15 Mayıs
1919’da İzmir’e çıkan Yunan Ordusu, 9 Eylül 1922’ye dek, Anadolu’da kaldığı 3,5
yıl boyunca, Türk halkına sıradışı yoğunlukta sistemli bir şiddet uyguladı.
Şiddetin düzeyini, Batılı yazarların aşağıda aktarılan yazılarında
bulacaksınız. İzmir’de başlatılan silahlı şiddet, kendiliğinden ortaya çıkan
anlık bir düşmanlık tepkisi değil; her yönüyle düşünülmüş, bir göç ettirme
eylemiydi. Bu eylem, Anadolu’yu Antik Çağ’dan beri mülkünün bir parçası gören
ve Alman Profesör K.Kruger’in “megalo manyak emeller” dediği,
değişmez Grek anlayışının doğal sonucuydu. Megalo İdea, 3 bin yıl sonra,
şimdi gerçekleşecek ve Batı Anadolu ele getirilecekti. Yunan Ordusu, yerli
Rumlarla birlikte kuralsız bir terör dalgasını gittiği her yere yaydı.
Saldırdı, soydu, ırza geçti; yaktı, yıktı ve öldürdü. Kendilerini, topraklarına
geri dönen efendiler olarak görüyorlardı. Yaptıkları gizlendi ve unutturulmaya
çalışıldı. Bunda da başarılı olundu. Bugünkü kuşak dedelerinin çektiği acıyı
bilmiyor. Tam tersi, Rumlara ve Ermenilere soykırım yaptığı yaymacasıyla
karşılaşıyor. Yunanistan, 19 Mayıs’ı “Soykırım Kurbanlarını Anma Günü” kabul
ediyor, Ege adalarını işgal ediyor ve bu işgal padişahın 1915’te İzmir işgalinde
yaptığı gibi görmezden geliniyor. 95 yıl sonra, İzmir’e Metropolit atanmasına
izin veriliyor.
15 Mayıs 1915; İzmir
İngiltere’nin
Akdeniz Donanması Başkomutanı ve İstanbul İşgal Gücü Yüksek Komiseri Sir Arthur
Calthorpe (1864-1939), 14 Mayıs 1919 gecesi saat 23:00’de, İzmir’deki
İngiliz Garnizon Komutanlığı’na bir telgraf buyruğu göndererek, Mondros
Mütarekesi ve Paris Barış Konferansı kararları gereği, kentin Yunan askeri
birliklerince işgal edileceğini bildirdi. Olası karışıklıkları önlemek için
yardımcı olunmasını istedi. 15 Mayıs sabahı saat yedide; yani Calthorpe’un
emrinden sekiz saat sonra Averoff ve Limnos adlı iki Yunan
zırhlısı, peşlerinde birçok nakliye gemisiyle birlikte limana yanaştı ve Yunan
birlikleri karaya çıkmaya başladı.
Önce, bir efzun (püsküllü bir takke ile kısa etek giyen, Yunan
ordusunun seçkin birlikleri) alayıyla 40. ve 50. Piyade Alayları ve kimi deniz
birlikleri karaya çıktı. Türk birliklerinin bildirime uyup kışlalarında kalıp
kalmadığını denetledikten sonra, asıl birlikler saat 11:00’de Kordon’a yayıldı.
İngiliz birlikleri posta ve telgraf binalarını işgal etti. Calthorp,
basına bir açıklama yaparak, Müttefik güçlerin güvenliği sağlayacağını
bildirdi.
İzmir’in Müslüman
mahallelerinde derin bir sessizlik vardı. Ancak, Osmanlı yurttaşı yerli Rumlar;
erkekleri silahlı, kadın ve çocukları ellerinde mavi-beyaz Yunan bayraklarıyla
kentin caddelerini doldurmuş, saldırganlığa hazır aşırı davranışlarla sevinç
gösterilerinde bulunuyordu. Yunan askerleri, çevrelerinde silahlı sivillerle
birlikte uzun bir yürüyüş kolu oluşturmuş, kente yayılıyordu. 9 Eylül 1922’ye
dek sürecek ve Anadolu’yu yangın yerine döndürecek bir vahşet dönemi, 15
Mayıs’ta İzmir’de başlıyordu.
Vahşet
Saldırıların ilk hedefi, doğal olarak Sarıkışla ve buradaki Türk
subayları oldu. İstanbul Hükümeti’nden direnmeme buyruğu alan birlikler,
Kışla’da bekliyordu. Yunan birlikleri ve çevresindeki silahlı yerli Rumlar
oraya yöneldiler.
O günün olaylarını, yüksek rütbeli bir Fransız subayı not defterine
şöyle yazmıştı: “Yürüyüş kolunun önünde çok büyük bir Yunan bayrağı vardı.
Herkes çılgınca ‘zito Venizelos’ diye bağırıyor, sancaktar durmadan bayrağı
sallıyordu. Gösteri yapanlar, gürültü içinde gitgide kendilerini kaybettiler.
Bu biçimde, içinde çok sayıda Türk askerinin bulunduğu büyük kışlanın önüne
geldiler. Kışlada, 56.Süvari Alayı’nın subayları ve düşüncesizce verilmiş emir
gereği burada toplanmış subay vardı. Bu savunmasız insanlar, birbirlerine
sokulmuşlardı. Bu sırada kışladan, tahrikçi bir Yunan ajanı tarafından
patlatılan bir tabanca sesi ortalığı çınlattı. Bu, beklenen bir işaretti. Yunan
askerleri hemen kışla karşısında mevzi aldılar ve bir ateş salvosu başladı.
Ateşe makineli tüfekler de katıldı. Kışlanın içinde ölü ve yaralılar yere
serildiler... Ateş kesilince elinde beyaz bir bezle bir Türk subay, görüşmeci
olarak kışladan çıkmıştı, fakat derhal süngülendi ve yere yıkıldı. Daha sonra
yeniden başlayan ateş yavaşlayınca, Türk komutan çıktı. Tehditler ve küfürler
arasında, komutana bazı emirler verildi. Türk subay ve erler, kışlayı terk
edecekler ve derhal gemilere bineceklerdi. Çıkış başladı, ayakta yürüyebilecek
durumdaki yaralılar, arkadaşlarının yardımıyla kafileye katıldılar. Limana
doğru yürüyorlardı. Hakaretler, tecavüz ve cinayetler başladı, Türk subaylar,
tüfek dipçikleri ve süngülerle hırpalandılar. Üstleri arandı ve soyuldular.
Hayatta kalarak oraya kadar gelebilmiş olanlara; Petris kruvazöründen,
destroyerlerden, İzmir’deki Yunan Bankası ve çevresinden ve civardaki Rum evlerinden
ateş açıldı. Yunan denizciler birbirleriyle gülüşerek Türk subaylara nişan
alıyorlardı. Otuzdan fazla subay vurularak, binecekleri geminin önünde rıhtıma
düştü. Geri kalanlar, türlü hakaretlerle bindikleri geminin ambarına,
hayvanların yanına tıkıldılar”.1
Saldırıkırk sekiz saat
sürdü. Cadde ve sokaklardan başlayıp, çarşılara, konut ve işyerlerine uzanan
bir insan avı başlatılmış; sınır konmamış şiddet, Fransız ordu kaynaklarına
göre, o gün 300 Türk’ü öldürmüş, 600’ünü de yaralamıştı.2
Umarsız
ve Yalnız
Evlerine kapanan
İzmirli Türkler, örgütsüz, dirençsiz ve tepkisiz, sıranın kendilerine gelmesini
bekleyen sessiz kurbanlar gibi, umarsız ve yalnızdılar. Öç almayı amaçlayan
düşmanlık o denli ölçüsüzdü ki, dizginlenmeyen saldırı, kimi zaman Türk olmayanları
bile yanlışlıkla içine alıyordu. Valilikte çalıştıkları için fes giyen 15 Rum
memur, Fransız Demiryolu Şirketi’nin gar şefi ve İngiliz uyruklu bir tüccar da
öldürülmüştü. Olayları, İzmir’de görevli bir Fransız subayı şöyle anlatıyordu: “Rıhtımda
ve kışlalar önünde, eşlerinden ya da oğullarından bir haber almak için bekleşen
Müslüman kadınlar hakarete uğramış, çarşafları yırtılmıştır. Sokaklar, işlenen
cinayetlerin izleri ve artıklarıyla doludur. Öldürmeler giderek yerini
hırsızlıklara bırakmaktadır. Kimi Yunanlı tüccarlar, silahlı çeteleri, borç
aldıkları alacaklıların evlerine saldırtıyorlar”.3
Metropolit
Hrisostamos
Fener Rum Patrikliğine
bağlı, Osmanlı yurttaşı bir “din adamı!” olan İzmir Metropoliti Hrisostomos,
bunca vahşetin yaşandığı İzmir işgalini, kilisede yaptığı, daha sonra bildiri
olarak dağıtılan konuşmasında şöyle kutsuyordu: “Bugün sizleri, muhteşem ve
ilahi bir törene davet ettik. Bu öyle bir törendir ki, milletler uzun yüzyıllar
boyunca, ancak bir kez gerçekleştirme şansına sahip olabilirler. Huşu ve
saygıyla eğiliniz, ama başlarınızı dik tutunuz. Kardeşler, beklenen an
gelmiştir. Yüzyıllık arzular yerine gelmektedir. Olağanüstü yıllar
yaklaşmıştır. Irkımızın büyük umudu, anamız Yunanistan’la birleşmek yolunda,
bağrımızı kızgın demir gibi yakan ve kavuran o şiddetli, derin ve yakıcı
arzumuz, işte bugün, tarihi minnetle anılması gereken 15 Mayıs günü
gerçekleşiyor. Bugünden sonra, büyük vatanımız Yunanistan’ın ayrılmaz bir
parçası oluyoruz. Yunan tümenleri, Küçük Asya sahillerine çıkmaya başlamıştır.
Yaşasın Helenizm”.4
Vahdettin’in
İhaneti
İzmir’de işgale tepki gösterilmemesinin nedeni, ihanete varan teslimiyet
anlayışının devlet yönetimine egemen olmasıydı. 13 Mayıs’ta Vahdettin’in
gönderdiği bir Saray Kurulu, İzmir halkına, yakında gerçekleştirilecek olan
Yunan işgalinin geçici olacağını, bu nedenle “her ne olursa olsun kan
dökülmesine yol açacak” hareketlerden kaçınılmasını söylemişti.
Dahiliye Nazırlığı,
işgalden birkaç gün önce İzmir Valiliği’ne bir yazı göndermiş, “silahlı
direnişe izin verilmemesini”5
ve “işgal güçleri hangi dinden ve
milletten olursa olsun onlara Türk misafirperverliğinin gösterilmesini”6
gerekli önlemlerin alınmasını istemişti. Padişah temsilcisi Süleyman Şefik
Paşa, halkı Hükümet Konağı önüne toplamış ve burada, Padişah’ın yazılı
buyruğunu (hattı hümayununu) okumuştu. İzmir’lilerin işgale direnç
göstermemesinin nedeni buydu. Direniş işgalden sonra başlayacaktır.
Uyarıcı
Etki
İzmir’in işgali, Anadolu’da 3,5 yıl sürecek yaygın ve şiddetli bir
terörün başlangıcıydı ama aynı zamanda ulusal uyanışın da başlangıcı oldu.
Yunanistan’ın Anadolu’ya asker çıkarması, Türkler için kabullenilmesi ya da
sessiz kalınması olanaksız bir girişimdi. Her sonuca katlanabilecek gibi
görünen yorgun ve yoksul Türk halkında, işgalden hemen sonra, ‘şaşırtıcı’ bir hareketlilik başlamıştı.
Nerede ve nasıl gizlendiği bilinmeyen bir ek güç devreye girmiş, direnme
eğilimi ülkenin her yerine yayılmıştı.
İzmir Yunanlılar değil
de, örneğin İngilizler tarafından işgal edilseydi, Kurtuluş Savaşı belki de
farklı bir yol izleyecekti. Ulusal savaşım yine sürdürülecek, ancak yorgun halk
bu savaşıma, her halde daha geç katılacaktı. İngiltere, Yunan Ordusu’nu
Anadolu’ya göndermekle büyük bir hata yapmıştı. Saldırılarıyla yüz yıldır
uğraştıkları Yunanlıları hiç sevmeyen Türklerin, yapılarından gelen savunmaya
dönük gizilgücü (potansiyeli) onları harekete geçirmişti. Mustafa Kemal,
bu konudaki düşüncesini şöyle ifade eder: “Ahmak düşman İzmir’e gelmeseydi,
belki de bütün ülke gerçekleri göremez halde kalırdı”.7
“Yunan’a
Duyulan Nefret”
İngilizler için beklenmedik bir gelişme olan, “Yunan işgaline karşı
yurt düzeyinde başlayan milli tepki”8, Türk halkı için, son
tutunma noktası Anadolu’yu kurtarma girişimiydi. Halkta yaygın olan kanıya
göre, ana tehlike emperyalist politika uygulayan büyük devletler değil,
ordusunu karşısında gördüğü Yunanistan’dı. Eğitimsizlik ve örgütsüzlük,
yanıltıcı Batı yaymacasıyla (propagandasıyla) birleşince, bu yanlış ya da
yetersiz görüş etkili olabiliyor; işgali yaptıran değil, yapan görülebiliyordu.
Ülkeyi, “İngiltere işgal edebilir, Amerika himayesine alabilir, ama
Yunanistan asla gelemezdi”.
Emperyalizm
yeterince bilinmiyordu ancak Yunanlılığın ne olduğu iyi biliniyordu. Türk halkı
bunu, Mora ve Girit ayaklanmalarından beri yüz yıldır, yaşadığı acılarla
öğrenmişti. Palikarya dediği Yunanlıların, amacını ve neyin peşinde
olduğunu kavramıştı.
Churchill, bu durum için daha sonra, “Türkler derin nefret ve kin beslediği,
kuşaklar boyu düşmanı olan Yunanistan’a boyun eğeceğini anladığı an,
denetlenemez hale geldi” diyecektir.9
Megalo
İdea
Yunanlılar, Megalo İdea,
için, ruh bozukluğu yaratan bir heyecanla saldırdılar. Subay ve erler
yıllarca bu iş için eğitilmişlerdi. Arkalarında İngiltere, yanlarında, yetmiş
yıldır toprak satınalarak buralara yerleşen işbirlikçi Rumlar vardı.
Ordularının donanımı iyi, morali yüksekti. Anadolu’ya bir daha çıkmamak üzere,
kesin biçimde yerleşmek için gelmişlerdi.
Fransız gazeteci Berthe
G.Gaulis bu amacı şöyle özetlemişti: “Yunanlılar için, Türklerin yok
edilmesi Anadolu’yu sömürgeleştirmenin tek yoluydu. Bu nedenle yok etmeye
yönelik bütün çabaları; kutsal binaların, tarihi yerlerin, belediye
mülklerinin, kısacası, Türk milletinin yerinde kalmasını sağlayan herşeyin yok
edilmesinde toplanıyordu”.10
Yayılan
İşgal
Yunan Ordusu, içine aldığı ya da milis olarak silahlandırdığı yerli
Rumlar’la birlikte, hızla İzmir’in çevresine yayıldı. Bir ay içinde Urla (16
Mayıs), Çeşme (17 Mayıs), Menemen (21 Mayıs), Manisa (26 Mayıs), Aydın (27
Mayıs), Tire (28 Mayıs), Ayvalık (29 Mayıs), Ödemiş (1 Haziran), Akhisar (5
Haziran), Bergama (12 Haziran) ve Salihli’ye (23 Haziran) girdiler.
Daha sonra İzmit’ten
Balıkesir, Bursa, Uşak, Afyon ve Eskişehir’e, Ankara’nın dibindeki Haymana
Ovası’na dek, hemen tüm Batı Anadolu’yu ele geçirdiler. Girdikleri her yerde,
İngilizler’in bilgisi ve sessiz onayıyla, dünya kamuoyundan ustaca gizlenen,
sınırsız kıyım uyguladılar.
Menemen
Menemen’de korumasız halka yöneltilen saldırı, aralıksız üç gün sürdü.
Bu süre içinde ilçe merkezinde üçyüz kişi öldürülmüş, tarlalarda ekin
kaldırmaya giden yedi yüz köylü, geri dönmemişti. Menemenli tüccarların malları
yağmalanmış, altınları alınmıştı11, hemen her Müslüman aile bir ölü
vermişti.
Fransız
birliklerinden, 6.Demiryolu İstihkam Bölüğü’nün Menemen istasyonunda görevli
çavuş Pichot, Menemen’de olanları gördükten sonra, İzmir’deki
yüzbaşısına şu mektubu yazmıştı: “Burada geçen çok üzücü olaylar ve hiçbir yardımcım
olmaması nedeniyle, beni buradan almanızı ve Yunanlıların olmadığı bir yere
atamanızı rica ederim. Burda hayat çekilmez bir hal aldı. Gördüklerim ve
duyduklarım nedeniyle, büyük bir nefret duymaktayım. Dün Bergama’dan dönen
Yunan askerleri, Gar meydanında bir açık hava pazarı kurdular; elbise, gümüş
takımları, mücevherler, ayakkabılar gibi yağma edilmiş eşya satıyorlar”.12
Aydın
Yunan kırımının
boyutunu gösteren ikinci belge, Rahibe Marie’ye aittir ve Aydın’da
yaşananları aktarır. Bölgede uzun yıllar misyoner olarak çalışan ve olayları
yakından izleyebilecek bir konumda olan Rahibe Marie, hazırladığı
raporda şunları söylüyordu: “24 Haziran Salı. Öğleden sonra kentin Güneyine
giden Yunan birliği, akşam saat 08:00’de Emineköy’ü ateşe verdikten sonra kente
döndü. Askerler, tüfeklerinin ucundaki süngülere, yağmadan ele geçirdikleri
şeyleri takmışlardı... 28 Haziran Cumartesi öyleye doğru silah sesleri yeniden
duyulmaya başladı. Türk mahallelerinden ateş sesleri geliyor, evler yanıyordu.
Kaçmak isteyen Türkler, Yunan askerlerince yanmakta olan evlere tıkıldı...
Akşam saat 06:00’da, bir Türk aile bize gelerek sığınmak istedi. Yangın gece
boyunca, Türk mahallelerinin tümüne yayılarak, bütün korkunçluğuyla sürdü.
Türkler sokak ortasında öldürülüyordu”.13
Söğüt,
Bilecik
Berthe G.Gaulis, Ankara’ya gelirken Söğüt ve Bilecik’te yaşananlardan çok etkilenmiş ve
gördüklerini kendine özgü anlatımıyla yazıya dökmüştür. Yazdıkları, uygulanan
kıyımı ve Türk insanının çektiği acıları, gerçek boyutuyla aktaran saptamalar;
tarihsel değeri olan belgelerdir. Gaulis gördüklerini şöyle aktarır: “Söğüt’e
doğru geliyoruz. Düşman köprüleri atmış, köyleri yakmış. Her yerde üstleri hâlâ
tüten kararmış taşlar. Yokedilmiş yuvalarının yıkıntıları içindeki zavallı
insanlar, ölü hayvanlarına, harap olmuş meyvalıklarına, yakılmış tarlalarına
bakıp duruyorlar. Bütün bunlar, Anadolu’nun o muhteşem ilkbaharının
yeşillikleri içinde oluyor. Bölgenin en güzel kasabası Söğüt’te, Ertuğrul
Gazi’nin türbesine bekçilik eden bu ince kasabada, yerel komutanın yanında
duruyoruz... 1054 haneden, 800’ü yakılmıştı. Camiler, okullar, dükkanlar,
evler; parçalanmış, dinamitle patlatılmıştı. Yıkıntılar altında kalan insan
ölüleri, pis kokularını belli etmeye başlamıştı. İhtiyarlar bile öldürülmüş,
kadınlara kızlara tecavüz edilmişti. Anadolu köylüsü, insanların en sakini, en
disiplinli olanı, en çalışkanı ve en iyi askeridir. Seçtiği şefe her zaman en
sadık adamdır... Ne kadar çok görmüşümdür; bu insanlara her türlü maddi
zarardan bin kez daha acı veren şey; kadınlara, çocuklara yapılan tecavüz ve
kutsal yerlerin kirletilmesiydi. Yitirdikleri mallar için söyleniyorlardı, ama
bu tür iğrenç suçları asla affetmiyorlardı”.14
İnsanlık
Sorunu
Doğu’da Ermeniler,
Batı’da Rumlar, girdikleri yerlerde uyguladıkları sistemli terörden başka,
çekilirken her yeri ve her şeyi yakıp yıktılar. Ülkenin Doğusu ve Batısında,
neredeyse oturacak ev, yaşayacak kent ya da köy kalmamıştı. Erzurum, Ağrı, Kars
ve çevreleri, Kocaeli, Bilecik, Bursa, Balıkesir, Kütahya, Afyon, Uşak,
Denizli, Manisa, İzmir, ilçe ve köyleriyle yakılmış, büyük bölümü ağır hasar
görmüştü. 830 köy tümüyle, 930 köy kısmen yakılmıştı. Yakılan bina sayısı 114
408, hasar gören bina sayısı 404’dü.15
Fransız tarihçi Benoit Méchin,
Yunan Ordusu’nun 30 Ağustos 1922’den sonra İzmir’e doğru kaçarken yaptıkları
konusunda şunları yazar: “Yunanlılar, Anadolu yaylasının taşlı ovaları
arasında, arkalarında olağanüstü miktarda savaş artığı malzeme bırakarak
kaçtılar. Hem kaçanlar hem de kovalayanlar, insanlar ve atlar, ölüler ya da
yaralılar, üstlerine yapışmış bir toz tabakasıyla örtülmüştü. Sineklerin ve
akbabaların yemi olan cesetler, cehennem gibi bir sıcak altında çürüyorlardı.
Kaçan Yunanlılar çocuk, kadın, yaşlı gözetmeksizin önlerine çıkan bütün
Türkleri öldürüyordu. Kaçanlar, köyleri yakıyor, su kuyularına zehir
atıyordu... Eskiden, Yunan işgalinden önce; tahıl ve meyvanın bol yetiştiği,
verimli otlaklar, bağlar ve sebze bahçeleriyle dolu Ege ovaları, şimdi, acı
veren bir boşluk haline gelmişti. Kadınlar, ırzına geçildikten sonra ağaçlara
çarmıha gerilmişti. Çocuklar, canlı olarak samanlık kapılarına çakılmıştı.
Bütün bu dehşet sahnelerinin üzerinden, bir de yanmış insan cesetlerinin mide
bulandırıcı kokusu geliyordu...”16
DİPNOTLAR
1
“Kurtuluş
Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği” Berthe Georges-Gaulis, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul-1999, sf.56-58
2
a.g.e. sf.60
3
“Kurtuluş
Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği” B.G.Gaulis, Cumhuriyet Kit., İstanbul-1999, sf.60
4
“Sancılı
Yıllar:İzmir 1918-1922” Engin Berber, Ayraç Yay., 1997, sf.218
5
a.g.e. sf.58-59
6
“Tamu Yelleri”,
Esat K.Ertur, T.T.K. Ankara-1994,
sf.158
7
“Milli Kurtuluş
Tarihi” Doğan Avcıoğlu, I.Cilt, İst.
Mat., 1974, sf.19
8
“Milli Kurtuluş
Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt,
İstanbul Mat., 1974, sf.18
9
“Milli Kurtuluş
Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt,
İstanbul Mat., 1974, sf.27
10
“Çankaya Akşamları-II”, B.G.Gaulis, Cumhuriyet Kit., 2001, sf.12
11
“Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçileri”, B.G.Gaulis, Cumhuriyet Kit., İst.-1999, sf.63
12
a.g.e. sf.63-64
13
a.g.e. sf.64-65
14
“Çankaya Akşamları-II”, B.G.Gaulis, Cumhuriyet Kit.,2001, sf.10-14
15
“Atatürk Zamanında Türk Ekonomisi” Prof.Dr.Ferudun Ergin, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yay., No:1,
sf.19
16
“Mustafa Kemal”
Benoit Méchin, Bilgi Kit., Ank.-1997,
sf.220-221
Metin hocam bunca acıyı çeken bizler, herşeyin üstünü güzelce örtmüşüz gelecek nesillere bu korkunç olaylardan hiç bahsetmeyerek sanki hata etmişiz. Kendi okul yıllarımı da hatırlıyorum bu gerçekler açıkça yeni nesillerden saklandı. Tanıdığım Bulgaristan'dan göçe zorlanan Türkiye'ye göçe zorlanan Türk'ler ise Bulgar okullarında barbar ve vahşi olarak tanımıştı kendi halkını. Yunanistan da eğitim gören azınlık Türk halkının çektiğini anca belgesellerden öğrenebiliyoruz. Amacım düşmana biz de düşman olalım demek değil. Bilerek ve aktararak unutturmamak gerçekleri. Avrupa insanına yaratılan yapay hayranlıkların ,tv programları ile sempati kazandırılan Yunan'ın ve en önemlisi bariz bir şekilde Ege'de ki Ada'larımıza bugün dahi göz dikerek işgal eden Yunan'ı neden tanımıyoruz ve gerçek niyetlerini görmüyoruz. Kim bilebilir yeniden tüm kentlerimiz ve köylerimizi yerle bir ederek bir ulusu yok etme Arzu'larının olmadığını ? Büyük emekler harçayarak yazdığınız yazılara bugün daha çok ihtiyacımız var. Sağ olun var olun sonsuz saygılarımla
YanıtlaSilSağol Sevgili Meltem. Çok güzel yorumlamışsın. Saygı benden.
YanıtlaSil- Etkileyici, çok etkileyici.
YanıtlaSil