Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919
Perşembe günü başladı ve 11 Eylül’de sona erdi. Ülkenin tümüne yayılan merkezi bir ulusal örgütün yaratılması için,
birbirini tamamlayan önemli kararlar aldı. Kararlarda ifadesini bulan tam bağımsızlık anlayışı, Misakı Milli amacıyla birleştirilerek
somut bir ulusal program haline getirildi. Ülke düzeyinde gelişen ve gelişmekte
olan yerel direniş örgütleri, tek bir merkezi örgüt içinde toplandı.
Mücadelenin kurallarını belirleyen bir tüzük kabul edildi. Sivas’ta, yalnızca
Kurtuluş Savaşı’nın değil, kurulacak yeni devletin de siyasi temelleri atıldı.
Sivas’a
Hazırlık
Mustafa Kemal, 29 Ağustos 1919’a dek
Erzurum’da kaldı. 22 gün süren Erzurum çalışmaları, Samsun’da başlayıp, “Amasya’da
sürdürdüğü çalışma ve yazışmaların” 1, daha ileri bir adımı, bir
üst aşamasıydı. Artık, Heyeti Temsiliye adına hareket ediyor ve
telgraflarla ülkenin her yöresine ulaşarak, Sivas’ta yapılacak ulusal kongre
için çalışıyordu.
Erzurum Kongresi’nin
verdiği meşru yetkiye dayanarak, her ilden delegelerini seçmesini ve gizlice
Sivas’a göndermesini istedi.
Gizliliğe önem veriyordu, çünkü İstanbul Hükümeti Sivas Kongresi’ne gidecek
delegelerin “tutuklanarak geri gönderilmesini istemişti.2
Benzer bir buyruk, onun için verilmiş, Dahiliye Nezareti’nden
sonra Harbiye Nezareti de, 30 Temmuz’da Kolordu karargahlarına
gönderdiği buyrukla, Mustafa Kemal’in tutuklanmasını istemişti.
Tutuklama buyruğunda şunlar söyleniyordu: “Babıali Hükümeti’nin emirlerine
başkaldırmaları nedeniyle, Mustafa Kemal Paşa ve Miralay Refet Bey’in
tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesi karar altına alınmıştır. Yerel makamlara
gerekli emirler verilmiş olduğundan komutanlığınızın bu emri derhal yerine
getirmesi ve sonucun bildirilmesi tebliğ olunur” .3
Koşullar
ve Katılım
Giriştiği eylemin o
günkü durumu, İngiliz araştırmacı Dankwart A.Rustow’a göre “demokrasi,
örgütlü ayaklanma, gerilla savaşı ve açık savaş hali arasında bir alacakaranlık
dönemi” di.4 Bu “alacakaranlık” dönemde, İstanbul için
tutuklanması gereken bir suçlu; işgalciler için, durdurulması gereken “asi
bir generaldir”.
Yunanlılar, İzmir’den
çevreye yayılmakta, işgal alanlarını genişletmektedir. Ermeniler ve yerli
Rumlar savunmasız köylere saldırmakta, kırım yapmaktadır. Er sayısı azalmış,
iki kolordudan başka elde askeri bir güç kalmamıştı. Değişik bölgelerde ortaya
çıkan milli direniş örgütleri, dağınık ve örgütsüzdür. Hükümet yasağına karşın,
delegeleri seçimle belirlenen ve ulusun tümünü temsil eden bir kongre
toplamaya çalışmaktadır. Durumun içerden görünüşü alacakaranlık değil,
belki de koyu bir karanlıktır.
2 Eylül 1919’da Sivas’a
geldi. Erzincan Boğazı’nda baskına uğrayacağı bilgisini almış5,
ancak aldırış etmeyerek gününde Sivas’a ulaşmıştır. Tutuklanma dahil, benzer
tehlikelerle kongre delegeleri de karşılaşmıştır. Türkiye’nin değişik
yörelerinden seçilen delegeler; çoğu yaya olmak üzere at arabası, at, katır ya
da kağnılarla Sivas’a geliyordu. Tanınmama amacıyla değişik kılıklara
bürünerek; tenha yolları, dağ patikalarını ya da ıssız geçitleri izliyorlar, görülmemek
için gündüz uyuyup gece yol alıyorlardı.6
20.Kolordu Kurmay
Başkanı Ömer Halis Bey, Mustafa
Kemal’e gönderdiği, Nutuk’ta
da sözü edilen şifreli telgrafta, “İstanbul’dan delege göndermek
olanaksızdır. Önerilen kişiler orada (Sivas’ta y.n.) verimli ve başarılı
iş göreceklerinden emin olmadıkları için, boşuna masraf yapmamak ve yolculuk
sıkıntılarını çekmemek için yola çıkmıyorlar; İstanbul delege göndermiyor”
diyordu.7
Sivas Kongresi’ne, Erzurum’dan gelenlerle birlikte ancak
38 delege katılabildi.8 Trakya’dan, Konya çevresinden, Antalya’dan,
Fransız işgalindeki Adana’dan delege gelememişti. Büyüklüğüne karşın
İstanbul’dan, Ege bölgesindeki kentlerden “birkaç kişi” den başka kimse
yoktu. Hemen tüm delegeler, Türkler’in Anadolu yaylasındaki ilk yerleşim yeri
olan ve “Erzurum’un batısındaki dağlık bölgeye dek uzanan” Orta
Anadolu’dan gelmişti.9
Lisede Kongre
Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919’da, kongre için hazırlanan ve “çevresinde 13.yüzyıl
Selçuklu mimarisinin zarif yapılarının bulunduğu” lise binasında toplandı.
Sivas, aynı Amasya ve Tokat gibi, katıksız Türk geleneklerinin ve özgürlük
duygusunun güçlü biçimde yaşadığı bir kent, “sağlam Anadolu ırkından
gelme köylülerin yerleşmiş olduğu”10, bir tarım ve ticaret
merkeziydi. Kongre için özel olarak seçilmişti.
Toplantıların yapıldığı sınıfın yanındaki bir oda, onun
için yatak odası olarak hazırlanmış, “demir bir karyola, yaldız taklidi
pirinç lambalar” ve birkaç sandalye konmuştu. Yatağın üzerinde; “fiyonklarla
ve çiçek motifleriyle incelikle işlenmiş ipek bir örtü örtülüydü”. Bu
örtüyü, Sivaslı genç bir kız “çeyiz sandığından çıkararak” Kemal Paşa’ya
armağan etmişti.11
Delegelerin
Niteliği
Kongre delegeleri,
ülkenin kurtuluşu için her türlü olumsuzluğu göze alan özverili insanlardı.
Ancak kimi zaman, bilinç yoksunluğundan kaynaklanan öngörüsüzlükler ve
tehlikeli yanılgılar içine girebiliyorlardı. Mandacılar, sayısal
çoğunluğu oluşturacak denli fazlaydılar. Erzurum’da olduğu gibi yakın çevresi
dahil, başkan olmasını istemeyenler burada da vardı, üstelik sayıları artmıştı.
Delegelerin büyük
çoğunluğu; uluslararası ilişkilerden, büyük savaşın neden ve sonuçlarından,
emperyalist ilişkilerden ve düşünce akımlarından habersizdiler. Onları bir
araya getiren neden, yalnızca ülkenin parçalanmasını önleme isteği, yaşadığı
toprağı savunma içgüdüsüydü. Bilinçle oluşturulan politik programlar,
ekonomik-sosyal zorunluluklar ya da kuramsal arayışlar onların ilgisini
çekmiyordu.
Ulusal direnişe istekli
insanları; gerçekleştirilebilir somut hedeflere yönelterek aynı amaç çevresinde
toplamak, bilgilendirip örgütlemek, tek bir ulusal programın parçaları haline
getirmek, güç bir işti. Bu işi başarabilecek denli iyi yetişmiş, politik
bilinci yüksek, örgütleme yeteneğine sahip insanlara gereksinim vardı. Oysa, bu
düzeyde olan yalnızca kendisiydi.
Bekir Sami, Hüseyin Rauf (Orbay), Refet (Bele) gibi, en yakın
çevresi bile, kürsüden açıkça manda sözcülüğü yapıyordu. Kazım
(Karabekir) Erzurum’dan ona, “telgraf ve genelgeler altında imzanız
olmamalıdır” diye şifreli telgraflar gönderiyordu.12 Karargah
Subayı Binbaşı Hüsrev (Gerede), İsmail Fazıl Paşa (Ali Fuat
Cebesoy’un babası), Hüseyin Rauf (Orbay), Bekir Sami, bir evde
toplanmışlar, İsmail Fazıl Paşa’nın başkanlığı üzerinde anlaşmışlardı.13
“Sonsuz
Sabır”
Yaşının ötesinde
gelişkin olan bilgi ve deneyimlerini, askeri-siyasi görüşlerini, “sonsuz bir
sabırla” delegelere anlattı; onları bilgilendirmeye çalıştı. Pek çok şeyin,
bu kongrenin başarısına bağlı olduğunu biliyordu. Sabahlara dek süren
konuşmalar, “insanları etkileyen sohbetler” delegelerin arasına
karışarak “saatler süren tartışmalar” yapıyordu.
Kimi zaman dünya ve
ülke siyasetinden, kimi zaman felsefeden ya da edebiyattan söz ederek, “onları
peşisıra sürükleyen müthiş bir coşkuyla”14 konuşuyordu. Yönünü
bulamamış muhalefeti, mantık ve bilince dayalı, yurt sevgisiyle donanmış “sözcük
seli altında boğdu”.15 Türkiye’yi kurtarma inancı ona, “olağanüstü
bir ikna gücü” vermişti.16
Ulusal mücadeleyi temsil edip yönetecek önderin o olduğu
açıktı. “Son derece kesin ve ödünsüz bir kararlılıkla yoluna devam etti, ne
istediğini bilerek, dolambaçlı yollara sapmadan”17 hedefine
yürüdü. Başlangıçta yeterince güven duymayanlar, daha sonra “büyüsüne
kapılarak”, etkisi altına girdiler. Bilgi ve bilinciyle Kongre’ye yön
veren, önemli kararları belirleyen hep oydu.
Kısır
Tartışmalar
Kongre’nin ilk günleri, kısır
siyasi tartışmalarla geçti. Kimi delegelerde politik saplantı durumuna gelen İttihat ve Terakki karşıtlığı, sözcükle
uğraşılan uzun tartışmalara yol açıyor, zaman ve güç yitimine neden oluyordu. “Sonsuz bir sabırla” yürüttüğü Kongre
Başkanlığıyla, genellikle mandacıların
gündeme getirdiği bu tür kısır tartışmaların aşılmasını sağladı.
Uzun tartışmalar sonunda belirlenen yemin metni, Kongre
üyeliğinin koşulu sayıldı. Her delege kürsüye çıktı ve Kuran’a el basarak aynı
metni okudu. Kongre yemini şöyleydi: “Vatan ve milletin saadet ve
selametinden başka hiçbir kişisel amaç izlemeyeceğime, İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin canlandırılmasına çalışmayacağıma ve var olan siyasi
partilerin hiçbirisinin siyasi amaçlarına hizmet etmeyeceğime Tanrı’nın adı
üzerine yemin ederim”.18
Mandacılığın
Önlenmesi
Bağımsızlıktan yana
olanlarla, mandacılar arasında en büyük ve son açık çatışma, Sivas’ta
yaşandı. Erzurum’a göre sayıları artan Mandacılar, Kongre’ye önceden
hazırlanmış kapsamlı bir bildiri sundular. Bildiri oylansa belki de kabul
edilecekti. Konu, taktik bir karşı öneriyle, “Amerika’ya bir mektup
yollamak” gibi “sudan bir karara bağlanıp” görüşmelerden çıkarıldı.19
Daha sonra, böyle bir
mektup hiç gönderilmediği gibi manda anlayışı, Mustafa Kemal
ölene dek bir daha gündeme gelmedi. Sivas’ta kabul edilen tam bağımsızlık
anlayışı, milli mücadelenin ve yeni devletin vazgeçilmez ilkesi oldu.
Genel çerçeve olarak Erzurum’da belirlenen Misakı
Milli kararları Sivas’ta, “daha
güçlü bir biçime sokularak”20 barışın önkoşulu haline getirildi.
Ülkenin her yerinde Müdafaa-i Hukuk, Reddi İlhak gibi adlarla kurulmuş
olan yerel direniş örgütleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
olarak tek çatı altına toplandılar ve merkezi örgütün şubeleri haline
getirildiler. Cemiyet’in kuruluşu, 11 Eylül’de, Mustafa Kemal’in
imzasıyla Sivas Valiliğine bildirildi.21
Kararlar
Sivas Kongresi, Erzurum
kararlarına yaptığı geliştirici eklemelerle, 11 maddelik Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğünü ve bir ulusal bağımsızlık bildirisi
niteliğindeki Kongre sonuç bildirisini kabul etti. Mustafa Kemal
başkanlığında oluşturulan 16 kişilik Heyeti Temsiliye, İstanbul
hükümetinin karşısına, artık yeni bir siyasi güç merkezi, adı konmamış bir tür
hükümet olarak çıkıyordu.
Heyeti Temsiliye, Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanana dek, yaklaşık yedi aylık dönem
içinde, “askeri ve milli bürokrasiyi kendisine bağlamayı büyük çapta
başardı” ve “ikinci bir hükümet olarak”22 Kurtuluş
Savaşı’nı yönetti.
Sivas’ta alınan kararlar özet olarak şöyleydi: “Mondros
Mütarekesi imzalandığı anda Osmanlı ülkesi içinde kalan ve İslam nüfusun
ezici biçimde çoğunluğu oluşturduğu bölgeler bir bütündür, birbirinden ayrılamaz...
Bunu çiğnemeye yönelik her türlü işgal ve müdahaleye silahla karşı koymak,
savunma hakkını kullanmaktır ve meşrudur. Osmanlı Hükümeti, dış baskı
karşısında, ülke topraklarından bir bölümünü terk etmeye yönelirse, buna karşı
direnilecektir... Ülkedeki tüm direniş örgütleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir... Kurulmuş olan yerel dernekler
örgütün birer şubesi olacaktır... Örgüt, Heyeti Temsiliye adı verilen ve
‘vatanın tümünü temsil eden’ bir kurulca yönetilecek, bu kurul gerek görürse
geçici hükümet ilanına yetkili olacaktır... Kuvayı Milliye’yi
etken, milli iradeyi egemen kılmak temel ilkedir... Rumluk ve Ermenilik
oluşturma çabalarına karşı, birlikte savunma ve direniş, milli mücadelede esas
alınmıştır... Müslüman olmayanlara, egemenliğimizi ve toplumsal dengemizi
bozacak imtiyazlar verilmesi kabul edilmeyecektir”.23
Kongre’nin
Gücü
Sivas Kongresi,
delegelerin tutuklanması buyruğunu veren Sadrazam Damat Ferit’in
görevinden uzaklaştırılmasını isteyen bir karar almıştı. Karar, Padişah’a
telgrafla bildirildi. Ancak, telgraflar Padişah’a verilmiyor ya da öyle
söyleniyordu. Yanıt alınmaması üzerine, “durumun sürmesi halinde”
İstanbul’un Anadolu’yla telgraf bağının kesileceğini bildirdi ve 11-12 Eylül
gecesi telgraf müdürlükleriyle kolordu komutanlıklarına gönderdiği bir
yönergeyle Anadolu’yu İstanbul görüşmelerine kapattı. Yönergede, “bu
talimata engel olan telgraf görevlileri, bulundukları yerde hemen askeri
mahkemeye verilerek, en ağır cezaya çarptırılacaklardır” diyordu. 24
Bu uygulamadan, yalnızca yirmi gün sonra Damat Ferit
Hükümeti çekilmek zorunda kaldı. Yerine kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti,
Bahriye Nazırı Salih Paşa’yı, Mustafa Kemal’le görüşmek üzere
Anadolu’ya gönderdi. 20 Ekim’de Amasya’da yapılan görüşmenin Sivas Kongresi’nde
seçilen Heyeti Temsiliye için önemi, görüşmede alınan kararlardan çok,
İstanbul’un milli hareketi tanımak zorunda kalmış olmasıydı.
Amerikan
Kurulu
Sivas Kongresi’nin sona
erişinden on gün sonra, 22 Eylül’de, General J.G.Harbord başkanlığında
bir ABD kurulu, Sivas’a geldi. Kurul, “manda konusunda Amerika’yı
ilgilendiren sorunları incelemek” ve “Ermenistan’da çeşitli görüşmeler
yapmak” üzere, “Başkan Wilson’un emriyle” Türkiye’ye gelmişti.
Millici hareketin gücünü nerden aldığı merak ediliyor, önderiyle görüşülmek
isteniyordu. “Sıtmadan rahatsız ve yorgun”25 olmasına karşın
Amerikalılar’la “iki buçuk saat süren” bir görüşme yaptı, onlara
düşüncelerini anlattı.
Görüşmede, “Amerika’nın
otoritesini fazla duyurmasını” ve ABD’nin “Türkiye’nin işlerine
karışmasını” kabul etmeyeceğini söyledi. Başında bulunduğu hareketin
yalnızca Ermenilere değil, “her ırk ve dinden insana saygı gösterdiğini” ve “ülkeyi kurtarmaya kararlı olduğunu”
açıkladı.
İngiliz diplomat ve
yazar Lord Kinross bu görüşmeyi şöyle aktarır: “Harbord ‘ne
yapacaksınız’ diye sordu. Mustafa Kemal ince parmakları arasında çevirdiği
bir tesbihle oynuyordu. Bir anda sinirli bir hareketle tesbihinin sicimini
kopardı. Taneler ortalığa yayılmıştı. Teker teker topladı ve yaptığının General’in
sorusuna yanıt olduğunu söyledi. Davranışıyla, ülkenin dağılmış parçalarını
biraraya getireceğini, düşmandan temizleyerek bağımsız ve uygar bir devlet
yaratacağını belirtmiş oluyordu. Harbord, bu tür bir umudun ne mantığa, ne de
askeri gerçeklere uyduğunu söyledi. ‘Bir takım insanların kendi canlarına
kıydıklarını biliyoruz; şimdi bir milletin intiharına mı tanık olacağız?’ dedi.
Mustafa Kemal, ‘söylediğiniz doğrudur General’ diye yanıt verdi. ‘İçinde
bulunduğumuz durumda yapmak istediğimiz şey, ne askerlik açısından, ne de başka
bir açıdan açıklanabilir. Ancak herşeye rağmen, yurdumuzu kurtarmak, özgür ve
uygar bir Türk devleti kurmak ve insan gibi yaşamak için bunu yapacağız’.
Avucunu yukarı doğru dönük olarak, elini masanın üzerine koydu. ‘Başaramazsak’
diye devam etti; ‘bir kuş gibi düşmanın avucu içine düşecek ve aşağılayıcı
şerefsiz bir yaşama katlanacak yerde-konuştuğu sırada parmaklarını yavaş
yavaş kapatıyordu-atalarımızın çocukları olarak, dövüşerek ölmeyi
seçeceğiz’. Bunu söylerken yumruğunu tümüyle kapatmıştı”.26
Harbord’un, “Her şeye
karşın başaramazsanız ne yapacaksınız” sözlerini Nutuk’ta, “generalin
garip suali” diye nitelendirir. Yanıtında, uluslararası ilişkilerde
geçerliliğini her zaman koruyacak olan şu değerlendirmeyi yapar: “Bir millet,
varlığını ve istiklalini sağlamak için uygulanabilirliği (kabil-i
tasavvur) olan girişim ve fedakarlığı yaptıktan sonra, başarılı olur. Ya
başaramazsa demek, o ulusu ölmüş saymak demektir. Öyle ise, millet yaşadıkça ve
fedakar girişimlerini sürdürdükçe başarısızlık söz konusu olamaz”.27
DİPNOTLAR
1 “Nutuk”, M.K. Atatürk,
I.Cilt, Türk Tarih Kurumu. Bas., 4.Bas., İst.-1999, sf.103
2 “Mustafa Kemal” B. Méchin, Bilgi
Yay., Ank.-1997, sf.176
3 “Atatürk” L. Kinross, Altın
Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.220
4 a.g.e. sf.224
5 “Nutuk”, M. K. Atatürk,
I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., İst.-1994, sf.113 ve “Bozkurt”
H. C. Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.96
6 “Mustafa Kemal” B. Méchin, Bilgi
Yay., Ank.-1997, sf.175-176
7 a.g.e. sf.103
8 “Ana Britannica”
28.Cilt, sf.83
9 “Atatürk” L.Kinross, Altın
Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.226
10 a.g.e. sf.226
11 a.g.e. sf.227
12 “Çankaya”, Falih Rıfkı Atay, Sena
Mat., İstanbul-1980, sf.193
13 a.g.e. sf.193
14 “Bozkurt”, H.C.Armstrong, Arba
Yay., İst.-1996, sf.96
15 a.g.e. sf.96
16 a.g.e. sf.97
17 a.g.e. sf.97
18 “Atatürk’ün Bütün eserleri” Kaynak
Yay., 3.Cilt, İst.-2000, sf.330
19 “Çankaya”, Falih Rıfkı Atay, Sena
Mat., İst.-1980, sf.195
20 “Atatürk” L. Kinross, Altın
Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.228
21 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”
U.Kocatürk, T.İş BankasıYay., Ank., sf.105
22 Ana Britannica, 28.Cilt, sf.84
23 a.g.e.sf.84 ve “Atatürk’ün Bütün Eserleri” Kaynak
Yay., 3.Cilt, İst.-2000, sf.361-362
24 “Nutuk”, M. K. Atatürk,
I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., Ank.-1999, sf.191
25 “Atatürk” L. Kinross, Altın
Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.230
26 a.g.e. sf.230
27 Nutuk”, M. K. Atatürk,
I.Cilt, Türk Tarih Kurumu Bas., 4.Bas., Ank.-1999, sf.231
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder