Kemalist
politikanın ödünlerle başlayıp karşı devrimle sonuçlanan uzun
bir süreç sonunda uygulamadan kaldırılması, sanıldığı gibi
1950’lerde değil, 11 Kasım 1938’de yani Atatürk’ün
ölümüyle birlikte başlamıştır. Bu, öznel bir yargı değil
hükümet uygulamalarının ortaya koyduğu bir olgudur. Yaşananlar,
şaşırtıcıdır ancak gerçektir. Şaşırtıcı olan, İnönü
gibi her zaman Atatürk’ün
yanında yer alan, Kurtuluş Savaşı ve devrimlerde büyük hizmeti
bulunan bir “ulusal
önderin”,
geri dönüş sürecinin başlamasında birincil düzeyde sorumlu
olmasıdır. Bu konu ve nedenleri, ülkemizde yeterince
tartışılmamış, böyle bir tartışma İnönü’ye
saygısızlık olarak görülmüştür. Oysa, olaylar ve sonuçları
ortadadır. Bunları inceleyip, günümüze ve geleceğe yönelik
ders çıkarmak bizim sorumluluğumuzdur. İnönü
gibi, Devrim’de
yer alan, katkısı olan bir önderin, tarih açısından içine
düştüğü durumun açıklanması gerekir. Emperyalizmi
kavrayamamanın yol açtığı Batı hayranlığının nelere yol
açacağını görmek ve geleceğe yönelik kendimize çizeceğimiz
yolu aydınlatmak zorundayız. Geçmişten ders almalıyız.
Politika
Değişimi
Atatürk’ün
ölümünden bir gün sonra, 11 Kasım 1938 günü toplanan TBMM,
İsmet
İnönü’yü
oybirliğiyle Cumhurbaşkanı seçti. Bu oylar İnönü’nün
Cumhurbaşkanlığı için Meclis’te aldığı ilk oylar değildi.
1923 yılındaki ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde de kendisine bir
oy çıkmış, bu oyu Mustafa
Kemal
vermişti.
Türk
kamuoyunda “en
uygun seçim” olarak
değerlendirilen Cumhurbaşkanı seçiminden sonra, Celal Bayar
Hükümeti kural gereği istifa etti. Ancak İnönü,
hükümeti kurmakla yine Celal
Bayar’ı
görevlendirdi. Kurulan yeni hükümette, Atatürk’ün
en yakın çalışma arkadaşlarından İçişleri Bakanı Şükrü
Kaya
ile Dışişleri Bakanı Tevfik
Rüştü Aras
yoktu. Cumhuriyet devrimlerinin uygulanmasında en önde görev almış
bu iki inançlı insana, İsmet
İnönü’nün
isteği üzerine yeni hükümette görev verilmemişti.
Celal
Bayar,
25 Ocak 1939’da kural gereği değil bu kez gerçekten istifa etti.
Dr.Refik
Saydam
hükümeti kurmakla görevlendirildi. İnönü,
hükümeti yeniledikten sonra Meclis’i de değiştirmeye karar
verdi. Mart 1939’da yapılan erken seçimlere katılacak CHP
milletvekili adaylarının tümünü kendisi seçti.
Adaylar
üzerinde yaptığı seçim, Atatürk
döneminde politikalarda değişiklik olacağının habercisiydi.
Cumhuriyet devrimlerinin gerçek boyutunu kavrayamayarak bunlara
karşı çıkan, ekonomide ulusal kalkınma yerine “liberalizmi”
savunarak Atatürk’le
siyasi çatışma içine giren; Ali
Fuat Cebesoy,
Refet
Bele,
Fethi
Okyar,
Hüseyin
Cahit Yalçın
gibi isimler aday yapılmıştı.
Bu
uygulama daha sonra genişletilmiş, İzmir suikastı davasında
yargılanan; Rauf
Orbay,
Adnan
Adıvar,
Kazım
Karabekir gibi
isimler önemli görevlere getirilmiştir. Ali
Fuat Cebesoy
ve Kazım
Karabekir
Meclis Başkanlığı’na dek yükselmiştir.
“Yeni
Politika”
İnönü,
bu yöndeki karar ve davranışını şöyle anlatmıştır;
“İçişlerinde
yeni bir politika gerekli idi. Bu politika gerginlikleri ciddi olarak
giderme veya yumuşatma yönünde olacaktı. Eski küskünlükleri
kaldırmak için, ciddi olarak çalışmak kararındaydım... Eski
küskünlük dediğim zaman, Terakkiperver ve Serbest Fırka
teşebbüslerinden kalan huzursuzlukları murat ediyorum.”1
Bu
sözlerin taşıdığı anlam, sonraki politik uygulamalarda
somutlaşacaktır. Türk toplumu 1923-1938 arasında, olağanüstü
devrimci bir dönem yaşamıştır. Böyle bir dönemde devrim
karşıtı eğilimlerin ve bunların örgütsel tepkilerinin oluşması
kaçınılmazdır. Karşı-devrimci tepkileri, ‘iç
politika gerginlikleri’
olarak gören ve bu tepkileri; giderme ve yumuşatma adıyla,
Terakkiperver
ve
Serbest
Fırka
yöneticileri ile uzlaşmaya varan anlayışın, devrimcilikten,
bağlı olarak da Atatürkçülük’ten uzaklaşmayla sonuçlanması
kaçınılmazdı. Nitekim 1939-1950 döneminde bu tür ‘gerginlik
giderme’ uygulamaları
sıkça yapılmıştır.
Atatürk
döneminde Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği, Milli Eğitim
Bakanlığı yapmış ve ilk ‘İnkilap
Tarihi’
derslerini vermiş olan Prof.Hikmet
Bayur’un
Atatürk’ün
ölümünden sonraki uygulamalar için görüşleri şöyledir: “...
Atatürk ölür ölmez, Atatürk aleyhine bir cereyan başlatılmıştır.
Mesela Atatürk’e bağlı olan bizleri İnkılâp derslerinden
aldılar. Kendi adamlarını koydular. O dönemde Atatürkçülüğü
övmek ortadan kalkmıştı.”2
Gerginliği gidermek savıyla yeni gerginlikler yaratılıyor ancak
bu kez gerilen taraf Atatürk’ün
yakın çevresi ve Atatürkçü kadrolar oluyordu.
Atatürkle
“Araya Mesafe Koyma”
Atatürk’ün
yakın çevresinin yönetimden uzaklaştırılmasıyla başlayan
süreç, açıkça söylenmeyen ve yazılmayan ancak davranış
biçimleriyle ortaya koyulan dizgeli (sistemli) bir politikaya
dönüştürüldü. Bu politikanın somut sonucu; devlet
politikalarında Atatürk
ve Atatürk dönemiyle “araya
mesafe koyma”
eğilimiydi.
İnönü
milli şefti ve herşeyi o belirliyordu. Devlet kadrolarında
yükselmek isteyenler günün gereklerine uymak durumundaydılar.
Atatürk’ün
yakın çevresi gözden düşmüştü. Onlarla birlikte görünmek,
yükselmeyi önleyen bir etkendi. İlk kadın milletvekillerinden
Fakihe
Öymen,
Afet
İnan’ın
kendisini sıkça ziyaret etmesi nedeniyle kimi milletvekillerince
uyarılmış ve Atatürk’ün
yakını olan bu kişiyle fazla görüşmemesi önerilmişti.3
Din
eğitimi almış ve faşist eğilimler içindeki Şemsettin
Günaltay,
İnönü
Cumhurbaşkanı olduğunda, Atatürk
dönemini karalayan ve Atatürk’ü
dolaylı olarak aşağılayan; “İnönü
devri başlıyor, fazilet devri başlıyor”4
demiş ve ileride başbakan yapılmıştı.
Pullar,
Paralar
İnönü
döneminin biçimsel gibi görünen ancak bilinçli olarak yapılmış
uygulamalarından biri de, pul ve paralardan Atatürk’ün
resimlerinin kaldırılarak yerine İnönü’nün
resimlerin bulunduğu pul ve paraların piyasaya sürülmesidir.
Kamuoyunda
derin tepki uyandıran bu uygulamanın amacına yönelik bir açıklama
yapılmamıştır. Ancak, uygulamanın siyasi bir anlayışa
dayandığı, yönetim değişimini ve bu değişimin gücünü halka
göstermeyi amaçladığı yönünde değerlendirmeler yaygındır.
Laiklikten
Ödün
1939-1950
döneminde en çekinceli ödünler, henüz tam olarak yerleşmemiş
olan laiklik konusunda verilmiştir. Dinsel inançların siyasi çıkar
için kullanılmasının 1950’den sonra başladığı yönünde
yaygın bir kanı vardır. Oysa bu tür uygulamalar Atatürk’ün
ölümünden hemen sonra başlamıştı.
Sandıkta
yarışın sözkonusu olmadığı tek parti döneminde, laiklikten
verilen ödünlerin hangi somut amaca yönelik olduğunun mantıksal
bir açıklaması bugüne dek yapılamamıştır. DP’nin
uygulamaları, kendinden önce başlatılan bir süreci, yoğunluğunu
arttırarak sürdürmesinden başka birşey değildir.
İlk
kadın milletvekillerinden Fakihe
Öymen’in
konuyla ilgili olarak, döneme ve dönemin Cumhurbaşkanı İnönü’ye
eleştirileri oldukça serttir; “...
İnönü bütün hareketlerinde Atatürk’ün üstünlüğünü
silmek için elinden gelen gayreti sarfetti. Bunu genel bir fikir
olarak söyleyebilirim. Atatürk’ün yolunda yürümüş olsaydı,
herşey başka türlü olacaktı. Atatürk öldükten sonra birçok
dostumuz var ki İsmet Paşa zamanında oruç tutmaya, namaz kılmaya
başladılar. Kusurumuz, laikliği memlekete yayamamaktır. Onun için
ben şahsen, İnönü’nün Anıtkabire defnedilmesini bile
istemedim.”5
Prof.Hikmet
Bayur’un
bu konuyla ilgili olarak aktardıkları, ödünlerin verilmesinin
1940’lı yılların başlarına kadar gittiğini gösteriyor.
Hikmet
Bayur
şunları söylüyor: “Atatürk
öldükten sonra biz seçim bölgelerimize gittik. Bir müddet sonra,
galiba yeni seçimlerden sonra baktım her mahallede bir kuran kursu
açılmış. Bunlar yoktu eskiden. İnönü Cumhurbaşkanı ve Recep
Peker’de İçişleri Bakanı ki, Recep Peker de bu softaların
şiddetli aleyhindeydi. Gittim Ankara’ya, Recep Peker’e dedim ki,
Ne hâl bu? Ne yapayım dedi emir en büyük yerden geliyor. Yani
İnönü din düşmanlığı yapmadı, dincilik yapıyor. Daha sonra
İlahiyat Fakültesini açtı. Sonra İmam Hatip okulları açtı.
İmam Hatip okullarına Fıkıh dersi koydurdu. Fıkıh dersine hiç
lüzum yok. Çünkü fıkıh demek şeriattan doğma yani Kuran’dan
ve peygamberin davranışlarından çıkarılan hükümlere göre
yapılmış kanunlar demektir.”6
Falih
Rıfkı Atay’ın
görüşleri de benzer niteliktedir. Bilindiği gibi Atay,
Atatürk’ün
yakın çevresinde bulunmuş ve Cumhuriyet’in hemen tüm
dönemlerini yaşamış bir insandır. “Atatürkçülük
Nedir?”
adlı kitabında şunları yazıyor: “Atatürk
öldükten sonra CHP merkezi ve Çankaya çevresini, Atatürk’ün
yaptıklarına daha o sağ iken inanmamış olanlar sarmıştı.
Kurultaylarda pek nüfuzlu kimselerden Kemalizm ve lâisizm
deyimlerinin tüzükten çıkarılması istenmişti.
(1953 Kurultayında Kemalizm CHP programından çıkarılmış yerine
Atatürk yolu diye bir kavram getirilmiştir y.n.)...”7
Falih
Rıfkı
bir başka kitabı, Bayrak’ta
konuyla ilgili olarak şunları yazar: “Atatürk’ün
CHP’ye bıraktığı gerçek miras devrimleri idi. Bu devrimlerin
iki esas temeli, Laisizm ve eğitim birliği, CHP idaresi devrinde
temelinden sarsılmıştır. CHP İmam-Hatip okullarına fıkıh
dersi koymakla eğitim birliğini yıkmıştır. O vakitten beri CHP
Atatürk’ün değil İnönü’nün partisidir.”8
Siyasi
ve Ekonomik Ödünler
Gericiliğe
verilen ödünler, Kemalist devrim anlayışına uygun düşmeyen
uygulamaların bir bölümüydü. Ekonomik kalkınma, dış siyaset
ve ulusal bağımsızlık gibi temel ilkelerde verilen ödünler daha
etkili ve kalıcı olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
1937
yılında altı ok anayasa maddesi yapılırken, on yıl sonra
devletçilik ve devrimcilikten vaz geçildi. Projeleri hazırlanmış
olan Demir-Çelik, Genel Makina ve Elektrolitik Bakır gibi
yatırımlar izlenceden (programdan) çıkarılıyor, sanayileşmeyle
bağdaşmayan yeni kalkınma planları yapılıyordu.
Çelişkili
Dönem
1939-1950
arasındaki 11 yıl, Kemalist atılımların durdurulduğu, geri
dönüş sürecinin başladığı, çelişkilerle dolu bir dönemdir.
Bu dönemde, hem henüz etkisini yitirmemiş olan devrim ilkeleri hem
de geri dönüş uygulamaları varlığını birlikte sürdürmüştür.
Batıyla uzlaşma ve giderek emperyalizmin etkisine girmeyle
sonuçlanan bu süreç; İngiltere ve Fransa ile yapılan Üçlü
Bağlaşma Antlaşması’yla
başlamış, çeşitli aşama ve yoğunluklardan geçerek günümüze
dek sürmüştür.
İsmet
İnönü
1960’larda, Abdi
İpekçi
ile yaptığı bir konuşmada şöyle söylüyordu; “Demokratik
rejime karar verdiğimiz zaman, büyük otorite ile büyük
reformların hemen yapılabileceği dönemin değiştiğini,
değişmesi gerektiğini kabul etmiş oluyorduk.”9
Değerlendirmedeki
dikkat çekici yan, “büyük
otorite ile büyük reformların yapılması döneminin”
yalnızca değişmiş olması yönündeki saptama değil, “değişmesi
gerektiği”
yönündeki kabuldür. Burada devrimci dönemin, nesnel koşullar
nedeniyle sona erdiği söylenmiyor, devrimcilikten vazgeçildiği
kabul ediliyor. Oysa Kemalist
düşünce ve eylem, sürekli devrimi kabul ediyor ve “Hiçbir
gerçek devrim, gerçeği görenlerin dışında çoğunluğun oyuna
başvurularak yapılamaz”10
“Devrimler
yalnızca başlar, bitişi diye bir şey yoktur”
diyordu.11
Görüşler
arasındaki niteliksel karşıtlık, dünya görüşlerine dayanan
yapısal bir ayrım mı, yoksa zaman içinde yeni koşulların neden
olduğu düşünce değişikliği miydi? Bu sorunun yanıtını,
İsmet
İnönü’nün,
Mustafa
Kemal’e
1919 yılında, henüz İstanbul’dayken yazdığı mektupta aramak
gerekir; “Bütün
memleketi parçalamadan ülkeyi bir Amerikan denetimine bırakmak,
yaşayabilmek için tek uygun çare gibidir”.12
1945
Sonrası ve ABD
1945
sonrasında artan ABD etkisi ve girişilen seçim yarışı,
Atatürkçülükten verilen ödünlerin nicelik ve kapsam olarak
önemli miktarda artmasına yol açtı. 1930 Serbest
Fırka
girişimini kendine örnek alan DP ve CHP, bu konuda birbirleri ile
yarışır duruma geldi. Yönetimdeki parti olarak CHP’nin
eylemleri, somuta yönelik olduğu için daha etkin ve kalıcı oldu.
DP, ‘ödün
verme yarışının’
bayrağını 15 Mayıs 1950’de devraldı.
Devrimcilik
ve Laiklik ilkelerine bağlılıkları tartışma konusu olan bir
küme CHP milletvekili 1946 ve 1950 seçimlerinde, DP’nin en güçlü
yanının; “halkın
dini hislerini okşamak”
ve “milli
ahlaka uygun hareket etmek”
olduğunu ileri sürerek, bu silahların artık kendileri tarafından
kullanılacağını açıkladılar.
Bu
anlayış en üstten en alta dek hemen tüm CHP örgütlerini sardı.
Devlet okullarında din dersleri okutulması için yasa çıkaran CHP
hükümeti, ödün sınırını, Ticani
Tarikatıyla
işbirliği yapmaya dek götürdü.
Verilen
ödünler zaman zaman Celal
Bayar’ı
bile rahatsız ediyordu. Seçimler öncesinde iki parti başkanı bir
araya gelerek parti çalışmalarında din sömürücülüğü
yapılmaması konusunda anlaşmıştı. Ancak, bu anlaşma hiçbir
zaman yaşama geçmemişti. Örneğin, Celal
Bayar
Bursa’da yaptığı bir seçim konuşmasında, ağırlığı
laikliği savunan görüşlere vermiş ve bu yüzden Sebilürreşad
adlı şeriatçı bir dergi tarafından dinsizlikle suçlanmıştı.
CHP bu dergiden binlerce satın alarak, tüm Türkiye’ye
dağıtmıştı. Celal
Bayar
konuyu İnönü’ye
ilettiğinde aldığı yanıt; “Ne
yapalım bizim arkadaşlar senin bir zaafından istifade etmişler”
olmuştur.13
Batıyla
Bütünleşme
Atatürk’ün
ölümünden yalnızca altı ay sonra Türkiye 12 Mayıs 1939’da
İngiltere, 23 Haziran’da da Fransa ile iki ayrı deklarasyona imza
attı. Sovyetler Birliği’nde büyük rahatsızlık yaratan bu
deklarasyonlar, 19 Ekim 1939 tarihinde İngiltere, Fransa ve Türkiye
arasındaki Üçlü
İttifak Anlaşması
durumuna getirildi. Anlaşmanın yapıldığı günlerde Almanya,
İngiltere ve Fransa ile savaş halindeydi ve bu anlaşma, Hitler’in
Türkiye’yi işgal planı içine almasına neden olmuştu.
Antlaşmadan
sonra, Sovyetler Birliği ile ilişkiler bozulmuş, Almanya’nın
tepkisi çekilmiş ve hemen hiçbir şey kazanılmamıştı. Ancak
çok önemli bir şey yitirilmişti. Onbeş yıl boyunca uygulanan,
sınır komşuları dahil dünyanın tüm ülkelerine güven veren,
bağımsız ve bağlantısız Kemalist dış politikadan vazgeçilmiş
ve yeniden “Batıya
bağlanma”
sürecine girilmişti; Atatürk’ün
ölümüne dek yaptığı uyarılar ve bıraktığı vasiyet yerine
getirilmemişti.
Üçlü
ittifak anlaşmasıyla yapılan iş, açık ve anlaşılır biçimde;
tam bağımsızlıkta ödünsüzlük, kendi gücüne dayanma ve
Batıyla eşit ilişkiler temeline dayanan Atatürkçü dış
politikadan uzaklaşmaydı. Oysa bunlar Türk Devrimi’nin özünü
oluşturuyordu.
Batıya
bağlanma eğilimi, İnönü
için hata değil, bilinçli bir seçimdi. Bu gerçek, daha sonraki
uygulama ve açıklamalarla açık olarak ortaya çıkacaktı. İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği ile sorun yaşandığı
günlerde Amerikalı bir gazeteciye şunları söylemişti: “Eğer
Rusya gelip de aradaki anlaşmazlıklara olumlu biçimde çözme
teklifinde bulunsa bile ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle el
ele gitmesi taraftarıydım.”14
İsmet
İnönü,
Türkiye’nin yalnızca siyasette değil ekonomide de “Amerika’yla
el ele gitmesi taraftarıydı”.
Bu “taraftarlığını”,
Cumhurbaşkanı seçildikten 4,5 ay sonra göstermişti.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti yabancı bir ülkeye imtiyaz tanıyan ilk
anlaşmayı 1 Nisan 1939 günü yaptı. 5 Mayıs 1939 günü
yürürlüğe giren bu anlaşmaya göre, Türkiye ABD’ne “Gerek
ithalat ve ihracatta ve gerekse diğer tüm konularda en ziyade
müsaadeye mazhar ülke statüsü”
tanıdı. Ayrıca, ABD sanayi malları için yüzde 12 ile yüzde 88
arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlandı.15
ABD’ne, ticaret başta olmak üzere “tüm
konularda”
imtiyazlar tanıyan 1 Nisan 1939 anlaşması imzalandığında,
Atatürk’ün
bu tür anlaşmaları imzalayan Bekir
Sami’yi
görevden alışından 18 yıl, ölümünden ise yalnızca 140 gün
geçmişti.
1
Nisan 1939 Ticari imtiyaz anlaşması, 12 Mayıs–23 Haziran 1939
Deklarasyonları ve 19 Ekim 1939 “Üçlü
İttifak Anlaşması”,
yaşamını bu tür anlaşmalara karşı savaşıma adamış olan
Mustafa
Kemal’in
ölümünden sonraki bir yıl içinde yapılmıştı. Bu bir yıl
içersinde Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan ve 20 yıl önce
Türkiye’yi işgal eden Batılılara, ekonomik siyasi ödünler
veriliyor ve bu ödünlere dayalı anlaşmalar yapılıyordu.
İsmet
İnönü
“Üçlü
İttifak Anlaşmasının”
yapıldığı günlerde kendisiyle görüşen Daily
Telegraf
gazetesi bildirmenine (muhabirine) şunları söyleyecektir: “İngiliz
milletine Türk milletinin muhabbetli selamlarını bildirmenizi rica
ederim. Türkiye Cumhuriyeti ile ittifakı İngiliz milletinin
samimiyetle karşıladığını görmek bizi çok sevindirmiştir. Bu
ittifakı ilham eden siyasete samimi yardımından dolayı bilhassa
İngiliz matbuatına müteşekkirim. İttifaka karşı samimi olduğu
kadar da üstlendiği yükümlülükleri yerine getirme azminde olan
Türk milletinde, İngiliz milleti sadık bir müttefik
bulacaktır.”16
İsmet
İnönü,
İngilizler için yaptığı açıklamanın bir benzerini beş yıl
sonra Amerikalılar için yapacaktır. ABD ile yapılan “yardım”
anlaşması nedeniyle yaptığı radyo konuşmasında şunları
söyleyecektir: “Büyük
Amerika Cumhuriyeti’nin ülkemiz ve ulusumuz hakkında beslemekte
olduğu yakın dostluk duygularının yeni bir örneğini teşkil
eden bu sevinçli olayı (yardım anlaşmasını) her Türk candan
alkışlamalıdır.”17
Amerikan
donanmasının Missouri
Zırhlısı,
5 Nisan 1946 günü İstanbul’a geldiğinde büyük törenlerle
karşılanmıştı. O günlerde TBMM’nde inanılmaz konuşmalar
yapılıyordu. Başbakan Şükrü
Saraçoğlu,
Türkiye’nin ABD’ne olan 4,5 milyon dolarlık borcunu ödemesi
üzerine yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
“Hepimiz inanıyoruz ki Amerika Birleşik Devletleri’ne bu parayı
vermekle borcumuzun yalnız maddi kısmını ödüyoruz. ABD’ne bir
de manevi borcumuz var ki onu da özgürlük, eşitlik, bağımsızlık
ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak
suretiyle ödeyeceğiz.”18
Aynı
günlerde CHP Bursa milletvekili M.
Baha Pars,
TBMM’nde şunları söylüyordu: “Bugün
bu büyük milletin, Amerika’nın, insanlığa yaptığı yardımı
hatırlayıp teşekkür ederken, peygamber gibi temiz ve kusursuz
Roosevelt’i ve onun halefi olan kıymetli devlet ve millet adamı
Truman’ı hürmetle selamlarım.”19
DİPNOTLAR
1 “İkinci
Adam” Şevket Süreyya Aydemir,
Remzi Yay., 2.Cilt, sf.45
2 “Tarihe
Tanıklık Edenler” Arı İnan
Çağdaş Yay., sf.364
3 a.g.e.
sf.364
4 a.g.e.
sf.365
5 “Tarihe
Tanıklık Edenler” Arı İnan,
Çağdaş Yay., 1957, sf.373
6 a.g.e.
sf.336
7 “Atatürkçülük
Nedir ?” Falih Rıfkı Atay
Bates Yay., sf.44-45
8 “Bayrak”
Falih Rıfkı Atay
Bates Yay., sf.121
9 “Milli
Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu,
3.Cilt, sf.696
10 “Atatürk
Antolojisi” Yusuf Çotuksöken,
İnkilap ve Aka Yay., sf.36
11 “Atatürk
İlkeleri ve Türk Devrimi” Hacı Angı,
Angı Yay., sf.93
12 “Milli
Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu,
3.Cilt, sf 1696
13 “Politikada
45 Yıl” Y.Kadri Karaosmanoğlu,
İletişim Yay., sf.192-195
14 “Çok
Partili Hayata Geçiş”
Prof. Taner
Timur,
İletişim Yayınları.
15 Ulus
Gaz.10.05.1939, ak. Hikmet
Bila “CHP 1919–1999”
Doğan Kit.2.Baskı, sf.89
16 “İkinci
Adam” Ş.Süreyya Aydemir,
Remzi Kit., 4.Baskı 1979, 2.Cilt, sf.125–126
17 “Bitmeyen
Oyun” Metin Aydoğan,
Umay Yay., 37. Baskı 2005, sf.206
18 “CHP
1919 – 1999” Hikmet Bila,
Doğan Kitapçılık, sf.118
19 a.g.e.
sf.118
orientalismin, kulturel emperyalismin etkisinden beyinlerini kurtaramayanlar Ataturk'u oldurup, politikalarini ters duz ettiler, halbuki istiklal marsinda bile bati tek disi kalmis canavar olarak tanimlanmisti, genclige hitabe de uyarmisti, Ataturk'un buyuklugunun altinda ezilmis hissettiler kendilerini, kiskandilar, cekemediler, anlamadilar, yuz yil kaybettik, buyuk firsatlar kacti, Ataturk'un orta dogu politikasi, ikinci dunya savasinin mutlak galibi Rusya'nin destegi ile, Asya'yi Dogu'yu arkasina alarak, dunyanin en zengin ve guclu yapisini Turk Milleti liderliginde orta doguda kuruyordu. bunun onunde hic bir engel yoktu. Rusya'yi Asya'yi ikinci dunya savasini anlayamadilar Ataturk'u oldurenler. Israil yoktu, Suudiler yoktu, eski Osmanli milletleri el ele en zengin ve guclu yapiyi kurmuslardi. Cok kotu satildi vatan. Bugun gene bunu basarmak mumkun,sartlar ne kadar kotu olsa da, ne kadar uzun surse de, fakat satilmislarin hepsini sallandirmak gerekiyor. cok daha zorlu bir yol ile karsi karsiyayiz. bugun gene dunya politikasini anlayamayanlar ile bir yokolusa ve intihara surukleniyoruz. halbuki gormedikleri gercekler ile cok buyuk isler basarabilir bu millet. ama goremiyorlar. beyinleri, kalpleri ve vicdanlari yetmiyor satilmislarin.
YanıtlaSilSayın Metin Aydoğan,
YanıtlaSilBu konuda ne kadar bilgi eksikliği içerisinde olduğumu fark ettim. Emekleriniz için sonsuz teşekkür ediyorum. Sabırsızlıkla bloğunuzdaki tüm yazıları en kısa sürede okuyacağım.
Sayin Metin Aydogan,
YanıtlaSilKisa bir süreden beri Sevgili Banu Avar in üzerin den Sizin yazilariniza ulasabilme zevkine erisebildim. Tarafsiz bakis acinizi ve arastirmaci irdelemelerinizi yaziya döktüklerinizi büyük bir ilgi ile okuyor ve izliyorum.
Hersey den önce o güzel emeklerinize sonsuz tesekkürler.
Son yaziniz da da verdiginiz bilgiler, degindiginiz konular, digerleri gibi, saklanan, saptirilan, kötüye kullanilan, Gazi M. K. Atatürk sonrasi Türkiye Cumhuriyetinin hayati konularinin en önde gelenidir.
Hicbir bicim de "izm" lerin dar bakis acisi ile irdelenemeyecek olan insanlik tarihi aktarimi, Sizler gibi acik, dürüst, gercekci, tarafsiz, gercek cesur kalemlerin elin de tarih yazma sanatina dönüsmektedir.
"-Inanin bana, gezdigim bir cok bati ülkelerin de ortak tek bir noktayi gördüm. 1970 den sonra gelen nesiller sistematik olarak bencillestiriliyor, dolayisi ile aptallastiriliyorlar, Türkiye de de oldugu gibi.
-Cizilmis sinirlar icinde ki sanal ve önce den belirlenmis "özgürlük" kaliplari bu insanlari görüntü de bir süre mutlu edebilmek de...
-Genetik kodlarina ve soylarina istinaden secilmislere, verecegi hizmete göre egitim verilmektedir. Konunun ilginc yani, bu insanlar yürüdükleri yolun dogruluguna kayitsiz ve sartsiz inanmaktadirlar.. "
Icin de buludugumuz ortamlarin vahsiligi, kana susamisligi, insanligin basindaki "yeni liberalizm" belasinin üzerimiz den bir türlü gitmek istememesi dir.
Ben onbinlerce yillik yüksek Türk kültürünün yine bu agir görevin de altin dan kalkabilecegine icten inaniyorum.
En icten Sevgi ve Saygilarim ile
E. R. Cankatan
Sevgili Atalay, Sevgili Fatih, sevgili Cankatan; nitelikli yorumlarınız için teşekkürler. Sizin gibi okurları olmak bir yazar için ayrıcalıktır.
YanıtlaSilİnönü karşı devrime elini verdi sonra Uşak ve Topkapı'da bunun karşılığını acı şekilde gördü. Hasar gören sadece kendisi değildi tabii. Bütün ülkenin sıkıntılara düşeceği bir dönem başlamış oldu. Yazı ve araştırmalar için tebrik ve teşekkür Sn.Aydoğan
YanıtlaSilBir türlü anlayamadığım konu neden illa da batıya yaranmak, batıya bağlanmak zorundayız? Şimdi tek kutuplu dünyada ve geçmişten kalan ikili antlaşmalardan sonra belki aksi zor ancak hele de hemen Atatürk sonrası dönemde neden batıya bağladık ülkeyi? Nedir bu öykünmeci tavırlar? Hadi bunu sıradan insanlar yapsa anlaşılır bir yere kadar da koca koca devlet adamları bunu nasıl ama nasıl yaparlar? Anlamak mümkün değil!!!
YanıtlaSilPadişah değiştiğinde nasıl yeni basılan paralara yeni padişahın fotoğrafı ya da tuğrası basılır veya darp edilir bu tarzı ve saltanat sistemini kafasından silemeyen Ismet Inönü de benzerini denedi. 16 Mayıs'ta Istanbul'dan Samsun'a hareket eden Bandırma vapurunda da belki bu yüzden yoktu. Biraz daha havayı koklamak niyetindeydi belli ki. Ayrıca o Amerikan mandacılığına ta başından beri taraftardı.
YanıtlaSilPadişah değiştiğinde nasıl yeni basılan paralara yeni padişahın fotoğrafı ya da tuğrası basılır veya darp edilir bu tarzı ve saltanat sistemini kafasından silemeyen Ismet Inönü de benzerini denedi. 16 Mayıs'ta Istanbul'dan Samsun'a hareket eden Bandırma vapurunda da belki bu yüzden yoktu. Biraz daha havayı koklamak niyetindeydi belli ki. Ayrıca o Amerikan mandacılığına ta başından beri taraftardı.
YanıtlaSilSayın Aydoğan,
YanıtlaSilÖncelikle sayenizde git gide daha çok bilgilendiğimi belirtmek istiyorum. Resmen bende okuma, bilgilenme ve daha çok gelişme isteğini tetiklediniz. Öğrendikçe hedeflerim ve hayata bakışım değişim gösteriyor.
Benim anlamadığım İnönü bu kadar mı körmüş? Cumhuriyet döneminden önce mandacılığı savunmuş, olabilir herkes hata yapar ama 15 yıllık Kemalizm dönemi hiç mi bir şey öğretmemiş? Aynı durum Celal Bayar için de geçerli. Atatürk'le yakından çalışmış bir başbakan ama ondan hiçbir şekilde feyzalmamış.
Durumu anlamaya çalışıyorum sadece.
Saygılarımla.
Hayatimda her zaman Atatürk ün neden ismet İnönü kadar uzun yaşamadığına üzüldüm, ülke olarak kaderimiz değişebilirdi��
YanıtlaSil