Hindistan;
yaşamı ve insanı anlamaya çalışan düşüncelerin, insancıl
inanç dizgelerinin (sistemlerinin) ve köklü bir tarihe dayanan
düşünce akımlarının merkezi gibidir. Yaratılan düşünsel
gelişkinlik ve olağanüstü kültür o denli kapsamlı ve derindir
ki, bu kültür, dünya düşünce tarihinin en önemli aşamalarından
birini oluşturmuştur. Varlığını sürdüren ya da yok olan
yüzlerce düşünce akımı; binlerce yıl boyunca okul
ya da inanç
dizgelerinde,
düşünce
biçimleri
ya da davranış
geleneklerinde
kendisini yaşatarak, günümüze dek gelmiştir. Doğuya özgü olan
ve insana değer veren katılımcı, erdemli, yüksek toplumsal
töreyi (ahlakı) içeren bu büyük uygarlık; yalnızca Hindistan’ı
ya da yalnızca Güney Doğu Asya’yı değil, insanlık tarihinin
tümünü derinden etkilemiştir.
Eski Tarih
Asya’nın
güneyinde doğal zenginliklerle dolu geniş bir alanı kapsayan Hint
yarımadasında, tarih öncesi dönemlere dek giden; kendine özgü,
yüksek bir uygarlık yaratılmıştır. İndus
ve
Ganj
nehirlerinin
bereketli topraklarında kurulmuş köylerin tarihi, günümüzden on
bin yıl geriye dayanır. Üretim ekonomisinin Orta
Asya’dan
sonra ilk görüldüğü yer olan Hindistan, Yenitaş
Devrimi
adı verilen toplu üretim uygulamalarının görüldüğü en eski
bölgelerden biridir.
Günümüzde
Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’in yer aldığı Hindistan alt
kıtası, tam olarak çözülememiş olsa da son derece zengin tarih
öncesi buluntulara sahiptir. Bu buluntular içinde yer alan taş
aletlere
(mikrolitler),
yapılan sınıflandırma ve yaş saptamalarında onbir bin yıllık
yaş verilmesi, bunların M.Ö.10 binlerde (Halosen
Çağ)
Hindistanda bulunmadığını, bu nedenle mikrolitik
sanayinin
Hindistan’a dışardan getirildiğini göstermiştir. Tarihçilerin
bugün artık tartıştığı konu, bu endüstrinin Hindistan’da
oluşup oluşmadığı değil; Kuzey ya da Kuzey Batı’dan mı
yoksa başka yerlerden mi geldiğidir.
Hint
Uygarlığının Merkezleri
Ganj
ve İndus
(Sindh)
vadilerinin yukarı bölümleri, Hint uygarlığının ortaya çıkıp
geliştiği merkezlerdir. Toplu yerleşimler, ilkel tarım ve ilk
kent oluşumları bu bölgede ortaya çıkmış, Hindistan’ın
diğer bölümleri henüz avcılık
ve toplayıcılık
dönemini yaşarken burada ileri bir uygarlık oluşmaya başlamıştı.
Dicle
ve
Fırat
ya da Nil’in
Ortadoğu ve Mısır için anlamı ne ise, Ganj
ve İndus’un
Hindistan için anlamı da oydu. Ancak, Mezopotamya ve Mısır’da
uygarlık, nehir deltalarına yakın alt bölgelerde gelişirken, bu
gelişme Hindistan’da İndus’un
yukarı bölgelerinde olmuştu. Çünkü buraya ilk uygarlık
girişimleri dışardan getirilmişti. Hindistan’ı ele geçirmek
isteyenler her zaman, Kuzey ya da Kuzey Batıdan gelerek İndus’un
yukarı bölümlerindeki Pencap’a
girmişler ve bu yöre Hint uygarlığının gelişim merkezi
olmuştur.1
M.Ö.4
binlerde gelişmeye başladığı sanılan İndus
uygarlığıyla birlikte Tunç
Çağı,
yani Hindistan’ın ön tarihi başlar. M.Ö.2500-1750 arasında
yüksek bir düzeye ulaşan bu uygarlık yazıyı biliyor, tarım ve
el aletlerinde, dönemi için ileri ürünler veriyordu.
Orta
Asya’dan Gelenler
M.Ö.900
dolaylarında Orta Asya’dan gelen silahlı topluluklar, Hindistan’a
demirle birlikte eşitlikçi bir toplum anlayışı ve yeni tarım
teknikleri getirdiler. Bunlar, kendilerinden önce aynı yöreden
gelen Dravit
adı verilen yerleşikleri
de önlerine katarak Hindistan’ın güney ve doğusuna ilerlediler
ve uygarlığın İndus’tan
Ganj
vadisine dek geniş bir alana yayılmasını sağladılar.
Kimi
bölgelerde merkezi monarşiler ortaya çıkmaya başladı ve demirin
Hint yaşamı üzerinde önemli etkisi oldu. Bu madenden yapılan ve
“tarla
açıcı ormancılar”
kültürünü geliştiren araçlar, özellikle bol muson
yağmurlarının beslediği, gür bitki örtüsü olan toprakların,
ağaçlardan arındırarak görülmemiş verimlilikte tarım
toprağına dönüşümünü sağlandı. Bu ise tarımsal üretimin
çeşitlenip artmasına yol açtı. Güneydoğu Asya’nın bahçe
tarımı yapan köylülerince yetiştirilen pirinç, Ganj vadisinin
verimliliğine büyük bir katkıda bulundu.2
Ekonomik
Canlılık
Kuzey
akınları sürerken, Milattan önceki ve sonraki birinci yüzyılda,
kıyı kesimlerinde Hindistan’ı olumlu yönde etkileyen, önemli
gelişmeler ortaya çıktı. Bir zamanlar Finikeliler
’in,
Makedonlar’ın
ve Mısırlılar’ın,
Mezopotamya ve Hindistan arasında geliştirdikleri denizyolu
ticareti; özellikle M.S.50 yıllarında olağanüstü canlandı ve
Bengal
Körfezi’ne,
Ganj
Deltası’na,
daha doğuda Malaka,
Sumatra,
Cava
ve Borneo’ya
yayıldı; Hindiçine
dek uzandı. Gemiciler, sürekli esen ve Hindistan’a giderken
kullandıkları güneybatı, dönerken kullandıkları kuzeydoğu
rüzgarlarını öğrenmişlerdi.3
Tecimsel
(ticari) gelişmenin sağladığı ekonomik canlılık, kaçınılmaz
olarak siyasi ve kültürel canlanmayı da birlikte getirdi. O güne
dek Kuzey Hindistan’ın geri bir parçası gibi kalmış olan Güney
Hindistan, önem kazandı. Deniz ticareti ile varsıllaşan kıyı
kesimleri, ülkenin içlerini hızla geride bıraktı. Hindistan,
Mısır, Ortadoğu ve daha sonra Avrupa’ya değerli mallar
gönderen, varsıl bir ülke oldu. Ancak, varsıllık, uygarlık ve
gönenç yanında, dış saldırıları özendiren bir çekinceyi de
birlikte getirdi ve Hindistan’ı kolay gelir peşindeki güçlerin,
özellikle Avrupa sömürgeciliğinin vazgeçilmez
ereği durumuna
getirdi; Kristof
Kolomb,
Hindistan’a gitmenin kolay yolunu bulayım derken, Amerikayı
buldu.
İnsancı
Düşüncenin Doruğu
Hindistan;
yaşamı ve insanı anlamaya çalışan düşüncelerin, insancıl
inanç dizgelerinin ve köklü bir tarihe dayanan düşünce
akımlarının merkezi gibidir. Yaratılan düşünsel gelişkinlik
ve olağanüstü kültür o denli kapsamlı ve derindir ki, bu
kültür, dünya düşünce tarihinin en önemli aşamalarından
birini oluşturmuştur.
Varlığını
sürdüren ya da yok olan yüzlerce düşünce akımı; binlerce yıl
boyunca okul
ya da inanç
dizgelerinde,
düşünce
biçimleri
ya da davranış
geleneklerinde
kendisini yaşatarak, günümüze dek gelmiştir.
Doğuya
özgü olan ve insana değer veren katılımcı, erdemli, yüksek
ahlakı içeren bu büyük uygarlık; yalnızca Hindistan’ı ya da
yalnızca Güney Doğu Asya’yı değil, insanlık tarihinin tümünü
derinden etkilemiştir.
Vedaların
Önemi
Hindistan’ın
en eski yazılı belgeleri olan vedalar,
bir inanç belgesi olduğu kadar, çok eski söylencelerin
(efsanelerin) dilden dile aktarılarak yaşatılmasını sağlayan
tarihsel belgelerdir. M.Ö.6.yüzyılda yazıya dökülmüş ve
Zerdüşt
inancının kutsal kitabı Avesta’ya
yakın bir dille yazılmıştır.
Çoğunlukla
kurban törenlerinde okunan dualardan oluşan ve söylencelere
dayanan veda
’lar,
Hint inancına yön veren dinsel düşüncelere kaynaklık etmiştir.
Bu kaynaktan beslenen; Brahman
ve Upanisad
düşüncesi, Jenizm,
Budizm
ve
Hindu
Dini,
Hint erekbiliminin (teolojisinin) temellerini oluşturmuştur.
Brahman
ve Upanisad İnancı
Brahman
ve Upanisad
inancına göre; “Canlıların
tümü, yeni biçimler alarak ‘ölümden’ sonra da varlıklarını
sürdürürler. Ölüm olarak adlandırılan olgu, gerçekte, iyi ya
da kötü davranışların belirlediği biçimlerle, yeniden ortaya
çıkıştan başka birşey değildir. Canlılar ölümsüzdür.
Ruhun temeli ile evrenin, yani tanrısallığın temeli aynıdır. Bu
nedenle, kesin gerçeklik düzeyindeki tüm ayrımlar ortadan
kalkmalıdır. Kişinin bireyselliği Brahman’ın tümlüğü
içinde erimeli ve evrensel bir bütünlüğe kavuşmalıdır.”4
Jenizm
Budizmle
hemen aynı dönemde ortaya çıkan Jenizm
“kişinin
her türlü kişisel zevkten arınmasına”
ve “dinin
yasak kıldığı şeylerden uzak durulmasına”
dayanır. Bu inanca göre; “Kişinin
mutluluğa ulaşabilmesi için, dünyanın kötülüklerinden kendini
uzak tutması, bunun için de kendi içinde hesaplaşması gerekir...
Evren sonsuzdur ve insanların hiçbir yöneticinin yardımı
olmaksızın kendi yaşamlarını düzenleme gücü vardır.”5
Budizm
Budizm
M.Ö.4.yüzyılda, Brahman
düşüncesinin
kimi dini uygulamalarına tepki olarak doğdu. Dinden çok, acıya ve
güçlüklere dayanmayı yeğleyen duygusal bir düşüncedir.
Budizm’in
yasaya (dhama)
ve topluma
(sangha)
uymayı öngören düşüncesi, daha dünyevidir. Ruhun varlığını
yadsır ancak bencilliği de kabul etmez.
Buda’ya
göre; “İnsan
varlığı acılıdır ve bu acının kaynağı istektir (arzudur).
Acı, isteği yenmekle giderilebilir. Bilgisizlik yıkımdır
(felakettir). Doğayı ve toplumu tanımak gerekir. Her koşul bir
başka koşuldan, o başka koşul da kendisinden önceki koşullardan
doğar... Her kişi temiz yürekli, erdemli ve yüksek ahlaklı
olmalı, insan kadar hayvanların da haklarına saygı göstermelidir.
Kurban edilmek bir yana, en değersiz görülen hayvanın bile yaşam
ortamına saygı gösterilmelidir... Temiz yaşamalı ve sadaka
verilmelidir... Rahipler kesin olarak dürüst ve yoksul
olmalıdır...”6
Budizm,
M.Ö.3.yüzyıldan M.S.7.yüzyıla dek Hint uygarlığı ve sanatı
üzerinde etkili oldu. Ancak, en etkili dönemlerinde bile,
Hindistan’ın tümüne yayılamadı. Bu doğaldı, çünkü Hint
tarihinin hiçbir döneminde, hiçbir dinsel akım ya da siyaset,
Hindistan’ın tümüne egemen olamamış ve gerçek bir birlik
sağlanamamıştı.
Kast
Düzeni
Hint
uygarlığının başka uygarlıklarda olmayan en belirgin özelliği,
toplumun hemen tüm kesimlerine yayılmış olan kast
kurumu
ve Hint inancının çileci anlayışa verdiği sıradışı önemdir.
Hint
tarihinin her döneminde varlığını koruyan ve toplum yaşamı
üzerindeki etkisini günümüzde de sürdüren kast
düzeni,
dünyanın hiçbir yerinde
ve hiçbir ülkesinde Hindistan kadar etkili olmamıştır. Bu etki,
yalnızca toplumsal ilişkilerle sınırlı kalmamış, yönetim
biçimini belirleyen siyasi düzene, hukuk ve eğitime, ekonomik
yapılanmaya uzun süre yön vermiştir.
Kast’lar
Hint kültüründe öylesine kökleşmiştir ki; kendisini ortadan
kaldırmak isteyenlerin, kaldırmayı düşünenlerin ya da hesaba
katmayanların hakkından
gelmeyi,
her zaman bilmiştir. Kast
düzenini
yadsıyan Budizm
bile, bu tutumu nedeniyle, Hindistan’daki etkisini büyük oranda
yitirmiştir.
Kast
düzenini
ortaya çıkaran ana neden, Hindistan’ın tarihi boyunca dışardan
göç alması ve sürekli bir biçimde saldırıya uğramasıdır.
Tarih boyunca hiç durmadan süren göçler
ve fetihler
içinde, kimi uygarlıklar kendilerini yeni gelenlere karşı
korumayı bildiler, kimileri gelenler içinde eriyerek
yok oldular. Hintliler, karşı karşıya geldikleri dış
kültürlerle baş etmeyi bildiler ve kendisine yabancılaşmadan,
yabancıları
yabancılaştırmayı
başardılar; başarılarında kast
düzeninin
önemli payı vardı.
Her
Kast,
hem üyelerinin haklarını savunan kendi içine kapalı bir örgüt,
hem de yabancılaşmayı
önleyen bir tür kültür merkezi gibiydi. Son derece etkili ve
yaygındılar. Fetih’le
gelen yeni egemenler bile varlıklarını sürdürüp kimliklerini
korumak için, sahip oldukları askeri üstünlükle yetinmeyip,
hemen bir kast
kuruyor ve ülkenin sayısız kast’ına
bir yenisini daha eklemiş oluyordu. Bu davranış, Hindistan’da
“yaşamın
gereklerine uymak”
ve kültürel varlığını koruyabilmek için gerekliydi.7
Kast
üyeliği doğuma bağlıydı ve kesinlikle dışa kapalıydı. Kast
dışı
her evlilik, kişinin dışlanmasına ve parya
(herkes tarafından hor görülen, aşağılanan alt kesimler) olarak
değerlendirilmesine neden oluyordu. Bu davranış biçimi, toplumsal
bir gelenek olarak varlığını bugün de sürdürmektedir.
Hinduların, daha aşağı kast’tan
saydıkları kimseleri sofralarına almaları ya da onlar tarafından
hazırlanan yemekleri yemeleri yasaktı.8
“Hintlilik
Ruhu”
Yaşamı
kolay kılan bereketli topraklar üzerinde dingin bir yaşam süren
Hint toplumu, yaşadığı koşulların doğal sonucu olarak, barışçı
ve kendi içinde paylaşımcı bir ruh yapısına ulaşmış ve
binlerce yılın ürünü olan Hintlilik kavramı, bu ruh yapısıyla
birlikte oluşmuştur.
Oluşumun
barışçı niteliği, hiç durmadan gelen yabancılara karşı
korunmayı; silah ve asker gücüyle bir türlü başarılamamasına
neden olmuştur. Belki bu nedenle korunma, kendi içine kapalı,
kesin kuralları olan geleneklerle sağlamayı zorunlu kılmıştı.
Gandi’nin
İngiliz işgaline karşı yürüttüğü barışçı
anti-sömürgeci
eylemler,
bu dayanışmanın yüzyılımızdaki bir örneğidir.
Yerleşik
Yaşam
Yerleşik
yaşamın çok eski dönemlerinde başlayan Hindistan’da kentleşme,
kendi içinde bütünlüğü olan site
devletleri
biçiminde değil, birbirine yakın köylerin zaman içinde
birleşmesiyle oluşmuştur.
Kent
yönetiminde en yüksek yetkiliye raca
(daha
sonra mihrace)
adı verilir. Yöneticilik olarak raca
tanımı, küçük bir kent yöneticisinden, bölge ya da ülke
yöneticisine dek her büyüklükteki yönetim birimini içine alır.
Bu tanım, Hindistan’daki Türk egemenliği döneminde, tımar
(hizmete
karşı devletçe verilen bir yere bağlı gelir)
verilen Müslüman Türkler için de kullanılmıştır.
Racalar,
toplumsal ilişkilerde güvenliği sağlayan, gelenekleri ve hukuksal
düzeni koruyan egemenlerdir. Gereksinim duydukları akçalı
kaynağı, halkın gelirlerinin onda birini oluşturan vergilerle
karşılarlar ve egemenlik alanlarını oluşturan il ya da bölgeyi
yönetirler; bunlar bir tür Hint derebeyleridir (feodalleridir).
Aile,
Hint toplumunun küçük bir örneğidir. Evlenen çocuklar
babaevinden gitmez. Mal, kalıtım nedeniyle bölüştürülmez.
Çokeşliliğe izin vardır; evlenen kadının ailesine toplumsal
konumuna uygun tutarda para verilir. Aile içinde erkek çocuk
önemlidir. Kızlar küçük yaşta evlendirilir ve kocası ölen
kadın bir daha evlenmez. Yalnız yaşamak, sık sık “oruç”
tutmak ve varsa kaynanasının emri altında yaşamak zorundadır.9
Dil
ve Lehçe Bolluğu
İllere
ve bölgelere göre ayrımlılık gösteren Hint toplumu, tarihinin
hiçbir döneminde, tüm toplumu kapsayan ortak bir dile sahip
olamamıştır. Varlığını sürdüren ve
hala konuşulmakta olan dil sayısı o denli çoktur ki, bu denli çok
dil dünyanın hiçbir ülkesinde görülmez. 1971 yılında yapılan
nüfus sayımına göre, 1652 anadil
ve 67 öğrenim dili saptanmıştır.
Hintli
dilbilimciler Hint
dillerini; Hintari,
Dravit,
Çin-Tibet
ve Güney-Asya
olarak dört ana kümede toplamışlardır. Bugün nüfusun yüzde
73,3’ünün kullanmakta olduğu ve 15 resmi dilden biri olan
Hintari
dilinin kökeni, Brahma
kültürünün
din ve edebiyat dili olarak kullandığı, köklü bir geçmişi olan
Sanskritçe’ye
dayanır.10
Hint
Yazını (Edebiyatı)
Hint
uygarlığının eski yazınsal yapıtları, önce sözlü
aktarmalar, daha sonra Sanskritçe
yazıtlarla (kitabelerle) günümüze dek ulaşmıştır.
Yazınbiliminin (edebiyatın) her türünü bir araya toplayan ve
günümüzden 3500 yıl geriye giden Hint yazını, tarihin en eski
yazılı kültür belgeleridir.
Bilgi
anlamına gelen ve veda
adı
verilen yazınsal yapıtlarda, ilahiler
ve dualar
temel alınmıştır. Ancak, bu yapıtlarda dilde
ses uyumu
(fonetik),
dilbilgisi
(gramer),
yazım
ölçüsü (vezin)
ile başka bilim dallarını kapsayan görüşler de vardır.
Hint
düşüncesi için tükenmez bir kaynak oluşturan vedalar,
20.yüzyılda yapılan, kimi dinsel, sosyal ve siyasal
iyileştirmelere
bile esin kaynağı olmuştur. Destansı
(epik)
şiir biçiminde yazılan ve tarihi bilinmeyen Ramayana
ve Mahabbarata
adlı
iki Hint yapıtı, halk ozanlarınca dilden dile yaşatılarak
günümüze dek ulaştırılmıştır. İlki 24 bin dörtlükten,
ikincisi 200 bin dizeden oluşan halkın sevdiği bu iki yapıt, Hint
yazın geleneği içinde bugün de etkili olan bir yazınsal ölçüt
ve düşünce varsıllığı yaratmıştır.
Yontuculuk
Yukarı
İndus
havzasında yapılan kazılar, Hint yontuculuğunun
(heykelciliğinin), Orta
Yontma Taş
dönemine dek gittiğini ve başlangıcını kuzeyden getirilen
mikrolitik
sanayinin
oluşturduğunu ortaya koymuştur. Hindistan’ın Orta-Üst
bölgelerinde bulunan kaya
resimleri
ve taş
oymalar,
özellikle Madhyu
Prades’te
bulunanlar, Orta
Asya’da
daha önceki dönemlerde yapılmış olan resim ve yontularla büyük
bir benzerlik içindeydi. Bu da Hint yontuculuğunu başlatan
öncülerin kuzeyden geldiğini gösteriyordu.
Başlangıçta
kil, ağaç ya da fildişi gibi az dayanıklı malzemelerden yapılan
yontularının çok azı bugüne gelebilmiştir. Daha sonra yapılan
taş yontular, özellikle de M.Ö.3.yüzyıldan sonra yapılanlar,
olağanüstü bir incelik, denge ve estetik içermektedir.
Grek
anlayışından ayrımlı olarak sıradan insanlar değil tanrısal
varlıklar işlenmiştir. Taş oymacılık ve kabartmacılık yanında
tunç işlemeciliğine de önem verilmiştir. Kabartma tekniğinde
Hintli yontucular, erişilmez bir ustalığa ulaşmışlar ve
tartışmasız bir üstünlük sağlamışlardı. Kayalara oyularak
yapılan yontular, tek bir betiyi (figürü) değil yontu kümelerini
içeriyor ve betiyler arasında sağlanan denge, eşsiz bir duruş
güzelliği oluşturuyordu.11
Hint
Müziği
Genel
olarak doğaçlamaya
(hazırlanmadan
duyguya bağlı olarak o anda söyleme)
dayanan Hint müziği, kendine özgü ezgileriyle gelişkin bir
anlatım biçimine ve etkileyici bir duygu yoğunluğuna sahiptir.
Arap ve Türk müziğiyle akraba olan bu müzik, çok sayıdaki yerel
topluluğun
ölçü biçimleriyle beslenmiştir.
Kuzey
Hindistan’da kullanılan notalar,
bugüne dek belirlenebilen müzik yazıtlarının en eskilerindendir.
Bir müzik parçasının solfej
(ezginin uygulanışı)
yoluyla çözülmesini sağlayan seslerin, değişik hecelerle
belirtilmesini, yani gam
’ı
Hintliler geliştirdi. Hint
Gamı
(sa,
ri, ga, ma, pa, dha, ni )
8-14.yüzyıl Doğu aydınlanması döneminde Türkler ve Araplar
tarafından kullanılıp geliştirildi; Avrupalılar gam
’ı
onlardan öğrendiler.
Makamsal
olan Hint müziğinde nota,
makamların ve ezgilerin basitleştirilmiş biçimlerini göstermeye
yarar. En karmaşık ritm
kalıplarının bile kağıda geçirilmesi olanaklıdır. Ezgileri
yazmaya yarayan nota
yanında, değişik hecelerden oluşan ve ritmlerin
solfejini sağlayan bir biçim daha vardır. Bu biçimde heceler,
çeşitli tekrar vuruşlarının niteliğini (uzun/kısa,
kuvvetli/zayıf) belirtir ve müzik eğitimini sağlam bir temele
oturtur.12
Mimari
Ahşabın
her zaman önemli rol oynadığı Hint mimarisi; doğrama ve geçme
teknikleri, taş ya da tuğla malzemesiyle bütünleşme, iç-dış
süsleme gibi konularda, özgün ve gelişkin çok sayıda yapı
biçimi üretmiştir.
M.Ö.5.yüzyıldan
sonra gelişen ve kutsal emanetlerin saklandığı ya da önemli bir
olayın anısına dikilmiş anıtlar olan Stupalar,
önceleri çok yalın olan ve yalnızca din görevlilerinin girdiği,
zamanla boyutları büyüyerek görkemli yapılar durumuna gelen
tapınaklardır. Tapınaklar, özellikle Türk egemenliği döneminde,
benzeri olmayan bir incelik ve gösterişe ulaşarak tüm Hindistan’a
yayılmıştır.
Hint
Uygarlığı ve Avrupalılar
Hint uygarlığı, tarihinin en yıkıcı dönemini, Çin'de olduğu gibi, Avrupalıların 17.yüzyıldan sonra kurduğu sömürge egemenliği döneminde yaşadı. Hindistan'ın dillerden düşmeyen varsıllığı, altın ve değerli malları, dünyaya yayılan Batıların ana ereğiydi; her yolu deneyerek buraya gelmeye ve buranın yeraltı-yerüstü varsıllığına ulaşmaya çalışıyorlardı. Avrupalı denizcilerin tüm amacı Hindistan'a ulaşacak deniz yolları bulmak ve oraya gidebilmekti.
Hindistan’ı
yüzyıllar boyunca sömürge olarak kullanan İngilizler, yalnızca
ekonomik ve doğal değerlere değil, bununla birlikte kültürel
yapıya da büyük zarar verdi.
Hint halkının yoksullaşması yanında bilinçle uygulanan sömürge
politikaları sonunda yaygın ve etkili bir kültürel bozulma
yaşandı. Ancak, tarihte pek çok dış karışmayı alt eden Hint
uygarlığı, İngilizlerle de baş etti
ve içinde eritmese
de
onları Hindistan’dan atmasını bildi. Hindistan bugün, bağımsız
olmanın verdiği güçle, ekonomik ve kültürel alanda yeniden bir
yükseliş sürecine girmiştir.
İngilizler,
Brahman
kültürünün sağladığı birleştirici etkiden kurtulmak ve bu
kültürün yarattığı ulusal bilinci yok etmek için; Batılılaşma
ve uygarlaşma
adına, kendine ve topluma yabancılaşmış yoz bir aydın türü
yarattı. Bunlar, misyonerlerin ders verdiği İngiliz okullarında
okuyor, yönetim organlarında göreve getiriliyordu. Ağır bir
yoksulluk içine düşen halk ise, eğitim olanaklarını tümüyle
yitiriyor, kültürel kimliğini korumak için kendi içine
kapanarak, ülke yönetiminden uzak, bilgisiz ve bilinçsiz bir
kalabalık
durumuna geliyordu.
İngiliz
sömürgeciliği, bir zamanlar dünyanın en ileri uygarlıklarından
biri olan Hindistan’ı, 200 yıl içinde o denli yoksul ve umarsız
(çaresiz) duruma getirdi ki, tarihinin her döneminde sürekli bir
gelişme içinde olan Hint kültürü bu dönemde ağır bir darbe
aldı. Batılılar gelene dek kendine özgü barışçı yaşam
biçimiyle gönenç içinde yaşayan Hint halkı, büyük bir
yoksulluk içine düştü. Kast’ların
büyük çoğunluğu, yakın zamana dek hor gördükleri paryalar
durumuna geldi. Dönemsel olarak ortaya çıkan kıtlıklar,
Hindistan’ın yazgısı (kaderi) olmuştu. 1875’ten 1900’a dek
yaşanan 18 kıtlık, 26 milyon insanın ölümüne yol açtı.13
Yalnızca 1943’teki Bengal kıtlığında 4 milyon kişi açlıktan
öldü.14
DİPNOTLAR
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5286
- “Dünya Tarihi” William H.Mc Neill, İmge Yay., 5.Bas.-2001, sf.121
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.126-127
- a.g.e. sf.133
- a.g.e. sf.134
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.1968 ve “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.135
- “Dünya Tarihi” William H.Mc.Neill, İmge Yay., 5.Bas., 2001, sf.133
- a.g.e. sf. 124 ve 133 ve Büyük Larousse, Gelişim yay.
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım-1996, sf.138
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5295
- “Büyük larousse” Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5297
- a.g.e. sf.5298
- “L’Asia orientale au XIX e et XX e siecles” J.Chesneaux Paris, PUF, 1966, sf.189; ak.J.Suret-Conale, “Kapitalizmin Kara Kitabı” Evrensel Bas.Yay., 2.Bas., 2001, sf.33
- a.g.e. sf.33
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder