Türkiye,
bugün 1938’in değil, 1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli
işgal’e
dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlığı yok etmeye
yönelen kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun ayırdına varanlar,
henüz yeterince örgütlü değil. Gelinen noktanın sorumluluğunu
taşıyanlar politikacılar, yadsımadıkları bu gerçeği, “küresel
çağın zorunlu
sonucu”
ya da “karşılıklı
bağımlılığın kaçınılmazlığı”
olarak meşrulaştırmaya
çalışıyor. Yoksullaşan örgütsüz halk, dostu düşmanı
seçemiyor. Ekonomik çöküntüyle yaratılan kavram kargaşası ve
yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre göre parçalanmaya
götürülüyor. Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur.
Durum
Ülkenin
durumu açık biçimde dile getirilecek olursa, bugünkü durum
şudur: Türkiye, askeri değil ama askeri işgalin amacı olan,
siyasi ve ekonomik işgal altındadır. Sevr,
toprak paylaşımı dışında hemen tüm maddeleriyle, üstelik daha
kapsamlı olarak uygulanıyor. Topraklar silahla el değiştirmiyor
ancak, yabancıların toprak satın almasıyla, Anadolu’da hızlı
bir mülkiyet değişim süreci yaşanıyor. Ulusu ilgilendiren hemen
her karar, ülke dışında alınıyor, içerde eksiksiz uygulanıyor.
Ulusal sanayi çöküyor, tarım yok oluyor. Yeraltı-yerüstü
varsıllığımızı, dilediğimiz gibi kullanma özgürlüğüne
sahip değiliz. Ulusal değerler korunmuyor, kültürel bozulma
yaygın.
Parayla
donatılmış yerli ya da yabancı misyonerler, bu ülke için bir
şeyler yapmaya çalışan yurtseverlerden daha geniş olanaklarla
serbestçe çalışıyor. Ulusal haklara saldırmada, hiçbir sınır
tanınmıyor. Vatanseverlik
baskı altında; hıyanet,
getirisi yüksek bir meslek durumunda. Halk, yoksul ve umutsuz,
karamsar bir edilgenlik içinde. Basın ihaneti yayıyor. Sanki işgal
İstanbul’u yeniden yaşanıyor.
Bilinçle
Görmek ya da Yaşayarak Öğrenmek
Türkiye,
bugün 1938’in değil, 1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli
işgal’e
dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlığı tehdit eden
kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun farkına varanlar, henüz
yeterince örgütlü değil. Gelinen noktanın sorumluluğunu
taşıyanlar ise, yadsımadıkları bu gerçeği, “küresel
çağın zorunlu
sonucu”
ya da “karşılıklı
bağımlılığın kaçınılmazlığı”
olarak meşrulaştırmaya
çalışıyor. Yoksullaşan örgütsüz halk, dostu düşmanı
seçemiyor. Ekonomik çöküntüyle yaratılan kavram kargaşası ve
yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre göre parçalanmaya
götürülüyor. Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur.
Hiçbir
yanıltma ve kandırma girişimi, hiçbir baskı ya da göz boyama,
toplumsal gerçeği uzun süre gizleyemez. Yaşam en iyi öğretmendir
ve gizlenmiş gerçekler, göremeyenlerin önüne çıkmakta
gecikmez. Düşünerek öğrenmeyenler, yaşayarak öğrenirler.
Ancak, uygar olmak, ya da daha doğru söylemle insan olmak, olayları
önceden görmeyi ve önlem almayı gerekli kılar. 1919 ve
sonrasında bu yapılmıştı, bugün de bu yapılmalıdır.
Yeniden
Kuvayı Milliye
Bu
koşullarda yapılması gereken, benzer koşullar altında geçmişte
verilen mücadeleden yararlanmak ve bu yönde çalışmaktır.
Samsun’a çıkan anlayış,
Kuvayı Milliye
ruhu, Müdafaa-i
Hukuk
örgütleri, önümüzdeki yakın dönemi belirleyecek biçimde,
yeniden gündeme geliyor. Kurtuluş
Savaşı,
öncesi ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan
bu eylem, günün koşullarına uyumlu kılınarak, aynı anlayışla
uygulanmalıdır. Ülkenin parçalanmasını önlemek isteyen herkes,
Mustafa
Kemal’e
başvurmak, mücadelesinden ders almak zorundadır. Türkiye’de
yükselmekte olan ulusal
uyanış,
geçmişteki benzersiz deneyimden, kesin olarak yararlanmalı, bu
konuda bilgilenmelidir. Atatürk,
bugün ona çok gereksinim duyan Türk halkına anlatılmalıdır.
Değeri
Bilmeyen Onu Koruyamaz
Bir
değerin nasıl kazanıldığını bilmeyen, onu koruyamaz. Kurtuluş
Savaşı’nın hangi koşullarda, nasıl ve kimlere karşı
kazanıldığını, ne bedel ödendiğini, ulusu ayakta tutan
kalkınmanın nasıl sağlandığını bilmeden, Türkiye
Cumhuriyeti’ni korumak olanaklı değildir.
Yapılanlar
çabuk unutuldu ya da unutturuldu. Unuttukça da geriye gidildi. Ve
bugün, içinde sıkışıp kaldığımız sorunlarla dolu koşullara
gelindi. Bu koşullar, nitelik olarak, Osmanlının 20. yüzyıl
başında yaşadığı koşullardır. Bunu artık herkes görmelidir.
“Dünü
unutursan, yarın hatalara düşmekten kurtulamazsın”
diyen Atatürk’ü
güncel kılan da budur ve doğaldır ki, emperyalist boyunduruktan
kesin olarak kurtulana dek, bu güncellik sürecektir. Her kesimden
yurtsever, bu nedenle Atatürk’e
yöneliyor; Kuvayı
Milliye
ruhu bu nedenle yayılıyor, Müdafaa-i
Hukukçular
bu nedenle yeniden ortaya çıkıyor.
Atatürk’ü
Örnek Almak
Ülke
için önemli olduğuna inandığımız konuları öne çıkaralım.
Milli
mücadelenin
hazırlanmasına, kullanılan mücadele yöntemlerine, halkın
örgütlenmesine, meşruiyet
anlayışına ve bu yöndeki tartışmalara öncelik verelim. Mustafa
Kemal’in
bu konularla ilgili söz ve davranışlarını koşullarıyla
birlikte dikkatlice inceleyelim. Bu söz ve davranışların, bir
tarih araştırması değil, Kemalist bir eylem önerisi olarak
değerlendirelim. Ülkenin kurtuluşu için mücadele edenler ve
edecek olanlar, Mustafa
Kemal’in
karşılaştığı engellerin benzerleriyle karşılaşacaklardır.
Özellikle onlar, aktarılan bilgileri, eleştirici gözle
incelemeli, bugüne uyarlamalı ve girişilecek mücadelede nelerle
karşılaşacaklarını bilerek hareket etmelidirler.
Atatürk’ü
anlamak ve “izinden
gitmek”
bilinçli olmayı gerekli kılar; yaptığını yapmak, insana,
üstelik en ağırından sorumluluk yükler. Atatürk
öldükten sonra, Atatürkçülerin başına gelmedik kalmamıştır.
Bu sorumluluğu yüklenmek isteyenler, eyleme geçtiklerinde bu işin,
“karga
kovalamak”
ya da “sarı
saç mavi göz”
edebiyatından çok ayrımlı bir iş olduğunu görürler.
Emperyalizmle doğrudan ve sürekli mücadele demek olan
Atatürkçülük,
sert mücadelelere her zaman hazırlıklı olmayı gerekli kılar.
Kemalist
olmak, kolay bir iş değildir.
Yapılması
Gereken
Mustafa
Kemal’i
ortaya çıkaran toplumsal koşulları, eğitimini, düşünce
yapısını, kendini geleceğe hazırlamasını örnek alalım. Libya
günlerini, Balkan Savaşlarını, Çanakkale’yi ve Doğu
Cephesi’nde yaptıklarını ele alalım. Kurtuluş Savaşı için
Mondros’tan
önce yaptığı hazırlığı, İstanbul çalışmalarını ve
Anadolu’ya geçiş koşullarını aktarmaya çalışalım.
İşbirlikçi İstanbul Hükümeti ve mandacılarla mücadelesini,
Erzurum
ve Sivas
Kongrelerini,
Kuvayı
Milliye’yi,
gerilla kavramını, I.Meclis’i, düzenli orduya geçişi ve bütün
bunların sonucu olarak İnönü,
Sakarya,
Başkomutanlık
Meydan Savaşı’nı
inceleyelim.
Türk
halkının yaptığı özveriyi, çektiği acıları, Yunan vahşetini
ve emperyalist tuzakları unutmayalım. Bunları yaparsak
bilinçlenecek ve günümüze yönelik sonuç çıkarmada büyük bir
olanağa kavuşacağız. Atatürk’ten
ancak böyle yararlanabilir, onu böyle örnek alabiliriz. Bunu
yaparsak yalnızca bir yaşamı ve bir ulusun kurtuluşunu değil,
adeta bir “destanı”
öğrenmiş olacağız ya da daha doğru bir söylemle, örnek almaya
çalıştığımız olayın bir “destan”
olduğunu göreceğiz. Bu “destan”,
direnenlere umut ve güç veren ulusal bir hazinedir. Yeter ki
yararlanmasını bilelim.
Herkesin
Yapabileceği Bir Şey Vardır
Ülkesi
için herkesin yapabileceği bir şey vardır. Abartmadan ve küçük
görmeden, herkes elinden geleni bu ülkeye vermelidir. Ayrılıklara
izin verilmemeli, halkı içine alan yeni birliktelikler
oluşturulmalıdır. Nelerin yitirilmekte olduğunu ve gelecekte
nelerin yitirileceğini herkes görmelidir.
Çıkış
yolu vardır ve elimizin altındadır. Türk ulusunun gerçek gücünün
ne olduğu bilinmeli, bu güç harekete geçirilmelidir. Bu yolda geç
kalınan her gün, kaçınılmaz gibi görünen gelecekteki mücadele
günlerinde, çekilecek acıların artmasına neden olacaktır. Kendi
gücüne dayanılmalı; dış isteklere, siyasi ve ekonomik
oyalamalara izin verilmemelidir. Gerçek dışı sanlar, aldatıcı
sözvermeler ve sanal ereklerle halkın kandırılması önlenmelidir.
Bunun tek yolu, Mustafa
Kemal Atatürk’ü
ve Türk
Devrimi’ni
öğrenmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder