4 Eylül 2024 Çarşamba

SİVAS KONGRESİ, MANDACILAR VE TIBBİYELİ HİKMET

 


BU YAZI METİN AYDOĞAN’IN KENDİ OLUŞTURDUĞU ARŞİVİNDEN ALINARAK YAYINLANMIŞTIR.

İngiliz araştırmacı Dankwart A.Rustow’, Mustafa Kemal’in Sivas Kongresi’ni düzenliği günler için; “demokrasi, örgütlü ayaklanma, gerilla savaşı ve açık savaş hali arasında; bir alacakaranlık dönemi” tanımını yapar. Bu dönemde, İstanbul için tutuklanması gereken bir suçlu; işgalciler için, durdurulması gereken ‘asi bir generaldir’. Yunanlılar; İzmir’e girmiş,  çevreye yayılarak işgal alanlarını genişletmektedir. Ermeniler ve yerli Rumlar savunmasız köylere saldırıp, Türkleri göçe zorlayan kırım yapmaktadır. Asker sayısı azalmış iki kolordudan başka elde askeri bir güç yoktur. Değişik bölgelerde ortaya çıkan milli direniş örgütleri, dağınık ve örgütsüzdür. İstanbul’un yakalama emri verdiği delegeler; atla, eşekle, kağnıyla ya da yaya olarak, gündüz saklanıp gece ilerleyerek Sivas’a gelmektedir.

 

Kongre 

Sivas Kongresi’ne, Erzurum’dan gelenlerle birlikte ancak 38 delege katılabildi.1 Trakya’dan, Konya çevresinden, Antalya’dan, Fransız işgalindeki Adana’dan delege gelememişti. Büyüklüğüne karşın İstanbul’dan, Ege bölgesindeki kentlerden birkaç kişiden başka kimse yoktu. Hemen tüm delegeler, ‘Türkler’in Anadolu yaylasındaki ilk yerleşim yeri olan’ ve Erzurum’un Batısı’ndaki dağlık bölgeye dek uzanan Orta Anadolu’dan gelmişti.2

Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919’da, kongre için hazırlanan ve ‘çevresinde 13.yüzyıl Selçuklu mimarisinin zarif yapılarının bulunduğu’ Lise binasında toplandı. Sivas, aynı Amasya ve Tokat gibi, katıksız Türk geleneklerinin ve özgürlük duygusunun güçlü biçimde yaşadığı bir kent, ‘sağlam Anadolu ırkından gelme köylülerin yerleşmiş olduğu’3, bir tarım ve ticaret merkeziydi. Kongre için özel olarak seçilmişti. 

Delegeler 

Delegelerin büyük çoğunluğu; uluslararası ilişkilerden, büyük savaşın neden ve sonuçlarından, emperyalist ilişkilerden ve düşünce akımlarından habersizdiler. Onları bir araya getiren, yalnızca ülkenin parçalanmasını önleme isteği, yaşadığı toprağı savunma içgüdüsüydü. Bilinçle oluşturulan politik programlar, ekonomik-sosyal zorunluluklar ya da kuramsal arayışlar onların ilgisini çekmiyordu.

Kongre delegeleri, ülkenin kurtuluşu için her türlü olumsuzluğu göze alan özverili insanlardı. Ancak kimi zaman, bilinç yoksunluğundan kaynaklanan öngörüsüzlükler ve tehlikeli yanılgılar içine girebiliyorlardı.

Mandacılar ve etkiledikleri delegeler, Kongre’de sayısal çoğunluğu oluşturacak denli fazlaydı... Erzurum’da olduğu gibi, yakın çevresi dahil; onun kongre başkanı olmasını istemeyenler burada da vardı, üstelik sayıları artmıştı.

Bekir Sami, Hüseyin Rauf (Orbay), Refet (Bele) gibi, en yakın çevresi bile, kürsüden açıkça manda sözcülüğü yapıyordu. Kazım (Karabekir) Erzurum’dan ona, telgraf ve genelgeler altında imzanız olmamalıdır’ diye şifreli telgraflar gönderiyordu.4 Karargah Subayı Binbaşı Hüsrev (Gerede), İsmail Fazıl Paşa (Ali Fuat Cebesoy’un babası), Hüseyin Rauf (Orbay), Bekir Sami, bir evde toplanmışlar, İsmail Fazıl Paşa’nın başkanlığı üzerinde anlaşmışlardı.5 

Önderlik 

Yaşının ötesinde gelişkin olan bilgi ve deneyimlerini, askeri-siyasi görüşlerini, sonsuz bir sabırla delegelere anlattı; onları bilgilendirmeye çalıştı. Pek çok şeyin, bu kongrenin başarısına bağlı olduğunu biliyordu. Sabahlara dek süren konuşmalar, insanları etkileyen söyleşiler, delegelerin arasına karışarak saatler süren tartışmalar yapıyordu.

Yönünü bulamamış muhalefeti, mantık ve bilince dayalı, yurt sevgisiyle donanmış sözcük seli altında boğdu’.6 Türkiye’yi kurtarma inancı ona, olağanüstü bir ikna gücü’ vermişti.7

Kongre’nin ilk günleri, kısır siyasi tartışmalarla geçti. Kimi delegelerde politik saplantı durumuna gelen İttihat ve Terakki karşıtlığı, sözcükle uğraşılan uzun tartışmalara yol açıyor, zaman ve güç yitimine neden oluyordu.

Yürüttüğü Kongre Başkanlığıyla, genellikle mandacıların gündeme getirdiği bu tür kısır tartışmaların aşılmasını sağladı. Öneri içermeyen verimsiz konuşmaları, söz hakkını zedelemeden somuta ve ülke gerçeklerine çekmeye çalıştı. 

Manda Sorunu 

Manda sorunu, bir haftalık Sivas Kongresi’nde, tüm oturumlarını kapsamak koşuluyla, üç gün tartışıldı. Tartışmaların en yoğun olduğu 8 Eylül gecesi, manda düşüncesine karşı çıkanlar Mustafa Kemal’in odasında toplandılar. Oturacak yer kalmayan oda, sanki ikinci bir kongre gibiydi.

Toplantıda, konuyla ilgili görüşlerini açıklarken tepkisini, “İstanbul’dan gelen arkadaşlar, manda konusunda hala nasıl ısrar edebiliyor ve mandanın bağımsızlığı bozan bir unsur olmadığına inanıp inandırmaya çalışıyorlar” sözleriyle dile getirdi. Ardından; “İstanbul’dakiler ve buradakiler (mandacılar), yabancı işgalin baskısı altında, cesaret ve umutlarını yitirmiş olmanın verdiği üzüntüyle ve marazi bir ruh hali içinde hareket ediyorlar. Bunun başka bir açıklaması yoktur. Bir milletin istiklal hakkını aramasından ve bu yolda gerekiyorsa son damla kanını akıtmasından daha doğal ne olabilir? Şerefsiz ve istiklalsiz, esir bir milletin çocukları olarak yaşamak yerine, kahramanca ölmek elbette bize yakışan seçimdir. Bunu anlamamak ne garip mantıktır”.8 

Tıbbiyeli Hikmet 

Odada bulunanlar aynı duygular içindedir. Kongre’ye, Askeri Tıbbiye öğrencileri adına delege olarak üniformasıyla katılan Hikmet adında 22 yaşında bir genç vardır. Tıbbiyeli Hikmet, inançlı bir heyecan içinde, gençler başta olmak üzere bugün herkesin ders alması gereken şu sözleri söyler: “Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler, beni buraya istiklal davamızı kazanma mücadelesine katılmak için gönderdi. Mandayı kabul edemem... Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunları, her kim olurlarsa olsunlar reddederiz, yabancı sayarız. Manda düşüncesini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı’ değil, ‘vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve lanetleriz.”

Genç Hikmet’in içtenliği, toplantının zaten yüksek olan duygu yükünü arttırır. Delegelerin çoğunluğu gözyaşlarını tutamamıştır. Mustafa Kemal de son derece duygulanmıştır. Heyecanlı bir ses tonuyla, “arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli yapısındaki soylu kanın ifadesine dikkat edin” diyerek Hikmet’e döner ve “evlat, için rahat olsun. Gençlikle övünüyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak da mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm” der.9 

Mandayı Aşmak 

Manda sorunu, üç günlük tartışmadan sonra aşılabildi. Bağımsızlıktan yana olanlarla, mandacılar arasında en büyük ve son açık çatışma, Sivas’ta yaşandı. Erzurum’a göre sayıları artan Mandacılar, Kongre’ye önceden hazırlanmış kapsamlı bir bildiri sundu. Bildiri oylansa, büyük bir olasılıkla kabul edilecekti.

Konu, taktik bir karşı öneriyle, Amerika’ya bir mektup yollamak’ gibi sudan bir karara bağlanıp görüşmelerden çıkarıldı.10 Daha sonra, böyle bir mektup doğal olarak hiç gönderilmedi. Gönderilmediği gibi manda anlayışı, Mustafa Kemal ölene dek bir daha kendini gösteremedi. 

Sonuç 

Sivas Kongresi, 7 gün sürdü ve 11 Eylül’de sona erdi. Ülkenin tümüne yayılan merkezi bir ulusal örgütün yaratılması için, birbirini tamamlayan önemli kararlar aldı. Kararlarda ifadesini bulan tam bağımsızlık anlayışı, Misakı Milli amacıyla birleştirilerek somut bir ulusal program haline getirildi. Ülke düzeyinde gelişen ve gelişmekte olan yerel direniş örgütleri, tek bir merkezi örgüt içinde toplandı; bu girişimin kurallarını belirleyen bir tüzük kabul edildi.

Sivas’ta, yalnızca Kurtuluş Savaşı’nın değil, kurulacak yeni devletin de siyasi temelleri atıldı. 1923’te kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası, anlayış ve programını büyük oranda Sivas Kongresi kararlarından aldı.

Sivas Kongresi, Erzurum kararlarına yaptığı geliştirici eklemelerle, 11 maddelik Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tüzüğünü ve bir ulusal bağımsızlık bildirisi niteliğindeki Kongre sonuç bildirisini kabul etti.

Mustafa Kemal başkanlığında oluşturulan 16 kişilik Heyeti Temsiliye, İstanbul hükümetinin karşısına, artık yeni bir siyasi güç merkezi, adı konmamış bir tür hükümet olarak çıkıyordu. Heyeti Temsiliye, Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanana dek, yaklaşık yedi aylık dönem içinde, “askeri ve milli bürokrasiyi kendisine bağlamayı büyük oranda başardı” ve “ikinci bir hükümet olarak” Kurtuluş Savaşı’nı yönetti.11 

DİPNOTLAR 

1      “Ana Britannica” 28.Cilt,  sf. 83

2      “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf. 226

3      a.g.e.  sf. 226

4      “Çankaya”, Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980,  sf. 193

5      a.g.e.  sf. 193

6      “Bozkurt”, H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996,  sf. 96

7      a.g.e.  sf. 97

8      “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, I.C., Türk Tarih Kur. Yay., 3.Bas., Ank.-1988,  sf. 233

9      a.g.e.  sf. 247

10    “Çankaya”, Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İst.-1980,  sf. 195

11    Ana Britannica, 28.Cilt,  sf. 84


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder