Birçok insan,
Osmanlı Devleti’nin 470 yıllık payıtahtı İstanbul’un, yeni devletin de
başkenti olmasını istiyordu. Oysa, Ankara’nın başkent yapılması, basit bir kent
seçimi değil, tarihsel boyutu olan önemli bir siyasi yönelişti; dünya görüşüyle
ilgili bir anlayıştı. Gücünü korumak için, Anadolu’yu yüzyıllar boyu sömüren ve
bu işi yabancılarla birlikte yapmaktan çekinmeyen çürümüş İstanbul’la
hesaplaşmak, “araya mesafe koymak” gerekiyordu. Yeni devlet, çıkarcılığa
dayalı Batı uyduculuğunun üstesinden gelmek ve tam bağımsızlığa dayanan
özgürlükçü anlayışı egemen kılmak için, Anadolu’dan ve ortasındaki Ankara’dan
yönetilmeliydi. Güçlü ve özgür bir geleceği yaratmak, “Anadolu’ya Anadolu
halkının egemen olmasıyla” olanaklıydı.
Ankara’nın Anlamı
13
Ekim 1923’te, İsmet Paşa’nın imzasıyla verilen tekbaşlamlık (maddelik)
bir yasa önerisi, Meclis’te “uzun tartışmalardan sonra” kabul edildi.
Yasa şöyleydi: “Türkiye Devleti’nin yönetim merkezi Ankara şehridir”.1
İstanbul basını, saray artıkları, gizli-açık karşıtçılar ve yabacılar yasaya
karşın, Ankara’nın başkent olmasını istemediler ve gözdağı içeren görüşler
ileri sürdüler.
Batı’nın kimi devlet
yetkilileri, başkent olması durumunda; “Ankara’ya büyükelçilik
açmayacaklarını” belirten açıklamalar yaptı.2 Kurtuluş Savaşı’nın
önderlerinden Refet Paşa bile, “İstanbul payıtaht olarak kalmalıdır,
bu kaçınılmazdır” diyordu.3
Ankara-İstanbul
Ayrımı
Atatürk,
kent olarak sevdiği İstanbul’da, varlığını hala sürdüren işbirlikçi birikimin
gücünü biliyor, Anadolu’nun gerçek kurtuluşunun bu gücü dağıtmaktan geçtiğine
inanıyordu. Azınlıklar gitmişti ancak dışarıyla bütünleşmeye her zaman hazır
olan devşirme anlayışı; iş çevrelerini, finans gücünü ve basını yönetmeyi
sürdürüyordu. Ankara başkent olduğunda; “Galata sarrafları devlet yönetimi
üzerinde artık etkili olmayacak”, “asalak çıkarcılar bakanlıklara
üşüşemeyecek”, “Avrupa, isteklerini Türkiye’ye artık kolayca kabul
ettiremeyecekti”.4
Oysa, kerpiç evleriyle
“büyük bir köy” durumundaki Ankara’yı, başkent yapmak hiç kolay değildi.
Ancak, geleceğin Türkiyesini yaratmak, insanlara ruh ve direnç gücü kazandırmak
ve yüzyıllardır ezilen Anadolu insanına özgüven vermek için, yeni Türk
devletinin merkezi Ankara olmalıydı. Bunun anlamı, başkent belirlemenin çok
ötesindeydi.
Devrimci
Başkent
Başkentin
İstanbul’dan Ankara’ya getirilmesinin öncülüğünü tek başına Mustafa Kemal yaptı. Anadolu’yu temsil
eden Ankara halkı, Milli Mücadele'de “bağrını açmış”, en güç
günlerinde ona bağlı kalmıştı. Seymenler’in 28 Aralık 1919’da verdiği ve sonuna
dek sadık kaldığı “yiğit sözünü” unutmuyordu.
Yeni
devleti, Anadolu’nun “Türk geleneklerini canlı tutmuş, güvenilir insanları”
arasında kurmak istiyordu. Ankara, “devrimin doğum sancılarını çekmiş,
yeniliğin simgesi olmuştu. Kaygı dolu günlerin, işgal heyecanlarının, uykusuz
gecelerin ve yeniliklere doğru uzanan yolların izlerini taşıyordu. Devrimci
Mustafa Kemal, burada rahat ettiğini hissediyordu”.5
Ayrıca ruh yapısı
olarak Ankara, Kurtuluş Savaşı içinde, eylemsel olarak başkent olmuştu
zaten. Bunu “Ankara kendisini merkez yapmıştır, istila onun kapısında
durduruldu” sözleriyle dile getiriyordu.6
Güç
İşi Başarmak
“Ankara’da
kalmak gerekir”7 diyerek, çok güç bir işe girişti.
Hiç kimse İstanbul’u bırakıp, yoksunluklar içinde, sosyal yaşamı olmayan;
evsiz, ışıksız, yolsuz, susuz ve kıraç bir Anadolu ‘kasabasına’ gelmek
istemiyordu. İstanbul’da “işsiz kalıp” Ankara’ya memurluk bulmaya
gelenler az değildi. Girişilen işin gerçek boyutunu kavrayamayan bu insanlar,
her zaman geri dönme ümidiyle, “beş on memur, bir kerpiç odada yaşayarak”8,
dönmek için gün sayıyordu.
Ankara’da,“eski
Türk mahallelerinin güzelliğinden ve Türk kentlerinin bilinen zerafetinden”9
iz kalmamıştı. Burada artık, “ne çınarların gölgesinde kahveler, ne
çağıldayan sularıyla havuzlu mekanlar, ne de aşkla işlenmiş bir mimarinin sanat
hazineleri”10 vardı.
Atatürk, Ankara’nın, çağın gereklerine
uygun olarak kurulup gelişmesi için çok uğraştı. Başkent kararından kent
tasarımlarının hazırlanmasına, inşaatların yapımından kaynak yaratmaya,
kültürel yapılanmadan yeşil alan oluşumlarına dek hemen her işle, her aşamada
ilgilendi. Giriştiği işin, getirmeye çalıştığı yeni düzen için ne anlama
geldiğinin bilincindeydi. Başarmak zorunda olduğu güç iş, kendisinden çok,
kurmakta olduğu devlete saygınlık kazandıracaktı.
Kent Kurmak
“Bir
devlete başkent seçmenin, bir orduya karargah seçmek olmadığını”11,
herkesten çok, o biliyordu. Kent yaşamı; geleneklerin zaman içinde yenilenip
geliştiği ve ortak yaşam koşullarının insanlara kimlik kazandırdığı süreçler
toplamıydı. Kent ise, kuşaklar boyu oluşan kültür merkezleri, insanlar arası
ilişkilerin yoğunlaştığı toplumsal yaşam alanlarıydı. İlişki yoğunluğu ne denli
çok ve çeşitli ise, o yerleşim birimi o denli kentleşmiş demekti.
Konuyla
ilgili herkesle tartıştı, edindiği bilgileri inceledi, yerli-yabancı uzmanlarla
görüştü, yazanaklar (raporlar) hazırlattı. Geleceği olan bir yerleşim biriminin,
ancak nitelikli bir tasarımla yaratılacağını biliyor, Ankara’ya kent
tasarcıları çağırıyordu. Prof.Jonsen’e yaptırdığı imar planı, vurguncu
(spekülatif) baskılara karşın, onun özel ilgisi sayesinde fazla ödün verilmeden
uygulandı; Ankara gelişimine, tasarlı bir kent olarak başladı.
“Arsa vurgunu, kent
planlarının baş düşmanıdır” diyor, arsa ticaretini önlemek
için önlem aldırıyor, yakın çevresini “o günlerin kârlı işi” arsa
ticaretine girmemeleri için uyarıyordu. Plan gereği, kamu binalarının
Bakanlıklar bölgesine toplanması söz konusu olunca, “Meclis’teki
spekülatörler” uygulamaya karşı çıkmışlar, “bir hava saldırısı
çıktığında hepsi yıkılır gider” gibi gülünç gerekçeler ileri sürmüşlerdi.
Konu ona iletildiğinde, karşı çıkışın amacını bildiği için gülerek, “hepsini
ayrı yerlerde savunacağımıza, tümünü bir arada savunuruz” demişti.12
Yoktan
Var Edilen Başkent
“Kerpiç
evleri ve tozundan başka birşeyi olmayan” Ankara, çok
kısa bir süre içinde, “görenleri şaşırtan” büyük bir gelişme içine
girmişti. “Gündüzleri gidilecek bir yeri olmayan” bir kasabadan; Meclis
binaları, üniversitesi, konservatuarları, tiyatroları, konser ve sergi
salonları, spor tesisleri, hipodromu, bol yeşil alanları ve korularıyla bir
sanat ve kültür kenti yaratılmıştı.
Bir Başbakan
davetinden dönerken ıssız “kent”
ortamında arabası kara saplanan ve konutuna yürüyerek giderken; “kurtların
yediği fıraklı, silindir şapkalı ilk insan biz olacaktık” diyen İngiltere
Büyükelçisi Sir Clarck ülkesine gittiğinde, Ankara’daki büyük değişim
için şunları söyleyecekti: “Biraz çimentonuz varsa bütün bunları
yapabilirsiniz. Ancak, yepyeni bir kent ruhu, kesinlikle yeşil bir Ankara ve
yeni bir başkent uygarlığı yaratamazsınız. Bunları yapabilmek için yalnızca
çimento yeterli değildir”.13
Yeni
Ruh Yeni Anlayış
1922’de Fransız Le
Temps gazetesi adına Türkiye’ye gelip beş yıl kalan ve 1929’da “Mustafa
Kemal ve Uyanan Doğu” kitabını yazan Paul Gentizon, bu yapıtında,
Ankara’nın kuruluş günlerini de anlatır. Kitapta dile getirilen saptamalar,
yalnızca bir kent kuruluşunun anlatımı değil, onunla birlikte, bir ulusun
kazandığı yeni ruh yapısına yönelik bir çözümlemedir: “İnsan, bu kenti
yaratan gücün hemen tümünün Türklere ait olduğunu anlayınca, şaşkınlık daha
büyük oluyor... Türkler, kendi işlerini kendileri görmeye koyulmuşlar. Eski
anlayış, az çalışma düşüncesi ortadan kalkmış gibidir. Şimdi yeni Ankara
inşaatının geniş şantiyesi, bu değişimi gözler önüne sermektedir. Her yerde bir
canlılık, dinmeyen bir çalışma havası var. Gördüklerinizden tam anlamıyla
şaşkınlık duyarsınız. Çöl görünümündeki bozkırın ortasında, fabrikalardan
oluşan bir semt ve yanında modern bir işçi mahallesi kurulmuştur. Yeni başkentin
bütün ihtiyaçları, tam bir işbirliği halinde yan yanadır. Tuğla üretim
birimleri, kireç fırınları, elektrik santralı, çimento fabrikası ve kereste
biçme atölyeleri; bunların işleyen makine gürültüsü, bozkırı şaşkına
çevirmiştir. İşte bu, yeni Ankara’dır. Artık tutuculuk ölmüş, geçmişte
kalmıştır. Cumhuriyetin eseri, yenilik ve canlılıktır”.14
“İkinci
Sakarya Zaferi”
Olanaksız
gibi görünen çok güç bir işi başarmıştır. “Karanlıklar içinde, sinsi,
çıkarlar peşinde dolaşan” ve “binlerce yılın derinliğine sinen
kirlilikle iç içe yaşayan” İstanbul’a karşı, mayasında bağımsızlık ve
özgürlük bulunan, gelişmeye dönük devrimci bir başkent yaratmıştı.
Büyük
emek verdiği bu başarının, her aşamasıyla övünüyordu. Bozkır’ın ortasında yeşil
bir vaha gibi yaratıp ülkeye armağan ettiği Atatürk Orman Çiftliği’ndeki
uğraşıları, tasarımcıların önünü açan girişimleri, arsa soygunculuğunu önleme,
kaynak yaratma, bölgeye uygun ağaç türü araştırmaları... onca işinin yanında
ilgilenip sonuçlandırdığı çalışmalardı.
Sonsuz gibi görünen bu
işler içinde, “Ankara’da yetişmez” denilen çiçek türleri yetiştirmek
için, bizzat harcadığı çaba, verdiği emek çok şaşırtıcıydı. Evindeki bir öğle
yemeğinde, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’yı, koluna girerek öbür
konuklarıyla birlikte bahçeye indirmiş ve gaz tenekeleri içinde yetiştirdiği
çiçekleri sevinçle göstererek: “Bak Paşam, işte bunlar benim ikinci Sakarya
zaferimdir” demişti.15
DİPNOTLAR
1
“Kemalist
Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Yay.,
3.Bas., 2001, sf.144
2
a.g.e. sf. 143
3
“Nutuk”
M.K.Atatürk, TTK 4.Baskı,
Ank.-1999, sf. 1061
4
“Mustafa Kemal
ve Uyanan Doğu” Paul Gentizon, 2.Basım, Bilgi Yay., Ank-1994, sf.230
5
“Atatürk”
P.Paruşen, Cem Yay., İst-1981,
sf.
6
“Çankaya” Falih
Rıfkı Atay, BATEŞ A.Ş.,
İst.-1980, sf.355
7
a.g.e. sf.418
8
a.g.e. sf.354
9
“Mustafa Kemal
ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay.,
1994, sf.241
10
a.g.e. sf.241
11
“Çankaya” Falih
Rıfkı Atay, BATEŞ A.Ş.,
İst.-1980, sf.417
12
a.g.e. sf.424
13
“Mustafa
Kemal’in Ankarası” Nezih Aras, İst.-1994, sf. 20
14
“Mustafa Kemal
ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay.,
1994, sf.247-248
15
“Mustafa
Kemal’in Ankarası” Nezih Aras, İst.-1994, sf.36
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder