Türk-Kürt ilişkilerinin kökeni, Abbasi
Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Gazneli Mahmut’tan (988-1030), Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun
kurucusu Tuğrul Bey’e, (990-1063), Alparslan’dan (1029-1072), Anadolu
Selçuklularına ve Osmanlı döneminden geçerek günümüze dek gelir. Türk-Kürt
birlikteliği, devlet görevlerinde yer almayla sınırlı kalmayan ve toplum
düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya ulaşmıştır. Bu iki halkın
insanları, etnik kökenine bakılmaksızın; tarımdan hayvancılığa, zanaatçılıktan
tecime (ticarete), kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her alanında, eşit
biçimde yer aldılar. Benzer değer yargıları, ortak yönelişler ve aynı dinsel
inanış içinde, çok uzun süre birlikte yaşadılar.
Gönüllü Birliktelik
Türk-Kürt
ilişkileri; uzun süre birlikte yaşamanın, iç içe geçerek güce
dayanmayan özümlemenin (asimilasyon), gönüllü bütünleşmenin ve ortak değerlere
sahip olmanın tarihi gibidir. Halklar arasındaki her ilişki özgündür ancak her
özgünlüğün aynı zamanda başkalarıyla benzerlikleri de vardır. Türk-Kürt
birlikteliği kadar benzeri olmayan bir özgünlüğe, dünya halkları arasında
herhalde rastlanamayacaktır.
Bilinmezliklerle
dolu, binlerce yıllık ortak geçmişe sahip Türkler ve Kürtler, çok uzun dönemler
boyunca, barışçı bir ortam içinde birlikte yaşayarak birbirleriyle
kaynaşmışlardır. Türkleşen Kürtler, Kürtleşen Türkler vardır. Birçok konuda
yaşam ve duygu birliği içindedirler. Bugün, aynı devletin eşit haklara sahip
yurttaşlarıdırlar.
Türk-Kürt ilişkisinde,
son bin yılda, halka inen bir çatışma ve gerilim yaşanmamıştır. 12.Yüzyıldaki
birkaç çatışma sayılmazsa, 19.yüzyıla dek, yani dış kışkırtmanın başlamasına
dek, 700 yıl barış içinde yaşamışlardır. Bu iki halk, birlikte yaşamak zorunda
kalan iki yabancı unsur değil, aynı ulusu oluşturan iki iç unsur durumuna
gelmiştir. Tarihin ve günümüzün yaşanan gerçeği budur.
Yöneten-Yönetilen
Türk-Kürt
ilişkisi; ekonomik, toplumsal ve kültürel açıdan incelenip yönetim işleyişi
açısından ele alınırsa, karşılaşılacak ilk gerçek, Türklerin yöneten, Kürtlerin
ise yönetilen konumda olmalarıdır.
Osmanlı İmparatorluğu,
Kürtleri, özerklik sayılabilecek bir konumda tutmuş, onları iç işlerinde
serbest bırakmıştı. Cumhuriyet döneminde ise, özerklik aşılarak herhangi bir
sınır konmaksızın, Kürtlere eşit yurttaşlık hakları tanınmıştır. Cumhuriyet
yönetiminden sonra devlet yapılanmasında, Kürtler de görev almıştır.
Kürtlerin Tarihi
Kürtler
günümüzde, Türkiye, Irak, İran ve daha az olmak üzere Suriye ve eski Sovyetler
Birliği topraklarında yaşayan bir halktır. Ekonomik ve kültürel olarak en
gelişkin olanları, Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin sağladığı olanaklar
nedeniyle, Türkiye’de yaşayanlardır.
Kürtlerin tarihleriyle
ilgili görüş birliği yoktur. Hint-Avrupa dil kümesine bağlı oldukları, M.Ö.1000
yıllarında Türklerle birlikte Orta Asya’dan geldikleri ya da yaşadıkları
bölgenin yerleşik halkı olduklarını ileri süren görüşler bulunmaktadır.
Kürt Dili
Yöreden yöreye hatta köyden köye
ayrılıklar gösteren dilleri; Arapça, Farsça, Türkçe ve Latin kökenli dillerin
etkisi altında kalarak oluşan toplama bir dildir. Karmaşık bir dağılım
içindedir. Kuzey lehçesi Kırmançi, İran ve Doğu Irak’ta konuşulan Sorani,
bir İran ağzı olan Zazaca, Iraklı Kakaylar’ın Goranisi, Türkmenistan
ve Azerbeycan Kürtçesi, Irak’ın Süleymanisi, Mikrisi,
Kuzey Irak’ın Badinanı değişik ve çoğu kez birbirini anlamayan Kürt
lehçeleridir. Çoğunluğunu Türkiye’de yaşayanların oluşturduğu bir kısım Kürt,
fonetik Latin abecesini kabul ederken, Irak ve İran Kürtleri Arap harflerini, eski Sovyetler Birliği’ndeki Kürtler de Kiril
abecesini benimsemiştir.
Kürt dilindeki
çeşitliliğin nedeni, toplumsal düzenin uzun dönemler boyunca, ulusal duygunun
gelişmediği aşiret ilişkilerine dayanması ve Kürt yaşam biçiminin bu ilişkilerce
belirlenmiş olmasıdır. Dil birliğinin sağlanamaması, Kürt topluluklarının bir
araya gelmesini ve Kürtlerin uluslaşmasını önlemiştir.
Alman toplumbilimci
Prof.Max Weber (1864-1920), Kürtçenin kökenbilim (etimoloji) açısından; “birliği
olmayan”, “daha çok Farsî kurallara yatkın”, “sözcük karışımı”
bir dil olduğunu söyler. Prof.Fritz Neumark ise, Kürtçede fiilin ve fiil
çekimlerinin bile oluşmadığını ileri sürer. Ona göre Kürtçede fiiller, daha çok
isim olarak kullanılmıştır. 1
Max Weber,
“Kürtler” adlı yapıtında, Kürtçe için, “Kürt dili, bir diller
karışımı değil, belki bir sözcükler karışımıdır. Bir millet dili olmaktan çok,
göçlerin ve istilaların etkisi altında zaman içinde oluşmuş bir dildir” der. 2
Petersburg Akademisi’nin 20.yüzyıl
başında yayımladığı ve Ortadoğu dillerini içeren sözcüklerle derlenen 8307
sözcükten; 3080’i kök olarak Türkçe, 2000’i yeni Arapça, 1030’u yeni Farsça,
1240’ı eski Farsça (Zend), 370’i Pehlevi, 220’si Ermeni ve 108’i Keldani iken,
yalnızca 30’u asıl ve eski Kürtçe’dir. 3
Etnik Köken
Kürtler’in
etnik kökenleri konusunda, tarihçiler arasında görüş birliği yoktur. Kürt adı
Sümer yazıtlarındaki “kar-da-ka”, Asur tarihindeki (M.Ö.1000) “Kur-ti-e”
gibi aşiret adlarıyla ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Antik Ege uygarlığındaki
“Korduene”, Roma dönemindeki “Gordoya”
gibi bölge adlarıyla bağlantılama çabaları da vardır. Kimi tarihçiler,
Kürtlerin Karduklulardan geldiğini söylemektedir.
Doğu
bilimci Minorski, Kürtlerin İran asıllı olduklarını ve Urmiye Gölü
çevresinden Güneye göç ettiklerini ileri sürmüş, bir başka Doğu bilimci N.J.Marr,
Kürtlerin kökenini Gürcülere bağlamıştır. Bir küme tarihçi ise, Kürtlerin Orta
Asya’dan Batıya göç etmiş bir Türk boyu olduğu görüşündedir. 4
Kökenleriyle ilgili
ayrımlı görüşlere koşut olarak, Kürtlerin tarihlerinin başlangıcına ilişkin çok
az bilgi vardır. Son zamanlarda, emperyalist merkezlerin destek ve denetimi
altında bulunan kimi Kürt milliyetçileri, Kürt tarihi konusunda abartılı ve
dayanıksız görüşler ileri sürmektedirler. Çok sayıda basılıp halka ulaştırılan
kitap ya da broşürlerde, “Kürtlerin acılı tarihi” Sümerler’e dek
götürülmekte, Hurriler, Lulubiler, Urartular, Mitanniler
hatta Medler bile, Kürtlerin ataları sayılmaktadır. 5
Yazılı Tarih
Kürtlere
ait bilgiler, Arapların bölgeyi ele geçirdikleri 10.yüzyılda
belirginleşmektedir. Mesudi, İstahri gibi yazarlar; Kürt
aşiretlerine, yaşadıkları yerlere ve yaşam biçimlerine ilişkin bilgi vermiştir.
7-10.Yüzyıllar
arasında genellikle karıştıkları olaylar nedeniyle adlarını duyuran Kürtler, o dönemde
Mervaniler, Hasanveyhiler gibi derebeylikler oluşturmuşlardı.
11.Yüzyıl göçleri sırasında Türkler, bu beylikleri ortadan kaldırdılar.
Bunların yerini, Türk hanedanlar aldı. Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen
devletlerinden sonra bölgede, kısa bir süre Safeviler (Şah İsmail) ve arkasından Osmanlılar (I.Selim-Yavuz) egemen oldu. 6
Kürtler,
Çaldıran Savaşı’ndan sonra (1514) ve kendi istekleriyle, Türklerle birlikte
yaşamayı kabul etti. Kürt kökenli Osmanlı devlet adamı olan İdris
Bitlisi’nin (?-1520) girişimleri sonucu bir araya gelen 25 büyük aşiret
reisi, Osmanlı buyruğu altına girmeye karar verdi.
Bitlisi,
I.Selim’in (Yavuz) isteği doğrultusunda 40 bin Alevi öldürerek
bölgeyi Türkmenlerden arındırdı, buna karşılık Padişah, yönetimi altına giren
Kürt aşiretlerine, geniş haklar içeren
özerklik verdi. Türk-Kürt ilişkileri, bu olaydan sonra yaklaşık 300 yıl süren,
çatışmasız bir döneme girdi.
Erime, Eritme
Türklerle
Kürtler arasında, ilişkiler,
11.yüzyıldan sonra yoğunlaşmaya başladı. 12.Yüzyılda, yeni bir göç dalgasıyla
Anadolu’ya yönelen Türkmenler, büyük
kümeler halinde Musul, Rakka ve Urfa’ya yerleşmeye başladılar. Önlenemeyen göç
ve yerleşimler, Anadolu Selçukluları’nı olduğu kadar, yörede yaşayan Kürtleri
de rahatsız etti.
C.Cahen’in,
“genişleme içinde bunalım” 7
adını verdiği bu gelişme nedeniyle, Türkmen-Selçuklu çatışması yanında, oldukça
yeğin bir Türkmen-Kürt çatışması daha ortaya çıktı. Prof.Faruk Sümer’in,
“kartallarla leyleklerin savaşına” 8 benzettiği çatışma
(1185), kısa bir süre içinde, Musul ve Cizre’den Suriye, Malatya, hatta
Azarbeycan’a dek yayıldı ve Kürtlerin yenilgisiyle sonuçlandı. Adlarını
önderlerinin adından alan Rüstem Türkmenleri ile Kürtler arasındaki bu çatışma,
ilk ve o boyuttaki tek büyük Türk-Kürt çatışmasıdır.
İlişkinin Kökeni
Türk-Kürt
ilişkilerinin kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Bu
devletin yönetiminde, özellikle ordusunda belirleyici güç durumuna gelen
Türkler, Doğan Avcıoğlu’na göre, “Türkler gibi savaşkanlıklarıyla
tanınan” 9
Kürtlerle, çok önceden tanışmışlar ve onlara “iyi askerler” olarak “İslam
ordularında” görev vermişlerdi.
Gazneli Mahmut (988-1030) ve Büyük
Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul Bey (990-1063), ordularında “Kürt
askerler kullanmıştı”. Alparslan (1029-1072), Anadolu’nun fethinde
büyük önem taşıyan Malazgirt Savaşında Kürtlerden destek görmüştü.
Alparslan’dan
sonra başa geçen Melik Şah (1055-1092), amcası Kavurd’la
giriştiği yönetim savaşımında, Kürt askerlerin desteğini alarak başarıya
ulaşmıştı. Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde paralı askerlik yapan ve bir
Kürt aileden gelen Selahaddin Eyyübi’nin (1137-1193) ordusu,
Türkler’den oluşuyordu ancak bu orduda, önemli sayıda Kürt askeri de vardı. 10
Büyük
Selçuklular ve Karakoyunlular döneminde, yöredeki Kürt aşiretleri, bu iki Türk
Devleti’yle uyumlu birliktelikler oluşturdular. Selçuklu ordusunda paralı asker
olan ve Suriye’ye vali atanan Kürt kökenli Eyyüp bin Şadi (12.yüzyıl)
(Selahaddin Eyyübi’nin babası), 3.Haçlı Seferinin başlamasıyla Haçlılara karşı
Suriye’nin birliğini sağladı ve Eyyübi Devleti’ni kurdu.
Eyyüp
bin Şadi, Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde bulunmayı gelenek
haline getiren bir Kürt ailedendi ve kurduğu devletin asker ve bürokrasisinin
hemen tümü, Türkler’den oluşuyordu. Bir Türk devleti olan Karakoyunlular;
Câkirlu, Ayinlu, Süleymanî, Zırkî ve Mahmudî gibi Kürt aşiretlerini,
toplumun asal unsuru saymış, devlet kadrolarını onlara açık tutmuştu.
Aynı tutumu; Anadolu
Selçukluları, Osmanlılar ve ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti de sürdürmüş;
Türk-Kürt kaynaşmasını pekiştiren bu uygulama, sekiz yüz yıl süren bir gelenek
halinde, devlet işleyişine yerleşmiştir.
Kalıcı Kaynaşma
Geçmişte, birçok Türk
beyi, Kürtler’in çoğunlukta olduğu bölgelerde beylikler kurarak yöreyi
Türkleştirdi. Buna karşın, kimi Türkmen boyları, Osmanlı baskısından kurtulmak
için, Kürtçe öğrenip kendilerini Kürt gösterdiler. 11. ve 12.yüzyıllarda
başlayan karşılıklı etkileşim, Anadolu’nun Türkleşme sürecine zarar vermedi,
Kürtlerin rahatsız olacağı bir sonuç yaratmadı.
Kaynaşmanın Boyutu
Revadi
Kürtlerinden Tebriz egemeni Ahmedil, Selçuklu emiridir. Ölünce yerine
özgürlüğünü geri verdiği (azatlığı) Türk kölesi Aksungur geçmiş ve
oğullarıyla birlikte onun hanedanlığını sürdürmüştür.11 Türkmen
boylarından Saluroğulları, Kıfcakoğulları, Berçemoğulları
ve Avşar Şumlaoğulları Kürtlerin yaşadığı bölgelerde beylik kuran Türk
boylarıdır.
Türkmen
Sungurluların kurduğu Atabeyler Devleti, Kürtler ve Kürtlere yakın Lur,
Şul, Şabankare topluluklarıyla iç içedir. Erbil’de, Türk Beğ-tigin
boyu, ünlü Gökbörü’nün hükümdarlığında güçlü bir beylik kurdu. Bu
beylik, yerel halkla o denli bütünleşir ki, kimi Kürt tarihçileri, kesinlikle
Türk olan Beğ-tigin beyliğini, aynı Berçemoğulları gibi Kürt
sayarlar.
Güneydoğu
ve Doğu Anadolu’da başka Türk beylikleri de kurulur. Mardin’de Hınıs-ı Keyfa,
Silvan’da Artukoğulları, Diyarbakır’da İnaloğulları, Harput ve
Muş’ta Çubukoğulları, Bitlis’te Togan-Arslanoğulları ve
Erzurum’da Saltukoğulları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da o dönemde
kurulmuş Türk beylikleridir. 12
Kürt
tarihi Şerefname’ye göre (Şerefname’yi, Osmanlı Devleti’nin Bitlis emiri
yaptığı, annesi Türk olan ve Safevi sarayında yetiştirilen Şeref Han
(1543-1604) yazmıştır) 13, Melkışî adı verilen Çemişkezek
Kürt beyleri, Türk olan Erzurum Saltukluların soyundandır.
Bölgedeki
Türk-Kürt kaynaşmasıyla ilgili çok sayıda örnek verilen Şerefname’de, Çemişkezek
konusunda şunlar yazılıdır. “Çemişkezek beylerinin adları, onların Türklerin
çocuklarından ve torunlarından olduklarının bir başka kanıtıdır. Çünkü bu
adların hiçbirinin Kürt ya da Arap adıyla bir ilgisi yoktur”. 14
Yine Şerefname’ye
göre, Buldukanî diye anılan Eğil Kürt beyleri, Türk Emir
Bulduk soyundan gelir. Palu ve Çermuk Kürt beyleri de
Türktür. 15
Selçuklular ve
“Kürdistan” Tanımı
Türk kökenli Kürt
beylikleri konusunda araştırmalar yapan Rus tarihçi B.Nikitin “Kürtler”
adlı yapıtında; “Kürt yıllıkları
karıştırıldığında, kullanılmış olan Türk ad ve unvanlarının sayısının çokluğu
hayretle görülür” der. 16 “Kürtlerin yurdu” ya da “Kürdistan”
olarak anılan bir bölge adı, Selçuklu Sultanı Sancar’a dek, hiçbir
kaynakta geçmez. Sancar, yeğeni Süleyman Şah için Hamedan bölgesinde
bir eyalet oluşturur ve buraya “Kürdistan” adını verir; ilk kez Sancar’ın
getirdiği bu tanım, o günden sonra kullanılmaya başlanır. 17
Birlikteliğin Getirdikleri
Toplumlararası
ilişkilerde karşılıklı etkileşim, tarihin her döneminde olduğu gibi günümüzde
de süren ve yalnızca göçebe ilişkilerinde değil, tümüyle yerleşik duruma gelen
toplumlarda da görülen, yadsınmaz bir gerçekliktir.
Toplumlar
arasında, ilişkinin niteliğine uygun olarak, karışmalar, kaynaşmalar
ve birbiri içinde erimelerin
oluşması kaçınılmazdır. İlişkiler süreci içinde daha az gelişkin topluluklar,
gelişkin olanın içinde erimeye başlar. Bu eriyiş, aynı zamanda
bir eritiş sürecidir. Bu karmaşık süreç içinde, bir topluluk eski
kimliğini tümüyle yitirse bile, eridiği topluma yeni öğeler katar.
Kendiliğinden
oluşan bu kaynaşma, bir doğal özümleme (asimilasyon) olgusudur; zora
dayanmadığı sürece, uygarlığın gelişim göstergesidir. Toplumlar bu gelişime
bağlı olarak ve sürekli bir değişkenlik içinde, yenileşip olgunlaşırlar.
Toplumsal birliğin
çağdaş karşılığı olan uluslaşma, tarihsel dayanaklarını, ruh ve düşünce
birliğini oluşturan bu olgunlaşma içinde bulur. Ulusa adını vererek üst
kimliği, daha gelişkin ve güçlü olan unsur verir. Ancak bu biçimde oluşan ulus
birliği; kan, ırk ya da din birliğinin öne çıktığı bir toplum biçimi değil;
dil, toprak, kültür ve ekonomik çıkar birlikteliğine dayanan katılımcı bir yapıdır.
Ulus Devlet
Birlikteliği
Kürt-Türk
birliği, günümüzde, somut karşılığını ulus-devlet örgütlenmesinde bulan, ileri
bir düzeye ulaşmıştır. Ulus oluşumunda üst kimliği, doğal ve zorunlu olarak
Türkler oluşturmuştur ancak bu oluşum, belki de başka hiçbir toplumda
görülemeyecek denli, uzun geçmişli gönüllü birlikteliklere dayalıdır.
Birlikte
yaşamanın yarattığı ortak duygu ve çıkar birliktelikleri, toplumsal
alışkanlıklar, kalıcı bağdaşıklıklar ve akrabalık ilişkileriyle, Türk ve
Kürt unsurlar, bugün o denli iç içe girmiştir ki; Batının büyük para ve
çaba harcayarak sürdürdüğü iki yüz yıllık bölünme girişimi, bu birlikteliği
hala çözebilmiş değildir.
Mustafa Kemal Atatürk,
Türk-Kürt kaynaşması konusunda, değişik konuşma ve yazışmalarında
görüşlerini açıklamıştır. Bu açıklamaların birinde, 16 Ocak 1923 tarihinde
İzmit’te halka yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Bilindiği gibi, milli
sınırlarımız içinde yaşayan Kürt unsurlar, o biçimde yerleşmişlerdir ki, pek az
yerde çoğunluktadırlar. Çoğunluklarını yitire yitire ve Türk unsurunun içine
gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek,
Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Sözgelimi, Erzurum’a kadar giden,
Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a (Elazığ y.n.) kadar giden bir sınır
aramak gerekir... Türkiye’nin halkı konu edilirken onları (Kürtleri y.n.) da
ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine sorun
yaratmaları daima mümkündür. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtler’in
hem de Türkler’in yetki sahibi milletvekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur
bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir...” 18
DİPNOTLAR
1 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1981, 3.Cilt, sf.213
2 a.g.e.
sf.213
3 a.g.e.
sf.213
4 Ana
Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 20.Cilt, sf.132
5 “Kürt Kökeni, Büyük Boylar”
Welatê Torî-Nergıza Torî,
Koral Yay., 1991
6 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 12.Cilt, sf.7285
7 “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu,
5.Kitap, Tekin Yay., 1996, sf.1966
8 a.g.e.
sf.1966
9 a.g.e.
sf.2030
10 a.g.e.
sf.2030
11 a.g.e.
sf.2030
12 a.g.e.
sf.2031
13 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 18.Cilt, sf.11052
14 “Şerefname”
Bozarslan çevirisi, sf.208; ak. Doğan Avcıoğlu, “Türkler’in Tarihi”
Tekin Yay., 1996, 5.Kitap, sf.2031
15 a.g.e.
sf.2031
16 “Les Kurdes”
B.Nikitine, sf. 183; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi”
Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2032
17 “Türklerin Tarihi”
Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2032
18 “Mustafa
Kemal Eskişehir-İzmit Konuşmaları” Kaynak
Yay., 1993, sf.105
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder