Avrupalılar,
sömürgeciliği “evrimin
üst basamağındaki gelişmiş beyaz insanın”,
“vahşi
ülkelere”
uygarlık götürme olarak gördüler. Onlar için, dünyada iki tür
insan vardı; beyazlar ve diğerleri ya da Avrupalılar ve vahşiler.
Asya sarı,
Amerika kızıl,
Afrika karaydı.
Irkçılık Avrupa’da, en üstteki yöneticiden en sıradan insana
dek, kabul gören bir anlayış oldu. Sömürgecilerin dünyanın her
yerinde giriştiği en kanlı ve acımasız kırımlara, karşı
çıkan olmadı. Avrupa sömürgeciliğini araştırıp öğrenmek,
yalnızca tarihe yönelik bir çaba değildir. Yüzlerce yıl
uygulanarak gelenekleşen ve neredeyse genlere işlemiş şiddet
eğiliminin, günümüzdeki uygulamalarını yaşadık yaşıyoruz.
“uygarlık
çağı”ndaki;
Hitler
vahşetini, Vinetnam ve Irak kırımını, Hiroşima’yı,
Sırbistanı, Libya’yı ekonomik çıkar çatışmaları olarak
açıklayabiliriz. Ancak, bu çatışmalarda uygulanan sınır
konmamış şiddeti anlamak için geçmişe bakmamız gerekir.
Sömürgeciliğin Evrimi
Sınıflar
ya da ülkeler arasında, yazılı tarihin her döneminde var olan
sömürü ilişkileri, 15.yüzyıldan sonra özel önem kazandı ve
Avrupa merkezli olarak dünyanın her yanına yayıldı. Köleci
Antik Çağ devletleri, güçsüz ülkelere, köle elde etmek için
yağma
seferleri düzenler, ülkeleri kendilerine bağlayarak sömürürlerdi.
Yağma,
toplumların varlıklarına zorla el koyma eylemiydi ancak
sömürgecilik
değildi. Sömürü ve yağmayı,
sürekliliği olan ekonomik egemenlik durumuna getirerek
yaygınlaştıran, böylece sömürgeciliği
geliştiren ilk devlet, Roma İmparatorluğu oldu. Roma,
sömürgeciliği emperyalist yöntemler kullanarak kalıcı kıldı.
Sömürgecilik,
Roma’dan sonra, Orta
Çağ’dan
çıkan Batı Avrupa devletleri tarafından kullanıldı. Ticaret
konusu mallar, el konulan varlıklar ve ulaşılan yöreler değişti
ancak yöntem ve biçim değişmedi. Sömürgeleştirilen ülkelerde,
aynı Roma gibi yalnızca ekonomik kaynaklara değil; yönetim
yapılarına, insan kaynaklarına ve kültürel değerlere de el
konuluyordu. Avrupa’da üretim arttıkça sömürgecilik gelişiyor,
sömürgecilik geliştikçe de üretim artıyor ve bu ilişki Batıyı
sürekli varsıllaştırıyordu.
Sömürgecilik
Ve Şiddet
Avrupa
sömürgeciliğinin Roma’yla bir başka benzerliği, sömürge
halklarının direnişleriyle karşılaşmaları ve bu direnişleri
güç kullanılarak ezmeleridir. Teknolojik üstünlüğün sağladığı
olanaklarla, sömürgeler üzerinde kurulan dizgeli baskı; yönetim
yapılarının, doğal ya da tarihsel kaynakların ele geçirilmesiyle
sınırlı kalmıyor, doğrudan insan
ticaretine
de yöneliyordu. Avrupalılar, sömürge halkını ağır işlerde
ücretsiz çalıştırıyor, köle olarak satıyor, direnenleri ise
öldürüyordu.
16.-20.yüzyıllar
arasındaki dörtyüz yıllık dönemi kapsayan Avrupa
sömürgeciliğinin sonuçları, sömürgeler açısından gerçek
bir felakettir. Amerika, Afrika ve Asya’da, toplumlar üzerinde
kurulan baskı ve uygulanan şiddet o denli ağırdı ki, bu
kıtalarda yalnızca doğal ve tarihsel servetler değil, insan
kaynakları da büyük ölçüde zarar görmüştü. Uygulanan yaygın
soykırım sonunda bir takım topluluklar, son bireyine dek ortadan
kaldırıldı.
Sömürgecilik
konusuna nesnel yaklaşan ender Batılı yayınlardan biri olan ve
İtalya’da yayınlanan tarih dergisi Fratelli
Fabbri,
Avrupa sömürgeciliği konusunda şu saptamayı yapmıştır:
“Avrupalı
sömürgeciler, tek yasası zor ve baskı olan ekonomik-siyasal
egemenliğini haklı göstermek için, sömürgelerdeki ırkların
insanlık evriminin aşağı basamaklarında, gelişmemiş yaratıklar
olduğu uydurmacasını ileri sürerler. Sömürgeciler, köle
ticaretinin en yüksek çizgisine ulaştığı sıralarda, yerlileri
avlamak için kullandıkları yöntemler konusunda akıl almaz
görüşler ileri sürüyorlardı. Liverpool tüccarları 1792’de,
‘Afrikalılar bütün insanlar arasında en tembelleri olduğundan,
onları karılarının yanından ayırdığımız zaman attıkları
çığlıkların, götürüldükleri ülkelerde eski boş ve uyuşuk
yaşamlarını sürdürememek korkusundan ileri geldiğini düşünmekte
haklı değil miyiz?’ diyorlardı.”1
Uygarlığın
Yüzkarası
Liverpool’lu
tüccarların dile getirdiği ve binlerce benzeri bulunan bu tür
davranış ve yaklaşımlar, Batıda yalana ve yanlışa karşı
direnebilen çok az sayıdaki aydın dışında, tüm “uygar
dünya”
tarafından yüzyıllar boyu kabul gördü. Batının “iyi
eğitim görmüş”,
“kültürlü”
insanları her zaman, Liverpool’lu tüccarlar gibi düşündüler
ve sömürgeciliği, “evrimin
üst basamaklarındaki gelişmiş beyaz insan”ın,
“vahşi
ülkelere”
uygarlık götürmesi olarak gördüler. Bunlar için dünyada iki
tür insan vardı; beyazlar ve diğerleri ya da Avrupalılar ve
vahşiler.
“Beyaz
adam”,
deri rengi ayrımını, sömürgeciliği uyguladığı her kıtada ve
her zaman kullandı. Onun için Asya sarı,
Amerika kızıl,
Afrika kara’ydı.
Avrupalı beyaz
anneler çocuklarını yüzyıllar boyu siyah
yamyamlar
ya da vahşi
Türkler
ile korkuttular. Irkçılık Avrupa’da, en üstteki yöneticiden en
sıradan insana dek, kabul gören bir anlayış oldu. Sömürgecilerin
dünyanın her yerinde giriştiği en kanlı ve acımasız kırımlara
bile karşı çıkan olmadı. Aydınlanma
çağı’yla
övünen Avrupa’nın entellektüelleri, toplu kırımları ya
açıktan ya da sessiz kalarak desteklediler; sömürgecilik tarihsel
yazgısını “özgürce”
yaşadı.
Sömürgeciliğin
Günümüze Etkisi
Sömürgecilik,
hem sömürge hem de sömürgeci toplumlarda, etkisini bugüne dek
sürdüren sonuçlar doğurdu. Ele geçirdikleri ülkeleri
sömürgeleştirerek bağımlı kılan Avrupalılar, kaçınılmaz
olarak bu ülkelere bağımlı duruma geldiler. Karşılıklı
bağımlılığı içeren bu sonuç, sömürgeyi ezici bir tutsaklık
içine sokarken; sömürgecileri, “tutsaklara”
bağımlı, dolaylı “tutsaklar”
yaptı. Bu, her türlü özgürlük düşüncesini yok eden, tutucu
ve gerici bir anlayışın yayılması demekti.
Sömürgen
konumda da olsa başkasına bağımlı olan özgür olamaz. Nitekim
Batının egemen güçleri, sömürgelere olduğu kadar, kendi
halkına ve Avrupalı başka ülkelere karşı da baskı ve şiddet
uygulamaktan geri durmadılar. Batı toplumlarında geleceğe
kuşkuyla bakılan, güvensiz ve gerilimli ortam, sürekli duruma
geldi.
Sömürgelerdeki
durum, elbette çok daha yıkıcıydı. Siyasi ve askeri baskı
yanında, yoğun bir ekonomik sömürü ile sürekli yoksullaştılar.
Gelişme süreçlerinden koparılarak, Batı kapitalizminin varsıllık
kaynağı oldular. Uygarlıkları, yerel değerleri ve yaşam
biçimleri baştan aşağıya değiştirilti ve kültürleri yok
edildi.
Köleci
Ticaret
Avrupalıların
sömürgelere girişi, başlangıçta ticari ilişkileri geliştirmek
biçiminde oldu, öyle gösterildi. Pamuklu ürünler, hırdavat ya
da alkollü içkiler satıyor; karşılığında altın, gümüş,
fildişi ya da baharat alıyorlardı. Ancak çok geçmeden, insanlar,
yığınlar halinde yaşadıkları yerlerden toplanarak,
çalıştırılmak üzere, denizaşırı yerlere götürülmeye
başlandı.
Toplumsal
düzeni parçalayan köle ticareti, Avrupa için her zaman başvurduğu
bir zenginlik kaynağı olurken, sömürge halklarının sosyal
geleneklerini ve kültürlerini büyük bir yıkıma uğrattı.
Birçok toplumun nüfusu azaldı, bir bölümü ise tümüyle ortadan
kalktı. Bu tür sonuçların kanıtlı örnekleri, Batı tarihinde
bol miktarda vardır.
Belçika’nın
Kongosu
Almanya,
ABD, İtalya ve Belçika 1885 yılında Berlin’de bir araya
gelerek, yeni bir sömürge paylaşımının koşullarını
görüştüler. Tarihe “Berlin
Konferansı”
olarak geçen bu toplantıda, sömürgeleştirilecek yeni yerler,
buralarda çalışma yapacak misyonerlerin korunması, “din
özgürlüğü”
gibi konular karara bağlandı ve 342 bin kilometrekarelik Kongo
(Zaire), Belçika Kralı Louis
Leopold’un,
“kişisel
mülkü”
kabul edilerek “bağımsız
bir devlet”
durumuna getirildi.
Leopold,
Kongo’yu o denli vahşi bir biçimde yönetti ki, bu yönetimden
Belçika Hükümeti bile rahatsız oldu. Parlamento, Kongo’yu 1908
yılında Kral’ın elinden aldığını ve Belçika devletinin malı
haline getirdiğini açıkladı. Kral Leopold,
“Kongo’mu
elimden alabilirler, ama orada neler yaptığımı hiçbir zaman
öğrenemeyecekler”
diyerek bütün belgeleri yakmıştı.2
Daha
sonra ele geçirilen bir takım belgeler, Kral’ın ve Avrupalı
“girişimcilerin”
Kongo’da “neler
yaptıklarını”
açıkça ortaya koyuyordu. Resmi bir Belçika kurumu olan “Yerlileri
Koruma Komisyonu”,
1919 yılında yaptığı açıklamada; Avrupalıların ele
geçirmesinden sonraki 40 yıl içinde Kongo nüfusunun yarı yarıya
azaldığını kabul ediyordu.3
İspanyollar
ve Küba
Küba,
İspanyollar tarafından 1511 yılında elegeçirildi ve sömürge
yapıldı. Kimi tarihçilerin belirlemelerine göre o günlerde
Küba’da, sayıları 1 milyona ulaşan Guanajatuley,
Siboney
ve Taino
yerlileri yaşıyordu. İşgalden sonraki ilk elli yıl içinde,
yerli sayısı 5 bine düşmüştü.
İspanyollar,
Hıristiyanlaştırma uygulamaları nedeniyle kendilerine karşı
çıkan yerlileri öylesine yok etmişlerdi ki, daha sonra el emeğine
gereksinim duyduklarında çalıştıracak insan bulamadılar ve bu
gereksinimi köle ticareti yoluyla Afrika’dan getirdikleri
insanlarla karşıladılar. Öldürülen ya da Küba’dan giden
yerlilerin yerini Afrikalı köleler aldı.4
İnkalar,
Aztekler, Mayalar
Avrupalılar,
15.yüzyıl sonlarında Amerika’ya geldiklerinde burada; geçimlik
tarım ve hayvancılıkla
uğraşan, kendine özgü imalat teknikleri geliştiren, para
kullanan ve ileri bir toplumsal düzen kuran uygarlıklarla
karşılaştılar.
Ant
Dağları’nda yaşayan İnkalar;
güçlü ve merkezi bir devlet ve gözalıcı kentler kurmuşlardı.
İçinde görkemli taş yapıların bulunduğu kentleri, 15 bin
kilometrelik bir yol ağıyla bağlamışlar, gelişkin bir yönetim
ve ticari düzen gerçekleştirmişlerdi. Kutsal saydıkları
toprakla, hiçbir uygarlıkta görülmemiş ölçüde bütünleşen
İnkalar,
en elverişsiz yerleri bile tarıma açmanın yollarını bulmuşlar,
kanallar ve teraslar aracılığıyla geniş tarım alanları
yaratmışlardı.5
Bugünkü
Meksika bölgesinde yaşayan ve eşitlikçi yönetim geleneklerine
sahip Aztekler,
kendilerine özgü tarım teknikleri ve mimari biçimler
geliştirmişler ve ileri bir ticari düzen kurmuşlardı. Tropikal
bölgelerden elde edilen yeşim taşı, kakao, pamuk, değerli
metaller, kuş tüyleri kentlere getiriliyor, burada işlenmiş
ürünlerle değiştiriliyordu. Tarım ve ticaret yoluyla Aztekler,
büyük bir varsıllık ve ileri bir kültür düzeyine
ulaşmışlardı.6
Orta
Amerika’da yaşayan Mayalar
da, şaşırtıcı bir uygarlık düzeyine ulaşmışlardı.
Kalıtımsal seçkinlerin yönetimi elinde tuttuğu sınıflı bir
toplum yapısına sahip olmalarına karşın; eşitliği amaçlayan
toplumsal ilişkiler varlığını sürdürüyor, çocuklar
kutsanıyor, kadına önem verilip saygı gösteriliyordu. Hiyeroglif
tarzı bir yazıya sahiptiler. Son derece gelişmiş gökbilim
çalışmaları, zaman ve mekân ölçümleri yapıyorlardı. Tarihte
sıfır sayısını ilk bulan onlardı. Bir yılı 365 gün kabul
eden bir takvim geliştirmişlerdi.7
Uygarların
Direnişi ve Soykırım
Sömürgeciler,
yüksek nitelikli Güney Amerika uygarlığını insanlarıyla
birlikte yok ettiler, tarihin gördüğü en büyük soykırımı
yaptılar. Mayalar,
uysal ve barışçı olmalarına karşın sömürgecilere hiçbir
zaman boyun eğmediler; ormanlara çekildiler ve günümüze dek
süren bir savaşım içinde oldular. 1712, 1847 ve 1860’da Yakatek
Mayaları,
1910’da Quintana
Roo
köylüleri ve 1994’de Zapatist
Kurtuluş Ordusu’yla
ayaklandılar. İspanyol vahşetinden çok acı çektiler ancak asla
teslim alınamadılar. Yokedilen uygarlıkları ve tarihlerine olan
tutkularıyla yeraltına çekildiler, kültürlerini yaşatmaya
çalıştılar. Dörtyüz yıllık acıyı, şarkılarda ve sonu
gelmez çatışmalarda dile getirdiler.8
Orta
Amerika’da büyük bir uygarlık ve İmparator-luk kurmuş olan
Mayalar’dan,
soykırımına ulaşan kırımlar sonucunda bugün, yoksulluk içinde
yaşayan yalnızca 330 bin gerçek Maya
kalmıştır.9
Güney
Amerika’da Yaşanan İnsanlık Dramı
Güney
Amerika’ya geldiklerinde “dünyanın
sonuna geldiklerini sanarak aşağı düşmekten korkan”10
Avrupalılar,
Amerika’da gerçek bir cennet
köşesi
ile top ve baruttan habersiz, Avrupa’dan taşınan hastalıklara
bağışıklığı olmayan ve paylaşımcılığı benimseyen bir
uygarlıkla karşılaşmışlardı. Yerliler bunlara “Kireç
gibi beyaz vücutlarını sarıp sarmalamış sakallı beyazlar”
diyordu.11
“Sakallı beyazlar”ın,
korkularından kurtulur kurtulmaz ilk akıllarına gelen, bu
“cennetin”
meyvalarını toplamak oldu.
Özellikle
altın ve gümüş elde etmede son derece hırslı ve acımasızdılar.
Kristof
Kolomb,
“altın
sayesinde ruhları cennete göndermek bile mümkündür”12
diyor, yerli halka görülmemiş bir şiddet uyguluyordu.
Karşılaştıkları acımasızlık karşısında şaşkına dönen
yerliler, Kolomb
önderliğindeki “beyazlar”ın
uyguladığı vahşetten kurtulmak için çocuklarını öldürüyor,
kendilerini zehirliyordu.13
Tarihçi
Howard
Zinn’in,
“kahraman
değil katil”
olarak anılması gerektiğini14
ileri sürdüğü Kristof
Kolomb,
Güney ve Orta Amerika’da tarihte benzeri olmayan bir vahşet
uygulamıştır. Kolomb,
Haiti Arawak
kızılderilileriyle karşılaşmasını, tuttuğu notlarda şöyle
anlatıyordu: “O
kadar saf ve mallarını paylaşmaya o kadar gönüllülerdi ki, bunu
gözleriyle görmeyen inanamaz. Onlarda olan her şeyi istediğimiz
zaman asla hayır demiyor, aksine biz istemeden onlar bizimle
paylaşıyordu. Bunlar çok iyi hizmetkâr olabilirler. Elli adamla
hepsini esir alıp onlara istediğimiz her şeyi yaptırabiliriz.”15
Altın
Hırsı
Kristof
Kolomb,
“İspanya’ya
altınla dönmenin”
sınır tanımaz hırsıyla, kızılderililere yoğun ve sürekli bir
şiddet uyguladı. İnanç kurumları dâhil toplumda var olan
altının tümünün kendisine verilmesini istiyor ve bu konudaki en
küçük isteksizliği (ya
da altın bulamamayı)
insanlık dışı yöntemlerle cezalandırıyordu. On dört yaşından
büyük kadın-erkek herkesi, düzenli olarak altın getirmeye
zorunlu tutmuştu. Bunu yapamayanların elleri bileklerinden
kesiliyor ve kan kaybından ölüme bırakılıyordu. Kolomb
geldiğinde Haiti’de 250 bin yerli yaşarken, bu sayı İspanyol
vahşetinin ilk elli yılında 500’e düşmüştü. 1650’de artık
yaşayan Arawak
kızılderilisi kalmamıştı.16
Kilise
İzniyle Soykırım
Papalık
kararnameleriyle, sömürge toprakları Batılı hanedanlıklar
arasında paylaşıldı. “Kutsal”
kilisenin izin ve onayıyla saldırılar tüm acımasızlığıyla
sürdürüldü. İspanyollar, Azteklerin
başkenti Tenochtitlan’a
girdiklerinde kentin nüfusu 3 milyondu. Kırım ve talan sonunda
onbinlerce insan öldürüldü ve ortada kent denilebilecek bir şey
kalmadı.
Kristof
Kolomb’un
Amerika’yı bulduğu
1492’den önce kıtada; Meksika’da 30-35 milyon, And Dağları’nda
30 milyon, Orta Amerika’da 10-13 milyon olmak üzere 70-78 milyon
Aztek
yaşıyordu. Sayıları 70-90 milyon olan Maya
ve
İnkalar’la
birlikte kıta nüfusu 150-160 milyona çıkıyordu. Bu nüfus, bir
buçuk yüzyıl içinde 3,5 milyona düştü ve yerli nüfusun yüzde
97.5’u yok oldu.17
Bugünkü Arjantin nüfusunun yalnızca yüzde 0,5’i, Şili’nin
yüzde 5’i, Venezüela’nın yüzde 2’si, Nikaragua’nın yüzde
5’i kızılderilidir.18
Sömürgecilik
Yarışı
Avrupalıların
sömürgeci politikaları, İspanyol ve Portekizlilerin Güney
Amerika’daki uygulamalarıyla sınırlı değildir. İngilizler,
Fransızlar, Belçika ve Hollandalılar; Afrika’da, Uzak Doğu’da,
Kuzey Amerika ve Avusturalya’da da benzer yöntemler uyguladılar.
19.yüzyılda
bile, Şanghay lokantalarının kapısına “Buraya
köpeklerle Çinliler giremez”
diye yazı asılıyor19,
Çinlilere
afyon satılarak Çin toplumu zorunlu afyon tüketicisi durumuna
getiriliyordu. Pekin Hükümeti 1839’da afyon dışalımını
yasakladığında, Çin’e ucuz Hint afyonu satan İngiltere,
Kanton’u bombaladı ve Şanghay’ı elegeçirerek İmparator’a
“afyon
ticaretini”
serbest bıraktırdı.20
İngilizler
ve Kuzey Amerika
Batılıların
“ılımlı
sömürgecilik”21
adını verdiği Kuzey Amerika’nın işgali, ılımlılık bir yana
eşine az rastlanır şiddet yöntemleriyle gerçekleştirildi. Kuzey
Amerika yerlilerinin topraklarından sürülmesi ya da yok edilmesi,
Avrupalıların yerleşme
koşulu
durumuna gelmişti.22
İngilizler
1703’te “bir
yerli kafa derisi getirene”
ya da “bir
kızılderili tutsak edene” 40
sterlin ödül veriyordu. Bu ödül 1720’de 100 sterline
çıkarılmıştı.23
Anglosaksonlar
17.yüzyıl başında Kuzey Amerika’ya geldiklerinde, bugünkü ABD
topraklarında 10-12 milyon kızılderili yaşıyordu. 1900’a dek
uygulanan soykırımı sonucu kızılderili nüfusu, 250 bine
düşmüştü.24
Sayıları,
Amerika Birleşik Devletleri nüfusunun binde birine düşen bu
insanlar, hala rezervasyon
bölgeleri
denilen yalıtım (tecrit) kamplarında yaşıyorlar. 1990 yılına
dek kendi dillerini konuşmaları yasaklanmıştı.25
15.yüzyılda,
yalnızca Kuzey Amerika’da 2 bin değişik kızılderili kümesi ve
bunların kendine özgü dilleri ve kültürleri vardı.26
20.yüzyıla
gelindiğinde Kuzey Amerikalı kızılderililerin yüzde 95’i
ortadan kaldırılmıştı.
Savunma
ya da Sessiz Onay
Sömürgecilik
Batıda, ya açıktan savunulmuş ya da “sessiz
bir onayla”
desteklenmiştir. Sömürge ticaretinden dolaysız çıkarı olan
kentsoylular ya da hükümet yetkilileri değil; her eğilimden
politikacılar, “aydınlar”
hatta “sosyalist”
ya da “komünist”
ideologların önemli bir bölümü bile, sömürgeci politikalardan
yana tavır almıştır.
Batılılar,
“Avrupa
uygarlığı”
tanımıyla bütünleştirdikleri ortak çıkarları sözkonusu
olduğunda, aralarındaki görüş ayrımlılıklarını aşma ve dış
dünyaya karşı ortak davranış geliştirmede son derece
başarılıdırlar. Yerleşik bir politika geleneği olan bu tutum,
doğal olarak sömürgecilik konusunu da kapsamakta ve Avrupalılar
demokratik söylemlerle örtülen “uygarlıklarıyla”
bağdaşmayan, ya da, belki de daha doğru bir deyişle,
“uygarlıklarıyla”
örtüşen açıklamalar yapmaktadırlar.27
Batılılar,
yaratmış oldukları uygarlığın şiddete dayandığını bilirler
ve bunu açıktan ya da örtülü bir biçimde savunmaktan
çekinmezler. Macar Tarihçi L.Ligeti’nin
bu konuya yaklaşımı ilginçtir. Ligeti
önce, “Batı
uygarlığı”
için çok ağır, ancak bir o kadar yerinde bir saptama yapar ve
“Batı
uygarlığının parlak ve gözalıcı dış görünüşü ardında,
bugün bile hala, mağarada oturan ilk insanın hayvani bencilliği
ve kötülüğü gizlenmektedir”
der. Ancak hemen ardından, Doğunun güçlenmesinden söz ederken;
“yıkılma
tehlikesi Batı uygarlığını ne derece tehdit ederse, biz yine de
ona, o oranda kuvvetle bağlı kalırız” der.28
Sömürgecilik
ve Batılı “Sosyalistler”
“İşçi
sınıfının uluslararası birliğini”
savunan II.Sosyalist Enternasyonal’in kuramcılarından Eduard
Bernstein,
sömürgeci ilişkilerin insanlık için olumlu bir gelişme olduğunu
ileri sürüyor ve sömürgeciliğin, “Batı
toplumlarının uygarlık yolunda atmış olduğu dev adımların,
geri ve barbar toplumlara aktarılmasının yararlı bir aracı”
olduğunu söylüyordu.29
Fransız
Komünist Partisi, Cezayir Ulusal Kurtuluş hareketine açıktan
karşı çıkıyor ve verilen bağımsızlık savaşını “Çöl
Vandalizmi”
olarak tanımlıyordu. Parti Genel Sekreteri Paul
Caballero,
1945 yılında şunları söylüyordu: “Cezayir’in
bağımsızlığını isteyenler, bilerek ya da bilmeyerek
emperyalizme ajanlık etmektedirler.”30
DİPNOTLAR
- “Fatelli Fabbri Editori” 20138 Milano, Via Mecenate, 91 İtaly, ak. “Devrimler Ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi” Gelişim Yay., 1975, 2.Cilt, sf.193
- a.g.e. sf.198
- a.g.e. sf.198
- a.g.e. sf.100
- “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 2.Cilt, sf.458 ve “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 9.Cilt, sf.5704
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 2.Cilt, sf.1147
- “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.1148
- “Mayalar” Michale D.Coe, Arkadaş Yay., Ankara-2002, sf.191
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 13.Cilt, sf.7884
- “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.458
- a.g.e. sf.458
- a.g.e. sf.456
- a.g.e. sf.456
- “Legends, Lies and Cherished Myths of American History” Richard Shenkman; ak. Tim Marshall, “Hükmeden Erkek Boyun Eğen Kadın” Altın Kit., 1997, sf.45
- a.g.e. sf.45
- a.g.e. sf.46
- “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.458
- a.g.e. sf.1427
- “Ekonomi Sözlüğü” Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitap, 5.Bas. 1993, sf.380
- “Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye” Metin Aydoğan, Kum Saati Yay., 4.Baskı 2002, sf.319
- “Kapitalizmin Kökenleri” Jean Suret-Canale; ak. “Kapitalizmin Kara Kitabı” Evrensel Basım Yayın, 2.Basım-2001, sf.24
- a.g.e. sf.24
- “Yerli Soykırım” Robert Pac; ak. a.g.e. sf.24
- a.g.e. sf.24
- “Ortadoğu Uygarlık Mirası-2” M.İlmiye Çığ, Kaynak Yay., İst.-2003, sf.250
- “W.H. Seeing With a Native Eye, Harper and Row” Capp 1976, ak. Semra Somersan “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 5.Cilt, sf. 1426
- “ABD Demokrat mı, Faşist mi?” Prof.Dr. Türkkaya Ataöv, Cumhuriyet 12.02.2003
- “Bilinmeyen İç Asya” L.Ligeti Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yay., 1986-Ankara, sf. 6
- “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.433
- “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.1309
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder