türkler’i, Türkler de onları etkiledi ve bu
etkileşim o dönemde dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir uygarlık
geliştirildi. Hindistan’dan Avrupa’nın ortalarına dek
genişleyecek olan Türk devletleri bu birikim üzerinde gelişip
güçlendiler.
Türk
Devletlerinde Öne Çıkanlar
Erken
Türk devletleri On
Federasyonu,
Bir-Oy-Bil,
At-Oy-Bil
ile Asya
Hun
İmparatorluğu,
İskit
İmparatorluğu
ve Göktürk
İmparatorluğu’ndan
başka kurulmuş olan Türk devletleri (benim saptayabildiğim)
yalnızca isim ve tarih olarak şunlardır: Batı
Hun İmparatorluğu
(M.S.100-376), Asya
Avar İmparatorluğu
(yaklaşık M.S.250-552), Avrupa
Hun İmparatorluğu
(375-453), Avrupa
Avar İmparatorluğu
(565-835); Çin’de kurulan Topa
Türk Devleti
(386-557) ve Şato
Türk Devleti
(884-951); Hindistan’da kurulan Gazneli
Devleti
(1001-1148), Türk-Hint
Kölemen Devleti
(1206-1290), Kılciler
(1290-1320), Tuğluklar
(1320-1388), Seyitler
ve Lodiler
(1388-1527), Babür
Devleti
(Türk-Hint İmparatorluğu) (1527-1857); Orta ve Batı Asya’da
kurulan Akhunlar
(420-557),
Türkeşler
(690-766), Karluklar
(760-932), Oğuz
Devleti
(Dokuz Oğuzlar) (646-790), Hazar
Türk İmparatorluğu
(602-1016), Bulgarlar
(yaklaşık 550-1237), Uygur
Devleti
(745-1368), Peçenekler
(yaklaşık 872-1091), Kıpçaklar
(yaklaşık 1076-1210), Kırgız
Devleti
(840-920), Samanoğulları
Devleti
(874-999), Karahanlılar
Devleti
(840-1211), Kara
Hitaylar
(1125-1218), Büyük
Selçuklu İmparatorluğu
(1038-1194), Anadolu
Selçuklu
Devleti
(1077-1308), Harzemşahlılar
Devleti
(1077-1231), Karakoyunlular
Devleti
(1375-1468), Akkoyunlular
Devleti
(1402-1502), Timur
İmparatorluğu
(1368-1501), Osmanlı
İmparatorluğu
(1299-1922).13
Günümüzdekiler
Varlıklarını
yitirmiş olan bu devletlerden ayrı olarak günümüzde Türkiye
Cumhuriyeti
Devleti,
Türkmenistan,
Kırgızistan,
Özbekistan,
Kazakistan, Azerbeycan ve Kuzey
Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti
bugün yaşamakta olan diğer Türk devletleridir.
Geçmişte
kalan ya da günümüzde varlığını sürdürmekte olan bu
devletlerin sayısı ve kapsamı, okuyucuya Türkler’in devlet
kurma yeteneği konusunda açık
bir fikir
verecektir.
Ancak,
yukarda belirtilen devletler ve bunların oluşturacağı birikim,
bu eylemin tarihsel boyutunu gerçek anlamda yansıtmada yeterli
olmayacaktır. Çünkü Türkler, kendilerine ait olan bu
devletlerden ayrı olarak tarihe başka milletler adına kaydedilmiş
olan birçok devletin kuruluşunda yer almışlar ve bunların
gelişip güçlenmesine belirleyici biçimde yön vermişlerdir.
Yeterince
Bilinmeyenler
Anadolu’nun
ilk uygarlıklarından olan ve Troas
bölgesinde (Çanakkale civarı) kurulan Truva
Devleti’nin bir Türk Devleti olduğu, tarihçilerin eskiden beri
ileri sürdükleri bir görüştür. Bunlardan biri, 14.yüzyıl
tarihçilerinden Venedikli Andren
Dandolo,
Türkler’in anayurdunun “Hazar
Denizi’nin arkası”
olduğu, “Yunanlılara
yenilen Troyalılar’ın oraya geri gittiklerini”
ileri sürer ve Türkler’i “Troyalılar’ın
torunları olduğu için”,
Avrupa’nın “iç
düşmanı”
sayar.
Dandolo,
Troyalılar’ın Türklüğü konusunda şunları söyler:
“Türkler’in
yurdu Hazar Denizi’nin doğusunda yer alır. Kökenleri Trova’nın
baş kralı olan Troilus’un oğlu Türk’e kadar uzanır.
Bilindiği gibi Troilus kentinin (Yunanlılarca
y.n.)
elegeçirilmesinden sonra birçok Truvalıyı arkasına alıp bu
bölgeye gitmişti.”14
Bazı
tarihçiler ise Truvalılar’ı, hem Türklerin hem de Romalıların
atası kabul eder.15
Katalonyalı Pero
Tafur,
İstanbul’un fethi nedeniyle “Türkler
elbette Truva’nın öcünü alacaklardı”16
der.
Benzer bir yorum Yunan tarihi kayıtlarında, İstanbul’un fethi
kastedilerek, “Türkler
Yunanlılar’a Truva’da yaptıklarını ödettiler”
biçiminde yer aldı.17
Yunanlı
tarihçi Mikhail
Apostolis,
kitaplarında “Türk”
sözcüğünü “Törk”
olarak değiştirir ve İstanbul’un düşmesiyle “Truvalılar’ın
hiç kuşku duyulmayacak biçimde geri döndüğünü”
söyler.18
Fatih
Sultan Mehmet,
İstanbul’u aldıktan sonra Troya
kenti yıkıntılarına gider ve orada şunları söyler: “Allah
uzun yıllar sonra bu kent ve sakinlerinin intikamını almayı bana
bahşetti... Geçmişte buraları Yunanlılar, Makedonyalılar,
Teselyalılar, Pelopenezlilerce kırılıp geçirilmişti; aradan
bunca zaman geçtikten sonra, bunların o dönemde ve sonrasında sık
sık haksızlık ve zulum yaptıkları Asyalılar’ın öcünü,
onların torunlarını cezalandırarak aldım.”19
Benzer
söylemleri, 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da Atatürk
de söyler ve Yunan ordusunu yendiğinde, “Troya’nın
intikamını aldık”
der.20
“Türk
Olmayan” Türk Devletleri
Troya
üzerinde bu denli durulmasının nedeni, tarihin eski dönemlerinde
yer alan ve Türklerle herhangi bir ilişkisinin olamayacağı
sanılan bir konuda bile, karşımıza umulmayacak biçimde
Türkler’in çıkmasıdır. Tarih iyi incelenirse; konu devlet ve
uygarlık kurma, geliştirme ve yaymaya geldiğinde, Türkler’le
karşılaşmamanın neredeyse olanaksız olduğu görülecektir.
Örneğin,
Cengiz
Han’ın
kurduğu devlet tarihe Moğol İmparatorluğu olarak geçti. Ancak,
Moğol İmparatorluk ordusunun yüzde 90’ı Türk unsurlardan
oluşuyordu.21
En güçlü Arap devletlerinden Abbasi
İmparatorluğu’nda
durum pek ayrımlı değildi.22
M.S.868-905 yılları arasında Suriye ve Mısır’da egemenlik
kuran Tolunoğulları,
935-965 arasında yaşayan Akşit
Devleti
ile 1250’den 1517’ye dek Mısır’a egemen olan Memlük
(Kölemen)
Devleti’ni, Eyyubiler tarafından tutsak edilen Türk askerler
kurmuştu.23
Tolunoğulları
Devleti’ni
kuranlar Dokuz Oğuz Türklerinden Tolon’un
oğlu köle komutan Ahmet’ti.24
Tarihçilerin bir İran devleti saydığı Safevi
Devleti’ni
(1501-1732) Türkmenlere dayanarak kuran Şah
İsmail
bir Türktü ve hanedanlığının kullandığı dil Türkçeydi.25
Osmanlılar,
devleti geliştirip güçlendirme konusunda daha değişik bir yöntem
izlemişler, devletin asker ve bürokrat gereksinimini, Hıristiyan
çocuklarını devşirip,
onları dilediği biçimde eğiterek karşılamışlardı.26
Koşulların
Yarattığı Gelenek
Türkler’in
devlet
kurma’da
somutlanan örgütlenme becerisi, içinde yaşadıkları maddi
koşulların ve dünyanın büyük bölümüne ulaşan göç
eyleminin kazandırdığı (kazandırmak zorunda olduğu) bir
yetenektir.
Göçebelik
diye hor görülen ve uygarlıktan yoksunluk göstergesi sayılan
mevsimlik yer değiştirmelerle, büyük göç
olayları birbirinden çok ayrı eylemlerdir. Dünyadaki tüm
toplumlar, aynı Türkler gibi, hayvancılık
dönemi’nden
geçmişler ve değişik sürelerle göçebe
olarak yaşamışlardır. Ancak, hiçbir toplum Türkler kadar
dünyaya yayılan, onu etkileyen, geniş kapsamlı ve büyük göç
olayları gerçekleştirememiştir.
İklim
ya da başka doğasal olaylar, bir zamanlar yaşama son derece
elverişli Orta
Asya’yı
çölleştirmiş ve Türkler’i anayurtları olan bu topraklardan
ayrılmaya zorlamıştır. Bu ayrılış; son bireyine, araç ve
hayvanına, ev gereçlerine, üretim araçlarına dek, bir boyun,
kavmin ya da ulusun, tüm varlığıyla bir başka yere gitmesidir.
Bu gerçekleştirilmesi çok güç ve çekinceli bir iştir.
Çekincelerle
(tehlikelerle) dolu uzun yollardan bilinmez yerlere gitmek, oralarda
dağılıp parçalanmadan varlığını korumak, yitip gitmemek ancak
ve yalnızca güçlü olmak, dayanışma içinde bulunmak ve iyi
örgütlenmekle olanaklıdır. Bu ise; üretim teknikleri, askeri
teknoloji ve toplumsal disiplin alanlarında; gidilen yerlerden daha
ileri olmayı, değişimciliği ve yenilikçiliği gerekli kılar. Bu
gereklilik, örgütlenme yeteneğini ve çevreye uyum becerisini
geliştirir, güçlü olmayı zorunlu kılar.
Devlet
Kurma Uzmanları
Türkler,
bu beceriyi kazandıkları oranda, kimliklerini koruyup başka
topluluklar içinde varlıklarını sürdürmüşler; başaramadıkları
oranda, eriyip
yok olmuşlardır.
Yokolmaya her zaman açık olan göç
eylemi,
özgürlüklerine düşkün Türkler’i, bunu korumanın zorunlu
koşulu olarak, devlet kurmanın ve onu güçlü kılmanın uzmanları
durumuna getirmiştir.
Onlar
için, ayakta kalmanın ve varlıklarını sürdürebilmenin başka
bir yolu olamazdı. Nitekim Türk tarihindeki tüm yükseliş ya da
çöküş süreçleri, devletin güçlenme ya da güçsüzleşme
dönemleriyle birlikte ortaya çıkmıştır.
Göçler
nedeniyle olağanüstü önem kazanan devlet
ve ordu,
binlerce yıl bu eylem içinde olan Türkler için, yaşamlarıyla
bütünleştirdikleri kutsal
varlıklardır.
Bu varlığa
bağlılık,
toplumsal kimliğin vazgeçilmez öğesidir. Ortak iradeyi oluşturan
değerler düzeninin en üstünde yer alan ve geçmişten gelerek
toplumsal bir gelenek biçiminde etkisini bugün de sürdüren bu
bağlılık, Türk toplumlarına özgüdür ve tarihsel bir ayrıcalık
durumundadır. Batıda kölecilik’le
başlayan devlet, toplumu oluşturan insanların büyük bir bölümünü
(köleleri ve köylüleri) şiddetle ezen bir gücü temsil ederken,
Türkler’de millet
(budun)
varlığını koruyan, toplumun tümünü temsil eden, kamusal bir
örgüt olarak ortaya çıkmıştır.
DİPNOTLAR
- “Toplumbilim Sözlüğü” O.Hançerlioğlu, Remzi Kit., 1986, sf.94
- “Bilinmeyen İç Asya” L.Ligeti, Atatürk Kül.Dil ve Tar. Yük. Kur., Türk Dil Kur.Yay., Ankara 1986, sf.34
- “Erken Türk Devletleri ve Türük Bil” K.Mirşan MMB–1999, sf.32
- a.g.e. sf.32–33
- Büyük Larousse, Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5423
- “Tarih I–Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.64–65
- Büyük Larousse, Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5794
- a.g.e. sf.5793
- “Tarih II–Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.46
- “Osmanlı Toplumsal Düzeni” Prof.Dr.Taner Timur, İmge Yay., 3.Baskı 1994, sf.43
- “Unpublished Translation” Prof. Reşit Rahmetî Arat, sf.661
- Büyük Larousse, Gelişim Yay., 8.Cilt, sf.4680
- http : // www. cankaya.gov.tr / fars.htm – “Türk Tarihinin Ana hatları” Kaynak Yay., sf.371–491–“Tarih II” Kaynak Yay., sf.37–64 ve Büyük Larousse Gelişim Yay.
- “Chronica Per Extensum Descripta” ın E.Pastorelle (-d) Rerum Halicarum Scriptores, Cilt XII, Botonya 1932, ak. S.Yerasimos “Türkler” Doruk Yay., 2002, sf.22
- “Hınerario de la Gran Militia ala Pavese” in Histories des Croisades, Cilt V. Sf. 658, ak., a.g.e. sf.23
- “Andanus e viajes de Fero Tafur por diversas parkes del mundo avido” Madrit, 1874, sf.168, a.g.e. sf.23
- “Historia Turcorum f 60d., Khronikon peri ton Tourken Soultanon Kata ton Ververinon ellenikon kodhika” III, Atina 1957; ak. a.g.e. sf.23
- “History of Mehmet the Conqueror by Kritovoulos,” ak. a.g.e. sf.23
- “Türkler” Stéphane Yerasimos, Doruk yay., 2002, sf.23
- Prof.Fahri Işık, “Avrupa’nın İnanası Gelmiyor”, Oktay Ekinci, Cumhuriyet 10.12.2002
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.109
- “Büyük Larousse” İletişim Yay., 1.Cilt, sf.13
- a.g.e. 13.Cilt, sf.7987
- “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay., 1995, 1.Cilt, sf.1324
- a.g.e. 16.Cilt, sf.10034
- a.g.e. 5.Cilt, sf.3117
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder