Çok
eski çağlara dek giden bozkır kültürünün doğayla iç içe
geçip onunla bütünleşen bir derinliği vardır. Bozkır insanı,
doğayla kaynaştığı için duru ve önyargısız; yaşamdan
kopmadığı için de devrimcidir. Doğayla uyumlu yaşamak, yaşamın
kurallarını kavramayı, bu kavrayış da dünyayı tanımayı ve
anlamayı sağlayan bir düşünce zenginliği yaratır. En somut
gerçek, doğa ve yaşamın kendisidir. Bu gerçeğe uyum, bozkır
insanını sürekli yeniler ve geliştirir; onu olay ve olgular
karşısında bilinçli ve direngen kılar, devrimci yapar.
Yaşama Dayanan Gerçeklik
Orta
Asya
bozkır insanı, yaşayabilmek için, doğanın kendisine dayattığı
zor ve ağır koşulları dikkatle izlemek ve ona bilinçle uyum
göstermek zorundadır. Bozkır insanı; olanaklarını, direnme
gücünü ve yeteneklerini, sürekli gözlemeli ve geliştirmelidir.
Çevre koşullarını ve bu koşulları yaratan nedenleri bilmeli,
gerekli önlemleri zamanında ve eksiksiz biçimde almalıdır.
Neolitik
Çağ (Cilalı Taş)
insanı için; ateş insanı ısıtır, yiyeceğini pişirir, onu
kötü ruhlardan korur ancak bir anda her şeyini de yok edebilir.
Su, yaşamın ve sonsuz akışın simgesidir; gökten düşen su
ateşi söndürür ancak bitkilere de can verir, hayvanlarının
beslenmesini sağlar. Taş, ölümsüz kalıcılığa sahiptir; bu
nedenle, töre’leri
gelecek kuşaklara taşıyacak yazılar, ona yazılmalıdır. Ağaç
ise ölüm ve yaşam evrelerini temsil eder, sürekli gelişme
yeteneğinin bir simgesidir, bu nedenle çok değerlidir. Hayvanın
her türüne saygı gösterilmelidir, insan onlarsız birşey
yapamaz, yaşamını sürdüremez.1
Çok
eski çağlara dek giden Bozkır
Kültürü’nün,
doğayla iç içe geçip onunla bütünleşen bir derinliği vardır.
Bozkır insanı, doğayla kaynaştığı için duru ve önyargısız;
yaşamdan kopmadığı için de devrimcidir. Doğayla uyumlu yaşamak,
yaşamın kurallarını kavramayı, bu kavrayış da, dünyayı
tanımayı ve anlamayı sağlayan bir düşünce zenginliği yaratır.
En somut gerçek, doğa ve yaşamın kendisidir. Bu gerçeğe uyum,
bozkır
insanını sürekli yeniler ve geliştirir; onu, olay ve olgular
karşısında bilinçli ve direngen kılar, devrimci yapar. Orta Asya
insanları, bu özellikleriyle, yaşamın kurallarını kavramış
birer doğabilimci
gibidirler.
Hayvan,
Bitki ve Yaşam
Yenisey
Türkleri, sincabın kürkünün gri renge dönüşmesini baharın
gelişi olarak kabul eder. Kuş, yol gösterdiğinden Hunlar için
uğurlu bir hayvandır. Bulgar Türkleri, köpek ulumasını güven,
bereket ve bolluk habercisi olarak, sevinçle karşılar. Eski
Türkler’de kurt, bağımsızlık
ve özgürlüğün simgesi, kutsal bir hayvandır. (Günümüzde
Sivas ve Tokat’da bir yolcunun önüne tavşan çıkarsa kötüye,
kurt çıkarsa iyiye yorulur.) Yakutlar’da, guguk kuşu ölüm, dağ
tavuğu yağmur, tavşan kuraklık habercisidir. Eski Türkler, yaşlı
ve ulu bir ağacın yanından geçerken ellerini birbirine bağlar,
diz
çöker ve böylece ona saygısını sunar. Ulu bir ağacın altına,
saygısızlık olur gerekçesiyle asla uzanmaz. Anadolu’da ağaç
kültünün kalıntıları hala yaşamaktadır. Adana Dörtyol ve Çay
arasındaki Cennet
Ana
adı verilen yerdeki ulu ağaç, hasta çocuklara öptürülür;
tahtacı
kadınlar ulu ağaca sarılarak kısırlıktan kurtulacaklarına
inanırlar; yörük boylarında kutsal sayılan ağacın altında
yere uzanılmaz. Eski Türk inancına göre ulu bir ağaç, toprağın
derinliklerine giden kökleri ve göğe uzanan dallarıyla gücün
ve sonsuzluğun
simgesidir.2
Zaman
ve Doğa
Türkler’in
doğaya verdiği önem, ilkelliğin göstergesi boş inançlar ya da
güçsüzlüğün yol açtığı tapınma duyguları değildir. Her
inancın, yaşamı kolaylaştıran somut bir sonucu vardır. Tarihte
ilk kez Türkler’in bulup kullandığı takvim3
doğayla oluşturulan birlikteliğin onlara sağladığı bir
kazanımdır. Ünlü 12
Hayvan Takvimi’ne
göre, her ayı bir hayvan temsil eder. Anadolu yörüklerinin
kullandığı takvim tümüyle, hayvanların yaşam düzenini
yansıtır. Bu takvime göre, hayvanların “gündüz
gölgede uyuduğu, gece otladığı”
Eşme
ayı, 20 Temmuz ile 1 Eylül arasıdır. Bu ayı, Aralığa kadar
süren ve hayvanların “gündüz
otladığı gece uyuduğu”
Kara
Yatak ayı
izler. Sonra, hayvanların çardakta
(ahırda)
tutulduğu, Mart’a kadar süren Çardak
ayı, daha sonra da Göç
ayı gelir.4
Doğayla
kaynaşma ve ona gösterilen uyum, Türkler’e, etkisi günümüze
dek gelen, barışçı ve eşitlikçi; adalete, söze, dürüstlüğe
ve insana önem veren bir dünya görüşü kazandırmıştır. Yaşam
hakkı kutsaldır ve insanla sınırlı değildir. Hayvanlarla hatta
bitkilerle olan ilişkilerde bile, onların yaşam hakkına saygı
gösteren sanki bir “sözleşme”
yapılmıştır. Hayvana karşı verilen savaşın
(avın),
aynı insanlar arasındaki savaş gibi kuralları vardır. Gereksiz
hayvan öldürülmez, fazla kan akıtılmaz, hayvanın kemiği
kırılmaz.5
Aynı kurallar, askeri
savaşlarda da geçerlidir. Türklerde; toplu öldürme, işkence,
soykırım yoktur.
Savaş,
boyun
ya da kavmin
varlığını sürdürmek için yapılan ve zorunlu kalmadıkça
girişilmeyen bir eylemdir; barışı korumak esastır; haklı
olmayan savaş, topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Eski Türk
inancında, Türk’ün
Tanrısı,
barış ve dostluğun tanrısıdır. Toplum düzenini anlatan il
sözcüğü barış anlamına gelir. Savaşa girmemek için sonuna
dek dayanç
gösterilir, ancak girildiğinde de büyük bir atılganlıkla
savaşılır. Savaşta yenilene, eğer kural dışı savaşmamış ve
kırım yapmamış ise ceza verilmez, aç bırakılmaz, kötü
davranılmaz. Uluslararası barışa önem verilir ve bu barışın
korunması için sorumluluk yüklenilir, koruyucu gibi davranılır.
Bu anlayış, Çin Denizi’nden Avrupa’ya dek, çok büyük bir
coğrafyayı, uzun yıllar boyunca bir barış alanı haline
getirmiştir.6
DİPNOTLAR
1 “Türklerin
Tarihi” D.Avcıoğlu,
Tekin Yay., 1.Cilt, 1995 İst., sf.358
2 a.g.e.
sf.359-360
3 Osman
Turan,
Belleten, Sayı 35, sf.305; ak. D.Avcıoğlu
a.g.e. sf.363
4 “Türklerin
Tarihi” D.Avcıoğlu,
Tekin Yay., 1.Cilt, 1995 İst., sf.363
5 a.g.e.
sf.366
6 “Türklüğün
Esasları” Ziya Gökalp,
Kum Saati Yay., İst. 2001, sf.48
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder