Türk
Devrimi’nin
önderi ve kuramcısı tek başına Mustafa
Kemal Atatürk’dür.
Toplumsal bilinç ve devrimci kararlılık olarak en yakın
çevresinden çok ilerdedir. Bu nedenle, Türk
Devrimi’nin
kuramsal ve eylemsel stratejisi onun tarafından belirlenmiş ve
uygulanmıştır. Devrim önderliğini Mustafa
Kemal
tek başına temsil eder. Kemalist ideolojide devrimci atılımların
tümünde ulusa güven esastır. Kitle çizgisine büyük önem
verilir, kitlelerin devrim ilkeleri yönünde kazanılması başarının
ana koşulu sayılır. Çalışma biçimi ve devrim anlayışındaki
düzey, evrensel boyutludur. Devrimci uygulamada yaratıcı özgünlük,
uluslararası kavrayış, bağımsız politik istenç ve devrim
öykünmeciliğinden (taklitçiliğinden) kaçınma yeteneği üst
düzeydedir.
Bağımsızlığa
Giden Yol
Kurtuluş
Savaşı
başlarken hemen her olgu ve olanak değerlendirilmiş ve üç temel
saptama yapılmıştır: Bir; Türk toplumu, tarihsel, sosyal ve
kültürel yapısı gereği yabancı işgale karşıdır ve bağımsız
yaşama geleneğine sahiptir, Türk Halkına güven esastır. İki;
Rus
Devrimi,
ulusal kurtuluş savaşları için önemli bir güç yaratmıştır.
Bu güçle gerçekleştirilecek dayanışma Türk
Kurtuluş Savaşı’na
önemli katkı sağlayacaktır. Üç; Büyük Devletler dört yıllık
dünya savaşından sonra savaşacak durumda değildir, bu nedenle
Anadolu’nun içlerine uzanacak bir silahlı çatışmayı göze
alamazlar.
Türk
Halkına Güven
Türk
Devrimi’nin
önderi ve kuramcısı tek başına Mustafa
Kemal Atatürk’dür.
Toplumsal bilinç ve devrimci kararlılık olarak en yakın
çevresinden çok ilerdedir. Bu nedenle, Türk
Devrimi’nin
kuramsal ve eylemsel stratejisi onun tarafından belirlenmiş ve
uygulanmıştır. Devrim önderliğini Mustafa
Kemal
tek başına temsil eder.
Türklerin
tarihsel ve toplumsal özellikleri, gerek bilimsel araştırmalar ve
gerekse yaşamın içinden çıkarılan sonuçlarla saptanmıştır.
Bu saptamalar, uzun süren savaş dönemlerinde cephelerde
yapılmıştır.
Türkler,
Anadolu’daki yaşam sürelerinin tümünde, yaşadıkları
toprakların egemeni olmuştu. Tutsaklık dönemleri yoktu.
Kurdukları askeri devlet yapısıyla akıncı bir geleneği
sürdürmüşlerdi. 300 yıllık duraklama ve gerileme dönemlerinde
birçok kez yenilmişler, toprak yitirmişler ancak boyunduruk altına
girmemişlerdi. Ulusa güvenin kaynağını bu özellik
oluşturuyordu.
Çanakkale’nin
Önemi
Türk
halkının Çanakkale’de, ülke savunması konusunda gösterdiği
olağanüstü direnç Mustafa
Kemal’i
derinden etkilemiştir. 19 Mayıs’taki ‘umutsuz
maceraya’
atılmasında Çanakkale’de yaşadıkları önemli bir etmendir.
O
kanlı günlerde şunları söylüyordu: “Her
şeye karşın, ne olursa olsun bir aydınlığa doğru yürümekteyiz.
Bende bu inancı yaşatan güç, yalnız sevgili yurduma ve ulusuma
duyduğum ölçüsüz sevgim değil, bu günün karanlıkları,
ahlaksızlıkları, şarlatanlıkları içinde salt vatan ve gerçek
sevgisiyle ışık serpmeğe ve aramaya çalışan bir gençlik
gördüğümdendir.”1
Kitle
Çizgisi
Kemalist
ideolojide devrimci atılımların tümünde ulusa güven esastır.
Kitle çizgisine büyük önem verilir, kitlelerin devrim ilkeleri
yönünde kazanılması başarının ana koşulu sayılır: “Ben
şimdiye kadar ulus ve ülke yararına ne kadar devrimci atılım
yapmış isem, hep halkla ilişkiye geçerek, onların ilgi ve
sevgilerinden, gösterdikleri yakınlıktan kuvvet ve ilham alarak
yaptım...”2
ve “Arkadaşlar,
Türk ulusu çok önemli olaylarla kanıtlamıştır ki yeniliksever
devrimci bir ulustur.”3
gibi söylemleri Türk halkına duyduğu güveni gösteren
örneklerdir.
Çalışma
Tarzı Devrim Anlayışı
Çalışma
biçimi ve devrim anlayışındaki düzey, evrensel boyutludur.
Devrimci uygulamada yaratıcı özgünlük, uluslararası kavrayış,
bağımsız politik istenç ve devrim öykünmeciliğinden
(taklitçiliğinden) kaçınma yeteneği üst düzeydedir.
Mustafa
Kemal,
savaşım anlayışını şöyle dile getirir: “Gerçek
devrimciler onlardır ki ilerleme ve yenileşme yolunda devrime
katmak istedikleri kitlelerin ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilimi
kavramayı ve
(bu eğilime-y.n) nüfuz
etmesini bilirler”4
ya da “Hiç
bir ulus diğer bir ulusun taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle
bir ulus, ne taklit ettiği ulus gibi olabilir; ne de kendi ulusu
içinde kalabilir. Bunun sonucu kuşkusuz ki hüsrandır.”5
Sovyetler
Birliği’ne Verilen Önem
Rus
Devrimi’nin
ideolojik etkisinden uzak durulmuştur. Oysa, Sovyet yönetimi, dünya
sosyalist devinimi ve yoksul Doğu ülkeleri üzerinde büyük
saygınlık ve etki sağlamıştır.
Ankara’da
Bolşevik ilkelerin Türkiye’de uygulanmasının ‘iyi’
olacağını düşünenler az değildir. Emperyalizme ve kapitalizme
karşı bilinçsiz bir tepki vardır ancak kapsamlı bir ideolojik
netlik yoktur.
Savaşıma
katılan kişi ve kümelerin, birbiriyle uyumsuz karmaşık istemleri
bulunmaktadır ve bunlar girişilen eylemin gerçek boyutunu
kavramaktan uzaktır.
Savaşım
içinde, elindeki toprakları yitirmek istemeyen ilerigelenler (eşraf
ve ayan), İslamiyeti kurtarma peşindeki din adamları, yitirdiği
yönetimi yeniden ele geçirmek isteyen ittihatçılar ve ulusçu
aydınlar vardır.
Kemalist
Devinim,
savaş süresince, karmaşık dengelerin bozulmamasına ve
ayrımcılığın önlenmesine özen göstererek, ideolojisini eylem
içinde oluşturdu. Tam bağımsızlığı, anti-emperyalist
savaşımın temeline oturtarak bu anlayışa evrensel bir boyut
kazandırdı.
Nesnel
Tutum
Kemalizmin
Rus
Devrimi’ne
karşı eleştirisi öznel yargılara değil, tarih ve toplumbilimine
uygun saptamalara dayalıdır. Duygusal karşıtlık ya da yandaşlık
söz konusu değildir. Türk toplumunun içinde bulunduğu koşulların
kendine özgü yapısı, savaşımın her aşamasında temel
alınmıştır. Nesnelik ve gerçekçilik bilimsellikle birlikte
değişmez yöntemdir. Sovyetler Birliği ile ilgili saptamalardaki
bugün kanıtlanan yerindelik, bu yöntemin uygulamadaki başarısında
yatmaktadır.
İdeolojik
ayrılık, hükümetler arası ilişkilerin geliştirilmesini
önlememiştir. Sovyetler Birliği’nin Kurtuluş
Savaşı
için gerek askeri destek ve gerekse anti-emperyalist yaklaşım
bakımından önemi, işin başında saptanmıştır. İşgal
altındaki Türkiye’nin dışarıyla bağlantısı yalnızca
Kafkasya’dır. İngilizlerin etkinlik kurmaya çalıştığı bu
bölgenin Bolşeviklerin denetiminde kalması Türk
Devrimi
için yaşamsal önemdedir.
Doğal
Bağlaşık (Müttefik)
Emperyalist
kuşatma altında olan Sovyetler Birliği’nin, ulusal bağımsızlık
savaşımlarının bağlaşığı (müttefiki) olması, yapısı
gereğidir. Nitekim bu ülke, anti-emperyalist nitelikli bütün
ulusal savaşımlara yakın olmuştur. Mustafa
Kemal,
bu eğilimi görmüş ve Sovyetler Birliği ile ilişkilere gerek
Kurtuluş
Savaşı
süresince ve gerekse sonraki dönemde büyük önem vermiştir.
Mustafa
Kemal,
4 Ocak 1922 günü Lenin’e
gönderdiği mektupta şöyle söylemektedir: “Sayın
Başkan, bildiğiniz gibi Türk ve Rus halkları yüzyıllarca
sürdürülmüş boyunduruk zincirlerini bir hamlede silkip attıktan
sonra, kendi halklarının da bu yolu izleyeceklerinden dolayı büyük
korkuya kapılan Batılı emperyalist ve kapitalist kuvvetlerin
saldırısına uğradığından, halklarımız arasındaki yakınlık
ve anlaşma kendiliğinden gelişmiştir... Açık konuşuyorum,
Erzurum ve Sivas kongrelerinde bir araya gelen delegeler, insanların
kendi kaderlerinin kendilerince saptanmasını öngören bir yargıya
varmışlardır. Siz, Sayın Başkan, daha dünya savaşından önce
bu hususu savunmaktaydınız... Sonuç olarak, bugünün Türkiyesi
Batı Avrupa’ya olduğundan çok, bir bakıma, Rusya’ya daha
yakındır. Sonra ülkelerimiz arasında bir başka benzerlik, bizim
kapitalist ve emperyalist düzene karşı savaşmamızdır...
Türkiye’nin hala açık, ya da kapalı olarak çılgınca
saldırılara hedef olmasının nedeni, bütün ezilen uluslara
kurtuluş yolunu, göstermiş olmasıdır. Bütün bunlar,
Türkiye’nin bütün konumlarıyla ve
bugünkü
hükümetiyle, yalnızca Sovyet Rusya’da güven duygusu
yaratabileceği, Batının ise bize düşman gözüyle bakmasını
gerektireceği gerçeğini ortaya koyar... Sayın Başkan.”6
Mustafa
Kemal,
Sovyetler Birliği ile kurduğu iyi ilişkilere yaşamının sununa
dek özen göstermiş ve bu özen 1920-1938 arası Türk dış
siyasetinin değişmez ilkesi olmuştur.
Stratejik
Dostluk
Sovyetler
Birliği’yle kurulacak iyi ilişkilerin askeri strateji açısından
önemi, Kurtuluş
Savaşı’nın
hemen başında saptanmıştır. Başlangıçta hemen herkesin düşsel
bir serüven olarak gördüğü Anadolu’daki bağımsızlık
girişiminin, Mustafa
Kemal
tarafından ne denli doğru bir durum değerlendirmesine
dayandırıldığını gösteren en çarpıcı belge, 5 Şubat 1920
tarihinde Kolordu komutanlarından; İstanbul’da Rauf
Bey’e,
Bursa’da Bekir
Sami Bey’e,
Nazilli’de Refet
Bey’e
ve Erzincan’da Halit
Bey’e
çektiği telgraftır. Bu telgrafta yapılan saptamaların doğruluğu,
daha sonra gerçekleştirilen eylemlerle kanıtlanmıştır.
Öngörülen
saptama şöyleydi: “Türkiye,
Kafkasya’da Bolşevik etkinliğini kolaylaştırma ve onlarla
hareket birliği yapmakla, Batıdan Doğuya doğru; Anadolu, Suriye,
Irak, İran, Afganistan ve Hindistan kapılarını müthiş bir
surette açmış olacaktır. Bu açık kapıları kapatmak için,
galip devletler saldırıya yönelik stratejik hareketleri yapacak
kuvvetleri süratle sağlayamazlar. Ancak bunu sadece
Batum’da
başarabilirler... Bu yüzden Kafkasya seddinin onlar tarafından
yapılmasını, Türkiye’nin kesin olarak mahvolması projesi
sayıp, bu seddi galip devletlere yaptırmamak için en son çarelere
başvurmak ve
bu
uğurda her türlü tehlikeyi göze almak zorundayız... En önemli
görev galip devletlerin zaman kazanmasına fırsat vermeden, onların
maskesini düşürerek, ülkenin bütün mukavemet unsurlarını
birleştirme
imkanını yaratmaktır. Bunu ancak durumu bu biçimde değerlendiren,
kesin karar sahibi bir hükümet yapabilir. Doğu cephesinde kuvvet
hazırlanması ve şiddetle mukavemet noktaları sadece böyle bir
hükümet sayesinde gerçekleşebilir.”7
Bu
stratejiye uygun olarak örgütlenen Kurtuluş
Savaşı’nda
saptandığı gibi Türkiye’nin dışarıya açık tek sınırı
Kafkasya olmuş, silah, para ve malzeme yardımı yalnızca buradan
alınabilmiştir. Sovyetler Birliği’nin kurtuluş savaşına
yaptığı maddi yardımlar şöyledir. 10 milyon altın Ruble, bir
mermi fabrikasının makina ve parçaları, 350 mayın, 3 altı
inçlik top, 12 üç inçlik top, 26 641 top mermisi, barut ve mermi
kutuları, çok sayıda tüfek 579 bin cephane şeridi ve 75
milimetrelik Arisac topu için 11 dizi yedek parça.8
Anti-Emperyalist
Bilinç
Galiplerin
Durumu
Başta
İngiltere olmak üzere, Fransa ve İtalya savaşacak durumda
değildir. Büyük boyutlu insan yitiği, ekonomik sorunlar ve
toplumsal gerilimler; hükümetlere ve yönetim sistemlerine karşı
kalıcı tepkiler doğurmuştur. Toplumsal karşıtçılık
(muhalefet) genişleyerek silahlı kuvvetler dahil toplumun her
kesimine yayılmıştır. Dört yıl önce savaş başladığında,
düşünülmesi bile olanaksız asker ve sivil karşıkoyuşlar,
sıkça ortaya çıkmaktadır. Askerler savaşmak, siviller de savaş
sorunlarını yaşamak istememektedir.
Galip
devletler, savaş sonrası sıkıntılı durumlarını gizleyerek,
askeri güçlerinin savaş öncesinde yaratmış olduğu caydırıcı
etkiyi, azgelişmiş ülkeler ve sömürgeler üzerinde kullanmayı
sürdürmek istemektedirler. Askeri konuma uymayan, atak ve
gözkorkutmaya dayalı bir uluslararası diplomasi yürütülerek
siyasi blöf politikası uygulanıyordu.
Savaş
sonrasındaki dünya koşullarında bu içiboş politikanın gerçek
niteliğini kavrayarak, sözel güç gösterilerine ve korkutmalara
önem vermeyerek silahlı savaşım hazırlığına giren ilk ülke,
Kemalist önderlik altındaki Türkiye’dir.
Başarıyı
Abartmamak
Saptamalardaki
tutarlılık nedeniyle elde edilen başarılar abartılmamış,
ulusal bağımsızlık savaşımının gerçekliğe uymayan ereklerle
(hedeflerle) genişletilmesine izin verilmemiştir. Savaşmakta
zorlanan Batı devletlerini savaşmak zorunda bırakacak zorlamalara
gidilmemiştir.
Örneğin
Misak-ı Milli sınırları içinde olmasına karşın bırakılan
Musul için, petrolün Batı için yaşamsal önemi gözönüne
alınarak, kazanılan ulusal zafer, çekinceye sokulmamıştır.
Ancak, buna karşın sonucu ne olursa olsun, tam bağımsızlıktan
hiçbir ödün verilmemiştir.
Strateji
Savaşı
Mustafa
Kemal’in
özellikle İngiltere Hükümeti ve Genel Kurmayıyla giriştiği
strateji savaşı, tarihte sık görülen uygulamalar değildir.
İngilizler Anadolu’ya girerken; Fransa, İtalya, Yunanistan ile
yerli gericiliği ve Kürt aşiretlerini devreye sokmuştur. Buna
verilen stratejik yanıt; Yunan
ordusu
ve
yerli gericilikle savaş,
Fransa
ve İtalya’nın İngiltere’yle olan çelişkilerini
değerlendirme,
Ermeni
karşıtı Kürt aşiretlerini kazanmadır.
İngiltere,
Sakarya
Savaşı’ndan
sonra işgalci ülkelerin dışişleri bakanlarını toplayarak
Ankara’ya anlaşma önerisinde bulundu. Önerinin yapıldığı
günler, Mustafa
Kemal’in
Kurtuluş
Savaşı
süresince yaşadığı en sıkıntılı dönem oldu. Büyük
devletlere karşı yoksulluk içinde sürdürülen savaşın, tam
bağımsızlık ereğiyle kazanılmasının olanaklı olmadığı
yönündeki yaymaca (propaganda), gerek cephede ve gerekse cephe
gerisinde yoğun olarak yapılıyordu. Hemen herkes anlaşmanın en
akılcı yol olduğu inancındaydı. İngiliz taktiği çok etkili
olmuştu.
Mustafa
Kemal
bu oyuna, karşı taktikle yanıt verdi. Öneri açıkça
reddedilmedi. Yeni bir öneri oluşturuldu ve bağlaşık devletlere,
dört ay içinde işgal altındaki toprakların boşaltılması
koşuluyla önerinin kabul edildiği bildirildi. Bu öneri doğal
olarak kabul edilmedi. Özellikle cephedeki askerler uğruna
savaştıkları amacın kabul edilmemesi nedeniyle daha atak bir
kararlılık içine girdi. İngiliz taktiğinde silah geri tepmişti.
Diplamatik
Savaş
Lozan’ın
uzun süren sinir bozucu görüşmeleri tam anlamıyla diplomatik
taktik savaşıydı. Kurtuluş
Savaşı’nın
Türkiye açısından kazanımları, görüşmelerle en aza
indirilmek isteniyor, gözdağı dahil her yol deneniyordu. Her iki
yan, birbirlerinin dayanma sınırını ve kararlılığını
anlamaya çalışıyordu.
En
küçük bilginin bile önem kazandığı bu ortamda, Türk kurulunun
Ankara ile Yunanistan bağlantılı olarak yaptığı telgraf
görüşmelerinin tümü İngilizlerce biliniyordu. Mustafa
Kemal
de bu olasılığı biliyor ve iletişimi ona göre yapıyordu. Lozan
görüşmelerinde, yalnızca diplomaside değil aynı zamanda
iletişimde de taktik savaşı verilmiştir.
Düşmanı
Tanımak
Mustafa
Kemal
bağımsızlık savaşına girişirken, emperyalist devletlerin
konumunu ve koşullarını doğru saptamıştır. Savaşın
galiplerinin; ortak davranmakta zorlandıklarını, çıkar çekişmesi
içinde olduklarını, halklarının yorgun ve savaştan bıkmış
durumda olduğunu görmüş ve stratejisini buna göre belirlemiştir.
Saptamanın
doğruluğu, gerek sonraki gelişmelerde gerekse batılıların
açıkladıkları belgelerde görülecektir. Sonradan açıklanan
gizli belgelerde bunun örnekleri çoktur. Fransa’daki İngiliz
orduları komutanı Sir
Douglas Heig
o günlerde, İngiliz hükümetine şu raporu veriyordu: “Savaş
kabinesi iyi durumda değildir. Amerikan Ordusu dağınık
teçhizatsız ve talimsizdir. Modern savaşın dışında kaldığı
için pek çok eksikleri vardır. Fransız ordusu ise artık iyiden
iyiye yorgun düşmüştür. İngiliz ordusu da artık eskisi gibi
genç ve kendi kendine karar verebilecek kadar güçlü değildir.”9
Evrensel
Boyut
1920’lerde
büyük devlet çıkarlarına karşı politika uygulamanın olanaksız
olduğunu düşünenler bugünkü gibi çoğunluktaydı. Mandacılık
yoluyla kalkınma, izlenebilecek tek yol olarak görülüyordu.
Güçlülere karşı uyumlu sessizlik, ayakta kalmanın koşulu
olarak, azgelişmiş ülke politikalarına yerleşmişti. Türk
Kurtuluş Savaşı,
doğru savaşım anlayışı, halka güven, doğru askeri-politik
strateji ile bunları uygulama yeteneğine sahip ülkelerin,
emperyalist devletleri yenebileceğini göstermiştir.
Kemalizm,
denizaşırı ülkelerde baskı altında sindirilmiş büyük bir
gücün, bağlarından kurtularak devinime (harekete) geçmesine
neden oldu. Eylemsiz ulusal tepkiler, kısa sürede örgütlenerek
kararlı ve düzenli anti-emperyalist savaşım durumuna geldi.
Bağımsızlık eylemleri, Çin ve Hindistan’dan Fas’a,
Vietnam’dan Etyopya’ya dek dünyanın her yanına yayıldı.
Savaş sonrası ortaya çıkan tüm ulusal eylemler, Türk
Devrimi’nden
değişik oranlarda etkilendiler.
Uluslararası
Boyutta İlk Ulus Devinimi
“Toplumsal
doktrin açısından... Biz yaşamını, bağımsızlığını
kurtarmak için çalışan emekçileriz, yoksul bir halkız.
Efendiler! Halkçılık toplumsal düzenini emeğine, haklarına
dayandırmak isteyen bir toplumsal doktrindir. Biz bu hakkımızı
korumak, bağımsızlığımızı güven altında bulundurabilmek
için, meclisçe, milletçe bizi yok etmek isteyen emperyalizme ve
bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe savaşı uygun
gören bir doktrini izleyen insanlarız.”10
Mustafa
Kemal’in
1921 Aralığında TBMM’de söylediği bu sözler, Türk
Devrimi’nin
temel anlayışının en özlü anlatımıdır. Gerek savaş ve
gerekse toplumsal dönüşüm döneminde bu sözlerle çerçevesi
çizilen bir yol izlenmiştir. Ekonomik yetmezlik içinde, sanayi ve
ulaşımdan yoksun işgal altındaki bir ulusun; dış sömürüden
kurtulup ayakta kalabilmesinin kapitalist emperyalizme karşıtlıkla
olanaklı olduğu görülmüş ve izlenecek yol buna göre
belirlenmiştir. Kapitalizme karşıtlık, yabancı sermaye
egemenliğinin önlenmesiyle sınırlı tutulmuş, özel
girişimciliği yasaklayan ortaklaşacı (kolektivist) bir uygulamaya
gidilmemiştir. Devletçilik temel alınmakla birlikte, ulusal
nitelikli özel girişimciliğe destek verilmiştir.
Türk
devriminin etkileri, kısa bir sürede kendi sınırları dışına
çıkarak, benzer koşullarda yaşayan ve dünya nüfusunun beşte
dördünü oluşturan yoksul ülkelere ulaşmıştır. Sağlam bir
anti-emperyalist bilinç, bu bilince dayalı eylem yeteneği ve elde
edilen başarı, Kemalizmi
uluslararası düzeyde örnek alınan bir devinim durumuna
getirmiştir.
Önceden
Belirlenenler
Bağımsızlık
deviniminin Türkiye’nin kurtuluşuyla sınırlı kalmayacağı
önceden belirlenmiş ve açıklanmıştı. Mustafa
Kemal
1922 Temmuz’unda şunları söylemişti: “Türkiye’nin
bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını bir
defa daha doğrulamak gereğini duyuyorum. Türkiye kararlılıkla
önemli bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu, bütün ezilen
ulusların, bütün Doğunun davasıdır ve bunu sonuçlandırıncaya
kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Doğu uluslarıyla birlikte
yürüyeceğinden emindir...”11
Benzer
bir açıklamayı Fransız Devrimi’nin 133.yıldönümü nedeniyle,
Ankara’da Fransa temsilciliğindeki kutlamada yapmıştır. Bu
açıklama yapıldığında zafer henüz kazanılmamıştır:
“Baylar;
işte bugün 1789 devriminin 14 Temmuzunu burada kutluyoruz ve bugün,
Fransızlar’ın ulusal bayramı olduğu kadar, henüz
özgürlüklerine kavuşmamış ulusların da sevineceği bir
gündür... İstilacı orduların İzmir’de denize dökülmesi,
bizim ulusal tarihimiz için olduğu kadar dünya tarihinde de
yepyeni bir dönem olacaktır. Bu dönemde artık, istila için hiç
bir memleketin özgürlük ve bağımsızlıklarının yok edilmesi
mümkün olamayacaktır. Eğer haksızlığa uğramış Asya ve
Afrika ulusları, bizim bağımsızlık
mücadelemizden
bir ibret dersi almışlarsa,
kendileri
için
pahalıya
da mal olsa, bu yola gireceklerdir. Özgürlük ve bağımsızlıktan
yoksun bir ulus için yaşamın ne anlamı, ne zevki vardır.
Efendiler; bizim Asya’yı ayaklanmaya ve savaşmaya sürükleyişimiz,
Fransız ulusunu kahramanca hareketlere sürükleyen nedenlerden daha
az kuvvetli ve daha az mantıklı değildir.”12
Yapılan
belirlemeler, yürütülmekte olan savaşın özel koşullarının
etkisiyle söylenmiş geçici sözler değildir. Bu anlayış, 1938’e
dek süren Kemalist yönetim döneminin her aşamasında uygulanan
temel politik tavırdır. 1933 yılında yapılan açıklama, gerçek
anlamda evrensel bir anlayışı içermektedir: “Bugün
günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu
uluslarının da uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlığına
ve özgürlüğüne kavuşacak olan pek çok kardeş ulus vardır.
Onların yeniden doğuşu, kuşkusuz ki ilerleme ve refaha yakın
olacaktır. Bu uluslar bütün güçlüklere ve bütün engellere
rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe
ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm, yeryüzünden yok
olacak ve yerlerine uluslar arasında hiç bir renk, din ve ırk
farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı egemen
olacaktır.”13
Sömürge
ve Yarı Sömürgelerde Durum
Burada
Hint ve Çin devrimleri adeta haber verilmektedir. Mustafa
Kemal Atatürk’ün
bunları söylediği yıllarda, dünyanın ezilen uluslarında durum
şöyleydi; Hindistan’da Gandi
ve Nehru
hapisteydi. Hindistan’ın Amristar kentinde, İngiliz kumandan kent
halkını İngiliz bayrağının önünden diz üstünde ve yerde
sürünerek geçirtmişti. Fransa, Vietnam ve Afrika’daki
hapishaneleri, insanlık dışı koşullarda yurtseverlerle
doldurmuştu. Fas
Kurtuluş Savaşı
önderi Abdulkerim,
Madagaskar’da sürgündedir. Mısır ulusal önderi Zağlul,
Okyanus Adalarında İngilizlerin sürgünüdür. Endonezya’da bir
Hollandalı memura 18 hizmetçi düşüyordu. Çin’de Şanghay’da,
Avrupalı mahallelerine ve kent parklarına Çinliler’in girmesi
yasaktı. İtalya’da devrimci ve demokratlar tutuklanıyordu.
Almanya, sosyalistleri ezmiş Yahudi soykırımına hazırlanıyordu.
Yine o yıllarda Asya ve Afrika ülkelerinde, haritalarda Türkiye’nin
yerini bilmeyen ulusal kurtuluşçular Atatürk’ü
biliyordu.
DİPNOTLAR
1 Cumhuriyet
24.04.1995
2 “Atatürk
Şapka Devriminde-Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri” M. Selim,
İmece, ak.Hüseyin
Cevizoğlu “Atatürkçülük”
Ufuk Ajans Yay, sf.61
3 “Atatürk’ün
Söylev ve Demeçleri”
2.Cilt sf.216, ak. a.g.e. s.62
4 “Atatürk’ün
Söylev ve Demeçleri”
2.Cilt sf.214, ak. a.g.e. s.59
5 “Atatürk’ün
Söylev ve Demeçleri”
2.Cilt, sf.150, ak. a.g.e. s.59
6 “Türk-Rus
İlişkileri Tarihi” Ali Kemal Meram
sf.270-273, ak. Doğan
Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi” İst.
Matbaası 1974, 2.Cilt sf.851-853
7 “Harp
Tarihi Vesikaları Dergisi”
No: 388, ak.Rasih
Nuri İleri “Atatürk ve Komünizm”
Anadolu Yay. 1970 sf.35-40
8 “Milli
Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu
2.Cilt, sf.847
9 “Avrupa
1919” Martin Gilbert
20.yy Tarihi, Sayı 23, sf.458
10 “Milli
Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu,
2.Cilt, sf.731
11 Atilla
İlhan
Cumhuriyet 18.09.1996
12 “Ankara
Fransız Temsilciliğinde Yapılan Konuşma”
14.Temmuz.1922
13 “Atatürk
ve Türkiye’nin Dış Siyaseti”
Dr. Mehmet
Gönlübol-Dr.Cem
Sar,
ak. Ş.S.Aydemir
“Tek Adam”
Remzi Kit., 1983 3.Cilt sf.418
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder