13 Eylül, Kurtuluş Savaşı’nın
dönüm noktasını oluşturan Sakarya Zaferi’nin yıldönümüdür. Yoksul bir ulusun, sıradışı
yoksunluklar içinde kazandığı bu savaşın, günümüzde ders çıkarılacak birçok
yönü vardır. Savaşan askerler üniformasızdır ve paçavraya dönen giysiler
içindedir. Yüzde yirmi beşinin ayakları çıplaktır. Silah donanımı eksiktir. Açlığını
gidermek için doğadan ot toplayıp yemektedir. Ön safta çarpışan subayların
yüzde sekseni, erlerin yüzde altmışı şehit olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın
önderine ve savaşı kazanan orduya saldırıldığı günümüzün ihanet ortamında,
Sakarya’yı unutmamamız ve bu ülkenin nasıl kazanıldığını bilmemiz gerekir. Gazi
Mustafa Kemal ve Sakarya şehitlerinin önünde saygıyla eğiliyor, ölümsüz
anılarının Türk Ulusu’na örnek olmasını diliyoruz.
Sakarya’nın Önemi
Eskişehir ve Kütahya savaşları
sonunda Yunanlılar, “strateji ve taktik bakımından” başarı sağlamış
görünüyordu. Kral Constantine, “Türklerin işini bitirdik” diye açıklamalar
yapıyor, Yunanistan’da şenlikler düzenleniyordu. Ancak önlerinde, kutlanacak
bir yengiyle sonuçlanması çok zor bir savaş vardı. Türk Ordusu’nun “ne
tümünü ne de bir parçasını” yok edebilmişlerdi. Koskoca ordu “çabucak
gözden kaybolmuş” Anadolu yaylasının “uzun ve yorucu yollarında ülkenin canevine”,
Ankara’ya doğru çekilmişti.1 Türk Ordusu, yengi almış görünen Yunanlılar’dan
daha az yitik vererek, hemen tümüyle, “Ankara’nın 80 kilometre önünde,
Sakarya dirseğine” yerleşmişti. Burası, “Mustafa Kemal’in durulmasını
istediği yerdi”.2
Meclis’te Durum ve Olağanüstü
Yetki
Meclis’te,
geri çekilmenin yarattığı bir hoşnutsuzluk vardı. Kimi milletvekilleri, onun Başkomutanlığı
üzerine almasını ve savaşı cepheden yönetmesini istiyordu. Hem kendine yakın
olanlar, hem de eleştirenler aynı kanıdaydı. Milletvekillerinin tam desteğini
alarak Başkomutanlığı kabul etti. Ancak, Meclis’in sahip olduğu yetkinin
tümünü, “üç aylık geçici bir süre için” üzerine almak ve kullanmak
istiyordu. Orduyu “savaşın bundan sonraki dönemine”, gereken hızla ancak
böyle hazırlayabilirdi.3
Önerisi,
kimi karşı çıkışlara karşın kabul edildi ve “Başkomutan, ordunun maddi ve
manevi gücünü büyük ölçüde arttırmak ve yönetimini bir kat daha sağlamlaştırmak
için, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bununla ilgili yetkisini Meclis adına
eylemli olarak kullanabilir” denilerek yasalaştırıldı.4
Vereceği buyruklar, artık yasa
sayılacaktı. Bir meclis, hiçbir zorlama altında kalmadan, kendi özgür
iradesiyle, üstelik oybirliğiyle, yetkisini tek bir kişiye devrediyordu. Bu,
örneği olmayan bir yetki devriydi. Kendi deyimiyle, “bu onurlanmadan dolayı”
teşekkür etmek için kürsüye çıktı ve “Meclis’in bana gösterdiği güvene yaraşır
olduğumu az zamanda göstermeyi başaracağım” diyerek şunları söyledi: “Efendiler,
zavallı ulusumuzu tutsak etmek isteyen düşmanları, ne olursa olsun yeneceğimize
olan iman ve güvenim, bir dakika olsun sarsılmamıştır. Şu anda, bu inancımı
yüce kurulunuza, bütün ulusa ve bütün dünyaya karşı ilan ederim”.5
Kırık
Kemikle Savaş Yönetmek
12 Ağustos
1921, Kurban Bayramı’nın ilk gününde Mustafa Kemal, Hacı Bayram
Camisinin çevresine taşan “beş bin kişiyle birlikte Bayram namazını kıldı”
ve o günlerde Ankara’da bulunan ünlü Amerikalı gazeteci Laurence Show Moore’un
saptamasıyla, “halkın görülmemiş sevgi gösterileri arasında” cepheye
hareket etti.6
Aynı
gün, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’yla (Çakmak) birlikte Polatlı’da kurduğu cephe
karargahına geldi. O gece, “düşmanın izlemesi muhtemel hücum yönünü görmek
için”, çevreye hakim bir tepe olan Karadağ’a çıktı. Atının, sigarasını
yakmak için çaktığı kibritten ürkmesi üzerine, yere düştü. Kaburga
kemiklerinden biri kırılmıştı. Sağaltım (tedavi) için gittiği Ankara’da,
hekimler kesin olarak yatması gerektiğini söylediler. “Çalışmayı
sürdürürseniz yaşamınız tehlikeye girer” diyorlardı. “Savaş bitsin o
zaman iyileşirim”7
diyerek onlarla şakalaşıyor, önerileri umursamıyordu.
Yirmi dört saat sonra cepheye
geri döndü. Savaşı, bir trenden sökülen yolcu koltuğunu kullanarak yönetti. Kırık
göğüs kemiği, “yeniden depreşen eski böbrek hastalığı”8 ona acı veriyor, güçlükle
yürüyebiliyor, çoğu kez, “bir masaya dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu”.9
“İskender’in Doğu Seferi”
Yunan
Ordusu, 23 Ağustos 1921 günü sabaha karşı saldırıya geçti. Constantine,
savaş parolasını “Ankaraya” diye belirlemiş ve “İngiliz istihbarat
subaylarını daha şimdiden, Mustafa Kemal’in şehrinde, Ankara’da, zafer yemeğine
çağırmıştı”.10
Atina basınında, “Büyük İskender’in
Doğu seferinden” söz eden yazılar çıkıyordu. Constantine, Helen
ordusuyla birlikte, onun 2300 yıl önce yaptığını 20.yüzyılda yapacak, “bir
kez daha Gordion düğümünü keserek Asya’da yeni bir imparatorluk” kuracaktı.11
Gelişkin silahlarına, mükemmel donanımına ve arkasındaki “büyük güce”, İngiltere’ye
güveniyordu.
İnanç ve Yoksulluk
Mustafa
Kemal ise; sayısı az, donanımı eksik ve esas gücünü inanç ve
kararlılığın oluşturduğu ‘yoksul’
ordusuyla, düşmanını bekliyordu. Karargah olarak kullandığı bina, Alagöz
Köyü’nde Ali Çavuş adlı
köylüye ait, yarım kalmış kerpiç bir evdi.12
“Kara
giysili Karadenizli koruyucularını” bile cepheye sürmüştü.
Rütbelerini Erzurum’da çıkardığı ve Meclis de kendisine “resmi bir rütbe
vermediği için” sırtında bir er üniforması vardı.13 Akciğeri
için, sakıncalı olmasına karşın, göğsünü sargılatmış, cepheden ayrılmıyordu.
Savaşı, “geceli gündüzlü hiç ara vermeden bizzat yönetti ve 22 gün boyunca
hiçbir gece düzenli uyumadı”.14
Sakarya Savaşı’nda ordunun içinde bulunduğu koşullar,
bugün birçok insana inanılmaz gibi gelebilir. Silah, yiyecek, giyecek
gereksinimi en alt düzeyde bile karşılanamamıştı. Askere yemek olarak, çoğu kez
yalnızca kuru ekmek verilebiliyordu.
Açlığa karşı doğadan ot toplayan erler, kimi zaman zehirli otları yiyor bu da
hastalanmalara, hatta ölümlere yol açıyordu. “Askeri otlamaya çıkardım” tümcesi, komutanların günlük dillerine
yerleşmişti ve beslenmeyle ilgili bir eylemi ifade ediyordu.
Askerin
yüzde yirmi beşinin ayağı tümüyle çıplaktı, bir o kadarının ise, bir ayağında
eski bir ayakkabı öbür ayağında çarık bulunuyordu. Sakarya Savaşı’nda, askerin
yalnızca yüzde beşi üniformalıydı. Mustafa Kemal, Meclis’te,
askerin iyi donatılmadığı yönündeki eleştiriler üzerine söz almıþ ve şunları
söylemişti: “Askerlerimizin biraz çıplak ve yırtık elbise içinde bulunması
bizim için ayıp sayılmaması gerekir... Fransızlar bana, üniformasız askerlerin
çete olduğunu söylediklerinde onlara, ‘hayır çete değildir, bizim
askerlerimizdir’ dedim. Üzerinde üniforma yok dediler. ‘Üzerindeki elbise onların
üniformasıdır’ dedim. Bu Fransızlar için yeterli yanıt olmuştu. Elbiseli olsun,
köylü elbiseli olsun (ne fark eder y.n.) yeter ki onları yerinde
kullanalım, kutsal amacımıza ulaşalım”.15
“Büyük ve Kanlı Savaş”
Sakarya
Savaşı, 100 kilometrelik bir cephe üzerinde gelişen, sözcüğün
gerçek anlamıyla tam bir meydan savaşıydı. Başladığı 23 Ağustos’tan 13
Eylül’e dek, 22 gün sıradışı bir şiddetle sürdürüldü. Yunanlılar, Türklere karşı
duydukları kinle ve varsıl bir ülkeyi ele geçirmek için; Türklerse, yüzyıllarca
uyruk yapıp içlerinde yaşattıkları Rum ihanetine duydukları öfkeyle, vatanlarını
savunmak için savaşıyordu. Yunan Ordusu’nun önemli bir bölümünü oluşturan
Osmanlı uyruğu ‘yerli’ Rumlar, savaşı
yitirdiklerinde “vatan haini” sayılacaklarını ve “Helen İmparatorluğu”
kurmak yerine, varsıllıklarını borçlu oldukları Anadolu’yu tümden
yitireceklerini biliyordu. Bu nedenle, büyük bir dirençle savaşıyorlardı.16
Mustafa Kemal, Sakarya
Savaşı’nı Nutuk’ta, “dünya tarihinde örneği pek az olan, Büyük ve
Kanlı Sakarya Savaşı (Sakarya Melhamei Kübrası)” diye tanımlar. Savaşın
Anadolu’daki Türk varlığı için yaşamsal önemini bildiğinden, orduyu olduğu
kadar halkı da savaşa hazırlamıştı. Çatışmaların başlamasından birkaç gün önce,
“Orduya ve Millete” başlığıyla yayınladığı bildiride; “Ordumuzun
fedakar subaylarına ve kahraman erlerine, atalarından miras kalan özellikleriyle
kendini gösteren bütün millete sesleniyorum” diyerek17; Türk
milletinin bütün bireylerini, “köyde, kentte, evinde, tarlasında”
bulunan herkesi, “kendini silahla vuruşan savaşçı gibi görevli bilerek ve
bütün varlığıyla” savaşmaya çağırdı.18 “Türkiye ölüm tehlikesindedir,
ama batmayacaktır”19;
“Düşman ordusunu, Anayurdumuz’un harimi ismetinde (kutsal bağrında y.n.)
boğarak istiklalimize kavuşacağız” diyordu.20
“Hatt-ı Müdafaa” Değil “Satt-ı
Müdafaa”
Anadolu’yu kurtaramazsa, “herkesle
beraber ölecekti”.21
Ölümü en başından göze almıştı ve onu umursamıyordu. Önemli olanın ölmek değil,
ülkeyi kurtarmak olduğunu biliyordu. Bireysel ölüm, ancak düşmanı yenme olasılığı
ortadan kalktığında sözkonusu olabilirdi. Sakarya Savaşı önemliydi,
ancak yitirilse bile son değildi. Mücadele, her koşul altında, yeni yöntem ve
araçlarla sürdürülecek, düşman tümüyle yok edilinceye dek savaşılacaktı. “Her
parça toprak, üzerine basılan her yer savunulacaktır” diyordu. Ordularına
verdiği ve savaş tarihinde örneği olmayan kesin emir şuydu: “Hatt-ı müdafaa
yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı
yurttaş kanıyla ıslanmadıkça terkedilemez. Onun için, küçük büyük her
birlik bulunduğu mevziden atılabilir, fakat büyük küçük her birlik durabildiği
ilk noktada, düşmana karşı yeniden cephe kurup savaşmaya devam eder. Yanındaki
birliğin çekilmek zorunda olduğunu gören birlikler ona uymaz. Bulunduğu mevzide
sonuna kadar direnmekle yükümlüdür”.22
Yirmi İki Gün Yirmi İki Gece
Yirmi iki gün, yirmi iki gece
süren Sakarya Savaşı, “bir gün farkla” dünyanın gördüğü “en
uzun” meydan savaşıydı.23 Yalnız uzun deüil, “vahşi ve
öldürücü bir savaştı bu”.24
İki yüz bin insan, yakıcı bir güneş altında, “susuz, günlük yiyeceği bir
avuç mısıra”25
ya da bir parça ekmeğe indirgenmiş olarak, birbirlerine durmadan saldırdılar.
Ankara’ya açılan Haymana Ovası’na hakim büyük-küçük tüm tepeler, sıkça el değiştiriyor,
her el değiştirmede yüzlerce insan ölüyordu. Mustafa Kemal’in elindeki
asker, silah ve cephane kısıtlıydı. Sınırlı sayıda dağıtılan mermiler çabuk
bitiyor ve askerler “birbirinden mermi alıyordu” Topçu tümenlerinde
mermi eksikliği çok fazlaydı. Subay ağırlıklı olmak üzere çok yitik
veriliyordu. Ancak, her olanaksızlık, ona “yeni askeri taktikler” geliştirtiyordu.26
Subay Savaşı
Mustafa
Kemal Sakarya Savaşı’nı “subay savaşı” olarak
tanımlar. Yengiden altı gün sonra, 19 Eylül 1921’de, Meclis’te yaptığı uzun
konuşmanın sonunda, “subaylarımızın kahramanlığı hakkında söyleyecek söz
bulamam. Ancak, doğru ifade edebilmek için diyebilirim ki, bu savaş bir subay
savaşı olmuştur” der.27 Sakarya Savaşı’na “ön safta
katılan subayların yüzde 80’i, erlerin yüzde 60’ı şehit olmuştu”.28 42.Alayın “bütün rütbeli
subayları şehit olduğu için”, Alay’ın komutasını bir yedek subay üstlenmişti.
4.Tümen’in hücum taburunda “bir tek subay kalmıştı”.29 Yalnızca Çal Dağı çarpışmalarında;
“3 alay komutanı, 5 tabur komutanı, 82 subay ve 900 er şehit olmuştu”.30 Çevresine hakim Karadağ
tepesini almak için, “yarım tümen” şehit verilmişti.31 8
tümen komutanı, süngü savaşında şehit olmuştu.32
Subaylar, ona, başkomutanlık sınırlarını aşan bir sevgi
ve güvenle bağlıydılar. Güçlü kişiliği herşeye egemendi. Varlığı askerlere
güven veriyor, “onlara dişlerini sıkarak, her kayaya, her karış toprağa yapışarak
direnme cesareti” ve “en güç anda, Kemal Paşa yeni bir taktik ve cesur
bir atılımla müdahale eder, durumu düzeltir” duygusu veriyordu.33
Subayları, buyruklarının doğruluğuna o denli inanıyorlardı ki, bunları yerine
getirmeyi, vatan savunmasının gerekli kıldığı kutsal bir görev sayıyorlardı.
Sakarya
Meydan Savaşı 13 Eylül’de sona erdiğinde, birkaç gün içinde Ankara’ya
gireceği söylenen Yunan Ordusu çökertilmişti. Bitkin durumda “Anadolu yaylasının
başlangıcındaki harekat noktalarına doğru tersyüzü” geri çekiliyor,
çekilirken “geçtikleri her yeri yakıp yıkıyordu”.34 Sayısının azlığına ve
olanaksızlıklara karşın, “muazzam bir çabayla” olağanüstü bir direnç
gösteren Türk Ordusu, dayanma sınırının sonuna geldiği için; “Sakarya
Nehri’ni zorlayarak”, Yunan Ordusu’nu izlemedi, onu tümüyle yok edemedi.
Bunu yapmak için, daha bir yıla gereksinimi vardı.35
Yunan Ordusu Sakarya’da yok
edilemedi, ama büyük darbe vuruldu. “Azaltılmış rakamlarla ve yalnızca ölü
olarak subay-er 18 bin” yitik vermişti.36 Silah ve donanım yitikleri
hesaplanamıyordu.
Ankara’yı Kurtarmak
Ankara
kurtarılmış, parlak bir zafer kazanılmıştı. Türkiye coşku, dünya şaşkınlık
içinde, Sakarya’daki Türk başarısını konuşuyordu. Ezilen ulusların “özgürlüksever
halkları”, Türk halkına duyduğu yakınlığı, Ankara’ya gönderdikleri kutlama
telgraflarıyla gösteriyordu.37 Rusya ve Afganistan’dan, Hindistan ve
Güney Amerika’dan, hatta Fransa ve İtalya’dan bile kutlama geliyordu.38
Ankara halkı, “büyük bir
sevinç içindeydi.” Eşyalarını toplamış, “top seslerini duyarak” doğuya
göçmeye hazırlanmıştı. Artık güvendeydi ve Mustafa Kemal’e “sonsuz
bir şükran duygusu içindeydi”.39
O da, aynı duyguları, Türk halkı için taşıyordu. 14 Eylül’de “Millete
Beyanname” adıyla, orduyu ve Türk halkını kutlayan bir teşekkür bildirisi
yayınladı. Düşmanı tümüyle ülkeden atıp özgürlüü sağlayana ve “milli sınırlar
içinde her türlü yabancı müdahalesine son verene kadar, silahlarımızı bırakmayacağız”
diye bitirdiği bildiride şöyle söylüyordu: “Ordumuz, Avrupa’nın en mükemmel
araçlarıyla donatılmış Constantine birliklerinin hakkından geldiyse bu inanılmaz
mucizeyi Anadolu halkının gösterdiği fedakarlık duygusuna borçluyuz. Ulus
bireylerinin, milli amaç uğrunda özel yararlarını değersiz sayma konusunda
gösterdikleri olağanüstü davranış, kuşaktan kuşağa aktarılan şerefli bir övünç
kaynağı olacaktır... Yüksek bir azim ve fedakarlık duygusuyla topraklarını
savunan milletimiz, ne kadar övünse haklıdır... Biz hiç kimsenin hakkına el
uzatmadık. Bizim tek isteğimiz her türlü tecavüze karşı çıkarak, hayat ve
istiklalimizi sağlamak ve korumaktır. Her medeni millet gibi, özgürce yaşamaktan
başka amacımız yoktur”.40
Siyasi
Sonuçlar
Sakarya
Meydan Savaşı, içte ve dışta önemli gelişmelere yol açtı; Mustafa Kemal’in gücünü ve saygınlığını arttırdı. Büyük Millet
Meclisi O’na, 19 Eylül’de “Gazi”
ünvanıyla “Türk askeri rütbelerinin en
yükseği” olan Maraşal rütbesini verdi. Oysa, daha bir yıl önce Vahdettin, ondan “Mustafa Kemal Efendi” diye söz ederek rütbelerini almış ve idam
kararını imzalamıştı.41
Sakarya’dan
30 gün sonra, 13 Ekim 1921’de Sovyetler Birliği’nin aracılığıyla artık birer
sosyalist cumhuriyet durumuna gelen Kafkasya Devletleri; Azerbeycan, Ermenistan
ve Gürcistanla, Kars Anlaşması
imzalandı. Hemen bir hafta sonra 20 Ekim 1921’de Fransa’yla Ankara Anlaşması, 3 gün sonra 23 Ekim’de
İngiltere’yle “Tutsak Değişim” anlaşması
yapıldı. Bu anlaşmalarla Ankara, savaş galibi emperyalist ülkeler tarafından
tanınmış oldu. 2 Ocak 1922’de Ukrayna Halk Cumhuriyeti ile Dostluk Anlaşması imzalandı. İtilaf Devletleri 22 Mart 1922’de
Ankara’ya mütareke önerisinde bulundu.42
Sovyetler
Birliği’nden para ve silah sağlandp. Alınan parayla, “Fransa’dan, İtalya’dan, Bulgaristan’dan, Amerika’dan silah satın alındı”.43
Fransızlarla
yaptığı Ankara Anlaşması’yla Güney
cephesinde serbest kalan 80 bin asker kullanılabilir duruma geldi, bunların 40
binini “Fransa’dan satın aldığı
silahlarla donattı”.44
Fransızlarla kurduğu ilişkiler,
paylaşım çelişkisi yaşayan İtilaf Devletleri arasında gerilim yarattı. İngiltere
Dışişleri Bakanı Lord Curzon, “adeta dehşetle karışık bir şaşkınlık”
içindeydi.45 Büyükelçilik görevlisi Rumbold İstanbul’dan Curzon’a
gönderdiği yazıda, “Fransızlar şerefsizce
davrandılar, müttefiklerin ilişkisi kökünden sarsıldı” diyordu.46
DİPNOTLAR
1 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.322
2 a.g.e. sf.322
3 “Nutuk” M.K.Atatürk, II.C., Türk Tarih Kurumu Yay., 4.Bas., 1989, sf.817
4 a.g.e. II.Cilt, sf.821
5 a.g.e. sf.821
6 “Mustafa Kemal Anılaru”
Metin Ergin, Cumhuriyet, 16.11.2004
7 “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.325
8 “Bozkurt” H.C.
Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996,
sf.126
9 “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.325 ve 327
10 a.g.e. sf.326
11 a.g.e. sf.326
12 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi
Kit., Ankara-1997, sf.213
13 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.327
14 “Kemalist Eüitimin Tarih
Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas.,2001,
sf.101
15 “Kuvayı Milliye Ruhu”
Samet Ağaoğlu, Kültür Bakanlığı Yay., 1981,
sf.118
16 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.213
17 “Anadolu İhtilali”
S.Selek, II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay.,
8.Bas., 1987, sf.653
18 “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, Türk Tarih Kurumu Yay., 4.Bas., 1989,
sf.827-829
19 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.211
20 “Anadolu İhtilali”
S.Selek, II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay.,
8.Bas., 1987, sf.654
21 “Türkün Ateşle İmtihanı”
H.E.Adıvar, ak. L.Kinross “Atatürk”,
Altın Kit. Yay., 12. Bas., İstanbul-1994, sf.328
22 “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, Türk Tarih Kurumu Yay., 4.Bas., 1989, sf.827
23 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.329
24 a.g.e. sf.329
25 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.213
26 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.329
27 “Anadolu İhtilali”
S.Selek, II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay.,
8.Bas.,1987, sf.670
28 “İstiklal Savaşı Nasıl
Oldu?” Şevki Yazman, sf.99; ak.Ş.S.
Aydemir “Tek Adam”, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.503
29 a.g.e. sf.503
30 “Anadolu İhtilali”
S.Selek, II.Cilt, Kastaş A.Ş. Yay.,
8.Bas., 1987, sf.661
31 “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.334
32 “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.127
33 a.g.e. sf.335
34 “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf. 214
35 “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi
1918-1923” A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İst.-1999, sf.260
36 “Türkiye Ulusal Kurtuluş
Savaşı Tarihi 1918-1923” A.M. Şamsutdinov,
Doğan Kitap, İst.-1999, sf.260
37 “Hakimiyeti Milliye” 19.11.1921; ak. A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitap, İstanbul-1999,
sf.260
38 “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.131
39 a.g.e. sf.131
40 “Atatürk’ün Bütün Eserleri”11.Cilt, Kaynak Yay., İstanbul-2003, sf. 390-391 ve “Çankaya
Akşamları” B.G.Gaulis, II.Cilt, Cumhuriyet Kit., Aydınlanma Dizisi 188, İst.-2001,
sf.19-20
41
“Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak
Y, 3.Bas, 2001, sf.101
42
“Anadolu İhtilali” S.Selek,
II.C., Kastaş A.Ş. Yay., 8.Bas., 1987, sf.685
43
“Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi
Kit., Ankara-1997, sf.218
44
a.g.e. sf.217
45
“Atatürk” L.Kinross, Altın
Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.338
46
a.g.e. sf.338
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder