Hindistan’ın
ulusal bağımsızlığını elde etmesi, yetersiz önderlik
nedeniyle uzun sürdü. Ağır İngiliz baskısı, merkezi devlet
yapısından yoksunluk ve çok sayıdaki yerel feodal gücün
bitmeyen çatışması, işgale karşı tam bağımsızlık
bilincinin oluşmasını geciktirdi. Uzun yıllar İngiliz baskısı
altında yaşayan Hintliler, boyuneğmeyi neredeyse var olabilmenin
koşulu olarak görüyordu. Ancak, İngiltere’nin Anadolu’dan
çıkarılması ve tam bağımsızlık temelinde yeni Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulması, Hint ulusal savaşımı için bir dönüm
noktası oldu. 1923’den sonra, tam bağımsızlık ilkesi, artan ve
güçlenen bir amaç olarak, Hindistan’daki politik gündemin
başına yerleşti.
Hindistan’ın
Varsıllığı
Hindistan
tarihi boyunca sayısız dış saldırılara uğradı. Hemen her
dönemde var olan bu saldırıların hiçbiri, (Avrupalılar dışında)
bu büyük ülkenin varsıllığına tam olarak sahip olamadı. İ.Ö.
325’de İndus’a ulaşan Büyük
İskender,
İ.S.712’de Sind’i
ele geçiren Müslüman Araplar, 1000-1027 arasında Kuzey
eyaletlerine akınlar düzenleyen Gazneli
Mahmut
ve 1206-1857 arasında yönetici güç Türkler, Hindistan üzerinde
etkili oldu ancak hiçbiri Avrupalılar gibi zarar vermedi; tersine
bu eski uygarlığı geliştiren unsur oldular.
Hindistan,
toplu üretime (manifaktüre) geçerek Ortaçağ’dan çıkmaya
başlayan ve dış pazarlara açılmak isteyen Batı Avrupalılar
için, varsıllığına ulaşılması saplantı durumuna getirilmiş,
“sonsuz”
büyüklükte bir dünya hazinesiydi. Bilinmeyen deniz yollarının,
ulaşılmamış kıtaların, tanınmayan halkların ve uygarlıkların
bulunması hep Hindistan’a ulaşma uğruna verilen çabalardı.
Kristof
Kolomb,
Hindistan’a gideceğim diye Amerika’yı bulmuştu.
Hindistan’a
ilk önce gelen Avrupalılar Portekizliler oldu. Vasco
da Gama,
Kolomb’un
Amerika’ya ulaşmasından altı yıl sonra 1498’de Kalküt’e
çıktı, Pedro
Alvarez Cabral
1500’den sonra ‘ticaret’
yapmaya başladı. Portekizliler, ilk olmanın ayrıcalıklarını
sınırsızca kullandı ve 1588’e dek sürdürdükleri
etkinliklerinin hemen her döneminde vahşi istilacılar gibi
davrandı. Bildikleri tek iş, ne tür yöntemle olursa olsun
Hindistan’da buldukları ‘yükte
hafif bahada ağır’
ne varsa Portekiz’e taşımak oldu. Portekiz gemileri ülkelerine
altın ve gümüş taşıyıp durdu.
Lizbon’da
kısa süre içinde göz kamaştırıcı varsıllık oluştu. Ancak,
bu tutum aynı zamanda, Portekiz sömürgeciliğinin (İspanya için
de geçerli) İngiliz ve Fransız sömürgeciliğine karşı uzun
süre direnememelerine yol açtı. Onlar yalnızca altın peşinde
koşarken, İngiliz ve Fransızlar hırslı tüccarlar olarak,
altının yanında, gereksinim duydukları hammaddeleri götürdüler,
ürettikleri malları getirdiler.
İngilizler
ve Hindistan
Londralı
24 tüccarın devlet desteğinde kurduğu East
İndia Trading Company’ye
ait gemiler 24 Ağustos 1600’da Bombay’a demir attığında,
İngiltere’nin yalnızca Hindistan’daki egemenliği değil;
Hindistan’dan Güney Afrika’ya, Avustralya’dan Kanada’ya dek
uzanan 350 yıllık bir dünya imparatorluğunun temeli atılıyordu.
Hintliler,
kendilerini doksan yıllık Portekiz baskısından kurtardığına
inandığı İngilizleri, olağanüstü bir saygıyla karşıladı.
İlk kez bir yabancı saraya alındı, yüksek bir rütbe ve sarayın
en güzel kadını kendisine sunuldu.
Ancak,
İngilizler kuşkusuz bunlarla yetinmeyecekti. 350 yıllık dönem
içinde; viskileri, maroken koltukları, kırmızı ceket, siyah
şapka ve av köpekleriyle Hindistan’a yerleştiler. Kriket, tenis,
golf oynamayı ve Times okumayı sürdürerek, uzun yıllar boyunca
İngiltere’yi, United
Kingdom of Great Britain
yapan büyük bir varsıllığı ülkelerine gönderdiler.
Üçyüz
yıl süren bu gönderme, sonsuz gibi görünen Hint varsıllığını
öylesine yok etmişti ki, 20.yüzyıl başında Hindistan artık
dünyanın en yoksul ülkelerinden biriydi. Hindistan’daki Türk
etkinliği, Tac
Mahal,
İnci
Camisi,
Şah
Cihanabad
gibi benzersiz yapıtlar yaratırken, İngilizler Hindistan halkını
başlarını sokacak ev yapamaz duruma getirmişti.
20.yüzyıla
girerken nüfusun yüzde 86’sı kırlarda ilkel koşullarda
yaşıyordu. Beslenme tahıla dayalı olmasına karşın yeterli
tahıl üretilemiyor, sanayi kurulamıyordu. Yüzde 5’lik okuma
yazma oranıyla koyu bir gerilik içindeki kitleler, boş inançlar
nedeniyle sayıları 240 milyonu bulan büyük baş hayvandan
beslenme amaçlı olarak yararlanmıyordu. Ellerinde ticari değeri
olan, dışarıya satabileceği hemen hiçbir ürün kalmamıştı.
Manga, muz, hindistan cevizi, çay, hurma, kahve tarımı,
İngilizler’in denetimi altındaydı. Hastalıklar yaygın, yaşam
süresi çok kısaydı.
Hindistan,
bu denli yoksul düşmesine ve savaşla hiç bir ilgisi olmamasına
karşın, yalnızca Birinci Dünya Savaş’ında 1,5 milyon genç
Hintli, dünyanın değişik cephelerinde çarpışmak üzere İngiliz
Ordusu’na alındı. İngiliz ordusuna, 184 350 baş hayvan ve 146
milyon Sterlin verildi. 1
“Vahşi
Irka Uygarlık Götürme”
Buna
karşın Victoria
Çağ’ında
soylu
İngiliz centilmenleri,
demokrasinin
beşiği
İngiltere Parlamentosunda, “Yasadan
yoksun zavallı halkların yerel zalim despotlardan kurtulup,
İngiltere’nin egemenliği altında yaşamaktan çok mutlu
olduğunu”
söylüyordu.
Hindistan’da
öldüklerinde mezar taşlarına, “Tac
Mahal cangılında yaşayan dağlı ve vahşi bir ırka uygarlık
getirirken”
öldüğünü ya da, “ilahi
adalet ve yoksullara kültür götürme yolunda”
can verdiğini yazıyorlardı.2
Sömürge
Yönetimi
Hindistan’a
‘ticaret’
yapmaya geldiklerini söyleyen İngilizler, ‘ticaret’
yaparken ülkeyi yönetmeye başladı. Bu bir zorunluluktu. ‘Ticaret’
denilen sömürgeci girişim, tek yanlı kararlara bağlı, eşit
olmayan ilişkilerdi ve bu ilişkiler ancak güce dayalı egemenlikle
sürdürülebilirdi.
Ele
geçirilen toprakların büyük bölümü, Genel Vali (1858 den sonra
Kral temsilcisi) aracılığıyla doğrudan yönetildi. Yüzlerce
özerk beylik ya da mihrace yönetimi, özel anlaşmalarla Genel
Valiye bağlandı. Özerk beyliklerin sayısı 20.yüzyıl başında
600’den çoktu. İngiltere’nin Hindistan’da kurduğu sömürgeci
yönetim, tam anlamıyla merkeziyetçiydi ve yönetim yetkisini
herhangi başka bir güçle paylaşma eğiliminde değildi.
Yüzyıllar
süren sömürgeci işgale, birçok yerel karşı çıkış oldu.
Ancak, bunların tümü askeri eylemlerle bastırıldı. Sömürünün
artması, yoksulluğun yayılması kitle direncini kırdı ve Hint
halkı İngiliz işgalini ortadan kaldıramıyacağı bir güç
olarak görüp, yaşamının bir parçası olarak kabullendi.
Oysa
İngilizler, Hindistan’da kurduğu egemenliği, sayıları işgal
ordularından çok olan Hintli askerlerin oluşturduğu yerel
işbirlikçi güçlerle sürdürüyordu. İngiltere, Hint halkının
bir bölümünü kendi ülkesine karşı örgütlemeyi başarmıştı.
Bu yöntem tüm sömürge ilişkilerinde sürdürülen genel bir
yöntem olacaktır.
Ulusçu
Devinimler
Hindistan’da
ilk ulusçu eğilimler 19.yüzyılın sonlarına doğru ortaya
çıkmaya başladı. Çoğunluğu İngiltere’de okumuş aydınlardan
oluşan bu tür eğilimler, yerel değerlere sahip çıkıyor ancak
karşı çıktığı gücün gerçek niteliğini ve ona karşı
yürütülmesi gereken savaşım yöntemlerini bilmiyordu. Bunlar,
uzlaşmacılıkla yabancı düşmanlığı arasına sıkışıp
kalmıştı.
1885
Yılında toplanan Kongre
Partisi
karmaşık yapılanmasıyla, bağımsızlık deviniminin
(hareketinin) başına geçti. Partinin ne bir izlencesi (programı)
ne de tüzüğü vardı. Kurucuların tümü İngiliz eğitimi almış
liberal eğilimli kişilerdi. Yılda bir kez Noel’de ve her yıl
değişik kentlerde toplanma kararı almışlardı. İkinci
toplantıya çağrı ilkeleri belli değildi. Buna karşın bir yıl
sonraki toplantıya 434, on yıl sonraki 1895 toplantısına 1584
delege katılmıştı.3
Bilinçsiz
Karşıtlık
Hindistan
Kral Temsilcisi Lord
Curzon’un,
1898-1905 arasında Bengal’i parçalama çabaları ulusçu tepkinin
yükselmesine neden oldu. Bengal’de terör eylemleri başladı.
Kongre
Partisi
içinde ılımlılar ve sertlik yanlıları çatışma içine
girdiler. 1906 yılında Dakka’da yeni bir güç olarak Müslüman
Birliği
kuruldu.
1905-1910
arasında kendiliğinden gelme, örgütlü olmayan tepkisel eylemler
ortaya çıktı ve hemen bastırıldı. Eylemde yer alan öncü
konumundaki kişilerde bile ne anti-sömürgeci bir kararlılık ne
de ulusal bağımsızlık bilinci vardı. Savaşımın amacı ve
karşı çıkılan gücün gerçek niteliği yani emperyalizm tam
olarak bilinmiyordu. İngiliz mallarına boykot çağrısı,
yapılabilen en ileri anti-emperyalist
eylemdi.
Ulusçuluğun
Düzeyi
Dünya
savaşının sonlarına doğru hapisten çıkan ve köktenci bir
savaşım öneren ünlü Hint ulusçusu Tilak
ile İngiliz olmasına karşın, Hindistandaki ulusçuluk devinimi
içinde yer alan bayan Annie
Besant’ın
yandaşlarıyla birlikte Kongre
Partisi’ne
katılması, siyasal ortamı canlandırdı.
Ancak,
Kongre Partisi Annie
Besant’ın
önerdiği “Özerklik
İçin Eylem Programını”
reddetti. O dönemde özerklik bile gerçekleştirilmesi olanaksız
bir yönetim biçimi olarak görülüyordu.
Besant’dan
sonra Tilak
da, özerkliği savunmaya başladı ve 1916 de Hint
Özerklik Birliği’ni
kurdu. Osmanlı İmparatorluğunun İngiltere’ye karşı savaşa
girmesi özellikle Müslümanlar arasında İngiltere karşıtı
eğilimlerin artmasına yol açtı.
İngiltere,
özerklik biçiminde de olsa bağımsızlık eğilimlerini önlemek
için 1917 ve 1918’te Hindistan’ın
yönetiminde hükümet sorumluluklarının paylaşılması
adı altında bir takım iyileştirme girişiminde bulundu. Amacı
yükselen ulusçu yükselişi durdurmaktı.
Eyaletlerde
seçilmiş yerel yönetim organları öngören bu girişimler etkili
oldu. Herhangi bir yaptırım gücü olmamasına karşın bu
organların kabulünü gerçek iyileştirme olarak gören Kongre
Partisi,
Tilak
ve Besant’ı
etkisiz duruma getirdi. Parti yöneticileri savaş sonrasında
İngiltere’nin, Hindistan’a güç ayıracak durumda olmadığını
göremedi. Ulusal Bağımsızlığın önemi, 1918 Hindistanında
henüz bilince çıkarılamamıştı.
Gandhi
M.K.Gandhi
böyle bir ortamda ortaya çıktı. Siyasi eylemi tinsel (manevi) bir
anlayışla ele alan Gandhi,
“özerklik
önce kendine hakim olmak demektir, siyasi özerklik ikinci planda
kalır”
gibi ‘ilginç’
söylemlerle, tek başına eyleme geçti. 1918’de “gerçeğin
üstünlüğünü sağlamak için şiddete başvurmayan, örnek ve
cesur eylemlere”
girişti.4
İlgi
görmesi üzerine 1919’da, oruç ve dualarla desteklenen genel
greve benzer (satyagraha) bir kampanya gerçekleştirildi. 1922’de
giriştiği eylemlere şiddet eğilimlerinin görülmesi üzerine
çabalarına ara verdi. Ancak, artık halkın sevgisini kazanmıştı
ve ister istemez ulusçu devinimin önderi olmuştu.
Gandhi,
Hindistan’ın ulusal bağımsızlık savaşımını tek başına
yüklenebilecek nitelikte bir önder değildi. Ancak, ulusçu
devinimin tüm Hindistan’a yayılarak, gerçek bir kitle eylemine
dönüşmesini sağlayan da, O’nun halkın sevgi ve desteğini
kazanan eylemleriydi. O dönemdeki Gandhi eylemleri, ulusal
bağımsızlığı içermekten çok, yerel iyileştirme istemi
düzeyinde kalan eylemlerdi.
İngiliz
Politikası
Tam
bağımsızlığa dönüşecek köktenci örgütlenmelerden çekinen
İngiltere, Gandhi’nin
açık demokratik eylemlerine çoğu zaman göz yumdu. Kısa süreli
tutuklamalar dışında eylemlerine karışmamaya özen gösterdi.
Gandhi,
1924’den 1929’a dek 5 yıl eylem dışı kaldı ve bu sürede
hemen tüm Hindistan’ı dolaştı.
1920’lerin
sonlarına doğru tam bağımsızlık isteyen C.Nehru
ve S.C.Bose
gibi köktenci genç önderler ortaya çıktı. 1927 yılında
Bombay’da o güne dek birbirlerine uzak durmuş küçük Komünist
kümeler, Philip
Spratt
ve Benjamin
F.Bradley
adlı iki İngiliz komünistinin önderliği altında bir araya
gelerek Hindistan
Komünist Partisi’ni
(CPI) kurdu.
“Denize
Yürüyüş”
Radikal
eğilimlerin artması Gandhi’nin
yeniden eylem içine girmesine neden oldu. Gandhi,
Nehru’nun
tam bağımsızlık isteminin Kongre
Partisi
için çekince yaratacağını söylüyor ve İngilizlerden dominyon
statüsü (İngiltere’ye bağımlı olmakla birlikte kendi kendini
yöneten ilişki; bir tür manda) istiyordu. Bu isteği 1930’da
reddedildi.
Bunun
üzerine ikinci bir “toplumsal
itaatsizlik”
eylemi başlattı. Tuz üzerindeki İngiliz tekelini protesto etmek
için ünlü “denize
yürüyüş”
eylemine girişti. Ancak askerler yürüyüşçülere ateş açtı,
bunun üzerine şiddet olayları tüm ülkeye yayıldı.
Gandhi’nin
“itaatsizlik
eylemi”,
1931 yılında bir kez daha yapıldı ancak yine dağıtıldı.
Müslümanlar kendileri için ayrı bir bağımsız ülke istedi.
Pakistan adı 1933 yılında ortaya çıktı. Tam bağımsızlık
düşüncesi giderek yayılıyor, siyasal güçler köktenleşerek
her geçen gün artan bir biçimde bu düşünce çevresinde
toplanıyordu.
Özerkliğin
Tanınması
Bu
gelişmeler karşısında İngiltere tek yanlı olarak Anayasa’da
değişiklik yapıp, 1935 yılında eyaletlere özerklik tanıdı. Oy
hakkını genişletti. Kongre
Partisi,
1937 seçimlerine katıldı ve onbir eyaletten yedisinde hükümet
kurdu. Kongre
Partisi
bu başarıyı abartarak tarihinin en büyük yanılgılarından
birini yaptı. Müslümanların, önderleri Cinnah
aracılığıyla yaptığı güçbirliği önerisini reddetti.
Müslüman ayrılıkçılık o günden sonra, geriye döndürülemez
bir biçim aldı.
İngilizler
Gidiyor
Hindli
ulusçular 2.Dünya Savaşı’ndan yararlanarak ülkelerini
bağımsızlığa kavuşturmaya çalıştı. İngilizler bu çabalara
doğal olarak karşı koydu. Bunun üzerine Gandhi,
ilk kez ulusal bağımsızlıktan yana bir tavır alarak 1942 yılında
“Hindistan’ı
terk edin”
sloganıyla halka ayaklanma çağrısı yaptı.
Ayaklanma
sert bir biçimde bastırıldı ancak dünya savaşı bittiğinde
İngiltere’nin artık Hindistan’da kalamayacağı belli olmuştu.
15 Ağustos 1947’de ulusal bağımsızlık ilan edildi. İngiltere,
varlığını tam 347 yıl sürdürdüğü 3 287 000 km2 lik ve 700
milyonluk bu büyük ülkeyi, açlık ve yoksulluk içinde bırakarak
çekildi. Bağımsızlığa kavuşulan yıl aynı zamanda
parçalanmanın da başladığı yıl oldu. İngiltere’nin yoğun
çabasıyla, 1947’de Pakistan, bir yıl sonra Sri Lanka (Seylan),
1971’de de Bangladeş ayrı devlet kurdu. Hindistan bir buçuk
milyon kilometrekare küçüldü.
Hindistan’ın
ulusal bağımsızlığını elde etmesi, yetersiz önderlik
nedeniyle uzun sürdü. Ağır İngiliz baskısı, merkezi devlet
yapısından yoksunluk ve çok sayıdaki yerel feodal gücün
bitmeyen çatışması; işgale karşı tam bağımsızlık
bilincinin oluşmasını geciktirdi. 350 yıl İngiliz baskısı
altında yaşayan Hintliler, boyuneğmeyi neredeyse var olabilmenin
koşulu olarak görüyordu.
Türk
Devrim’inin Hindistan’a Etkisi
Yirminci
yüzyıl başlarında ortaya çıkan ulusçu eğilimler, bağımsızlık
savaşımının gerekli kıldığı ne siyasi ve askeri bilince ne de
bu bilincin yaratacağı özgüvene sahipti. Yaşam koşullarına ve
işgale tepki duyanların en köktencisi, sömürgeci baskının
azaltılması ya da en devrimci istek olarak, özerkliğin sağlanması
peşindeydi. Anti-emperyalist savaşım ve tam bağımsızlık gibi
kavramlar, değil uygulamaya sokulmuş eylemde, düşüncelerde bile
yoktu.
Hindistan,
Türk Devrimi’nden en çok etkilenen ülkelerden biridir. Özellikle
Hintli Müslümanlar, kendilerini Anadolu Türkleriyle ortak
tarihsel-dinsel değerlere sahip görmüş, Osmanlı İmparatorluğunun
Almanya ile birlikte İngiltere’ye karşı savaşa girmesini olumlu
bulmuştu. Yoksulluklarına karşın topladıkları paraları, ortak
düşmanla savaştığına inandıkları Türk Kurtuluş Savaşına
yollamışlardı.
İngiltere’nin
Anadolu’dan çıkarılması ve tam bağımsızlık temelinde yeni
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, Hint ulusal savaşımı için
bir dönüm noktası oldu. 1923’den sonra, tam bağımsızlık
ilkesi, artan ve güçlenen bir amaç olarak, Hindistan’daki
politik gündemin başına yerleşti.
Türk
Devrimi’nin Hindistan üzerindeki etkisini, Gandhi’nin
kayınpederi ve Hindistan genel valisi şu sözlerle dile
getirmiştir: “Biz,
Atatürk büyük devletlere baş eğdirinceye dek, bir Doğu ulusunun
tutsaklıktan bütünüyle kurtulabileceğine inanmıyorduk. Bizim
amacımız ‘özerklik’ ile sınırlıydı. Ne zamanki Atatürk
Kurtuluş Savaşını başardı, Lozan da büyük devletlere boyun
eğdirdi parolamızı ‘bağımsızlığa’ çevirdik.”5
Bu saptama gerçekte yalnızca Hindistan için değil, birinci dünya
savaşından sonra hızla yayılan bütün ulusal kurtuluş
hareketleri için geçerlidir.
DİPNOTLAR
1 “Sosyalizm
ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi”
İletişim Yay., 4.Cilt, sf.1052
2 a.g.e.
sf.1045
3 a.g.e.
sf.1051
4 “Büyük
Larausse”
Gelişim Yay., sf.5293
5 “Babanız
Atatürk”, Falih Rıfkı Atay,
BETAŞ A.Ş. Yay. sf.112
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder