“Uçsuz bucaksız” Çin’in “uçsuz bucaksız” bir tarihi vardır. Bu
tarih, M.Ö.7 binli yıllara, söylencelerle (efsanelerle) renklenen,
bilinmezliğin ya da unutulmuşluğun karanlıklarına gömülmüş zamanlara dek giden “sonsuz” bir tarihtir. Dünyayı “tanrılar” ve “cinlerle” dolu bir yer sayan eski Çin’den kopup insanlığa benzeri
olmayan bir evrim örneği sunarak bugüne ulaşan ve son üç bin yılı yazılı olan
bu koca tarih; eşsiz bir uygarlığı, Çin Uygarlığını bağrında taşır.
“Sonsuz Tarih”
Ekonomik-kültürel gelişkinliğin sağladığı gönenç ve göz kamaştıran
varsıllığıyla her zaman çekim merkezi olan Çin, 10 bin yıllık tarihi içinde, Konfuçiusculuğu ve Taoculuğu dünya kültürüne armağan
etti. Ekonomik gönenç yanında yaratılan felsefi birikim, bir yandan Çin
düşüncesini belirleyen insanseverliğin (hümanizmin) kaynağını
oluştururken, bir başka yandan yeni bir ahlak anlayışının kurallarını
geliştirdi. Çevresine yaptığı düşünsel etkiyle, ekonomi yanında kültürel çekim
merkezi de oldu.
Toplumsal
düzeni evrensel düzenle bir tutan Çin bilgeliği (felsefesi), dünyada sürmekte
olan ve belli ki sürecek olan çatışma ve çekişmelere karşı; barışçılığı, iyilikçiliği ve saygınlığı
öneriyor; inançtan çok ahlâka, gizemci yaklaşımlardan çok siyasete yönelerek,
evrensel bir niteliğe ulaşıyordu.1
Etnik Müze
Binlerce yıl eskiye giden Çin’deki etnik yapılanma, o denli karmaşık ve
parçalıdır ki, 11 milyon kilometrekarelik bugünkü Çin’in tümünü içine alan
ortak bir tarihten söz etmek olanaklı değildir. Tarih içinde yok olanlar
dışında, bugün resmen tanınan; 5 özerk bölge, 29 özerk il ve 69 özerk yönetim
birimi vardır.2
Bu birimlerde
ırk olarak Çinlilerden başka; Uygur
Türkleri, Tibetliler, Moğollar,
Cuanglar, Koreliler, Mançular; din
olarak Budacılık, Lamacılık, Müslümanlık; yaşam biçimi olarak; göçebelik, yarı
göçebelik, kent ve köy yaşamı, farklı ekonomik ve sosyal
gelişmişlik düzeyleriyle birlikte yaşanmaktadır.
Çin Siyasi Tarihi
Çin’in siyasi tarihi, M.Ö.3 binlerde başlar ve 800 yıllık ilk dönemi
2200’de sona erer; bu döneme Beş
İmparatorluk Dönemi adı verilir. Her biri, bir ya da birkaç uygarlık
unsurunun yaratıcısı olan beş imparatorluk dönemi, Çin ulusal tarihinin de
başlangıcı ve simgesidir.
Konfüçyüs ve kimi eski Çin tarihçisine göre, “destan
ve söylencelere değil gerçek belgelere dayanan” bu dönemin başlatıcısı,
İmparator Fuhi ile onun kadar önemli
olan kızkardeşi Niyü-kua’dır. İlk Çin devletini kuran bu iki kardeş,
Türkler’in M.Ö.5000’lerde gelip yerleştiği ve varlıklarını günümüzde de
sürdürdükleri Batı’daki Kansu ilinden
gelmişlerdi.3
M.Ö.2200’lerden sonra Üç
İmparatorlar Dönemi denilen yeni bir dönem başlar. Yeni dönemin en önemli
özelliği, yönetici önderlerin (İmparatorların) Millet uluları adı
verilen bir kurul tarafından seçilmesi ve katılımcılığın yarattığı siyasi
canlılıkla, iyi işleyen bir yönetim yapısının kurulmasıydı. Yönetimde katılımcılığın
geçerli olduğu bu dönemi başlatan Hiya,
Yin ve Çeu ile T’sin sülaleleri;
eski Çin kaynaklarına göre Batı’dan yani Türkistan’dan gelen Türklerdi.4
Daha sonra bu
geleneğin ortadan kalkmasıyla, siyasi düzen katılımcılık yerine kişi
egemenliğine bağlı duruma gelecek ve “sülaleler düzeni” adı verilen
döneme geçilecektir.
İmparatorluk Dönemi
İki bin yıl süren Üç Sülale Dönemi,
M.Ö.249’da sona erdi, Çin’de siyasi birliğin sağlandığı ve 20.yüzyıla dek süren
İmparatorluk Dönemi başladı.
Çinliler’in bir bölümünün, özellikle Konfüçyüsçüler’in
“Zorba İmparator”, resmi tarihin ise,
“Şanlı Hükümdar-Çe Huang-Ti” dediği Çeng,
M.Ö.249’da imparator oldu. Çeng; siyasi egemenliği merkezileştirdi,
uyguladığı “devrimci” yöntemlerle
Çin’in geleceğine yön veren kalıcı dönüşümler gerçekleştirdi.
Çeng, yönetim işleyişi konusunda; Konfüçyüs düşüncesine dayanan “iyi
eğitilmiş seçkinler” kavramına karşı, “iyi
örgütlenmiş yönetim işleyişi” anlayışını geliştirdi ve bu anlayışı ödünsüz
uyguladı. Geleneklere karşı yürekli çıkışların seyrek görüldüğü Çin tarihinde, Çeng döneminin yenilikçi ruhu Konfüçyüsçülüğün iki bin yıllık
egemenliğinin ardından ancak 20.yüzyılda yeniden canlanabildi.5
Çin tarihinde
çok önemli bir yeri olan Çeng’in,
içinden çıktığı T’sin soyu, ünlü Çin tarihçisi Çhovannes’in “halkın çoğunluğunun Türk olduğunu” söylediği Kansu bölgesinde yaşıyordu; bu
bölgede yaşayanlar Yueşi Türkleri’ydi.6
Çeng’in Gerçekleştirdikleri
Çeng’in yaptığı ilk iş, İmparatorluğu merkezi ve güçlü bir devlet durumuna
getirecek, yeni bir yönetim yapılanmasına gitmek oldu. Ülkeyi, sınırları bugün
de geçerli olan, merkezi yönetime bağlı eyaletlere ve büyük illere böldü.
Tüm Çin’de
geçerli olacak, ortak bir yazı benimsedi ve bu yazıyı resmi yazı yaptı. ‘Eski kitapların okunamaz duruma geldiği’
yönündeki eleştirilere karşın, “yazı
devriminden” ödün vermedi, çeviriler gerçekleştirdi. Türk akınlarını
durdurmak için, yapımına kendinden önce başlanan Çin Seddi’ni bitirtti. Merkezî devletin güvenliğini sağlamak için
etkili bir posta örgütü kurdu; yollar ve bu yollar üzerinde posta konakları yaptırdı.7
Düşünce Akımları
Çin bilgeliğinin temeli; Konfüçyüsçülük,
Taoculuk ve Budhacılık’a dayanır. Kimi
tarihçilerin din olarak ele aldığı bu akımlar, daha çok siyasi yanı ağır basan
düşünceler ve felsefe kuramlarıdır. Bunlar, kesin bir doğruluk arayışından çok,
doğa ve toplum arasındaki bağları ele alırlar.
Budacılık Hindistan’dan geldiği için, Konfüçyüsçülük ve Taoculuk’a
göre, dinsel yanı ağır basan yabancı unsur gibi görülebilir ancak Budacılık eski Çin geleneklerine
uyum sağladıktan sonra Çin’de tutunabilmiştir.
Konfüçyüs
Asıl adı Kung-Fu-Tseu olan ve
Avrupalı misyonerlerin Latinceye çevirerek Konfüçyüs
adını verdikleri ünlü Çin bilgesi, M.Ö. 551’de küçük bir kasabada doğdu.
Yaşadığı dönem, Çin’de yönetim çatışmaları ve siyasi karışıklıkların yayıldığı,
toplumsal ahlakın bozulup yozlaştığı bir çözülme dönemiydi. Önce memur oldu,
ancak halkın içinde bulunduğu koşullardan duyduğu büyük üzüntü nedeniyle, “halkı tanımak için" uzun gezilere çıktı ve eski Çin kaynaklarını
yoğun olarak inceledi.
Konfüçyüs, okuyarak edindiği bilgileri, gezilerinde halktan edindiği bilgilerle
bütünleştirerek; gelenekleri, halkın değerlerini, onun erdem ve ahlak
anlayışını kendi düşünceleriyle birleştirdi ve yeni bir törel bilgelik (ahlak
felsefesi) geliştirdi. Düşünceleri olgunlaştıktan sonra, kendisine inanan
yoldaşlarıyla birlikte, gezginci dervişler gibi köyden köye, kentten kente
dolaşarak görüşlerini anlattı ve her yerde bu görüşleri yayacak insanlar
yetiştirdi.
Düşünceleriyle, yalnızca kendi döneminde değil, gelecek yüzyıllarda da
milyonlarca insanın “ruhunu büyüleyecek
olan” Konfüçyüs, istediği toplum
düzenini ve önerdiği ahlak anlayışını, yaşamı boyunca sürdürdüğü bu çabayla
ortaya çıkardı.
Konfüçyüs, yönetim birimlerinde görev alacak insanların nasıl yetiştirilmesi
gerektiğini, dürüstlük ve özverinin ne anlama geldiğini, eşitçi bir düzenin
nasıl gerçekleştirileceğini gösterir. Erdemi herşeyin önüne koyar. İnsan
yetiştirmenin ve eğitimin önemini vurgular. Ona göre, “başkalarını yönetmek önce kendini yönetmek” demektir; “erdem her insan için ve her zaman sürekli
yenileşmeyi gerektiren bir iç nitelikler bütünüdür”, “kendimize ne yapılmasını istiyorsak başkalarına da onu yapmalıyız”;
“bilgeliğe ulaşmanın tek yolu yalnızca
eğitimdir.”
Konfüçyüs, ortaya yeni
bir şey koymadığını, yalnızca doğa ve toplumdaki gerçekleri dile getirdiğini
söylüyordu. Tarihsel geleneklere dayalı öz kimliğe, aile ilişkilerine, yönetim
işleyişine ve devlet varlığına son derece önem veriyor ve şunları söylüyordu: “Yönetenlerin halk tarafından sevilmesi
gerekir. Bu sevgi ancak yönetenlerin yeterlilikleri ve halkın gereksinimlerinin
karşılanmasıyla sağlanabilir. Bir ailede evin babası ne ise, toplum için de
devlet odur. Ulusu yönetenler dürüst olmalıdır. Dürüst değillerse uygulamayacağı
kanunları çıkarması neye yarar?”8
Tao
Konfüçyüsçülük kadar olmasa da, Çin’de etkili olan Taoculuk,
bilgesel yanını korumakla birlikte, evrenin oluşumunu araştırırken doğaüstü bir
anlayışa yönelir. Akımın kurucusu Lao-Tseu’yu
(Tao) Konfüçyüs’ten ayıran temel
öğe, hemen tümüyle tine (ruha) ve tinin gereksinimlerine önem
vermesi ve yaşamın gerçek koşullarına pek eğilmemesidir.
Tao; bilgeliğin göreli bir kavram olduğu için, değer taşımadığını,
insanların mutluluk özlemlerini, kendi doğal yeteneklerinde araması gerektiğini
ileri sürer ve tinin ölümsüzlüğünü kabul eder; bu nedenle Konfüçyüs’ten ayrılır. Taoculuk, hem bir felsefe akımı hem de
bir dindir.
Taoculuğun inanca dayalı öğeler içermesi, onun yönetim anlayış ve dizgeleri üzerinde görüş geliştirmesine engel
olmamıştır. Özellikle devlet
konusunda geliştirdiği görüşler, Konfüçyüsçülük’ten
farklıdır. Tao’ya göre; “Devlet halkın işine olabildiğince az
karışmalı, özellikle eğitim konusuna hiç karışmamalıdır”.9
Düşünürler ve Okullar
Çin’deki
düşünce akımları, Konfüçyüsçülük, Taoculuk,
ya da Budacılık’la sınırlı değildir; geçmişten gelen
ve geleceğe yön veren sayısız düşünce akımı, bu akımları temsil eden okullar ve başka düşünürler de vardır.
M.Ö.5. yüzyılda Mozi Okulu,
4.yüzyılda Yinyang ve beş Öğe Okulu,
3. yüzyılda Adlar Okulu, 2.yüzyılda Yasacılar Okulu, Çin kültürünü
varsıllaştıran ve etkileri günümüze dek gelen düşünce akımlarıdır. Bu akımlar,
19.yüzyıla dek canlılıklarını korumuşlardır.
Dil Sorunu
Çin’de, dil birliği günümüzde de tam olarak gerçekleştirilememiştir.
Özerk bölgelerdeki azınlık dilleri dışında, birbiriyle anlaşamayan onlarca Çin
lehçesi vardır. 20.Yüzyıl ortalarında bile yalnızca Hunan eyaletinde 10 değişik
lehçe konuşuluyordu. Ayrı lehçeler konuşan Pekinli bir Çinliyle Kantonlu bir
Çinli ya da Foukiyenliyle Şansili birbirleriyle anlaşamazlar.10
1949 yılındaki
devrimden sonra, zorunlu tutulan eğitim programlarıyla dil birliğini sağlama
yönünde başlatılan çaba, bugün de yoğun olarak sürdürülmektedir.
Buluşlar ve Kitaplar
Buluşlar konusunda çok yetenekli
olan Çinlilerin, yazılı yapıtları çoğaltmak için matbaayı kullanmaları çok
eskiye giden bir uygulamadır. M.S.6.yüzyılda tahtadan harfler ya da tahta
üzerine oyma yazılarla kitap basmışlar ve matbaacılığı 1040 yılında ileri bir
düzeye çıkarmışlardı. Bu nedenle el yazmalarının dışında, çok sayıda basılı
yayın ve kitap, bugüne gelebilmiştir.
Eski Çin
Kütüphanesi; King adı
verilen kutsal kitaplar dışında; felsefe, yazın (edebiyat) hukuk, tarih ve
askerlik konularında tümüyle özgün birçok kitabı, iyi korunmuş olarak bugüne
taşımayı başarmıştır.
Evrensellik
Çin uygarlığının uzun tarihi boyunca yarattığı kültürel birikim, yalnızca Çin'i ya da Doğuyu değil, dünyanın büyük bir bölümünü etkileyerek bu kültürü insanlığın ortak kalıtı (mirası) olarak evrenselliğe taşımıştır.
Hemen her sanat dalında verilen yapıtlarda görülen; incelik, olgunluk, derinlik ve insana yabancı gelmeyen içtenlik, yüksek niteliklidir. Felsefe ve yazın dışında mimari, resim, yontu (heykel), müzik, tiyatro, çinicilik ve el sanatlarında erişilen düzey ve boyut genişliği hayranlık vericidir.
Çin Tiyatrosu
Antik Çağ’dan beri süregelen Çin tiyatrosu, yalnızca sanatsal bir eylem
değil, onunla birlikte güncel sorunları irdeleyen, düşünsel ve siyasal
tartışmalarla (hicivlerle) dolu görsel bir şölendir. Başlangıçta dinsel
törenleri, tarih ya da söylence (efsane) kahramanlarını canlandıran danslarla
ortaya çıkan tiyatro, daha sonra; türkülü
öyküler ve pandomimler’le halkın sorunlarını dile getiren, bu
nedenle onunla bütünleşen gerçek bir halk sanatına dönüşmüştür.
Günlük konuşma
dilindeki söyleşimlerin (diyalogların) arasına şarkıyla söylenen dizeler
serpiştiriliyor, böylece sahnedeki sanatçılar duygularını özgürce dile
getirerek, izleyiciyle bütünleşiyordu. Oyun metinlerinde dokuz geleneksel rol
vardı ve her rol, işlenen konuyu izleyiciye aktarmada üstün bir yaratıcılığı
gerekli kılıyordu.
Mimarlık
Çin mimarisinde ağırlıklı olarak dayanıklılık
ve güç değil, zarif anlatımlarla
incelik ve insan ölçüsü asaldır. Çin
yapılarında özellikle birbiri üzerine geçirilmiş çatılar özgündür ve kimi sanat
tarihçileri bu çatı biçiminin göçebe dönemlerdeki çadır biçimlerinden kalma bir
gelenek olduğunu düşünürler.
Yalnızca saraylarda değil, evlerde de iç süsleme son derece ince ve çok
özenlidir. Ev eşyalarında aranan uyum ve denge düşkünlüğü, başka hiçbir
uygarlıkta görülmeyen düzeydedir.
Toplumsal
gerçekliği yansıtan kent planlaması, dönemin gereksinimlerinin tümünü
karşılayacak bir bütünlük içinde ele alınmıştır. M.S.7.yüzyılda yapılan Çang kenti planlaması;
yönlendirme, hacimlerdeki geometrik pürüzsüzlük ve işleyiş kolaylığı nedeniyle
hem Çin’de hem de Japonya’da günümüze dek uygulanmıştır.
Belgeler, Yazıtlar
Çin uygarlığının bize bıraktığı ilk belgeler (M.Ö. 13. yüzyıla ait
kemikler üzerine yazılı yazıtlar) Çinlilerin daha o dönemde gökbilim
(astroloji) araştırmaları yaptıklarını göstermektedir.
Başlangıçta evrenbilimsel
(Kozmik) inançlara dayanan Çin matematiği, daha sonra saymanlık (muhasebe),
vergi, sayışma (takas) ve alan ölçümü hesaplarında kullanılarak hızla gelişti.
Matbaanın bulunduğu Songlar döneminde
(960-1279); Li Ci, Yang Huei, Cu Sici gibi ünlü matematikçiler
Çin cebirini doruğa çıkardılar ve soyut matematik araştırmalarına giriştiler.
Yontuculuk
Kabartmacılık ve yontuculuk, genellikle küçük ölçekli, ancak incelikli
ürünler vermiştir. Yontuculuk yapıtlarının en eskileri, 5.yüzyılda Topa Türklerinin kurduğu Vey Soyu Dönemi’nde yapılmış
olanlardır.
Maden, fildişi
ya da yeşim taşından yapılan yontular, tunç işleri, kumaş üzerine işleme,
kağıtçılık ve kağıtla süsleme, ipekçilik ve çinicilik konularında ulaşılan
ustalık, eşsiz bir olgunluğa sahiptir. Batı, Çin’i en önce ipekleriyle
tanımıştı. İlk vatanı Çin olan kağıt, Batı’ya Semerkant’tan geçmiştir. Porselen
sanatı, 15 ve 17.yüzyıllarda en parlak devrini yaşamış, vazolardan küçük
fincanlara dek tüm porselen yapıtlarda benzersiz bir sanatsal üstünlüğe
ulaşmıştır.
Batı Sömürgeciliği ve Çin
Çinliler, 17.yüzyıldan sonra, tarihlerinin hiçbir döneminde
görmedikleri, büyük bir sorunla karşılaştı. Kendisine sömürge arayan Batılılar,
göz kamaştıran Çin varsıllığına
elkoymak için gelmeye başladılar.
Amaçları için kullandıkları yöntemler, son derece sert ve acımasızdı.
İpekten başlayıp altına dek, ellerine geçirdikleri hemen herşeyi alıp
götürdüler. Bir yandan ucuz Hint afyonu, öte yandan misyonerleriyle, önce
insanların beyinlerini uyuşturdular.
Kültürel yozlaşmayı yoksulluk üzerine oturtarak yaygınlaştırmada, sömürgeci
işleyişi yaymada ve tutsaklık yöntemlerini geliştirmede ustaydılar.
Güç ya da siyaset yoluyla kabul ettirdikleri ekonomik ayrıcalıklarla
ülkeyi o denli yoğun sömürdüler ki, bir zamanlar dünyanın en varsıl ülkesi olan
Çin, 20.yüzyıla gelindiğinde sıradışı bir yoksulluk içine düşmüştü.
İki bin yıl önce, ellerindeki toprağın her karışını işleyen Çin
köylüleri, 20.yüzyıl ortalarında tarım yapamayan, açlık ve hastalıktan kırılan
umutsuz kitleler durumuna gelmişti. 1949 yılında toprağın ancak yüzde 10’unda
tarım yapılabiliyordu.11
Kendilerini besleyemeyen köylüler, kentlere göçüyor ve buralarda
işsizlik ve açlık içinde yok olup gidiyordu. Şanghay’ın nüfusu yalnızca 1930-1949 arasında 4 milyondan 8 milyona
çıkmıştı. İş bulabilenler “birkaç avuç”
pirinç karşılığında günde 12 saat çalışıyor, bulamayanlar ise “sokaklarda ölüyordu.”Şanghay Belediyesi
yaptırdığı özel araçlarla her sabah kentin kenar mahallelerini dolaşıyor, açlık
ve hastalıktan sokakta ölenleri topluyordu.12
Bir zamanlar
ipek, kağıt ya da seramik ustalarının dolaştığı kent sokaklarında, yeni bir
esnaf türü ortaya çıkmıştı. Alım gücü kalmayan halka, “en düşük maliyet”, “en düşük donanım” ve “en düşük fiyatla” hizmet veren ve işlerini açık havada “yapan”, “gezgin aşevleri”, “dilekçeciler” ve “berberler”, günün yeni
esnaflarıydı.13
DİPNOTLAR
1 “Devrimler ve
Karşı Devrimler Ansiklopedisi” Gelişim Yay. No:1, sf.3
2 “Büyük
Larousse” Gelişim Yay.,
5.Cilt, sf.2706
3 “Tarih
I-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 1.Cilt., 4.Bas., 2000, sf.56
4 “Les Memoires
Historiques”, Chavannes,
3.Cilt, sf.26; ak. “Türk Tarihinin
Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım-1996, sf.96
5 Ana Britannica,
Ana Yayıncılık, 9 Cilt, sf.133
6 “Cordier
Historiques Gener de la Chine” Chvannes 1.Cilt, sf.197; ak. “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak
Yay., 2.Bas.-1996, sf.101
7 “Dünya Tarihi” Prof. William H.Mc Neill, İmge Kit., 5.Bas.-2001,
sf.259
8 “Türk Tarihinin
Ana Hatları”, Kaynak Yay.,
2. Bas.-1996, sf.89
9 a.g.e. sf.90
10 “La Chine”,
Georges Maspero 1925, ak “Türk
Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.93
11 “Yeni Dünya
Düzeni Kemalizm ve Türkiye” Metin Aydoğan, Kum Saati Yay. 2003, 4.Baskı, sf.327
12 “İnsanlar
Tanıdım” Mihri Belli, Doğan Kitap, 2.Basım
1999, sf.175
13 “Sosyalizm ve
Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.1123
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder