Büyük
Ortadoğu Projesin’e göre; Ortadoğu’da “Suudi Arabistan, Suriye, Irak’ın bir bölümü ve Lübnan’ı” içine
alan ve “Haşimi Krallığı” adı verilen
yeni bir “krallık” kurulacak, Sünni
Ortadoğu Arapları bu devlet içinde toplanacaktır. “Birinci Dünya Savaşı sonrasında belirlenen yapay sınırları”
ortadan kaldıran ve nüfusunun tümü Sünni olan bu türdeş (homojen) devlet aynı zamanda “azınlık sorunlarını çözme yeteneğinde” olacaktır.“Irak Kürdistanı”’nda (Kuzey Irak) ilk
aşamada etnik türdeşliğe sahip bir “Kürt
devleti yaratılacak”, bu devletin sınırları daha sonra “Suriye ve İran’ın içlerine dek” uzanacaktır. İsrail, “olması gereken sınırlara dek genişleyecek”,
yeni sınırlar içinde kalan Araplar, kurallara uymak koşuluyla yerlerinde
kalabilecek ya da “Haşimi Krallığı’na
giderek onun vatandaşı olabileceklerdir”. İsrail’in bugünkü sınırları
içinde yaşayan ve “uzun süreden beri
yerleşik olan” Araplar, İsrail’de kalabilecekler ya da “Arap göçmenler (Filistinliler)”
gibi Haşimi Krallığına gideceklerdir.
Büyük Ortadoğu Peojesi Nedir
ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, 24 Ocak 2004'te Davos'ta, Büyük Ortadoğu Reform Projesi başlıklı uzun bir konuşma yaptı. Büyük Ortadoğu Projesi tanımının kamuoyu önünde ilk kez kullanıldığı bu konuşma, ABD'nin Ortadoğu'ya vermek istediği yeni biçimi ve bu biçimin bölge ülkelerine yapacağı etkiyi, ayrıntılı olarak ortaya koyuyordu. Tanım ilk kez kullanılıyordu ancak tanıma kaynaklık eden düşünce ve eğilimler, 1997'de kabul edilen "Yeni Bir Yüzyıl için ABD Ulusal Stratejisi” belgesiyle belirlenmişti. Şimdi belgenin içi dolduruluyor ve tasarımlar ancak izlenceye (programa) dönüştürülüyordu.
ABD yöneticileri, Ortadoğu’ya
yönelik görüşlerini, özellikle 2003’ten sonra ard arda açıkladılar. Ulusal
Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice’ın 7 Ağustos 2003’te, Washington
Post’ta yayımlanan yazısı, Dışişleri Bakanı Colin Powel’in 3 Kasım
2003’te yaptığı açıklama, Başkan George W.Bush’un 6 Kasım 2003’te
yaptığı, “Ortadoğu’yu Özgürleştirme Stratejisi” adlı konuşma ve Dick
Cheney’in Davos konuşması; uygulamalarına başlanmış olan Büyük
Ortadoğu Projesi’nin dünyaya duyurulmasıydı.
Açıklamalarda kullanılan ortak söylem; “özgür olmayan,
geri kalmış ülkelere demokrasi götürmek, sınırlardaki hukuk ihlallerini
‘önlemek’”, “dinsel ve ulusal azınlıkların kendi kaderini belirlemesini
sağlamak”, “bölgeyi zehirleyen yanlış ideolojileri bastırmak” ya da “geri
kalmış ülkelerde eğitimi geliştirmek”1 gibi, yaymaca amaçlı, bilinen Amerikan görüşleriydi.
Ortadoğu’ya refah ve uygarlık götürülecek, böylece dünya barışına katkı
sağlanacaktı. Açıklamalarda bunlar söyleniyordu.
“Türkiye İslam
Cumhuriyeti”
ABD Dışişleri Bakanı Colin
Powel, bu üç açıklamadan dört ay sonra, Büyük Ortadoğu Projesi’nin
vazgeçilmez sayılan koşullarını ortaya koyan, tamamlayıcı nitelikte bir konuşma
daha yaptı. Türkiye’den “İslam Cumhuriyeti” olarak söz ettiği bu
konuşmada, “Ortadoğu’ya özgürlük getirmek” için “yerine getirilmesi
zorunlu” olan ve “Amerikan politikasının üzerinde ısrarcı olacağı”
sekiz konunun bulunduğunu açıkladı. İlke durumuna getirilerek uygulanacak olan
sekiz konu şunlardı: “Hukuk Reformunun Gerçekleştirilmesi, Devlet Gücünün Sınırlandırılması,
Düşünce Özgürlüğü, İnançta Serbestlik, Adaletin Eşit Dağılımı, Kadına Saygı, Dinsel
ve Etnik Hoşgörü, Özel Mülkiyete Saygı.”2
Büyük Ortadoğu Projesi, ABD
yönetimine göre “iyi yönetilmeyen” ve “kapsamlı bir yönetim reformuna
gereksinim duyan” tümü Müslüman 23 ülkeyi kapsamaktadır. Moritanya, Fas,
Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, İsrail, Ürdün, Suudi Arabistan, Yemen,
Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar, Kuveyt, Irak, Suriye, Lübnan,
Türkiye, İran, Afganistan, Pakistan’ın oluşturduğu ve 17 milyon
kilometrekarelik bir alana yayılan bu ülkeler, Amerikan ölçütlerine (kriterlerine)
göre olumlu (iyi) ülke ve olumlu olmayan (kötü) ülke olarak ikiye
ayrılıyor, Türkiye, İsrail’le birlikte ABD’nin ortağı olarak “olumlu ülke”
olarak değerlendiriliyordu. Fas, Tunus, Mısır, Ürdün, Pakistan ve “özgürlüğüne
kavuştuktan sonra” Afganistan ve Irak diğer olumlu (iyi) ülkeler;
geri kalanlar, ise olumlu olmayan (kötü) ülkelerdi.3
Dick Cheney’ın açıklamalarına göre
Ortadoğu’ya yeni bir biçim verilecekti. Olumlu olmayan ülkelerin “değişime”,
olumlu olanların ise bu “değişime uyum göstermeye” gereksinimi
vardı. Yapılacak değişim, Sevr Anlaşması’ndan “daha az önemli”
değildi.4 Mevcut sınırlar, “Siyah Afrika” da olduğu gibi, “tarihi
ve nüfus yapıları dikkate alınmadan” çizilmişti. Ortadoğu, “Siyah
Afrika”yla birlikte, “dünyanın en az demokratik” bölgesiydi ve “savaşın
eksik olmadığı” bu bölge, “terörizmin ana kaynağı”ydı.5
“Kötü Yönetilen” Ülkeler
Cheney’e
göre, yaşanan olumsuzlukların nedeni, “bölge ülkelerinin kötü
yönetilmesidir.” İyi yönetilen İsrail, ekonomik ve politik olarak kötü
durumda olan Ortadoğu ülkelerine “iyi bir örnektir”. “İnanılan
biçimiyle din”, Müslüman toplumların gelişmesi önünde engeldir. “Aşırı
İslamcıların” söylemlerinde yer alan dine dönüş olgusu, “feodal topluma
dönüş” anlamına gelmektedir. Ortadoğu, insanların çoğunluğunun, “yedinci
yüzyılın Bedevi toplumuna dönmek istediği bir bölge olarak dünyada tektir.”6
Büyük Ortadoğu Projesi bölge
ülkelerini “demokrasiye götüren yolda ilerletmek” için “iyi ve kötü
devlet” ayrımını yaparak “Ortadoğu’yu yeniden şekillendirecek”, “özgürlükçü
önlemleri yürürlüğe koyacaktır.” Cheney’e göre, yapılacak ilk iş “dostu
düşmanı” ayırmaktır. “Kötü ülkelere diplomatik anlaşmalar, olmazsa
askeri yöntem kullanılarak; iyi ülkelere demokratik süreçler içinde”
yardımcı olunacaktır.
Almanya ve Japonya’da “nazilerin izlerini silmek için
kullanılan liberal önlemler” yapılacak işlere örnektir. Afganistan’da Taliban,
Irak’ta Saddam yönetimleri gibi “Batıyı düşman olarak gören”
bugünkü İran, Suriye ve Filistin yönetimleri, “askeri yöntemlerle ortadan
kaldırılmalıdır.” Batıya düşman olduğu halde, Batının gücünü bildiği için ikiyüzlü
politika yürüten Sudan, Moritanya, Suudi Arabistan ve Libya’daki rejimler de
aynı yöntemle devrilmelidir. Büyük Ortadoğu Projesi’nin başarılı olması
için yapılacak ilk iş, “Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Sevr Antlaşması’ndan
bugüne kadar bölgeyi zehirleyen azınlık sorunlarını tümüyle çözmektir.”7 (Sevr, 84 yıl önceki son
olumlu antlaşma olarak görülüyor y.n.)
Ortadoğu’ya Yeni Harita
Dick Cheney, Davos’ta
Büyük Ortadoğu Projesi’nin Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya vereceği yeni
biçimi, çizdiği bir haritayla açıkladı. Kimi ülkeleri ortadan kaldıran,
kimilerini parçalayan ve toplu göçlerle zorunlu yerleşim uygulamaları içeren
harita, bölge ülkelerinin hemen tümünün sınırlarını değiştiriyor, yeni
devletler, yeni ülkeler ortaya çıkarıyordu.
Cheney’in
haritasına göre; Ortadoğu’da “Suudi Arabistan, Suriye, Irak’ın bir bölümü ve
Lübnan’ı” içine alan ve “Haşimi Krallığı” adı verilen yeni bir “krallık”
kurulacak, Sünni Ortadoğu Arapları bu devlet içinde toplanacaktır. “Birinci
Dünya Savaşı sonrasında belirlenen yapay sınırları” ortadan kaldıran ve
nüfusunun tümü Sünni olan bu türdeş (homojen) devlet aynı zamanda “azınlık
sorunlarını çözme yeteneğinde” olacaktır.
“Irak Kürdistanı”’nda (Kuzey
Irak) ilk aşamada etnik türdeşliğe sahip bir “Kürt devleti yaratılacak”,
bu devletin sınırları daha sonra “Suriye ve İran’ın içlerine dek”
uzanacaktır. İsrail, “olması gereken sınırlara dek genişleyecek”, yeni
sınırlar içinde kalan Araplar, kurallara uymak koşuluyla yerlerinde kalabilecek
ya da “Haşimi Krallığı’na giderek onun vatandaşı olabileceklerdir”.
İsrail’in bugünkü sınırları
içinde yaşayan ve “uzun süreden beri yerleşik olan” Araplar, İsrail’de
kalabilecekler ya da “Arap göçmenler (Filistinliler)” gibi Haşimi
Krallığına gideceklerdir. Arafat döneminden beri “tümüyle çürümüş
olan” bölgedeki “Filistin otoritesi”, İsrail’e komşu bir devlet olarak
varlığını sürdürürse, sürekli “sorun kaynağı” olacaktır. Bu nedenle
bölgeye yönelik “iki devlet önerisi” yanlıştır; zaten “tarihsel
olarak hiçbir zaman bir Filistin devleti var olmamıştır.”8
Suudi Arabistan’ın Kuzey’inde
yaşayan Şii azınlık, “yeni bir Şii devleti oluşturmak için”, Irak’taki
Şiilerle birleştirilecektir. Olumlu bir ülke olan Mısır, Sudan’ın Kuzey’ini
alacak “Hıristiyanların yaşadığı Güney Sudan” ise, bağımsız yeni bir
devlet olacaktır. “Sömürge döneminde üretilen bir ülke olan Libya”, Kaddafi’yle
“terörist ve haydut” bir devlet olmuştur. Geniş topraklara sahip bu
ülke, “Mısır ve Tunus arasında paylaştırılarak” ortadan kaldırılacaktır.
Batı Afrika’da “İslamcı yaymaca
yapan” ve “kötü yönetilen” Moritanya, Fas Krallığı’na verilecektir. “Olumlu
bir ülke olamayan” ve “petrol kaynaklarını iyi kullanamayan”
Cezayir’de, yerel halk Berberilere “anavatan olacak” bağımsız bir devlet
kurulacak, Cezayir’e ait “Marksist İspanyol Sahrası” Fas’a verilecektir.
Cezayir’in kalan bölümü, “yeni demokratik oluşumlar” tarafından
yönetilecektir.9
İsrail sınırında, Hıristiyan bir Lübnan Devleti
kurulacak; Suriye ve Irak’tan gelecek 600 bin Hıristiyan bu yeni ülkeye yerleştirilecektir.
Buna karşılık Lübnan’daki Müslüman Araplar, Arap Krallığı’na gidecektir.
Türkiye, “sınırlarını Halep ve Lattakie dahil, Lübnan sınırına kadar
genişletmekle ödüllendirilecek”, Akdeniz’de; “Türkiye, Lübnan ve
İsrail’i birleştiren hat üzerinden bir güvenlik alanı oluşturulacaktır.”10
Uygulamalar ve Gerçekler
ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’ni yaşama geçirmek
için gereken hazırlığı yaptı, 11 Eylül Olayı’yla birlikte harekete geçti.
Afganistan ve Irak saldırıları, “kötü ülkeler”e uygulanacak “askeri
yöntemin”; bölge ülkeleriyle yapılan anlaşmalar ise, “iyi”
ülkelerdeki “demokratik süreçlerin” ilk uygulamalarıydı. “Askeri
yöntemler”, Afganistan, Irak ve Lübnan’dan sonra İran ve Suriye üzerine
çevrilmiş, saldırı için gerekçe ve destek arayışına girilmişti.
Çıkmaz Yol
Afganistan ve Irak'a saldırıyla başlatılan uygulamanın ortaya çıkardığı açık gerçek; bölge halklarının direnişiyle karşılaşacak olan BOP'un, başarı şansının bulunmaması ve gücünü aşan amaçlar peşine düşen ABD yönetiminin, daha işin başında, içinden çıkmakta zorlandığı bir açmaza düşmüş olmasıdır.
Akçalı, siyasi ve askeri tüm gücünü devreye sokmasına ve dünyanın birçok ülkesinden mali-askeri destek almasına karşın, düşündüğü başarıya bugüne dek tam ulaşamamış, özellikle Irak'ta çözümleyemediği sorunlarla karşılaşmıştır. Irak'taki askeri başarısızlık kesindir ve yalnızca Irak saldırısı, ABD'nin dünya kamuoyunda zaten az olan saygınlığını tümüyle yok etmiştir. Afganistan'da NATO devreye sokulabilmiştir ancak burada da işler iyi gitmemiştir. İran saldırıyla tehdit edilmektedir, ancak tehdidin gereğini yapmaya ABD'nin tek başına gücü yetmemektedir. Israrlı isteklerle Türkiye'den lojistik destek alınmıştır ancak Türk Silahlı Kuvvetleri çatışmalara henüz çekilememiştir.
Irak direnişi, Büyük Ortadoğu Projesi girişimine, daha ilk
adımında etkili bir darbe vurmuş, yalnızca İran’a yapılacak saldırının değil,
bu projenin tümünün ertelenmesine yol açmıştır. Oysa, ABD’nin içinde bulunduğu
durum gecikmeye uygun değildir. Asya’da yeni birliktelikler oluşmakta, Çin
hızla güçlenmektedir. BOP’u öngördüğü tarihe dek gerçekleştirmesi için hızlı
hareket etmek zorundadır. Ancak, Irak’ta karşılaştığı direniş, ilerde
karşılaşacağı daha büyük direnişlerin ve altından kalkamayacağı sorunların
yalnızca başlangıcıdır.
Blöfle Gizlenen
Güçsüzlük
ABD, BOP'a dönük girişimleri sürdürmektedir. İçine düştüğü ve düşeceği askeri-siyasi açmaz, dış destek ve işbirlikçi gereksinimini arttırmakta, Türkiye'nin tutumunu daha da önemli duruma getirmektedir. ABD, askeri birikimlerini, stratejik konumunu ve silahlı kuvvetlerini kullanmak için Türkiye'yi iknaya çalışırken, dünyanın değişik yerlerindeki seçkin birliklerini Ortadoğu ve Pasifik'e çekmektedir.
Caydırıcı güç gösterisinden ileri gidemeyecek olan bu çaba, bölge ülkelerinde, özellikle Irak'tan sonra, artık kimseyi korkutmamaktadır. İran ve Suriye, karşılarındaki askeri gücün teknolojik üstünlüğüne ve Ortadoğu'ya yeni birlikler aktarılacağını bildiren gösterişli açıklamalara karşın, ulusal haklarından ödün vermemekte, kararlı tutumunu sürdürmektedirler.
ABD Savunma Bakanlığı Müsteşarı Douglas Feith, 2
Temmuz 2004’te yaptığı açıklamada, Ortadoğu’ya daha çok askeri güç
ayıracaklarını söyleyerek, yalnızca İran ya da Suriye’ye değil, başta Türkiye
olmak üzere yardımını istediği bölge ülkelerinin tümüne gözdağı verdi. Feith,
Asya’ya yeni hava ve deniz birlikleri getirileceğini, var olan birliklerin
Avrupa’dakilerle birlikte özel olarak eğitileceğini ve bunların tümünün
Ortadoğu’ya yönlendirileceğini açıklıyor, şunları söylüyordu: “Asya’ya ek
deniz ve hava yetenekleri getirmeyi planlıyoruz. Japonya ve Kore’deki karargah
ve üslerimizi, etkinliklerini arttırarak, bölgesel ve küresel hareketlere
katılacak biçimde sürelerini uzatmayı tasarlıyoruz. Avrupa’daki konumlanmamız;
daha hafif ve kolay konuşlanabilir kara yeteneklerini, öncü hava ve deniz
güçlerini, gelişmiş eğitim yeteneklerini ve güçlendirilmiş özel operasyon
güçlerini kapsamaktadır. Bunların tümü, Ortadoğu ve diğer sıcak noktalara
hızla ulaştırılabilecek biçimde konumlandırılacaktır. ‘Sonsuz Özgürlük ve
Irak’ın Özgürleştirilmesi’ operasyonunda, ABD güçlerine yeni olanaklar sağlayan
Ortadoğu ülkelerinden (Türkiye diye okuyabilirsiniz y.n.), sağladıkları
olanakları genişleterek (y.n.) sürdürmelerini istiyoruz.”11
Türkiye’nin BOP için giderek artan önemi, birçok ABD yetkilisi
tarafından kerelerce dile getirilmiştir. Bunlara 2004’te, NATO Genel Sekreter
Yardımcısı Jamie Shea da katıldı. Shea, 29 Haziran 2004’te Türk
askeri yetkililerinin Büyük Ortadoğu Projesi’ne yönelttiği, “Türkiye
hedef ülkelerle değil, Avrupa ülkeleriyle birlikte değerlendirilmelidir”12 eleştirisine yanıt
niteliğinde bir açıklama yaptı. Açıklamada, Türkiye’nin, “cephe ülkesi”
değil, “köprülerin inşa edildiği” bir yerde “merkez üssü” bir
ülke olduğu ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin “Türkiye’siz kurulması”
nın mümkün olmadığı söyleniyordu. Shea şöyle diyordu: “Türkiye’ye
‘cephe ülkesi’ demek, bölünmüş bir dünyanın ucunda olduğunu söylemektir. Bunun
doğru bir benzetme olduğunu düşünmüyorum. Türkiye için merkez üssü kavramını
tercih ederim. Türkiye, bölünmüşlük ifade eden duvarların sınırında bir ülke
değil, köprülerin inşa edildiği yerde bulunuyor. NATO’nun (ABD’nin
diye okuyunuz y.n.), dünyanın gerisiyle kurmak istediği köprüleri,
Türkiye’siz kurması mümkün değildir.”13
BOP
Bölge Halklarına Ne Getirecek?
Büyük Ortadoğu Projesi, “Özgürleştirme
Operasyonu”yla Irak ve Lübnan halkına ne getirildiyse, bölge halklarına da
onu getirecektir. Yaşananları izlemek bunu görmek için yeterlidir. Irak ve
Lübnan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin Afganistan’la birlikte başlangıç
uygulamalarıdır. Proje’nin “olumsuz devlet” olarak tanımladığı bu
ülkelere, “askeri yöntemlerle” demokrasi götürülmüştür.! Tutum
sürdürülecek, ABD isteklerine ve BOP’a direnen ülkelerde kargaşa yaratılacak,
gerek görüldüğünde askeri güçle saldırılacaktır. Eşit olmayan ve kuralsız bir
savaş içine çekilen bu ülkelerin haritaları değiştirilecektir. Afganistan, Irak
ve Lübnan’dan sonra İran ve Suriye, halkına kan ve silahla özgürlük götürülecek
sıradaki ülkelerdir.
ABD’nin amacı enerji
kaynaklarını ve ulaşım yollarını ele geçirmek, bunun için Ortadoğu’ya, bağlı
olarak da dünyaya egemen olmaktır. Sözcüklerle gizlenmeye artık gerek
duyulmayan bu amaç, yarattığı sonuçlarla yaşanan gerçeklik haline gelmiştir. “21.Yüzyıl
İçin Amerikan Ulusal Strateji Belgesi” ve “Büyük Ortadoğu Projesi”,
bu durumu açık biçimde ortaya koymuştur. Washington’un, “nükleer füzyon ve
elektrikle işleyen arabalar petrolü tahtından indirene kadar stratejik önemini
koruyacak” dediği Ortadoğu’ya, ABD’nin kesin olarak gereksinimi vardır.
Gereksinimin 2050 yılına dek süreceğinin açıklanması ve
yeniden çizilen haritalar, savaşlar ve katliamlar, bölge ülkelerini nelerin
beklediğini göstermektedir. Ortadoğu; “diplomatik antlaşmalar”, olmazsa “askeri
yöntemler”le işgal edilecektir. “Demokrasi ve insan haklarını
geliştirme”, geri kalmış Müslüman ülkelere “eğitim ve uygarlık götürme”
söylemleriyle yapılacak bu işgal, yüzlerce yılda oluşan toplumsal dengeleri
bozacak, yeraltı yerüstü zenginliklerine el konulan bölge halklarına, baskı ve
yoksulluk içinde acı çektirecektir.
Sömürgeciliğin Yeni
Biçimi
Büyük Ortadoğu Projesi’nin
siyasi, ekonomik ve kültürel boyutu, sömürgeciliğin emperyalist dönemde aldığı
yeni biçime denk düşer. Uygulama ve anlayış olarak, niteliğine uygun olan ve yeğinliğe
dayanan ilkel yöntemlere sahiptir. Anlaşmalar ya da “askeri yöntemler”le
sağlanacak siyasi ve ekonomik egemenlik, işbirlikçiler aracılığıyla
sürdürülecektir. Yüz yıldır denenmiş yöntemler, daha sert biçimlerle uygulanacak,
işgal edilecek ülkelerde, yönetim işleyişine yön ve karar vermede içsel güç durumuna
gelinecektir. Küresel örgütler ve onlara güç veren uluslararası anlaşmalarla,
azgelişmiş ülkeler üzerinde sağlanan sıkıdüzen (disiplin) o denli etkilidir ki,
bu ülkeleri işbirlikçiler aracılığıyla yönetmek, artık Amerika’yı yönetmekten
daha kolaydır.
İşbirlikçi olmayan ve ekonomik
bağımsızlığı amaçlayan ülke yöneticileri, BOP anlayışına göre,
etkisizleştirilmesi gereken “istikrarsızlık unsurları” ya da “terör
destekçileridir.” İstihbarat örgütlerince el altından desteklenip beslenen
ve gerektiği zaman kullanılan “terör”, büyük devlet politikalarındaki
önemli yerini korumakta ve azgelişmiş ülkelere saldırı gerekçesi olarak
geliştirilmektedir.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra “komünist tehdit”in
yerini “terör tehdidi” almıştır. Emperyalizmi uygulayan büyük devletler,
baskı ve saldırıya dayanan politikalarını kabul ettirmek için, kendi halkını
korkutmak ve gerçek dışı tehlikeler, sanal tehditler yaratmak zorundadır. Bu
zorunluluk, günümüzde istenilen biçim ve zamanda harekete geçirilen “terörle”
aşılmaktadır. “Terör” örgütlerinin desteklenmesi, yoksa örgütlenmesi,
bilinen ama dile getirilmeyen, yaygın ve yerleşik, büyük devlet politikasıdır.
Yeni “Haçlı Seferi”
ABD ve AB yöneticilerine göre, Batı dünyasını tehdit eden
“terör” ün kaynağı Ortadoğu’dur. “Radikal İslami akımlar” burada “kaynak
ve destek bulmakta”14,
“terör” dünyaya buradan yayılmaktadır. İngiltere Başbakanı Margaret
Thatcher, ABD’nin bu görüşüne katılarak, NATO’nun 1990 İskoçya Doruğu’nda
yeni düşmanın “İslam Dünyası” olacağını söylemiştir. NATO Genel
Sekreteri Willy Claes, “Komünizmin çöküşünden sonra” en ciddi
tehlikenin “İslam Dünyası” olduğunu, kerelerce dile getirmiştir.15
ABD Başkanı G.W.Bush, 11 Eylül olayının ardından, “Haçlı Seferi”nden
söz ederken, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, “halkları fethederek
Batılılaştırmak Batı için bir yazgıdır. Şimdiye değin Komünizmi ve İslam
Dünyası’nın bir bölümünü fethettik. Ancak, İslam Dünyası’nda (feth edilmeyi
bekleyen) hala 1400 yıl öncesinde kalmış ülkeler var” demişti.16
“Ortadoğu’da inanılan biçimiyle”
İslamiyet’in, “ilerlemenin önünde engel” olduğunu açıklarken,
Müslümanlığın “diğer dinlerin tersine evrimleşmediğini” ve “ilkel biçimini
İslam tarihi boyunca koruduğunu” söylemektedirler. Bu söylemin, Türkiye’ye
yönelen biçimi, alt yapısı altmış yıldır hazırlanan ve bugün adı açıkça koyulan
“Ilımlı İslam”dır. Türkiye’de Cumhuriyet’le kurulan ulus devlet yapısı
dağıtılacak, yerine etnik ve dinsel ayrılıklara dayalı federatif yapılar
konularak, “yeni Osmanlıcılık” geçerli kılınacaktır. Bu nedenle, “Ilımlı
İslam” anlayışı, yalnızca laiklikle ilgili bir sorun değil; ekonomik
siyasi, yönetimsel ve kültürel değişimi içeren genel bir yaklaşımdır.
Türkkiye'den Ne İsteniyor?
ABD, Ortadoğu politikasını Büyük
Ortadoğu Projesi’yle dizgeleştirilmiş (sistemleştirilmiş) ve önüne
kendi gücüyle gerçekleştirilmesi olanaksız erekler koymuştur. Gücünün
kalkıştığı işe yetmeyeceğini bilmekte, NATO’yu devreye sokmaktan işbirlikçi
kullanmaya dek, değişik biçimlerle dış destek aramaktadır. Siyasi ve ekonomik
yalıtım (tecrit), ikna ya da korkutmayla bölge ülkelerinden; üs sağlama, ulaşım
olanaklarını kullanma ve her türlü lojistik destek peşindedir.
Türkiye’den, bunlarla birlikte
fazladan askeri destek istemektedir. Türkiye’nin gücünü ve bu gücün, yöneliş
biçiminin bölgeye ve dünyaya yapacağı etkiyi, Türkiye’den daha iyi bilmektedir.
Türkiye’yi kendisi için vazgeçilmez kılan bu gerçek, Bill Clinton,
tarafından “21.yüzyıl büyük ölçüde Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü
nasıl tanımlayacağına bağlı olarak şekillenecektir” sözleriyle
açıklanmıştır.17
Türkiye'nin alacağı doğrultu, yalnızca ABD için değil, Avrupa için de önemlidir. Bugün, ulus-devlet yapısını korumayla yeni-Osmanlıcılık arasında bir yol ayrımına getirilen Türkiye, bağımsızlık yolunu seçebilir ya da BOP'un parçası durumuna gelerek federasyonculuğa yönelebilir. Güçlenip varlığını korumayla parçalanma arasındaki bu ayrım, Türkiye'nin önemini arttırmaktadır. Türkiye yöneldiği yönün etkin olmasını sağlayacak güce sahip bir ülkedir.
ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’ni
yaşama geçirmek için Türkiye’yi yanına almak zorundadır. Bu zorunluluk, Türkiye
üzerindeki baskının artmasına yol açmaktadır. ABD, isteklerini kabul ettirmek
için devreye sokabileceği değişik olanaklara sahiptir ve bunları
kullanmaktadır.
Siyasi ve ekonomik bağımlılığa
yol açan çok sayıda ikili anlaşma imzalanmıştır; Türkiye’de altmış yılda elde
ettiği ve dilediği zaman devreye sokabileceği yaptırım gücü yüksek etki araçları
vardır. İşbirlikçileri kilit yerlerdedir; basın elindedir; ekonomiyi denetim
altına almıştır; siyasete yön verebilmektedir; büyütüp beslediği ayrılıkçı Kürt
hareketlerini kullanmaktadır. Ve bunların tümünü ordu üzerine yönelttiği
dolaylı baskıya dönüştürmekte, onun istenç (irade) gücünü kırarak yanına
çekmeye çalışmaktadır.
ABD, Kuzey Irak’ta kurdurttuğu
Kürt devletinin sınırlarını, Büyük Ortadoğu Projesi aracılığıyla, “Suriye
ve İran’ın içlerine” dek genişletileceğini açıklamıştır. Genişleme isteğinin
Türkiye’nin Güneydoğusu’nu da içine alması kaçınılmazdır. Buna karşın;
Türkiye’deki karar vericiler, Büyük Ortadoğu Projesi’nin savunuculuğunu
ve gönüllü yandaşlığını yapmaktadır. Türkiye için çekince yaratan bu tutum,
Türkiye üzerinde hesabı olan herkesi yüreklendirmektedir.
İsrail’le birlikte
hareket edecek bir Kürt devletinin kurulup genişletilmesi, yalnızca BOP’un
değil, Avrupa Birliği’nin de gündemindedir. Ortalıkta dolaşan ve Türkiye’nin
Güneydoğusunu Kürdistan olarak gösteren haritalar, Diyarbakır ziyaretçileri ve
ayaklanma girişimleri durumun ciddiyetini yeterince ortaya koymaktadır.
Güliver ve Liluputlar
Amerikalı yetkililer,
Türkiye’yi o denli dirençsiz, kendilerini o denli egemen görmektedirler ki, Büyük
Ortadoğu Projesi’nin bölgeye, bağlı olarak Türkiye’ye yapacağı etkiyi
açıklamaktan çekinmemekte ve gerçek amaçlarını diplomatik söylemler içinde
gizlemeden olduğu gibi söylemektedirler. ABD Başkanı George W.Bush’un
danışmanı, ünlü stratejist James Blackwel bunlardan biridir.
Blackwel, Senato’da BOP ile ilgili
yaptığı konuşmada, Ortadoğu ülkelerini Güliver (büyükler) ve Liluputlar
(cüceler) benzetmeleriyle ikiye ayırıyor ve şunları söylüyor: “Baylar, Büyük
Ortadoğu Projesi’ni size hepimizin bildiği bir masaldan esinlenerek
anlatacağım. Ortadoğu Güliver ve Liluput ülkelerden oluşmaktadır. Liluput
ülkeleri; korku ve endişe içindeki Katar, Küveyt, Bahreyn, BAE ile arzu ve ümit
sahibi Suudi Arabistan, Libya, Fas, Tunus, Cezayir olarak ikiye ayrılır.
Ortadoğu’daki Güliver ülkeler ise; İsrail, Türkiye, Mısır, Suriye, İran ve
Irak’tır. Birleşik Devletlerin menfaatı için bölgede tek bir Güliver
bırakılmalı, o da İsrail olmalıdır. Mevcut diğer beş Güliver ülkesi etnik ve
dini temelde bölünmeli ve ana gövdeleri ikinci gurup ülkeler, parçaları ilk
gurup ülkeler haline getirilmelidir.”18
İşgal Demokrasisi ya da Demokrasinin İşgali
Büyük Ortadoğu Projesi
Avrasya bölgesinin yerel güçler kullanılarak işgal edilmesinden başka bir şey
değildir. BOP olarak tanımlanan girişim, gizli işgal olgusunun, barışçı
ya da barışçı olmayan yöntemlerle, dolaysız işgalle bütünleştirilmesi ya
da gizli işgalin daha etkili bir işleyişe ulaştırılarak izinli işgal
durumuna getirilmesidir. Türkiye bu eylemde topraklarından ve insan
kaynaklarından yararlanılan vurucu güç olarak kullanılmak istenmektedir. Yarım
ağızla söylenen, ya da hiç söylenmeyen gerçek amaçlar; demokrasi, gelişme,
özgürlük gibi sözcüklerle örtülemeyecek kadar saldırgandır.
BOP’un Türkiye’den beklentileri, bağımsızlığını ve ulusal
varlığını ortadan kaldıracak denli çekinceli ve yoğundur. Bugün için
istenenler; “Trabzon ve Samsun limanlarının deniz üssü haline getirilmesi;
ABD gemilerinin Boğazlar’dan bildirimsiz geçiş hakkı; İskenderun Körfezi’nde
bir deniz üssü ya da İskenderun limanının bir bölümünün ABD’ye verilmesi; Urla
ya da Mordogan’da (İzmir) tesis adıyla, uçak gemilerinin yanaşabileceği deniz
üssü kurulması Trakya’da yeni bir üs; Mardin-Batman-Silopi üçgeninde 18 bin
asker bulundurma ve bu askerlerin Türkiye dışındaki operasyonlara bildirimsiz
gidip gelme hakkı; İncirliğin genişletilmesi ya da Batman Havaalanı’nın üs
yapılması; Sabiha Gökçen Havaalanı’nı kullanma hakkı”dır.19
Bugün, bunlar verildiğinde yarın, değişik ülkelerde
çarpışacak asker istenecektir. Türkiye’nin, sorumluluğu ve hiçbir çıkarı
olmamasına karşın, Afganistan’a NATO adına asker gönderilmiş; Irak’a, “şartlı
da olsa” gönderme kararı alınmış, Lübnan’a ise (bu kez Birleşmiş Milletler
adına) asker gönderme kararı Meclis’çe kabul edilmiştir. Karşı
çıkılmazsa asker istemleri giderek artacak ve Türkiye, “NATO üyesi stratejik
ortak” sözleriyle olası işgallerin taşeronu durumuna getirilecektir. Siyasi
ve ekonomik sarılmışlıkla giderek artan güç yitimi, Türkiye’yi en aykırı
isteklere bile direnmez duruma sokmaktadır.
“Kuzey Afrika ve Orta
Asya’ya dek Ortadoğu’da barışı sağlamak, demokrasiyi yerleştirmek,
ekonomik kalkınma gerçekleştirmek, reformlar yapmak, yapılmasına yardım etmek,
amaçlara uygun olarak siyasal yapıları yeniden biçimlendirmek”20 gibi söylemler bir peri
masalından başka bir şey değildir ve Türk halkı için çekince oluşturmaktan
başka değeri yoktur.
1970’lerde demirperde ülkelerine demokrasi
getirmek için geliştirilen ve başarılı olan Helsinki Düzenlemeleri,
bu kez, BOP adıyla üstelik silah gücüyle İslam ülkelerine getirilmektedir.
Türkiye’nin bu eylemde yeri olamaz, olmamalıdır. Türkiye ne bahasına olursa
olsun bundan uzak durmalı ve ulusal varlığını korumak için bu girişime karşı
çıkmalıdır. Türkiye dünya uluslarına örnek olan bir devrimin ülkesidir. Atatürk
tümüyle yok edilmeden böyle bir eyleme girilemez ya da böyle bir eyleme
girildiğinde, artık Atatürk’den söz edilemez.
Tarihe Roma’dan Bakmak
ABD Başkanı George Bush,
“tarihin geri kalanını biz yazacağız” diyor.21 Amerikalıların
tarihe, özellikle Roma’ya olan merakı, 200 yıllık sığ tarihleri nedeniyle
yetersiz kalmaktadır. “Bugüne Roma’dan bakıyoruz” diyorlar, ancak bu işi
yapamadıkları, eylemlerinde ve dünyadaki yalnızlıklarında, açıkça görülüyor. “Tarihin
geri kalanını biz yazacağız” demek, yalnızca tarihi değil, yaşamı
bilmemektir.
ABD yöneticileri, tarihi
yazamayacaklar, ancak ellerindeki büyük silah gücüne dayanarak insanlığa bir
süre daha acı çektirecektir. ABD, BOP girişiminde yalnızdır ve giriştiği işin
altından kalkamayacaktır. Ekonomik gücü kırılmakta, toplumsal sorunları artmaktadır;
sahip olduğu ileri teknoloji, paralı askerlerini savaştırmaya yetmemektedir.
Başarısızlığı kaçınılmaz olan BOP girişimiyle uzun olmayan bir sürede bölgede
duramaz duruma gelecektir.
Amerikan halkı, tarihi ve yaşamı bilmeyen ve çıkar için her şeyi yapan yöneticilerin yönetimi altındadır. Bunlar, ele geçirdikleri büyük güç nedeniyle insanlık için önemli bir çekince oluşturmaktadır. Bugünkü saldırgan tutumun nedeni, gittikçe artan güç yitimi ve zayıflıktır. Tüm İmparatorlukların yaşadığı son, ABD'yi de bekliyor. Hızlı yükseliş, hızlı bir çöküşle sonuçlanacak; çünkü yalnızca düşüncenin değil, eylemin de daha devingen olduğu 21.yüzyılda yaşıyoruz.
Türkiye’nin Önemi
Türkiye söylendiği gibi,
yalnızca yakın çevresi ve bölgesi için değil “küreselleşen dünya” için
de önemli bir ülkedir. Bu doğrudur. Coğrafyası ve sahip olduğu değerleriyle,
Doğu-Batı ilişkilerine, geçmişte olduğu gibi bugün de yön verme konumundadır.
ABD ve AB, bu gücü en ucuz biçimde kullanmanın peşindedir. Batı, son bin yıldır
kendisi için “sorun olan ve ne zaman ne yapacağı belli
olmayan” Türkler’den Anadolu’da kurtulmak istemektedir. Bu istek basında, “Türkiye
Türkler’e bırakılmayacak kadar değerli bir ülkedir” diye yer alıyor.22
Sözdinlerlik ve tek yanlı
bağlılık Batıya artık yetmemektedir. Türkiye’nin, 776 bin kilometrekare toprağı
ve ulus-devlet yapısıyla varlığına son verilmek istenmektedir. Bu amaç yönünde
oldukça yol alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde olduğu gibi,
parçalanma koşulları olgunlaşmaktadır. Dağılmanın en zahmetsiz olacağı anda
uygulamaya geçilecektir. BOP, bu gidişin yeni ve önemli bir aşamasıdır.
Parçalanmanın ön uygulamaları
başlamıştır. Türkiye Washington ve Brüksel’den yönetilen bir ülke durumuna
gelmiştir. Dış istekler, sorgulanmadan ve tümüyle hemen yerine getirilmektedir.
Ulusların kaderlerini tayin hakkı yerine halkların ve toplulukların
kaderlerini tayin hakkı yasalaştırılmıştır (İkiz Yasalar). Limanlar ve hava
alanlarında yabancıların silahlı güç bulundurması kabul edilmiştir. BOP için
istenilenler çok geniştir. Yabancıların toprak satınalması hızla sürmektedir.
Ayrılıkçı devinim siyasallaşmış, kitle eylemlerine başlamıştır. Ordunun
küçültülmesi, yerel yönetimcilik, “Ilımlı İslam”, devlet biçiminin
değiştirilmesi tartışmaları, gelinen yeri açıkça ortaya koymaktadır.
Türkiye, eğer önlem alınmazsa, kısa bir süre içinde, dış
isteklerin hiçbirine direnemez duruma gelecek ve belki de dış karışmaya bile
gerek kalmadan kendiliğinden dağılacaktır. Türkiye gibi koskoca bir ülke, göz
göre göre dağılmaya doğru gitmektedir. Türkiye yavaş yavaş yitiriliyor. Bunu
herkesin görmesi gerekiyor. Yaşanan edilgenliğin nedeni nedir? Atatürk’ün
tanımıyla “iç cephe” tümüyle çöktü mü? Türk ulusu yaşam isteğini mi
yitirdi?
Taşınamayacak Sorumluluk
Büyük Ortadoğu Projesi’ne
destek vermenin Türkiye’nin karşısına çıkaracağı sorunlar, sorumluluğunu hiçbir
kişi ya da kurumun yüklenemeyeceği kadar ağırdır. Türkiye’nin gücünü, hangi
gerekçeyle olursa olsun, ABD ve İsrail politikalarına alet edenler, Türk
halkının olduğu kadar bölge halklarının da nefretini kazanacaktır. Türkiye,
Ortadoğu’nun yoksul Müslüman halkına yönelen emperyalist saldırıya katılırsa,
yalnızca toplumsal değerlerini değil, onunla birlikte, emperyalizme karşı savaşımıyla
elde ettiği ulusal varlığını da yitirecektir.
Yapay Kürt devletinin sözde yöneticileri ve onlara destek verenler, bölge halklarının düşmanlığını şimdiden kazanmışlardır. Bunlar, yoksul Kürt halkına acıdan başka bir şey getirmeyecek olan toprak sahibi aşiret resileri ve parayla elde edilen işbirlikçilerdir; halkı temsil etme gibi bir nitelikten uzaktırlar. ABD'nin saldırısını fırsat saymışlar, Irak halkına yönelen bu saldırıyı güçlenmenin aracı yapmışlardır. Güçleri, ABD'nin bölgedeki varlığına bağlı olduğu için kalıcı değildir. Kuzey Irak'taki oluşum, uluslaşan istikrarlı bir toplumsal yapıya değil, aşiretlere ve dış desteğe dayanmaktadır. Bölgede egemen olan feodal yapı, birlik değil ayrılık üretmekte, çıkara dayalı aşiret çatışmaları eksik olmamaktadır.
ABD, İsrail’le birlikte sürekli denetim altında tutacağı
Kuzey Irak Kürt oluşumunu; Suriye, İran ve Türkiye’de sürekli dengesizlik (istikrarsızlık)
kaynağı olarak kullanacaktır. Bu nedenle, ABD’den PKK’ya karşı önlem
bekleyenler, eğer bilinçsiz değillerse büyük bir aymazlık içindedirler. Irak’ın
üçe bölünerek Kuzeyde bir Kürt devletinin oluşturulması ve sınırları zamanla
genişletilecek olan bu devletin, bölge ülkelerini tehdit eden bir üs olarak
kullanılması, Büyük Ortadoğu Projesi’nin temel ereğini oluşturan
stratejik bir eylemcedir.
DİPNOTLAR
1 “Büyük Ortadoğu Projesi” K.Evcioğlu,
2.Bas., Umay Yay., İzmir-2005, sf.115
2 The Modern
Tribun, The Winds of War: Democratizing The Middle East, Woodward, sf.83; ak; a.g.e.142
3 “Büyük Ortadoğu Projesi” Kemal Evcioğlu,
2.Baskı, Umay Yay., İzmir-2005, sf.116
4 www.
freeworldacademy.com /globalleader/great htm; ak. a.g.e. sf. 139
5 a.g.e.
sf.127 ve 118
6 a.g.e. sf.118-120
7 a.g.e. sf.133-134
8 a.g.e. sf.135
9 a.g.e. sf.136-137
10 a.g.e. sf.135
11 “Washington Dünyayı Kontrol Edecek”
a.g.g. 03.07.2004
12 Cumhuriyet,
07.04.2004
13 “Türkiye Merkez Üs” Nilgün Cerrahoğlu,
a.g.g. 30.06.2004
14 “Erdoğan-Gül: BOP’un Hizmetindeyiz”, Aytunç Erkin, Aydınlık
23.05.2004
15 “Büyük Ortadoğu Projesi” K.Evcioğlu,
2.Bas., Umay Yay., İzmir-2005, sf.122
16 a.g.e. sf.230,231 ve 236
17 “Clinton Nasıl Okunmalı?” Ali Sirmen,
Cumhuriyet, 11.11.1999
18 httb: //
www.İnternetajans . com/default.asp NİD
19 “Bush Bütün Türkiye’yi İstiyor”
a.g.g. 24.06.2004
20 “İşgale Demokrasi Maskesi” a.g.g.
01.07.2004
21 “Yalnızlık Korkusu” Kemal Yavuz,
Akşam, 02.03.2003
22 Posta
Gazetesi, 13.01.2000
İşte size BOP
YanıtlaSil