Kurtuluş Savaşı sonrasında, iç ulaşım o denli güçtü ki,
tahıl tarımı yapılan yörelerden başka yörelere ürün götürülemiyor, bu yüzden,
özellikle sahil kesimlerine, dışarıdan buğday getiriliyordu. Ulusal pazarın canlanabilmesi
için, Anadolu kent ve kasabalarının, hatta köylerinin acilen, ulaşılabilir
duruma getirilmeleri gerekiyordu. Oysa, hazinede bu işe ayrılacak para yoktu.
Demiryolu işletmeciliği tümüyle yabancıların elindeydi bu alanda Rumlar ve
Ermeniler çalıştırılıyordu. Savaştan sonra Türkler’in demiryolu işletmeciliği
yapamayacağı ve ulaşımın duracağı söyleniyordu. Türkiye, 8272 kilometreyle
Avrupa’nın en uzun sahil şeridine sahip bir ülke olmasına karşın, deniz
taşımacılığında son sırada yer alıyordu. Kabotaj hakkı yabancıların elindeydi.
Hava ulaşımı diye bir kavram, düşüncelerde bile yer almıyordu.
Ulaşım ve Bayındırlık
1923 yılında kent yaşamı, İstanbul ve İzmir dışında,
tarihine yakışmayan bir gerilik içine düşmüştü. Ankara başta olmak üzere, tüm
Anadolu kentleri, konut sayısı çok köy gibiydi. Batı’da Rumlar, Doğu’da
Ermeniler kentleri yakıp yıkmıştı. Hiçbirinde, o güne dek şehircilik kuralları
uygulanmamıştı. Geçmişinde gelişkin kentler kuran Türk toplumu, Osmanlı’nın
geri kalmışlığına bağlı olarak, kent planlaması kavramını unutmuştu.
Sokaklar dar ve
düzensizdi. Motorlu araç trafiğine uygun değildi. Evlerin büyük çoğunluğu
kerpiçten yapılmıştı. Şehir ve civarları ağaçsızdı. Park, bahçe, yeşil alan,
kültür ve ticaret merkezleri gibi alanlar, varlıkları bir yana, kavram olarak
dahi bilinmiyordu. Toz ve çamur yalnızca kırların değil, şehirlerin de belirgin
öğesiydi. Elektrik, kalorifer, sıhhi tesisat gibi çağın gerekleri hiçbir eve
girmiş değildi.
Karayollarında Durum
Modern anlamda karayolu ve köprü yoktu. Çoğunlukla toprak
olan yollar, özellikle kış aylarında aşılması güç çamur çukurları haline
gelirdi. Kış aylarında, dere ve nehirlerin taşmasıyla ulaşım yapılamazdı.
Karayoluyla İstanbul’dan Ankara’ya seksen saatte gidilirdi.1 Ankara’dan
Kayseri’ye gitmek için sekiz, Sivas’a on üç, Elazığ’a yirmi iki günlük zahmetli
bir yolculuğu göze almak gerekiyordu.2 Yol gibi, motorlu araçlar da
çok azdı.
Sorunun çözümüne katkı koyması amacıyla, 1925 yılında 542
sayılı Yol Mükellefiyeti Kanunu çıkarıldı. Bu kanuna göre; öğrenciler, silah
altında bulunanlar, malûliyetleri ispatlanmış yoksullar ve 6’dan fazla çocuğu
olanlar dışındaki, 18-60 yaşları arasındaki tüm erkekler, yılda 6-12 gün yol
inşaatlarında çalışacaklar, ya da karşılığı olan parayı ödeyeceklerdi.3
Mustafa Kemal, Sakarya Savaşı’ndan altı ay önce karayollarının durumunu
incelenmiş, yolların iyileştirilmesi ve Anadolu yaylasını liman şehirlerine
bağlamak için çalışma başlatmıştı. 1926 yılına dek, büyük çaba harcanarak 27
850 km. yol onarıldı, toprak tesviyesi ve stabilize serimi yapıldı.
Cumhuriyet’in
ilanından 1932’ye dek, 1701 kilometre yeni karayolu yapıldı, 3804 kilometre yol
elden geçirildi. 43’ü büyük olmak üzere birçok köprü, çok sayıda sulama kanalı,
su bendi, ırmak ve çay yatağı iyileştirmesi, bataklık kurutma uygulaması
yapıldı. Bu işler için, Devlet Bütçesi’nin ortalama 200 milyon lira olduğu
1926-1931 arasında 50 milyon liralık harcama yapıldı.4 Bayındırlık
Bakanlığı, Bütçe’den Savunma’dan sonra en büyük payı alıyordu.
Demiryolları
Demiryollarının ülke içi dağılımı, yapanların
gereksinimine yanıt verecek biçimde yani sömürgeci anlayışla düzenlenmişti ve
Türkiye’nin iç ulaşımına yanıt verecek durumda değildi. Dengesiz bir dağılım
içindeydi.
Almanların yaptığı Bağdat Demiryolu, Haydarpaşa’dan Gaziantep’e
ulaşıyor, sınırı izleyerek Nusaybin’den Bağdat’a geliyordu. Parasını Türklerin
ödemesine karşın, Almanların Ortadoğu’ya ulaşması için yapılmıştı.
İzmir-Aydın, İzmir-Turgutlu-Afyon ve
İzmir-Manisa-Bandırma hatlarını İngilizler yapmıştı. Dışalım ve dışsatım
merkezi olarak kullandıkları ve ticaretini tümüyle ellerinde bulundurdukları
İzmir’i, çevresindeki bereketli topraklara ve maden bölgelerine bağlamışlardı.
Anadolu’nun içine giren tek demiryolu, Ankara’ya kadar geliyordu. Ülkenin
Doğusuyla Batısı, Kuzeyiyle Güneyi, birbirlerine bağlı değildi.
Osmanlı’dan devralınan 4 083 km’lik demiryolunun bakıma
gereksinimi vardı. Demiryolu köprülerinin çoğu, Kurtuluş Savaşı sırasında
ahşapla onarılmıştı. Demiryolu işletmeciliği tümüyle yabancıların elindeydi ve
Türkler bilinçli olarak işe alınmıyor, bu alanda Rumlar, Ermeniler ve
yabancılar çalıştırılıyordu.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ülkeyi terk eden
teknik kadronun yerine, çok kısa zamanda Türk teknisyenler ve işletme uzmanları
yetiştirildi. Demiryolu işletmeciliğinin kurulması ve millileştirilmesinde elde
ettiği başarılarla, Behiç Erkin simge bir isim oldu.
Muş
Milletvekili Hakkı Kılıçoğlu, 1938’de demiryolu işletmeciliği konusunda
şunları söylüyordu: “Devlet Demir Yolları kurulduktan sonra, Türklerin
demiryollarını, Almanların döneminden daha iyi yönettiğini bütün dünya gördü.
Şimdi, elektriği de, Fransızlardan daha iyi işleteceğiz, bunu kanıtlayacağız”.5
Cumhuriyetin 10.yılına dek 2213, 1938’e dek 3038
kilometre yeni demiryolu hattı yapıldı.6 Bu hatlar, Anadolu’nun
içini birbirine bağlıyor ve demiryolu ulaşımını ülke içinde dengeli bir
yaygınlığa kavuşturuyordu.
İlk elden, Kütahya-Bandırma yapıldı ve Zonguldak
havzası demiryolu şebekesine bağlandı. Doğu ve Güneydoğu’ya yeni hatlar
yapıldı. Demiryolu, Kayseri üzerinden Samsun’a, Ulukışla, Diyarbakır ve
Erzurum’a ulaştırıldı. 1927’den sonra, imtiyazlı yabancı demiryolu şirketleri
devletleştirilmeye başlandı. 1928’de Anadolu Demiryolları ve Haydarpaşa Limanı,
1929’da Mersin-Tarsus-Adana hattı, 1931’de Bursa-Mudanya işletmesi, 1935’de
İzmir-Afyon ve Manisa-Bandırma hattı devletleştirildi. Parası ödenerek yapılan
devletleştirmeyle, 1929 kilometre demiryolu satınalınmıştı.7
Parasal sıkıntı
içinde olunmasına karşın; yalnızca demiryolu ve limanlar için, taksitler halinde
240 milyon lira ödendi.8 1931 yılı Devlet Bütçesi’nin 193 milyon
lira olduğu düşünülürse9 devletleştirmeler için yapılan özverinin
düzeyi daha iyi anlaşılacaktır.
Denizyolu Taşımacılığı
Türkiye, 8272 kilometreyle Avrupa’nın en uzun sahil
şeridine sahip bir ülke olmasına karşın, deniz taşımacılığında son sırada yer
alıyordu. Oysa deniz taşımacılığı, en kolay ve ucuz olanıydı.
Taşıma yeteneği, 1923’te yelkenliler dahil, yalnızca 34
bin tondu. Gemiler eski ve küçüktü. Yapılmış liman yoktu. Gemiler, ya doğal
sığınaklardan yararlanıyor, ya da açıkta durup, tüm tehlikeleri göze alarak
yolcu ve yük indiriyordu. Limanlar ve deniz taşımacılığı büyük oranda yabancı
şirketlerin elindeydi. Kabotaj hakkı, yani Türk limanları arasında yük
ve yolcu taşıma hakkı, devlet tekelinde değildi.
Deniz ulaşımı konusunda, Cumhuriyet’in ilk yılında
1923’te, 597 sayılı “Türkiye Seyri Sefain
İdaresi Yasası” çıkarıldı. Bu yasayla, denizcilikle ilgili yönetim
yapılanması yeniden örgütlendi. Denizcilik İdaresi’nin yetkileri arttırılarak,
daha bağımsız bir konuma getirildi.
11 Nisan 1926’da
kabul edilen Kabotaj Kanunu’yla, kabotaj hakkı, 1 Temmuz 1926’dan sonra geçerli
olmak üzere ulusallaştırıldı. 1923 yılında, 34 bin ton olan deniz taşıma gücü,
1927’de 130 bin tona çıkarıldı. 1933 yılında kabul edilen 2048 sayılı yasayla,
deniz taşımacılığının büyük bölümü ve limanların tümü devletleştirildi. 1937’de
çıkarılan 3295 sayılı yasayla Denizbank kuruldu, özel taşımacılığa son verildi.10
Havacılık ve Hava Yolları
Havacılık yeni gelişmekte olan bir bölümdü ve önemi
dünyada henüz yeterince anlaşılmamış durumdaydı. Mustafa Kemal, büyük
bir ileri görüşlülükle, “geleceğin göklerde” olduğunu söylüyor,
havacılıktaki ilerlemeyi, “milletin siyasi olgunluğunun ve uygarlığının
en büyük kanıtı” sayıyordu.11
1936
yılında Eskişehir Teyyare Alayı’na yaptığı ziyarette söyledikleri, öngörü
yeteneğinin şaşırtıcı örneklerinden biriydi. Havacılık konusundaki görüşleri,
çağını aşıyor ve gelişmiş ülkelerde bile görülmeyen yüksek bir niteliğe
ulaşıyordu.
Eskişehir’de
şunları söylüyordu: “Ülkenin geleceği için en büyük güvence, kanatlı
gençliktir. Batılı ayaklar bir gün Ay’da iz bırakacaksa, bunların arasında
Türkün ayak izleri de bulunmalıdır. Bunun için şimdiden çalışmalara girişmek,
aşamalar kaydetmek gerekir. Geleceğin en etkili aracı da, silahı da hiç
kuşkunuz olmasın uçaklardır. İnsanoğlu bir gün göklerde uçaksız da yürüyecek,
gezegenlere gidecek, belki de aydan bize mesajlar yollayacaktır. Bu mucizenin
gerçekleşmesi için iki bin yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen
teknoloji, bize daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev, bu konuda
Batıdan geri kalmamayı sağlamaktır”.12
Sınırlı olanaklara karşın, 16 Şubat 1925’te, Türkiye Tayyare
Cemiyeti (Türk Hava Kurumu), aynı yıl Kayseri Tayyare Fabrikası kuruldu.
1926’da, Hava Kuvvetleri Komutanlığına ait uçakların bakım ve onarımını yapmak
üzere, Eskişehir’de Tayyare Bakım Atölyesi açıldı. Türk Hava Kurumu, 1941’de
Etimesgut’ta bir uçak fabrikası daha açtı. Burada üretilen iki kişilik ilk
eğitim uçakları, THK’nda uzun yıllar kullanıldı. Üretilen ilk uçak Uğur, bu
uçakların simgesi olmuştu. THK, 1946’da Gazi Çiftliği’nde, bir uçak motoru
fabrikası kurdu. Ancak, bu fabrika bir süre sonra, Türkiye’de ABD etkisinin
artmasıyla birlikte kapatılarak, tarım araçları yapan bir atölye durumuna
getirildi.13
Batılıların, “sermayeden yoksunluğu nedeniyle”
bağımsızlığını koruyamayacağını söyledikleri Türkiye, onların hayret dolu
bakışları altında, sivil havacılık alanında beklenmedik başarılar elde etti ve
uçak yaptı. Üstelik bu uçaklardan 8 kişilik yolcu uçaklarını, Avrupa’nın
göbeğindeki Danimarka’ya sattı. Ancak, Demokrat Parti döneminde; MKE’nin
(Makina Kimya Endüstrisi) gerçekleştirdiği uçak üretimine, 4’ünün hediye olarak
Ürdün’e verildiği 56 uçaklık son parti üretimden sonra son verildi.14
Sivil havacılıkla
ilgili ilk adımlar, 1925 yılında atılmıştı. O yıl Ankara-İstanbul, bir yıl
sonra da İstanbul-Brindizi arasında yolcu ve posta taşıma izni verildi.
1933’te, 2187 sayılı yasayla, Türk Hava Yolları Devlet İşletme İdaresi kuruldu.15
Milli Müdafaa Vekaleti (Milli Savunma Bakanlığı) bünyesinde oluşturulan bu “idare”, sivil havacılık çalışmalarını,
5 uçak ve 28 personelle başlattı.16 Sivil havacılık alanında
umulanın ötesinde başarı sağlandı, sivil havacılık uçak sanayii kuruldu ve
yolcu uçağı üretildi.17
DİPNOTLAR
1 “Cumhuriyet
Döneminin İktisadi Tarihi” Yahya Tezel, 3.Baskı, Tarih Vak.Yurt.Yay., İst.-1994, sf.106
2 “Mustafa Kemal
Döneminde Ekonomi” Bilsay Kuruç, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.26
3 “Türkiye
Cumhuriyet Sicilli Kavanini” 1.Cilt, sf.46;
ak. “Cumhuriyet Dönemi Türk Ekonomisi 1923-1978” Akbank Kül.Yay., 1980,
sf.272
4 “Tarih-IV-Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay.,
3.Bas., sf.326
5 “Mustafa Kemal
Döneminde Ekonomi” Bilsay Kuruç, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.28
6 “Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi” İletişim Yay., 2.Cilt, sf.416
7 “Onuncu Yıl
Raporu (1923-1933)”; ak. Prof.Dr.
Ferudun Ergin, “Atatürk Zamanında Türk Ekonomisi” Yaşar E.K.V.Yay., No:1, 1977,
sf.30
8 “Cumhuriyet
Döneminin İktisadi Tarihi” Yahya Tezel, 3.Baskı, Tarih Vak.Yurt.Yay., İst.-1994, sf.203-204
9 a.g.e.
sf.431-432
10 “Cumhuriyet
Kuruluşunda Ulaştırma Sektörünün Durumu” “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi
1923-1978” Akbank Kül.Yay.
11 “Atatürk’te
Konular Ansiklopedisi”S.Turan, Y.K.Y. 1993, 2.Bas., sf.275
12 “Eskişehir
Teyyare Alayı Ziyareti-1936”; ak. Hv.pilot Kur.Alb. S.Cüneyt Kavuncu
13 Büyük Larousse,
Gelişim Yay., 19.Cilt, sf.11908
14 "Prof.Bilsay
Kuruç ile Söyleşi”; ak. Prof.Ahmet
Taner Kışlalı, “Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği” İmge Kit.,
İst.-1972, sf.129
15 "Cumhuriyet
Dönemi Cumhuriyet Ansiklopedisi” İletişim Yay., 10.C., sf.2763
16 “Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978” Akbank Kül. Yay., 1980, sf.278
17 “Prof.Bilsay
Kuruç ile Söyleşi”; ak. Prof. Ahmet
Taner Kışlalı, “Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği” İmge Kit.,
İst.-1972, sf.148
1923 yılında TC sınırları içinde demiryolu uzunluğumuz 1.378 KM'dir. Kaynak TCDDY
YanıtlaSil