Türkler,
Hindistan’ı yüzlerce yıl yönetmiş, Hint kültürüne kalıcı
biçimde etki yapmıştır. Önceki yerleşimleri saymazsak
Gaznelilerin gelmesiyle Hindistan’da 857 yıl süren Türk yönetimi
yaşanmış ve Hindistan’a göz
kamaştıran
yapıtlar kazandırılmıştır. 1605-1658 arasındaki Cihangir
ve Cihan
dönemi; Delhi
ve Agra
başta olmak üzere birçok taşra kentinde, zerafet
ve ihtişamın
doruğa ulaştığı yıllar olmuştur. Özellikle Şah
Cihan
tarihe, Hindistan’da yaptırdığı görkemli yapılarla geçti.
Agra’da
Anadolu’dan getirttiği mimar ve ustalara yaptırdığı Tac
Mahal
ve İnci
Camisi
benzersiz yapıtlardı. Delhi’de beş yeni kent kuran Türk
hükümdarlarından sonra, Yedinci
Delhi
olarak tanımlanan Şah
Cihanabat
(Bugünkü Eski Delhi) onun tarafından kurulmuştur.
Göçler ve Ele geçirmeler Tarihi
Hindistan
tarihi, bir anlamda dışardan gelen göçlerin ve elegeçirmelerin
(işgallerin) tarihi gibidir. En eskiler ayrı tutulsa bile
Hindistan, Büyük
İskender’den
İngiliz egemenliğine dek 2374 yıl boyunca sayısız elegeçirme
yaşadı; bunların yarattığı sorunlarla uğraştı. Yirmi dört
yüzyıllık uzun geçmiş içinde yaşanan elegeçirmelerin en
etkilisi, en kalıcı olanı ve en uzun süreni, Türkler’in
gerçekleştirdiği ve Hindistan’ın hemen tümünü içine alan
egemenlikti.
Bu
egemenlik, İngilizler’in sömürge yönetiminden çok ayrımlı
bir şeydi. Türkler Hindistan’a İngilizler gibi, ele geçirdikleri
varsıllığı ülkelerine götürmek için değil; yerleşmek,
burayı kendilerine yurt yapmak için gelmişti. Bu nedenle
giriştikleri her işi, ülkesine yaptığı bir hizmet saymış,
Hindistan’ı geliştirip güçlendirmiş ve kendilerini yabancı
değil, yörenin insanı olarak görmüşlerdi.
İlk
Gelenler
Milattan
sonra Hindistan’a gelen ilk Türk boyu, Orta
Asya’da
Gobi
dolayında
Batı
Gansu’da
yaşayan Yüeşilerdi.
Hun İmparatorluğu’yla çarpışarak önce Doğu
İran’a,
daha sonra güneyde Kandahar
bölgesine yerleşen Yüeşilere;
Lassen,
R.Richthofen
ve Ş.Lévi
gibi tarihçiler Tuharlar
adını
verir.1
Yüeşiler
Milattan sonraki ilk elli yıl içinde Hindistan’a girdiler ve
egemenlik alanlarını Ganj vadisinin hemen tümünü kapsayacak
biçimde genişleterek Kuşhan
İmparatorluğunu
kurdular. Yüeşiler
uzun bir karışıklık dönemi yaşayan bölgede, kalıcı bir denge
ve buna bağlı olarak büyük bir ekonomik gönenç çağı
başlattılar.
Hoşgörülü
hükümdarlarca birleştirici bir anlayışla yönetilen
imparatorluk, yarattığı gönenç ve getirdiği özgürlüklerle,
Hint kültürünün gelişimine hız kazandıran bir ortam sağladı.
Budacılık
tüm
Hindistan’a yayılarak Afganistan’a, Çin’e ve Çin Hindi’ne
bu dönemde ulaştı. Antik
Çağ Ege Uygarlığı’nın
kültürel ürünlerini inceleyip geliştiren Yüeşiler
tarihe, “geleceğe
yön veren uygarlık elçileri”
olarak geçtiler.2
Akhunlar
Eski
Hun Birliği’nin bir parçası olan ve Greklerin Eftalist
Hunları
adını verdiği Akhunlar;
Altaylar’dan Güney Kazakistan’a, oradan da M.S.408’de
Hindistan’a geldiler. İran’da Sasaniler
ile giriştikleri savaş nedeniyle, bir süre geri çekildiler ve
onları yendikten sonra M.S.502’de Hindistan’a geri döndüler.
502-566
yılları arasında, ünlü hükümdarları Toroman
ve oğlu Mihirakula
dönemlerinde, İndus
havzasının
tümüne egemen oldular ve Pencap’taki
Sakala
kentini merkez yaparak Keşmir’i
de içine alan bir devlet kurdular. Önce Ujjayinilere,
daha sonra Göktürklere
yenildiler; bir bölümü Kuzey Batı Hindistan’daki Sakalarla,
bir bölümü de Göktürklerle
karışarak dağıldılar.
Hindistan’a
yaptıkları en önemli etki, Hint
Gupta İmparatorluğu’nu
yıkarak, küçük yerel prensliklerin ortaya çıkmasına neden
olmalarıydı.3
Gazneli
Mahmut ve Gazneliler
Gazneli
Mahmud,
1001 yılında Hint seferine çıktığında, Hindistan’da 1857
yılına dek sürecek sekizyüz elli altı yıllık yeni bir Türk
egemenliği döneminin temellerini attığını herhalde bilmiyordu.
Bilime ve eğitime olağanüstü önem veren, bu nedenle yüksek bir
kültüre ulaşan Gazneliler,
Türklerin Müslüman olduktan sonra Hindistan’a gelen öncüleriydi.
Bir
zamanlar birlikte oldukları Karahitay
Türkleri tarafından yıkıldıkları 1187’ye dek geçen 186 yıl
içinde Hindistan’da; yönetim anlayışı, din düşüncesi ve
özellikle güzel sanatlar alanlarında son derece etkili oldular;
gelişkin yapıtlar ve nitelikli bir kültür yarattılar.
Gazneli
Mahmud’un
sarayı, dönemin sanatçıları ve bilim adamlarının uğrak
yeriydi. Firdevsi
Şahname’sini
Gazneli’nin
sarayında bitirmiş (1010), Sanskrit
dili uzmanı
ünlü bilgin Biruni,
son yıllarını orada yaşamış ve orada ölmüştü.
Gazneli
Devleti,
Doğu İran ve Kuzey Hindistan’ı kapsayan topraklar üzerinde
kurulmuş olması nedeniyle, Hint ve İslam kültürlerini
kaynaştırmış ve çok ileri bir uygarlık bileşimine ulaşılmasını
sağlamıştı. Hint kültürü, İslam ülkelerine yayılırken,
birçok Müslüman bilgin, yazar, tarihçi ve şair, Gazneliler
aracılığıyla Hindistan’a gidiyor ve oraya yerleşiyordu.
Kültür
dışında Gaznelilerin
yaptığı en büyük katkı, Hindistan yarımadasını kara yoluyla
Batı Asya başta olmak üzere dünyaya açması ve uluslararası
ticareti geliştirmesiydi. Ticari yoğunlaşma varsıllığı,
varsıllığın artması kültürel etkileşimi hızlandırmış ve
Bağdat’tan
Semerkant’a,
Harzem’den
Delhi’ye
dek geniş bir coğrafyada olağanüstü bir uygarlık gelişimi
yaşanmıştı.
Gaznelilerin
Hindistan’a yaptığı bir başka önemli etki, Kuzey Hindistan’ı
ele geçirerek Müslümanlığı Pencap’a
yaymaları ve sonraki Müslüman fetihlerine dayanacakları bir kitle
yaratmalarıydı. Gazneli
Mahmud,
inançlı bir Müslüman olmasına karşın, hiçbir zaman güce
dayalı İslamlaştırma yapmamış, tersine Hintlilerden oluşan ve
Hintlilerin komuta ettiği bir askeri birlik oluşturarak bu gücü,
Orta
Asya’daki
bilim karşıtı bağnaz Müslümanlara karşı kullanmıştır. 4
Türk-Hint
Kölemen Devleti
Hindistan’daki
Gazneli
egemenliği,
Oğuzlar ve daha önce birlikte oldukları Karahitay
Türklerinden
gelen Gorlular
tarafından 1187’de sona erdirildi. Gorlular;
Lahor, Delhi ve Bengal’i ele geçirdiler ancak onlar da Gor
ordusunda komutan olan Kutbettin
Aybek
adlı bir Türk kölemen tarafından yıkıldılar. Aybek’in
1206’da kurduğu ve varlığını 1290’a dek sürdüren,
Türk-Hint
Kölemen Devleti’nden
(Delhi
Sultanlığı)
sonra 1526’ya dek, hepsi Türk olan ve birbirini deviren beş
hanedanlık, Delhi’ye egemen oldu. Kölemen
devletini Kılciler
(1290-1320), Kılciler’i
de Tuğluklar
(1320-1388) devirdi.
Timur
ve Hindistan
1388
de Timur
Hindistan’a
girdi ve Delhi’yi ele geçirdi. Hindistan’ın tümünü almak
için önünde hiçbir engel olmamasına karşın bunu yapmadı ve
Mete’nin
Çin’de yaptığı gibi, kendiliğinden geri döndü. Timur,
“ucu
bucağı olmayan”
Hindistan’ın; “Türk
ırkını bozacağını”,
“doğacak
çocukların yerli halk gibi gevşek olacağını”,
birkaç kuşak sonra “güç
ve yiğitliğinin azalacağını”
söylüyordu. Bu düşüncesine, anlaşmalara uymayarak Altınordu
Devleti’ni
ele geçiren Toktamış’ın
eylemi eklenince, yalnızca 5.5 ay kaldığı Hindistan’dan ayrıldı
ve Toktamış’ı
ele geçirmek için Kafkasya’ya yöneldi.5
Babür
İmparatorluğu
Timur’dan
sonra Seyitler,
arkasından Lodiler,
1527’ye dek Delhi’ye egemen oldular. Timur
soyundan gelen Babür’ün
1527’de, Lodilerin
son hükümdarı İbrahim’i
yenip Delhi’yi ele geçirmesiyle, Hindistan’daki Türk varlığı
yeni bir aşamaya, imparatorluk aşamasına geldi.
1001-1527
arasındaki 526 yıllık ilk dönemde, yedi ayrı hanedanlık
tarafından sürdürülen Türk egemenliği, Hint yönetim düzeni ve
kültürüne önemli etkiler yaptı. Ancak Babür’ün
kurduğu ve 1857’ye dek süren Türk-Hint
İmparatorluğu
bu etkiyi, çok daha ileri bir aşamaya çıkardı.
Hint-Türk
İmparatorluğu
ya da Babür
İmparatorluğu
adı verilen devleti kuran Babür
(1483-1530),
yalnızca seçkin bir komutan ve nitelikli bir devlet adamı değil,
bunlarla birlikte geniş kültürü olan bir şair ve yetenekli bir
yazardı.
Türk
devlet geleneğine bağlı ilkelerle, sağlam bir siyasi temel
üzerine kurduğu devleti, oğlu Hümayun
ve torunu Celalettin
Ekber
geliştirip güçlendirdi. İmparatorluğun sınırları kısa süre
içinde; Afganistan’dan Bengal’e, Himalayalar’dan güneydeki
Dekkan’a dek genişledi ve bu sınırlar içinde iyi işleyen güçlü
bir merkezi yönetim kuruldu.
Ekber
ve Özgürlükler
İmparatorluk
içinde, varlığını çok uzun yıllar sürdürmüş, birbirinden
kopuk küçük yönetim birimlerinin, uyumlu bir bütünlüğe
kavuşturularak merkezi yönetime bağlanması, Hint siyasi tarihinin
en önemli olaylarından biridir. Yenilikçi
ve eşitlikçi yönetimiyle ünlenen Ekber
döneminde (1556-1605), yalnızca Hindistan’da değil, o dönemdeki
hiçbir Avrupa ülkesinde görülemeyecek denli geniş bir inanç
özgürlüğü sağlanmıştı.
Din
ve devlet işleri birbirinden ayrılmış ve yeni
din kurmak
dahil, her türlü inanca sınırsız serbesti tanınmıştı. Hangi
inançtan olursa olsun bilim adamları, gereksinimleri devletçe
karşılanarak Delhi’de toplanıyor; toplum yararını gözeten bir
anlayışla yeni yönetsel ve akçalı örgütler kuruluyor; devlet
gelirlerinin temelini oluşturan arazi vergisi, Hint toplumunun
özelliklerine uygun düşecek yeni bir düzene kavuşturuluyordu.
Vergi
tutarı, toprağın yalnızca büyüklüğüne değil; değerine,
verimine ve yapılan tarımın türüne göre belirleniyordu.
Getirilen toprak düzeni, Türk toplumlarının hemen tümünde
kullanılmış olan tımar
düzeninin,
Hindistan’a özgü yeni bir uygulamasıydı. Bu düzenin bir takım
bölümleri, Hindistan’da bugün de kullanılmaktadır.6
Hukuksal alanda kurulan yeni düzen, o güne dek kimsenin değiştirmeye cesaret edemediği birçok konuda, çağını aşan yenilikler içeriyordu. Ceza hukuku değiştirilmiş, kimi yörelerde yaygınca sürdürülen ilkel kurban törenleri, akraba ve küçük yaş evlilikleri yasaklanmış; inanca bağlı cezalar kaldırılmıştı.
Devlet kadroları inancı ne olursa olsun herkese açılmış; göreve gelme ve yükselme, inanca bağlı kayırmalara değil, bilgi ve yeterliliğe bağlanmıştı. Halkın çok değişik unsurlardan oluştuğunun bilinciyle hareket eden hükümdarlar, yönetici olduğu kadar ruhani önder gibi davranmışlar, bağnazlıktan uzak, birleştirici politikalar yürütmüşlerdi.
Devlet kadroları inancı ne olursa olsun herkese açılmış; göreve gelme ve yükselme, inanca bağlı kayırmalara değil, bilgi ve yeterliliğe bağlanmıştı. Halkın çok değişik unsurlardan oluştuğunun bilinciyle hareket eden hükümdarlar, yönetici olduğu kadar ruhani önder gibi davranmışlar, bağnazlıktan uzak, birleştirici politikalar yürütmüşlerdi.
Tac
Mahal ve İnci Camisi
Bilim
ve sanata Ekber
döneminde gösterilen ilgi ve saygı, sonraki hükümdarlar
tarafından da sürdürüldü ve Hindistan’a göz
kamaştıran
yapıtlar kazandırıldı. Türkler, Hindistan’ı yüzlerce yıl
yönetmiş ve Hint kültürüne kalıcı etkiler yapmıştır. Önceki
yerleşimleri saymazsak Gaznelilerin gelmesiyle Hindistan’da 857
yıl süren Türk yönetimi yaşanmış ve Hindistan’a göz
kamaştıran
yapıtlar kazandırılmıştır. 1605-1658 arasındaki Cihangir
ve Cihan
dönemi; Delhi
ve Agra
başta olmak üzere birçok taşra kentinde, zerafet
ve ihtişamın
doruğa ulaştığı yıllar olmuştur.
Özellikle
Şah
Cihan
tarihe, Hindistan’da yaptırdığı görkemli yapılarla geçti.
Agra’da
Anadolu’dan getirttiği mimar ve ustalara yaptırdığı Tac
Mahal
ve İnci
Camisi
benzersiz yapıtlardı. Delhi’de beş yeni kent kuran Türk
hükümdarlarından sonra, Yedinci
Delhi
olarak tanımlanan Şah
Cihanabat
(Bugünkü Eski Delhi) onun tarafından kurulmuştu.7
Uzun
süren Türk yönetiminin Hint mimarisine yaptığı kalıcı etki,
gerek kullanılan malzeme ve gerekse tasarım olarak; özgün olduğu
kadar evrensel, yeni olduğu kadar eskiyi koruyan mükemmel yapıtlar
ortaya çıkardı. Anadolu’dan getirilen ve Mimar
Sinan’ın
öğrencileri olan Mimar
Yusuf
ve Mimar
İsa,
Hindistan’ın birçok yerinde camiler, saraylar ve türbeler yaptı.
Bu
yapıtlarda, Hint insanının süs ve renklere olan düşkünlüğü,
Türk-İslam süslemesinin inceliğiyle birleşerek, abartılı
olmayan bir dengeye ve hayranlık verici bir zarafete ulaştı.
Süsleme sanatında erişilen yüksek düzeye karşın, yapılarda
boyut ve işlevsellik (fonksiyon) hiçbir zaman süs uğruna gözardı
edilmedi.
Beyaz
mermer ve kırmızı kumtaşını almaşık (alternatif) alarak
yapılan ünlü Pencap
Çinileri
ve Keşmir
duvar resimleri;
Bicupur,
Gül
Gümbaz,
Şir
Şah
ve Delhi
Hümayun türbeleri;
Kuvvetü’l
İslam
ve Mescid-i
Cuma
camileri; Agra
ve Delhi
kaleleri,
Türk-Hint mimarisinin eşsiz örnekleridir.8
Hint
Dilini Geliştirenler
İmparatorluk
döneminin, Hint dilinin gelişimine de, dolaylı ya da dolaysız
önemli katkıları oldu. Yerel yönetim birimlerinin tek merkezden
yönetilen İmparatorluk içinde birleştirilmesi, ortak bir dil
kullanımının koşullarını yarattı ve büyük Hint dili
Hindustani
(Hindu)
hızla gelişip yayıldı.
Eğitim
ve kültürün gelişmesi, 14.yüzyıldan başlayarak önce sözlü,
daha sonra yazılı büyük bir yazın (edebiyat) akımının
doğmasına yol açtı. Bu akım, bir yandan ortak dili geliştirirken
öte yandan, bölgesel dilleri yazın dili durumuna getirdi. Bengali,
Maithili,
Avadhi
ve
Braj
böyle dillerdi. Ortak Hindu dili en parlak dönemini 18.yüzyılda
yaşadı.9
İngiliz
Sömürgeciliği ve Kışkırtmalar
Türk-Hint
İmparatorluğu;
17.yüzyıldan sonra gerilemeye başladı. Gerilemeyle İngilizlerin
Hindistan’da yayılması, birbirine bağlı ikili süreç olarak
yüzyıl sürdü. İmparatorluk çözüldükçe İngiliz yayılması
gelişti, yayılma geliştikçe İmparatorluk çözüldü. Sonunda
İngilizler 1803 yılında Delhi’yi elegeçirdi.
1857
yılında, kışkırtmayla ortaya çıkan sipahi
ayaklanmasını araneden (bahane) eden İngiliz sömürge yönetimi,
son hükümdar Bahadır
Şah’ı
Birmanya’ya sürdü ve zaten çözülmüş olan Türk-Hint
İmparatorluğu’na resmen son verdi. Devletsiz duruma düşen Hint
halkı, tarihinin en güç dönemine girdi ve 1947’ye dek, hemen
hiçbir kazanımı olmayan, yeraltı-yerüstü tüm varsıllığının
yağmalandığı, edilgen bir sömürge halkı olarak yaşadı.
Kalıcı
Etki
Sekiz
yüzyıl süren son Türk yönetiminin Hint kültürüne yaptığı
etki; yönetim biçimi, mimarlık, güzel sanatlar ya da dil
konularıyla sınırlı kalmadı. Bu uzun sürecin kalıcı ve
herhalde en önemli sonucu İslam dininin yayılması ve İslami
yaşam biçiminin, geniş kitlelerce kabul edilmesiydi. Türk
varlığı, zaman içinde erimiş,
ancak aynı zamanda kültürel yapıyı önemli oranda eritmişti;
kültürel etkiler dışında İslamiyet’in kalıcı varlığı,
eritme
eyleminin en açık belirtisidir.
Kast
düzenine
dayanarak kimliğini korumayı her dönemde başarmış olan Hint
toplumunda, yeni bir dinin yayılmasını, üstelik güce başvurmadan
başarmak çok güç bir iştir. Bunu başarmak, düşünsel ve
inançsal gelişkinlik ve azınlıkta olmanın sorunlarını aşacak
düzeyde bir uygarlık birikimini gerekli kılar. Bugün, Bangladeş
ve Pakistan’ı da katarsak Hindistan büyük yarımadasında
yaşayan bir milyar insanın yaklaşık 300 milyonu Müslümandır.
Bu durum, erirken
eritmeye
gösterilebilecek iyi bir örnektir.
DİPNOTLAR
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.125-126
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 12.Cilt, sf.7210
- a.g.e. 1.Cilt, sf.262 ve “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas., 1996, sf.128
- Ana Britannica, Ana yayıncılık A.Ş. 21.Cilt, sf.318
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.131
- “Tarih II, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas.-2001, sf.340-342 ve “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 9 Cilt, sf.5290
- a.g.e. sf.341 ve 5290
- a.g.e. sf.342 ve An Britannica, 9.Cilt, sf.399
- Büyük Larousse, Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5295
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder