Arap ülkelerini “demokrasi” adına kan gölüne
çeviren ve adına “Arap Baharı” denilen emperyalist uygulama, neden ve
sonuçlarıyla Türkiye’de yeterince ele alınmadı, ders çıkarılmadı. Kuzey
Afrika’dan Ortadoğu’ya uzanan geniş coğrafyada, geçmişte gerçek bir “Arap
Baharı” yaşanmış; Mısır, Fas, Tunus, Libya ve Cezayir’de; Batı
emperyalizmine karşı ses getiren ulusal bağımsızlık mücadeleleri
gerçekleştirilmişti. BOP’un gereği olarak, üstelik “bahar” adı verilerek
yapılan yıkım, bu mücadelelerden bir anlamda öç alma girişimiydi. Mısırlılar,
Avrupalıların geleneksel Arap ve Mısır uygarlığının tarihsel değerlerini
yıkacağını görerek, mücadeleye 19.yüzyılın sonlarında başlamıştı. Arap Rönesansı (Nahda) denen akım, bu
mücadeleyle ortaya çıktı. El yordamıyla da olsa gelişmeye başlayan bu tür
ulusçu akımlar, 20.yüzyıla girerken yeni bir aşamaya ulaştı. İslam reformcusu Cemalettin Afgani’nin izleyicileri, dini-siyasi
reformcular, Arap (fellah) subaylar ve orta sınıftan gelen aydınlar, yeni akımın
yandaşlarıydı. Genç avukat Mustafa Kamil
ve Muhammet Fend ilk ulusal partiyi
bu dönemde kurdu. Mısır’ın gerçek “baharı” 1952’de Nasır Devrimi’yle başladı. Ancak, zenginleşen yönetici
sınıf ve yerli dinci örgütler, emperyalist egemenliğin gönüllü dayanakları oldu
ve bu uyanışa karşı çıktı.
Osmanlı Dönemi
Yavuz
Sultan Selim, 1517’de Mısır’ı bir
Osmanlı eyaleti durumuna getirip, hilafeti ve umduğunu bulamadığı Memlûk
hazinesini İstanbul’a taşıdığında, tüm Kuzey Afrika’da 400 yıl sürecek Osmanlı
egemenliğinin de temelini atmış oldu. Akdeniz ve Hint ticaret yolları üzerinde
kurulan Osmanlı denetimi, Avrupalıları Hindistan’a denizden ulaşma çabası içine
sokmuş ve I.Selim Avrupalıları,
bilmeden yeni bir dünya bulmaya yönelten kişi olmuştu. 1503’de Hindistan’da
duruma egemen olan Portekizliler ise, Mısır aracılığıyla yapılan baharat ticaretini
bitirmekle bu ülkenin, Nil vadisinden başka ekilebilir arazisi olmayan, yüzde
86’ı çöl olan bir ülke durumuna gelmesine yol açmıştı.
Mısır’daki Osmanlı egemenliği, Avrupalıların
denizaşırı sömürgelerdeki yönetim biçimlerinden çok ayrımlıdır. Padişahın bir
yıllık süre için gönderdiği paşalar, yerel halkın yaşam biçimine karışmadan hem
bölgeyi yönetiyor, hem de niceliği Saray tarafından belirlenmiş olan vergi ve
askerleri toplayıp İstanbul’a yolluyordu.
Mısırlılar, bunaltıcı Bizans baskısından kurtulan Balkan
halkları gibi, despot Memlûk yönetiminden çok daha özgür bir ortama kavuşmuştu.
Osmanlı yönetimi, Anadolu halkına göstermediği hoşgörüyü bu tür ülkelere
gösteriyordu.
Sarsılan Egemenlik
Fransa ve Rusya’nın 17.yüzyıldaki birkaç
cılız girişimi ve 1798’deki Napolyon’un
Mısır seferine karşın, Osmanlı düzeni 1807’ye dek sürdü. Bu tarihte, Napolyon’a karşı savaşmak üzere
gönderilen Kavalalı bir Arnavut subayı olan Mehmet Ali, bir süre sonra yönetimi ele geçirdi. Güçsüz düşmesi
nedeniyle ayaklananlara, paşalık ve yönetim yetkisi vermeyi alışkanlık haline
getiren İstanbul, Mehmet Ali’ye paşa
rütbesi verdi ve Mısır’a vali atadı.
Bu ünvan ve yetkilerle yetinmeyen Mehmet Ali, 1839’da yapılan Londra
Konferansı’nda Batılı devletlerle uzlaştı ve Farsça’da hükümdar anlamına
gelen Hidiv adını aldı. Bu ada
karşılık verdiği kapitülasyon hakları, gelişmeye başlayan Mısır’ın üretimini
yok etti ve Mısır, diğer sömürgelerde olduğu gibi kendisini, yoksulluk ve çatışmalarla
dolu bir girdabın içinde buldu.
Sömürgeleşme
1869 yılında Süveyş kanalı açılınca Mısır’ın
gerek ekonomik ve gerekse askeri önemi olağanüstü arttı ancak Mısır’ın geliri
artmadı. Tersine, kanal borçlarını ödemeye çalışan Mısırlılar ekonomik ve akçalı
açıdan Batı’ya doğrudan bağımlı duruma geldi.
İngiltere ve Fransa kanaldan kolay gelir elde edip,
stratejik düzeyde ticari ayrıcalıklara sahip olurken, Mısır, işlenmiş
maddelerin tümünü dışarıdan alan ve yalnızca işlenmemiş ham pamuk satan koloni ekonomisine sahip bir ülke
durumuna geldi. Mısır 20.yüzyıl başında İngiltere’ye, yalnızca faiz olarak
yılda dört milyon paund ödüyordu.1
Ulusçu Uyanış
19.Yüzyılın sonlarına doğru, Avrupa
egemenliğinin geleneksel Arap ve Mısır uygarlığının tarihsel değerlerini
yıkacağını gören kimi yerel unsurlar, ulusçu bir devinim başlattı. Arap Rönesansı (Nahda) denen akım, bu
unsurların çabalarıyla ortaya çıktı. El yordamıyla da olsa gelişmeye başlayan
bu tür ulusçu akımlara baştan göz yumulmaması gerektiğini bilen İngiltere,
ulusçu subayların önderi Ahmet Arab‘nin
eylemlerini gerekçe yaparak 1882 yılında Mısır’ı işgal etti.
Bu gelişme Nahda’nın yeniden doğuş
umutlarının sonu oldu. Yabancı devletlerle ve sermaye çevreleriyle giriştiği
işbirliği sonucu gittikçe zenginleşen yönetici sınıf ve yerli dinci örgütler,
emperyalist egemenliğin gönüllü dayanakları oldu. Artık ülkedeki gerçek
yönetim, Kahire’de oturan İngiliz konsoloslarının elindeydi.
20.Yüzyıla girerken yeni bir ulusçu eğilim
yayılmaya başladı. İslam reformcusu Cemalettin
Afgani’nin izleyicileri, dinsel-siyasal reformcular, Arap (fellah) subaylar
ve orta sınıftan gelen aydınlar, yeni akımın yandaşlarıydı. Genç avukat Mustafa Kamil ve Muhammet Fend ilk ulusal partiyi bu dönemde kurdu.
Yeni kurulan parti ve başka ulusçu girişimler, kuramsal
ve örgütsel yetersizlikleri nedeniyle fazla bir varlık gösteremedi. Bunların
bir bölümü daha sonra himayeciliği savunarak yabancıların işbirlikçileri oldu.
“Yarı-Bağımsızlık”
I.Dünya Savaşı sonunda, bir başka avukat Saad Zaglul, Ulusal Parti’nin yerine Vafd
Partisi’ni kurdu. İngilizler Zaglul’u
1919’da tutuklayarak Malta’ya sürdü. Ancak, ülkenin çeşitli yörelerinde ayaklanmalar
ortaya çıkması üzerine serbest bırakarak ülkesine dönmesine izin vermek zorunda
kaldı. Protestolar durmayınca İngiltere, tek yanlı olarak Mısır’a, garip bir “yarı-bağımsızlık”
statüsü tanıdığını açıkladı.
Bu girişimin de etkili olması olanaklı değildi. Nitekim
1922-1924 arasında grevler, bombalama eylemleri, Batılı siyaset adamlarına
suikastler sürdü. 1924 Kasım’ında İngiltere’nin Mısır orduları başkomutanı Sir Lee Stack Kahire’de öldürüldü.
Sonuçsuz Çatışmalar
Mısır’da birçok eylem birçok savaşım oluyordu
ancak ulusal bağımsızlık yönünde somut bir adım ortaya çıkmıyordu. İnsanlar,
kısır bir çatışma ortamında ve ne yapacağını bilmez biçimde, siyasi
karşıtlarıyla çatışıp duruyordu.
Vafd Partisi yönetimdeydi ancak kendi hükümetine
karşıtçılık yapar gibiydi. İngilizlerle “iyi”
ilişkiler içindeki Kral Fuad gücünü
arttırmanın peşindeydi. Savaş sonrasının ağır ekonomik koşulları, halkın
üzerinde ağır bir yük gibi çökmüştü. Bağımsızlıktan yana tüm ulusçu güçleri
çevresinde toplayacak, ideolojik ve örgütsel yeterliliğe sahip,
anti-emperyalist bilinçle donanmış, saygınlığı olan merkezi bir öncü kadro bir
türlü yaratılamamıştı.
Baskı Dönemi
1927 yılında Zaglul öldü. 1931 yılında Kral Fuat,
Vafd Partisi’ni yönetimden
uzaklaştırdı, anayasayı yürürlükten kaldırdı. Ülkenin en varsıl kişilerden tam
bir despot olan Sıtkı Paşa’ya, Vafd’ın bir daha seçim kazanmasına
olanak vermeyen yeni bir seçim yasası hazırlattı. Bu uygulamalara karşı halkın
tepkisi arttı ve bir dizi eylem sonunda Kral Fuat, 16 yaşındaki oğlunu tahta çıkartarak çekilmek zorunda kaldı.
İngiltere, Süveyş Kanalı gelirlerini Londra bankalarına akıtırken, Mısırlılar
birbirleriyle didişip duruyordu.
İngiltere, İtalya’nın Afrika’ya asker
çıkarmasını ustalıklı bir biçimde kullandı. İtalyan işgali ile korkuttuğu Vafd yöneticilerini kendilerine karşı
yumuşattı. Yeni bir dünya savaşının gelmekte olduğunu gören İngiltere Mısır’la
fazla uğraşmak istemiyor ancak elde etmiş olduğu haklardan da vazgeçmiyordu. Vafd yönetimi de, hem krala hem de
İngilizlere karşı gelmenin güçlerini aştığına inanıyordu.
Bu koşullar altında ortaya bu kez garip bir ‘tam bağımsızlık’ anlaşması çıktı.
1936’da yapılan İngiltere-Mısır ortak anlaşmasında; İngiltere Mısır’ın tam
bağımsızlığını kabul ediyor ancak mevcut statü 20 yıl süreyle geçerliliğini
sürdürüyordu. Süveyş konusundaki İngiliz ayrıcalıkları sürüyor ve kanal İngiliz
Ordusunca korunuyordu.
İşgal
Vafd dışındaki birçok siyasi küme ve kişi
anlaşmaya karşı çıktı. Sendikalı işçiler, üniversite öğrencileri ve sol kümeler
anlaşmayı bir ‘ihanet belgesi’ saydı.
Bu günlerde güçlenmeye başlayan ve etkisini günümüzde de sürdüren dinsel uyanış akımının temsilcisi, Müslüman Kardeşler adlı şeriatçı örgüt,
etkili eylemleriyle bu dönemde siyasi bir güç haline geldi.
Anlaşmanın Mısır için ne anlama geldiği çok geçmeden
belli oldu. 1939 Eylül’ünde 2.Dünya Savaşı başladığında İngiltere anlaşmanın
8.maddesi uyarınca, Mısır’ın kara ve demir yollarıyla limanlarına elkoydu.
Başbakana ülkede sıkıyönetim ilan ettirdi ve ülkedeki tüm Alman mallarına
elkoydurdu. 1936 ‘tam bağımsızlık’
anlaşması işte böyle bir anlaşmaydı.
Karmaşa Dönemi
Karışıklıklar, düzensiz çatışmalar, siyasi
cinayetler savaş boyunca sürüp gitti. Çatışmalara, aralarında çok sayıda
subayın da bulunduğu yeni faşist kümeler de katılmıştı. Bunlar, İngiliz
egemenliğinden kurtulmanın ancak nazilerle yapılacak işbirliği ile başarılacağına
inanıyordu. Vafd ise İngiltere’den
yana bir politika izliyordu. Mısır ulusçuları da başka ülkelerde olduğu gibi
tam bağımsızlık düşüncesini henüz yeterince bilince çıkaramamıştı.
Savaş bittiğinde İngilizler Mısır’da kalmayı
sürdürdü. Mısır onlar için aynı zamanda değerli doğal bir üstü. Mısır
hükümetinin yaptığı, Sudan’ın ve Kanal bölgesinin boşaltılması çağrılarını
duymazlıktan geliyordu.
1948 yılında Mısır-İsrail savaşı patlak
verdi. Altı ay süren savaş sonunda gelen yenilgi, Mısır’da gerçek bir şok
yarattı ve bu yenilgiden sonra ‘İsrail
tehdidi’ Mısır siyasetinin temeline yerleşti.
1950 yılında Kral, Vafd’ı
yeniden hükümet kurmaya çağırdı. Vafd
hükümet kurduğunda bilinen, denenen ve hiçbir sonuç vermeyen geleneksel
politikasını sürdürdü. Ancak, bu kez başını Müslüman
Kardeşler örgütünün çektiği geniş kapsamlı bir karşıtçı eylemle karşılaştı.
26 Şubat 1952’de Kahire’de büyük bir halk ayaklanması ortaya çıktı. Kent
merkezi ateşe verildi. 23 Temmuz 1952’de, ordu içinde örgütlenmiş olan Hür Subaylar Örgütü, bir askeri darbeyle
yönetime el koydu. “Nasır Devrimi” denilen aydınlanma ve kalkınma
atılımı böyle başladı.
DİPNOTLAR
1 “Sosyalizm
ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.75
Nasır dönemi tam anlamıyla bir "Aydınlanma ve kalkınma dönemi." sayılabilir mi sn.hocam?
YanıtlaSilNasır dönemini, birkaç gün sonra yayınlayacağım Sevgili Kapkıner.
YanıtlaSil