25 Ağustos akşamı, Anadolu’nun
dış dünyayla haberleşmesini tümüyle kesti. Karargahını Şuhut
yakınlarındaki dağlık bölgeye, oradan Kocatepe arkasındaki bir tepeye taşıdı.
26 Ağustos sabahı, gün doğumuna bir saat kala, savaşı yöneteceği Kocatepe’ye
geldi. “Düşüncelerine gömülmüş, konuşmuyordu. Durmadan doğuya, güneşin
doğacağı ufka bakıyordu. Orada kızıl pırıltı belirip, Anadolu yaylasına güneş
doğarken birden, gürleyen bir gök gibi, topçu baraj ateşi başladı. Yunan Ordusu
uykusundan uyandı. Birçok komutan, o gece Afyon’da gittikleri balodan ancak iki
saat önce dönmüştü”.(y)
Orduyu
Hazırlamak
Sakarya Zaferi’nden bir gün
sonra, 14 Eylül 1921’de yayınladığı millete ve orduya teşekkür bildirisinde; “çok
yakın olan tam kurtuluşu sağlayana dek, bütün milletin azami gayret ve
fedakarlık göstermesini beklerim” dedi1 ve zaman yitirmeden
çalışmalara başladı. Her zaman olduğu gibi; dikkatli, soğukkanlı, sonuç alıcı
ve gerçekçiydi. Sakarya’da önemli bir yengi elde edilmiş, düşmana büyük zarar
verilmişti; ancak, “Sakarya kesin zafer değildi”.
Ordu yorgundu ve güç
yitirmişti, eksikleri çoktu. Silah, donanım ve yeni asker bulmak, askeri
giydirip beslemek gerekiyordu. Ordunun gereksinimlerini karşılamaktan başka,
belki de aylar sürecek uzun hazırlık döneminde; halkın direnme ve dayanma
gücünü canlı tutmalı, ulusal birliği pekiştirmeliydi.
Son vuruş için,
iyi donanmış 200 bin kişilik bir ordunun gerekli olduğuna inanıyordu. Bunun
için, savaşabilecek durumdaki herkese gereksinim vardı. Askerlik yaşını alttan
küçülten, üstten büyüten, yeni askere çağrı dönemleri açtırdı.
Aralarında güçlü söylevcilerin (hatiplerin) bulunduğu ve çoğunluğunu
milletvekillerinin oluşturduğu gezici Söylevci Kolları kurdurdu. Bunlar,
çatışma dönemleri dahil, cephede askerlere; cephe gerisinde halka, ulusal
duyguları yükselten, coşkulu konuşmalar yaptılar. Yusuf Akçura, Samih
Rıfat, Mehmet Akif (Ersoy), Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Mehmet
Emin (Yurdakul), Tunalı Hilmi, Halide Edip (Adıvar) Söylevci
Kolları’nda görev yapan ünlü
konuşmacılardı.
Cephedeki askerlerin gönülgücünü (moralini) yüksek tutmak
için, dinlenme anlarında izleyecekleri gezici tiyatro kolları (Seyyar Cephe
Temsil Kolu) oluşturuldu. Tiyatro Kolları, dekorlarını, katırlar ya da
kağnılarla, cepheye taşıyor, orada kahramanlık konularını işleyen dramlar,
eğlenceli komediler sahneliyordu. Selçuklu Türkleri’ne dek giden ve
Bizanslılarla yapılan savaşlarda uygulanan bu gelenek, Kurtuluş Savaşı’nda da
etkili biçimde kullanıldı. Küçük Hüseyin Kumpanyası, Otello Kazım
Gurubu o günlerin ünlü cephe tiyatrolarıydı.2
Toplumsal
İmece
Ankara’nın Samanpazarı semtinde demirciler, bahçe
korkulukları, sabanlar ve ele geçirdikleri her çeşit hurda demirden süngü yapan
üreticiler durumuna geldi. Kadın ve çocuklar, bulunabilen “soğuk ve bakımsız
barakalarda”; fişek doldurmakta, sargı bezi hazırlamakta, iç çamaşırı ya da
çarık dikmektedir. Üretilen mallar, yiyecekler ve değişik biçimde elde edilen
silahlar, yine kadın, çocuk, hatta yaşlılarla ve deve kervanlarıyla cepheye
ulaştırıldı. Ulusun tümü, görülmemiş bir imeceyle, yokluklar içinden bir ordu
yaratıp onu savaşa hazırlıyordu.
Taktik
Öneriler
Bu işleri başaran Türk halkı, tümüyle savaş yorgunu ve
büyük çoğunluğu aç ve hastaydı. Köylüler topraklarını işlemek ve barışa
kovuşmak istiyordu. Herkes kadar, belki de herkesten çok hasta ve yorgun olan Mustafa
Kemal’di. Yüklendiği ağır sorumluluğu taşırken, hemen her şeyle
ilgileniyor, bitecek gibi görünmeyen engelleri aşmak için uğraşıyordu. Gece gündüz,
“dinlenme nedir bilmeden“ çalışıyordu.
Ordu
Hazır
1922 yazında, ordu hazırdı.
Son bir yıl içinde, içte ve dışta yoğun bir siyasi savaşım yürütülmüş ve
olanaksızlıklara karşın 200 bin kişilik bir ordu kurulmuştu. Silah ve cephane
bulunmuş, birlikler donatılmış ve ordu en alt düzeyde de olsa beslenebilir
duruma getirilmişti. Silah gücü; 98 596 tüfek, 2 025 hafif, 839 ağır olmak
üzere 2 864 makineli tüfek ve 323 topa ulaşmıştı.3
Başlangıçta gerçekleştirilmesi
olanaksız gibi görünen bu miktarlarla, silah gücü olarak Yunan Ordusu’na tam
olarak yetişilememişti ancak yaklaşılmıştı.
Kurtuluşun ve uluslararası saygınlığın, göstermelik barış
görüşmelerinden, siyasi ödünlerden değil, savaş alanlarından geçtiğini
söylüyordu. Nutuk’ta, Büyük
Taarruz’a hazırlandığı dönemi
anlattığı bölümde, yalnızca o günlerde değil, her dönemde geçerli olan şu
düşünceleri dile getiriyordu: “Efendiler, 1922 yılı Ağustos’una kadar Batı
devletleriyle olumlu anlamda ciddi ilişkiler kurulmadı. Ülkemizdeki düşmanı
silah gücüyle çıkarmadıkça, ulusal gücümüzün buna yeterli olduğunu fiili olarak
göstermedikçe, siyasi alanda umuda kapılmanın yeri olmadığı yolundaki
inancımız, kesin ve sürekliydi. Güçten ve yetenekten yoksun olanlara değer
verilmez. İnsanlık, adalet, mertlik gereklerini; bu niteliklerin
kendilerinde bulunduğunu gösterenler isteyebilir. Efendiler, dünya bir sınav
alanıdır. Türk ulusu, yüzyıllardan sonra yine bir sınav, hem de bu kez, en
çetin bir sınav karşısında bulunuyordu. Bu sınavda başarılı olmadan, kendimize
iyi davranılmasını beklemek, bizim için doğru olabilir miydi?” diyordu.4
“Tek
Vuruş”
Amacı, “savaşı bir tek
darbeyle bitirmekti”.5 Bu, gerçekleştirilmesi kolay olmayan
çekinceli (riskli) bir amaçtı. Bütünlüğü olan, iyi düşünülmüş gerçekçi bir stratejinin
belirlenmesi, bu stratejiyi yaşama geçirecek yaratıcı taktiklerin
geliştirilmesi ve bunların eksiksiz uygulanması gerekiyordu. Bu güç uğraş,
başkomutan olarak ancak onun yapabileceği bir işti.
Savaşı, kesin bir vuruşla
bitirmeyi amaçlayarak ulusun ortaya çıkarabildiği olanakların tümünü ortaya
sürüyordu. Ancak, herşeye karşın olumsuz bir sonuçla karşılaşılırsa, ulusal
direnişin sürdürülebilirliğini sağlamak için önlem almayı gözardı etmiyordu.
Güvenliğe önem veren ve askerlik mesleğinin çağdaş ilkelerini iyi bilen, üstelik
bu ilkelere evrensel boyutta katkı koymuş bir asker olarak savaşa hazırlandı.
Gizliliğe çok özen gösteriyordu, çünkü yaptığı stratejik
planın başarısı, her şeyden önce baskın biçiminde geliştirilecek ani
saldırıya dayanıyordu. 27 Temmuz’da, ordulararası futbol turnuvasını izleme
görüntüsüyle, Akşehir’de Ordu komutanlarıyla toplantı yaptı ve saldırı zamanını
belirledi.
Gizlilik
Ankara’ya döndü. Gelişmeleri,
gizlilik gereği tam olarak bilmeyen kötümser karşıtçılığı (muhalefeti)
yatıştırdı. Cepheye gidip geldiğini, çok az insan biliyordu. İstanbul
gazetelerine ve yabancı haber ajanslarına, sürekli olarak, ordunun saldırıya
henüz hazır olmadığı söylentisi yayılıyordu. 17 Ağustos’ta, gizlice Ankara’dan
ayrıldı ve Konya üzerinden cepheye gitti. Çankaya’daki nöbetçiler kimseyi içeri
sokmuyordu. “Gazi’nin işi vardı!” Gazeteler, onun ertesi günü Çankaya’da
bir ziyafet vereceğini yazdılar.6
Yaptığı hazırlığa ve ordusuna
o denli güveniyordu ki, utkuyu (zaferi) kesin gören bir ruh sağlamlığı
içindeydi. Ankara’dan ayrılacağı akşam, Keçiören’de yakın arkadaşlarıyla
birlikteydi. Bunlardan biri, “Paşam ya başaramazsanız?” dediğinde, “Ne
demek istiyorsun? Taarruz emrini aldığınızda hesap ediniz. On beşinci gün
İzmir’deyiz” yanıtını almıştı. Zafer’den sonra Ankara’ya döndüğünde, o gece
beraber olduğu arkadaşlarına, “İzmir’e on dört günde girdik. Bir günlük
yanılgım var ancak kusur bende değil, Yunanlılar’da” diyecektir.7
Yunanlılar, ana saldırıyı,
geniş boyutlu yığınak yapılan Kuzey’den, Eskişehir’den bekliyordu.
Düşüncelerinde haklıydılar. Türk Ordusunun ana gövdesi oradaydı. İngiliz
istihbaratçıları, “bölgedeki Türk birliklerinin yoğun bir hareketlilik
içinde” olduğunu bildiriyordu.8 Ancak, o, İzmir demiryoluna
hakim durumdaki Afyon’a saldırmaya karar vermişti. Yunanlılar bu bölgeyi o
denli iyi tahkim etmişlerdi ki, İngiliz mühendisleri burayı, Fransızların
Almanlara karşı on ay direndikleri Verdun savunma hattına
benzetiyorlardı.
Bir ay boyunca, ordunun büyük
bölümünü, belli etmeden Güney cephesine çekmeyi başardı. Birlikler, geceleri, “kimi
zaman düşmanın birkaç yüz metre yakınından” sessizce geçerek; gündüzleri “keşif
uçaklarından gizlenip, köylerde ya da ağaç altlarında dinlenerek”9
Afyon ovasına kaydırıldı.
Eskişehir cephesinde, düşmanı
yanıltmak için; “gereksiz yerlerde yol yapıyormuş gibi davranılıyor”,
geceleri geniş bir alana yayılarak “ateşler yakılıyor” ve gündüzleri
süvariler, büyük bir ulaşım eylemi varmış gibi, atlarına iple bağladıkları
çalıları sürükleyerek “yapay toz bulutları” çıkarıyordu.
Ana saldırıya kısa bir süre kala Eskişehir yönünde
göstermelik oyalama saldırısı, Aydın yönüne doğru yanıltıcı bir süvari
saldırısı yaptırdı. Sınırlı uçak sayısına karşın, pilotlara, düşman uçaklarının
ne pahasına olursa olsun, Türk cephesi üzerine sokulmaması buyruğunu verdi.
Eğitimleri bile tamamlanmamış Türk pilotlar, bu buyruğu şaşılacak bir başarıyla
yerine getirdiler ve düşman uçaklarını cephe hava sahasına sokmadılar. Büyük
Taarruz’un zamanını öyle
hesaplamıştı ki; “Rumların Yunan Ordusu’nu beslemek için ektiği ekinler
büyümüş, ancak biçilmemiş olacak; ayrıca derelerin suyu çekilmiş olacağı için”
süvari birlikleri hızla ilerleyebilecekti.10
“Büyük
Taarruz”
26 Ağustos sabahı, gün
doğumuna bir saat kala, savaşı yöneteceği Kocatepe’ye geldi. Bütün komutanlara,
birliklerini cephe hattından yönetmelerini emretmişti. Çevreleri, ele
geçirilmesi gereken ve bir çanak gibi giderek yükselen sarp ve kayalık
tepelerle sarılıydı. Her biri bir Türk tümenine hedef gösterilen bu tepeler,
zirvesine dek yokuş yukarı bir hücumla alınması gerekiyordu. Çok kanlı bir
savaş başlamıştı. Kuran okunarak kılınan sabah namazından sonra erler,
başlarında subayları olmak üzere, bir yılda hazırlanan ve geçilemez denilen
demir örgülerin, dikenli tellerin üzerine atıldılar.
“Yunan mitralyözleri, dalga dalga gelen Türk askerlerini
ot gibi biçti. Biraz sonra, ölüler tel örgülerin önünde ehramlar gibi üst üste
yığılmış, katı toprağın yüzünde akan kanlardan kızıl gölcükler oluşmuştu. Ancak
arkadan gelenler, arkadaşlarının ölüleri üzerine basarak tırmanıyor ve tel
örgüleri aşıyordu. Kemalettin Sami, bu kırıma fazla bakamadı, başını çevirdi.
Sonra tepeden bir imamın ezan sesini duydu. O zaman anladı ki, mevzi ele
geçirilmiştir”.11
Kesin
Zafer
Sabah dokuz buçukta, yani
birkaç saat içinde, iki tepe dışında tüm hedefler ele geçirilmişti. Ani
vuruş tam olmuştu. Yunanlılar, bir aydır kendilerine yaklaşan ve bir gece
önce gizlice yamaçlardan tırmanıp yanlarına dek sokulan Türk birliklerinin
varlığını, akıllarından bile geçirmemişlerdi. Büyük saldırıyla karşı karşıya
olduklarını çok geç anladılar. Anladıklarında da artık iş işten geçmiş, savaşı
hemen hemen yitirmişlerdi. Türk süvarileri arkalarından dolaşarak İzmir
demiryolunu kesmiş ve çemberi tamamlamıştı. Koskoca Yunan Ordusu yok olmak
üzereydi.
Dört gün sonra, 30 Ağustos’ta, büyük saldırı
tamamlandığında, Anadolu’daki Yunan Ordusu’nun yarısı, yani yüz bin asker yok
edilmiş ya da esir alınmıştı. Ordu Komutanı General Trikopis
karargahıyla birlikte, tutsak edilmişti. Ordu’nun diğer yarısı, “köyleri, kentleri,
ekinleri yakarak; erkek, kadın, çocuk önüne gelen herkesi öldürerek bir sürü
halinde”12 denize doğru kaçıyordu. Anadolu’ya gelirken aldıkları
“yok etme emrini”, kaçarken bile yerine getiriyorlardı.13
“İlk
Hedef Akdeniz”
1 Eylül’de, orduya Akdeniz’i ilk hedef gösteren ünlü
bildirisini yayınladı. Subay ve erlerine duyduğu sevgi ve güveni yansıtan bu
bildiride ordusuna; “zalim ve mağrur bir ordunun asli unsurlarını,
inanılamayacak kadar kısa bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve soylu milletimizin
fedakarlıklarına layık olduğunuzu kanıtlıyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk
milleti, geleceğinden emin olmakta haklıdır. Savaş alanlarındaki ustalık ve
fedakarlığınızı yakından görüyor ve izliyorum... Bütün arkadaşlarımın...
İlerlemesini ve herkesin akıl gücü, kahramanlık ve yurtseverlik kaynaklarını
yarıştırarak kullanmaya devam etmesini isterim” diyor ve “Ordular! İlk
hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” buyruğunu veriyordu.14
Mustafa
Kemal Sevgisi
Türk milleti, doğrudan varlığına yönelen saldırıyı
durdurarak özgürlüğünü sağlayan Mustafa Kemal’e, büyük saygı ve kuşaklar
boyu sürecek, içten bir sevgi duymuş; bu sevgiyi, her fırsatta göstermiştir.
Çanakkale’den beri ülkenin her yerinde, olağanüstü öykülere dönüşen
kahramanlıkları, dilden dile dolaşan adı, bir efsane halinde Anadolu’nun en
uzak köylerine, sahipsiz mezralarına dek yayılmıştı. Türk insanı için o,
herşeyin üstesinden gelen, hem kendilerinden bir parça, hem de gizemli bir
destan kahramanıdır.
Nif’li
Kadınlar
9 Eylül 1922’de Nif’e (Kemalpaşa) geldi. Nif’li kadınlar,
büyük bir özlem ve bağlılıkla, ülkelerini kurtaran önderlerine derin saygı ve
sevgi gösterdiler. Yunan Ordusu’nun hemen ardından, önce İzmir’i tepeden gören
Belkahve’ye gelmiş, ertesi gün gireceği kente uzun uzun bakarak, yanındakilerle
birlikte Nif’e geri dönmüştü. Birkaç
basamakla çıkılan tek katlı bir evde kalacaktır. Bunu öğrenen kasabadan bazı
kadınlar eve koşmuşlar ve o gelmeden ortalığı düzeltmeye çalışmaktadırlar.
Gerisini Halide Edip (Adıvar) şöyle
anlatır: “Gölgeler gibi çekingendiler.
Onu o dar girişte görünce, yere doğru eğildiler. Sarılıp dizlerinden öptüler.
Başörtülerinin uçlarıyla çizmelerinin tozlarını sildiler. Bir ikisi tozları
gözlerine sürdü. Gözlerinden onun çizmelerine gözyaşları damlıyordu. Sonra
geçip önünde el bağladılar. Ona, yaşlı gözlerle uzun uzun baktılar”.15
DİPNOTLAR
(y) “Atatürk”
L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12 Bas., İst.-1994, sf.367-368
1 “Atatürk’ün
Bütün Eserleri”11.Cilt, Kaynak Yay., İst.-2003, sf.391
2 “Mustafa Kemal ve Milli Mücadelenin İç
Alemi” Evner Behnan Şapolyo, İnkilap ve Aka Kit., İstanbul-1967,
sf.66 ve 68
3 “Büyük
Türk Zaferi” General Fahri Belen; ak. Ş.S.Aydemir “Tek
Adam”, II.Cilt., Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.507 ve S.Selek
“Anadolu İhtilali”, II.Cilt., Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas., İst.-1987, sf.718
4 “Nutuk” M.K.Atatürk,
II.Cilt., T. T. K. Yay., 4.Bas., 1989, sf.861-863
5 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.511
6 “Nutuk” M.K.Atatürk,
II.Cilt, T. T. K. Yay., 4.Bas., 1989, sf.899
7 “Çankaya” F.R.Atay, Betaş
A.Ş. İst.-1980, sf.309
8 “Atatürk” L.Kinross, Altın
Kit. Yay., 12 Bas., İst.-1994, sf.366
9 a.g.e. sf.367
10 a.g.e. sf.367
11 a.g.e. sf.369
12 a.g.e. sf.370
13 a.g.e. sf.370
14 “Atatürk’ün Bütün Eserleri”
13.Cilt., Kaynak Yay., İst.-2002, sf.234
15 ”Kurt ve
Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.70
İşte biz bu milletin evlatlarıyız.(tek söz bu).
YanıtlaSilyazınızı yüreğim sızlayarak okudum, çok gururlandım.
YanıtlaSilne mutlu bana ki bu yiğit, yüce ruhlu milletin evladıyım.. bu fedakarlıkları yapan atalara karşı borcumuz çok büyük.. biz yeni kuşaklar olarak bugün yılmamak için bu fedakarlıkları hatırlamalı, her bir birey olarak çok çalışmalıyız..
Gazi MK Atatürk'ü, yüce ordumuzu, aziz milletimizi, Kurtuluş Gazisi yiğit dedemi minnetle anıyorum.
Bize yılmadan, yorulmadan tarihimizi anlatan Sayın Metin Erdoğan'a minnet ve saygılarımı sunuyorum..
Okurken gözlerim doldu. Atatürk için canını verecek nesilden Atatürk'e düşman bir nesile... Şu dünyada tek Atatürkçü kalsam bile ona olan sevgimden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim.
YanıtlaSilOkurken gözlerim doldu. Atatürk için canını verecek nesilden Atatürk'e düşman bir nesile... Şu dünyada tek Atatürkçü kalsam bile ona olan sevgimden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim.
YanıtlaSilSağolun Sevgili Gerçek, Sevgili Melis, Sevgili Mercan. İyi ki sizler varsınız.
YanıtlaSilÇok güzel anlatmış ve önemli konularda vurgu yapmışsınız. Kaleminize, elinize fikrinize sağlık. çok teşekkür ediyorum. Büyük Taaruz'u ilk kez bu önemli noktalarını bir arada okuyarak keyif alarak okuyorum.bizleri aydınlatmaya devam etmenizi diliyorum. Bir şeyi daha tekrar rica edebilir miyim? Ne olur yazı karakterinizi büyütün veya sayfanıza yazıyı büyütebilecek özellik ekleyin. Teşekkür ederim!
YanıtlaSilSağol Sevgili Arzu. Yazı karakteri benim tablette büyütülebiliniyor. Gereğini yardımcım Aynur'a söyleyeceğim. Sağlıcakla kalın.
YanıtlaSilO güzel insanı ve kahramanlarını saygı ve şükranla yadediyoruz.
YanıtlaSilSonsuza dek anılacaklar.
YanıtlaSilNe zaman ülkem ve geleceği adına umutsuzluğa düşsem Milli Mücadele Dönemini okurum. Ayrı bir ruhu, diriltici bir havası var. Düşünün 1912 den 1922 ye kadar harb etmiş bir milletin evlatlarıyız. O yoklukta o zor şartlarda bize bu ülkeyi kazandıran ruhu ve onu taşıyan insanları asla unutmayacağız. Böyle zor günlerde de buna çok ihtiyacımız var. İnanıyorum ki güzel günler göreceğiz. Milletimizin yaşama azmine güvenmek lazımdır, karanlıkları aydınlatacak güç odur çünkü. 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun. Zaferde emeği geçen herkesi minnet ve özlemle anıyoruz.
YanıtlaSil