Türkler,
akla dayalı özgürlükçü yaklaşımlarıyla, dinsel bağnazlığın etkisine girmemişler, “dini toplumsal
varlığın temeli olarak görmemişlerdir”. Türkler, dinle siyaseti hiçbir
zaman birbirine karıştırmamış, önceliği her zaman siyasete vermiştir. Türk
düşünürleri içinden dinle ilgilenenler, genellikle ruhani dinlerin kabul
edemeyeceği kendilerine özgü görüşler ileri sürmüşlerdir. Yaratan’la aralarına kimseyi sokmamışlardır.
Dönemler ve İnanç Değişimi
Din duygusunun siyasi araç durumuna getirilmesi ve
bunun üstelik yoğun olarak yapılması, günümüz dünyasının somut bir gerçeğidir.
Bu tutum, özellikle Batı’nın tarihsel bir geleneğidir. Hıristiyanlık, 2000
yıllık tarihi içinde, üretim ilişkilerinin belirlediği, ayrımlı nitelikte üç
değişik toplum biçimi, buna bağlı olarak üç türlü Hıristiyanlık yaşadı.
Yahudilikten türeyen bir mezhep olarak ortaya
çıktığında, çözülmekte olan köleci toplum biçiminin izlerini taşıyordu. Tanrı’yı, İsa’nın kişiliğinde yeryüzüne
indirmiş ve Tanrı inancını günlük olayların parçası durumuna getirmişti.
Bu dönem, Hıristiyanlığın ezilmişliğe karşı çıkan saf
dönemiydi. Köleciliğin yerine geçen feodal düzende, ruhanilikle dünyevilik bütünleştirildi ve Katolik Kilisesi,
insanlar üzerinde baskı kuran, en büyük feodal güç oldu. Bu dönem Hıristiyanlığın baskıcı dönemiydi.
Feodalizmin ortadan
kaldırıldığı kapitalist dönemde ise, özellikle Protestan ve Kalvinist mezhepleri aracılığıyla;
Hıristiyanlık, sosyal yaşama daha çok karıştırıldı ve yeni düzenin ayakta
tutulmasının aracı haline getirildi. Bu dönem, Hıristiyanlığın kapitalist
ilişkilere, serbest ticarete uyumlaştırıldığı liberal dönemdi.
İnanç Ayrımının Baskısı
Batı kültürünü derinden etkilemiş olan Hıristiyan
inancının, her döneme uyum gösteren değişken yapısıyla siyasileşmesi,
Batılıların Türkler’e ve Türk tarihine olan karşıtlığının önemli nedenlerinden
biridir. “Din üstüne toplum kuruculuğunun ve genel olarak ruhani düzenlerin
temsilcileri” olan Batılılar, yalnızca bu nedenle bile, Türkleri her zaman
yabancı ve kendilerine uzak bulmuşlardır.
Avrupa inanç geleneğine uymayan din anlayışlarıyla
Türkler, güçlü bir inançsal karşıtlık oluşturmuşlar ve Hıristiyanlığın siyasi
temsilcileriyle sürekli çatışmışlardır. Din görünümlü bu çatışmanın altında
yatan ekonomik çıkarlar, Türk-Avrupa karşıtlığını kalıcı bir politikanın nedeni
durumuna getirmiştir.
Çin,
Hint, Japon gibi başka Doğu dinleri de, Hıristiyan düşüncesiyle uyuşmamış ancak
onlar, yalnızca sömürgecilik döneminden sonra Avrupa ile karşı karşıya
gelmişlerdir. Bu nedenle, Avrupa’nın tepkisini Türkler kadar çekmemişlerdir. 1
Türk İnanç Biçimi
Türkler, tarihlerinin hiçbir döneminde tümüyle din
üzerine kurulu bir toplum düzeni kurmadılar; peygamber ve ruhani önder çıkarmadılar. İnanç
biçimlerini, Tanrı’ya ve gerçeğe akıl yoluyla ulaşma üzerine kurdular. “Bütün
dinlere ilgi ve saygı gösterdiler ancak kendilerini hiçbir zaman herhangi
birinin tutsağı yapmadılar.” 2
Prof.Niyazi
Berkes’e göre; Tanrı’yla kul arasında aracı kabul etmeyen ve “en insancı
inanç yorumu” olan Yaradancı (deist) din anlayışı, Türk tarihinin
tüm dönemlerinde geçerli olmuştur; “Türk inanç dizgesinde, Tanrı yalnızca
yaratmış, yarattıktan sonra dünya işlerine karışmamıştır”. 3
Dinlerle İlişki
Türkler’in, gittikleri yerlerde ilişki kurmadıkları din
kalmamış gibidir. Totemcilik, Animizm; Şamanizm, Budizm,
Judaizm, Maniheizm, Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık
v.b. birçok dinle karşılaşmışlardır. 4 Bu dinlerden yalnızca ruhban
sınıfının aracılık yaptığı Hıristiyanlık ile uyuşamamışlar ya da bu dinin
geleneksel yapısına ters düşen ayrıksı türevleriyle (heretik) ilişki
kurmuşlardır.
Akla
dayalı özgürlükçü yaklaşımları nedeniyle, hiçbir dönemde dinsel bağnazlığın etkisine
girmemişler, dini “toplumsal varlığın temeli olarak görmemişlerdir”.
Türkler, dinle siyaseti hiçbir zaman birbirine karıştırmamış, önceliği her
zaman siyasete vermiştir. Türk düşünürleri içinden dinle ilgilenenler,
genellikle ruhani dinlerin kabul edemeyeceği kendilerine özgü görüşler ileri sürmüşlerdir.
5 Yaratan’la
aralarına kimseyi sokmamışlardır.
Toplumu Yönetmek
Değişik inanç ve etnik yapıya sahip çok sayıda
topluluğu, uzun dönemler boyunca yönetmiş olan Türkler; egemenliğini yalnızca din
ya da ırk öğesine dayanarak sürdüremeyeceklerini biliyorlardı. Bunu
yaşayarak öğrenmişlerdi. Çok eskiye giden ve yönetim geleneğini oluşturan bu
bilinç; ortak bir toplumsal istenç olarak, dinlere ve ırklara
gösterilen hoşgörüye kaynaklık etmiştir. Türkler’de din ve ırktan önce; devlet, ordu ve ekonomik düzen
önemlidir. İnanç ya da etnik yapılar bu düzene uyum gösterdiği oranda
etkilidirler.
Prof.Niyazi
Berkes, Türkler’in din ve ırk yaklaşımı ile devlet kuruculuğu arasındaki
bütünlüklü ilişki konusunda şunları söylemektedir: “Türk adı üzerinde bir
sonuca varmayan tartışmaların incelenmesi bize gösterir ki, bu adın arkasında
ne yalnızca ırk ne de bencil ümmet vardır. Türklük her zaman uygar bir toplumun
adıdır. Dili Türkçe olan çok sayıda kavim vardır ancak kavimlikten çıkarak
devlet kurmuş daha da çok Türk vardır. Türkler, ilk Çağ ve Orta Çağ tarihinde;
Asya'da, Avrupa ve Afrika’nın önemli parçalarında, hiçbir ırkın, hiçbir
kavmin yapamadığı bir iş olan devlet kuruculuğu yapmıştır. Zanaatçılığı ve
tarım üreticiliğini geliştirmiş ve başka toplumlardan ayrılmıştır. Kavimleri,
kabileleri, hatta ulusları kan akrabalığı ya da din toplulukları olmaktan
çıkararak onları endüstri grupları halinde örgütlü birimler olarak
kümeleştirmişler ve devlet vatandaşlığı kavramını içeren; yasaya bağlı büyük
devletler kurmuşlardır”. 6
Kaynaşma Yeteneği
Türkler arasında, kan bağına dayalı söylenceler ya da
kişiye doğuştan ayrıcalık tanıyan soyluluk geleneği değil, boy ya da
kavmin çıkarlarını önde tutan bir anlayış egemendir. Çoğunlukla, başka
kavimlerle kan karışımının daha sağlıklı bir soy yaratacağına inanmışlar ve bu
inançla, “kan karışımını” özendiren
bir tutum takınmışlardır.
Tarihleri
boyunca sürekli dışa açılmışlar, gittikleri yerlerde her çeşit ırkla ilişki
kurmuşlar ve çoğu kez onları içlerinde eriterek varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Tarih boyunca ve evrensel düzeyde varlık gösterebilmelerinin nedeni, başka
halklarla ilişki kurmada gösterdikleri başarı ve uyum yeteneğidir.
İnançta Özürlük
Türkler, Gök Tanrı inancıyla, tanrıyı soyutlayan Tektanrılılığı kabul
eden ilk millet olmuştur. Bu nedenle, Türklerde çok tanrıcılık, puta taparlık
geçerli olmamıştır. Gök Tanrı yaratandır.
Canı o verir ve o alır. İnsanlara yol gösteren odur.
Eski Türk devletleri, din inancını
devlet işlerine karıştırmamış, ayrı tutmuştur. Türklerde, halk dini bir
topluluk değildi. Din adamları vardı ve onlara saygı gösterilirdi. Ancak, din
adamları, siyasete karıştırılmaz, devlet işlerinden uzak tutulurdu.
DİPNOTLAR
1
“Türk Düşününde Batı Sorunu” Prof.N.Berkes, Bilgi Yay., sf.268
2
a.g.e. sf.268
3
a.g.e. sf.268
4
“Hıristiyan Türkler’in Kısa Tarihi” Yakup Aygil, Ant Yay., 1995, sf.9
5
“Türk Düşününde Batı Sorunu” Prof.N.Berkes, Bilgi Yay., 1975, sf.269
6
a.g.e. sf.275
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder