“Kuvayı
Milliye, namuslu bir adamın yastığının altındaki silaha benzer.
Namusunu kurtarma umudunu yitirdiği zaman, hiç olmazsa çekip
kendini vurabilir.” Mustafa
Kemal
Kendiliğinden
Oluşan Örgütler
Kuvayı
Milliye ve Müdafaa-i Hukuk
örgütleri, 1919 koşulları içinde ortaya çıktı; kısa sürede
birçok il ve ilçeye yayıldı, Erzurum
ve Sivas Kongreleri’nden
geçerek TBMM’nin kurulmasını sağladı. Ulusal varlığın
tehlikede olduğunu gören yurtseverler harekete geçmiş, Mustafa
Kemal’in önderliğinde
bir araya gelerek halkla bütünleşip savaşıma girişmişti.
Kendiliğinden
kurulup gelişen yerel örgütler, bu örgütlerin yarattığı
meclis ve halkın dolaysız katıldığı ulusal savaşım; Türk
toplumuna özgü, benzeri olmayan bir halk hareketiydi. İnsanlar
hiçbir güvence aramaksızın mücadeleye atılıyor, örgütlere
katılıyor, yeni örgütler kuruyor ve ulusal dayanışmayı
Kurtuluş’u gerçekleştirene dek sürdürmede kararlı bir tutum
içine giriyordu. Kurtuluş Savaşı komutanlarından Miralay
Mehmet Arif Bey, halkın
bağımsızlık hareketine kendiliğinden katılımını anılarında
şöyle anlatır: “Milli
mücadeleye katılma arzusu, milletin ruhundan doğan galeyanın
doğal bir ürünüydü. Vicdan ve hamiyet sahibi her insan, mili
savaşa maddi ve manevi olarak katılmayı namus gereği sayıyordu.
Kuvvay-ı Milliye arasında çok genç çocuklar, ak sakallı dedeler
de vardı. Savaşanlara cephane ve yiyecek taşıyan kadınlar çok
fazlaydı. Mavzeri elinde çarpışmaya katılan Türk kadınları da
az değildi.”1
Mustafa
Kemal, yaklaşık iki ay
kaldığı Erzurum’da en az Kongre kadar, belki de ondan daha çok,
Kuvayı Milliye
hareketinin ülke düzeyinde gelişip yayılması için uğraştı.
Alınan kararların yaşama geçirilmesinde eylemin, eylemin
gerçekleştirilmesinde ise birlikte davranmanın değerini bildiği
için, örgüt sorununa çok önem veriyordu. Yakın çevresinden
kimi arkadaşları, yöneldiği hedefin ne olduğunu başlangıçta
tam olarak kavrayamamıştı ve kendiliğinden ortaya çıkan,
birbirinden kopuk, denetimsiz yerel örgütlere neden bu denli önem
verdiğini anlayamamıştı. Oysa, işgalle birlikte kurulup yayılan
bu örgütler, düşmana karşı koyan ve halkı temsil eden silahlı
bir güç, milli
mücadelenin ilk direniş
birimleriydi. Ön hazırlığını, Ordu komutanıyken Halep ve
Adana’da o yapmış, o güne dek her aşamada ve her düzeyde ilgi
ve ilişkisini sürdürmüştü.
Enver
Behnan Şapolyo, kuvayı
milliyecileri Türk
toplumunun en yiğit,
en cesur
unsurları olarak görür ve onları şöyle tanımlar: “Kuvayı
milliyeci; yalnız milli vicdandan emir alan, yılmadan giriştiği
mücadelede yaşamını hiçe sayan, kişisel çıkardan tümüyle
uzak, emperyalistlere ateş püsküren tutkulu bir yurtsever; cesur,
yiğit, milliyetçi ve halkçı bir gücü temsil eder; hürriyet ve
istiklal için milli mücadeleye girişen ödünsüz bir savaşçıdır.”2
Ceyhun
Atuf Kansu, “Anadolu’da
kurulmakta olan halk devletinin ilk askeri birimleri”
olarak gördüğü Kuvayı
Milliye’nin; “özünde
bir ordu çekirdeği taşıyan ve ulusal ordunun kurulmasıyla ona
katılan, halktan derlenmiş bir savaş gücü”
olduğunu söyler.3
Kansu,
kuvayı milliyeciyi ise şöyle tanımlar: “Kuvayı
milliyeci deyimi ilk anlamda, ulusal kurtuluş adına, silahlanmış
halk örgütlerine katılmayı içerir. İkinci anlamı ise, Ulusal
Kurtuluş Savaşı’na girişen ülkücü, yiğit, kendinden verici,
savaşçı ruh halini belirler. Kuvayı milliyeci, bir tarihsel
gerilimde; ulusa kendini adamış, ulusun kurtuluşu için kişisel
hiçbir isteği olmayan, yüce bir davaya başını koymuş insan
örneğidir.”4
Halk
Örgütleri
Kuvayı
Milliye hareketi ve bu
hareketin yarattığı Müdafaa-i
Hukuk örgütleri; askeri
işgale tepki olarak ortaya çıkan, Rum ve Ermeni terörüne karşı
yayılıp yoğunlaşan, halkın kurup yaşattığı siyasi-askeri
örgütlerdi. 1919 koşulları içinde ortaya çıkıp, kısa sürede
birçok il, ilçe ve köye yayıldılar. Erzurum ve Sivas
Kongrelerinde merkezi bir yapılanma içinde toplanarak, Türkiye
Büyük Millet Meclisi
(TBMM) oluşumuna kitle temeli oluşturdular. Prof.Tarık
Zafer Tunaya,
bu süreci, “yer yer
ortaya çıkan Müdafaa-i Hukuk ırmaklarının Türkiye Büyük
Millet Meclisi’ne akıtılması”
olarak tanımlar ve TBMM’nin “genişletilmiş
bir Sivas Kongresi”
olduğunu söyler.5
Kuvayı
Milliye ruhunun yön
verdiği, Müdafaa-i Hukuk
ve Reddi İlhak
dernekleri, her meslekten, her yaş ve cinsten insanın dolaysız
katıldığı, ulusal örgütlerdi. Türk toplumuna özgüydü ve
benzeri olmayan bir halk eylemi yaratıyordu. İnsanlar, herhangi bir
güvence aramaksızın, bu örgütlere katılıyor; başkalarını
katıyor ve yeni örgütler kuruyordu. Ulusal varlığın, Anadolu’da
tehlikeye girdiğini anlayan Türk halkı, çocuk-yaşlı,
kadın-erkek demeden ve içinde bulunduğu koşullara bakmadan, içten
bir kararlılık ve duygulu bir direngenlikle, “gerçek
bir halk ayaklanması”6
gerçekleştiriyordu.
İşgalcilerin
amaçları ve onlarla uzlaşma içindeki padişahın tutumu
anlaşıldıkça, kitleler giderek artan bir öfke ve savaşçı bir
ruh içinde Ankara’ya yöneldiler. Erkekler, “kurulmakta
olan birliklere katılıyor”
kadınlar kimi zaman çocuklarıyla birlikte “onlara
silah ve cephane taşıyordu.”7
Kentlerdeki varlıklı ailelerin okumuş kızları, “yaralılara
bakmak” ya da “askeri
elbiseler dikmek için”
gönüllü oluyordu. Subaylar, doktorlar, yazarlar, mühendisler,
memur ve işçiler “İngiliz
hatlarını gizlice aşarak”
Ankara’ya geliyor, “varsıl
ya da yoksul herkes,
ülkenin kurtuluşuna katılmak istiyordu”8
Kağnılar
ve Kadınlar
Lord
Kinross, kağnı’yı,
“saatte beş
kilometrelik değişmez hızıyla, gıcırtılı sesler çıkararak,
Anadolu’da Sümerler’den beri kullanılan”
araç olarak tanımlar.9
Tekerleği bularak arabayı ilk kez insanlığın hizmetine sunan
Türkler’in, kağnı’yı
Orta Asya’dan beri kullandıkları doğrudur. Ancak, Kurtuluş
Savaşı’yla bütünleşen
bu araç, 1919’da varlık-yokluk mücadelesine girişen Anadolu
Türkleri için, çok farklı anlamlar, başkalarının
anlayamayacağı duygular ifade eder. Kağnı,
Kuvayı Milliye
direnişindeki yeriyle, çok sayıda söylence, koşuk (şiir) ya da
öyküye konu olmuş, çevresinde gelişen olaylarla Anadolu’da,
duygu yüklü destan öğesi haline gelmiştir.
On
beş liseli arkadaşıyla Anadolu’ya kaçıp Kurtuluş Savaşı’na
katılan ve “cepheye
cephane taşıyan kağnı kollarının komutanı”
yapılan Enver Behnan
Şapolyo, yaşadığı
olayları yazıya dökerek bu destanı
bizlere aktaran genç bir Kuvayı
Milliye komutanıdır.
Milli Mücadelenin
İç Alemi
adlı yapıtında, kağnı’lar
ve kağnı kolları’yla
ilgili bölümlerde, şunları anlatır: “Durmadan
yol alıyorduk. Sürekli çalışan araç yorulur ve bozulabilir.
Ancak, bizde ne yorulmak, ne dinlenmek ne de bozulup yolda kalmak
vardı. Otomobiller, kamyonlar her yeri aşamazlardı. Fakat bizim
için aşılamayacak yol yoktu. Ağır, ama hep hareketliyiz. Sürekli
hedefe ilerliyor, Tanrı huzurunda ibadet eden müminler gibi, hiç
konuşmadan gidiyoruz. Kağnılarımızın tekerlekleri, hiçbir
yerde duyulmamış ahenkli bir ortak ses çıkarıyor. Bu sesi, ne
bir müzik aleti, ne de canlı bir varlık çıkarabilir. Bir
iniltiymiş gibi çevreye yayılan kağnı sesleri, sanki bir başka
dünyadan geliyordu. Sanki Türkler, binlerce yıl önce, Orta
Asya’dan dünyanın dört bir köşesine göç ediyorlarmış gibi,
dağları ovaları inletiyorlardı. Türk milletinin çektiği acıyı,
sanki bu kağnı sesleri dile getiriyordu.. Kağnı gıcırdamalı,
ses çıkarmalıydı. Ses çıkarmayan kağnı uğursuz sayılırdı.
Gıcırdasın diye tekerlek geçmelerine ceviz içi ya da kömür
tozu sürülürdü. Ezgen yanmasın diye üzerine yoğurt çalınırdı.
Tank gibi çukurları atlar, en bozuk yolları aşar, en dik sırtlara
çıkardı. Hiçbir millette olmayan en ucuz, en sağlam, dağlık
araziye uygun bir köylü aracıydı. Şimdi, İstiklal
mücadelesinde, menzil teşkilatında görev yapıyordu. Kuvayı
Milliye’nin simgesi olmuştu; cepheye, cephane ve erzak, cephe
gerisine yaralı gazileri taşıyordu.. Kağnıları, ayakları
çarıklı, sarı mintanlı, mor şalvarlı, kırmızı kuşaklı köy
delikanlılarıyla, üç etekli dallı şalvarlı, başları örtülü
kadınlar, genç kızlar ve yaşlılar kullanıyordu.. Komutasını
aldığım kağnı kolu, kırk arabadan oluşuyordu. Kırk kağnıcı,
yardım bölüğünden Mustafa, bir de ben, kırk iki kişiyiz.
Bunlardan ikisi altmışar yaşlarında erkek, sekizi on beşer
yaşlarında çocuklar ve otuz tanesi ise genç kadınlardı. Bazı
kadınların kucaklarında bebekleri de vardı..Hiç kimse şikayet
etmiyor, herkes gönüllü olarak seve seve çalışıyordu.
Yollarda hiçbir şey
pahalı değil, yaşam çok doğaldı. Kimsede vurgunculuk
(ihtikar)
yapıp para kazanmak gibi
bir düşünce oluşmamıştı. Köylerde; tarlaların ekimi ihmal
edilmiyor, silahlar cepheye, pazara mal götürür gibi sakin bir
iyimserlik içinde, neşeyle götürülüyordu.. Bunları, ancak
içinde yaşayanlar bilir. Bu insanlar ne kadar temiz ruhluydular.
Aralarına katıldığım için çok mutluydum.. Anadolu kağnıları,
bir milletin azim ve inancını, hiçbir yüksek tekniğin
yenemeyeceğini kanıtlıyordu. Hiçbir mazlum millet artık,
‘gücümüz yok ki milli mücadeleye girelim’ diyemez. Dünyada
emperyalizm prangasını ilk kez kıran Türk milleti, onlara
örnektir..”10
Ulusal Kurtuluş
Savaşı’nda, halkın katılımını ortaya koyan ve herbiri ayrı
bir destan duygusallığı içeren, pek çok olay yaşanmıştır.
Belki okuma yazma eksikliğinden, belki gereken ilgiyi
göstermemekten, bu olayların tümü ne yazık ki, günümüze
aktarılamamıştır; aktarılmış olanlar da sonraki kuşaklara
öğretilememiştir.
Pozantı
Direnişi
Pozantı
direnişi, son bireyine dek yöre halkının tümünün, gönüllü
olarak katıldığı ve yalnızca Kurtuluş
Savaşı’nın değil,
belki de tüm zamanların, en anlamlı halk direnişlerinden biridir.
Fransızlar, Pozantı’yı;
ünlü Verdun
Savunması’nda
savaşmış, Menil
komutasındaki birliklerle işgal etmişti. Yörede örgütlü Kuvayı
Milliye birimleri, hem
Ulukışla
hem de Karaisalı yönünden
Gülek Boğazı’nı
kapattılar, Fransız taburu Pozantı’da
kapalı kaldı. Tarsus’taki Fransız birlikleri, top ve makineli
tüfeklerle donanmış 3 bin kişilik bir güçle, Pozantı’ya
ulaşmak istediler. 5-12 Nisan 1920’de birinci, 13 Mayıs’ta
ikinci kez, Kavaklıhanlar’da
saldırıya geçtiler. Her iki çatışmada da Fransız güçleri,
küçük Kuvayı Milliye
birliklerine yenildiler ve püskürtüldüler.
Büyük
kayıp vermişlerdi. Menil,
Pozantı’da “Büyük
Türk Ordusu’na teslim olacağını”
bildirdi.11
Oysa, orada teslim olunacak bir Türk Ordusu yoktu. Menil’in
Türk Ordusu sandığı, “birkaç
kaya başını tutan”
ve ellerinde değişik marka ve cinsten yalnızca tüfek bulunan,
“40-50 kişiden oluşmuş”
birkaç gerilla birimiydi.12
Ancak, Fransızlar, Kavaklıhanlar
dağlarından, binlerce kişi tarafından söylenen “Allah,
Allah” nidaları
duymuş, Fransız karargahı kayıtlarına, “dağlarda
10-15 bini bulan Türk birliklerinin toplandığını”
yazmıştı.
Menil,
Türk Ordusunca sarıldığını sanmıştı. Dağların büyük bir
insan kitlesinin çıkardığı nidalarla çınlaması gerçekti.
Pozantı çevresinin silahsız köylüleri; erkek, kadın, yaşlı ve
çocuk demeden büyük bir kalabalık halinde “dağların
yamaç ve tepelerine”
toplanmışlardı. Sayıları birkaç yüzü geçmeyen savaşçıların,
eksildiğinde yerini almak için oraya gelmişler ve sanki savaşa
katılıyormuş gibi coşkulu bir kararlılıkla, Türkler’in
düşmana korku salan ünlü savaş nidasını haykırıyorlardı.
Kendisine yol soran Fransız birliklerini Panzin
Çukuru tuzağına çeken
sıradan bir köylü, Gülekli
Kumcu Veli ve haberi
çevre köylere ulaştıran karısı, bu sıradışı eylemin baş
kahramanlarıydılar.13
Gönüllü
Katılım
Kurtuluş
Savaşı’na halkın
gönüllü katılımı konusundaki bir başka çarpıcı olayı,
Savaş’a Kurmay Binbaşı olarak katılan Cevat
Kerim (İncedayı)
aktarır. İncedayı,
“İstiklal Harbimiz”
adlı kitabında, silah ve cephane taşıma konusunu ele alırken
şöyle söyler: “Bize
ayrılan bölgede 300 kağnı arabası olduğunu belirledik. Bunlara,
savaş sırasında hemen düzenleyebilmek için bir deneme çağrısı
yaptık. Bildirimden 24 saat sonra 250 kağnı gelmiş bulunuyordu.
Bazıları öküzleri olmadığından kağnılarına ineklerini
koşmuşlardı. Arabaları getirenlerin bir kısmı çocuk ve
ihtiyar, çoğu da kadındı. Tümen komutanı, düzlükte sıralanan
kağnıları teftiş ederken, uzun övendireleriyle
(hayvanları dürtmeye yarayan, ucu sivri uzun değnek y.n.) sevgili
hayvanlarının başlarında dizilen kadınlara, erkeklerinin neden
gelmediğini sordu. Bu zahmetli işte çok yorulacaklarını, hatta
dayanamayacaklarını söyledi. Kadınlar şu cevabı verdi:
Erkeklerimiz hizmettedir
(askerde). Emrinize biz
geldik. Böyle bir günde bize bu kadarcık bir iş düşmesin mi?”14
Mustafa
Kemal’in Tanımı
Müdafaa-i
Hukuk dernekleri, Türk
ulusunun uğradığı askeri işgale karşı gösterdiği doğal
tepki ve korunma güdüsünün harekete geçmesidir. Yerel örgütler,
biri ötekini görerek birbirinden etkilenen ve başarı olasılığı
belirdikten sonra yayılan oluşumlar değil, aynı anda ve
kendiliğinden ortaya çıkan doğal savunma hareketleridir. Mustafa
Kemal, bu örgütlerin
ortaya çıkışı ve yayılması için, “bir
elektrik şebekesi gibi”
devreye giren, “tarihin
emri” tanımını
kullanmıştır.15
Kuvayı
Milliye’yi, ilerde
Kurtuluş Savaşı’nı
yüklenecek ulusal ordunun çekirdeği olarak görüyor, onu
“milletin namusu”
olarak tanımlıyordu. Erzurum’da, “başı
bozuk Kuvayı Milliye birliklerinin”
büyük devletlerin düzenli orduları karşısında ne işe
yarayacağını, olumsuz bir yaklaşımla soran bir arkadaşına;
“Kuvayı Milliye,
namuslu bir adamın yastığının altındaki silaha benzer. Namusunu
kurtarma umudunu yitirdiği zaman, hiç olmazsa çekip kendini
vurabilir”16
demişti. Bu söz, Kuvayı
Milliye’yi anlatan,
belki de en iyi anlatan tanımlamadır.
DİPNOTLAR
1 “Atatürk
ve Gerilla Savaşı” O.B.Kuruca,
Teori Dergisi, Ağustos-2004, S.175, sf.25
2 “Tek
Adam” Ş.S.Aydemir,
II.C., Remzi Kit., 8.Bas.,1981, sf.165
3 “Atatürkçü
Olmak” C.A.Kansu,Bütün
Eser, Bilgi Yay, 3.Bas., 1996, sf.136
4 a.g.e.
sf.137
5 “Müdafaa-i
Hukuk Saati” M.Kemal Palaoğlu,
Bilgi Yay., 1998, sf.149
6 “Mustafa
Kemal” B.Méchin,
Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.196
7 a.g.e.
sf.196
8 a.g.e.
sf.196
9 “Atatürk”
L. Kinross,
Altın Kitaplar Yay., 12. Bas., İst-1994, sf.324
10 “Mustafa
Kemal Ve Milli Mücadelenin İç Alemi” E.B.Şapolyo,
İnkilap ve Aka Kit., İstanbul-1967, sf.32-36
11 “Tek
Adam” Ş.S.Aydemir,
II.C., Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.176
12 a.g.e.
sf.177
13 a.g.e.
sf.177
14 a.g.e.
sf.500
15 “Tarih
I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.69
16 “Atatürk”
L.Kinross,
Altın Kit. Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.224
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder