Alman
nazizmi, tekelci büyük sermayenin en gerici, en saldırgan
kesiminin açık diktatörlüğüdür.
Hitler,
“Para!
Para gerek bana! Parasız hiçbir şey olmaz!”
diyordu. Bu isteği yanıtsız kalmadı. Başta petrol kralı Henri
Deterding,
potasyum kralı Arnold
Rechberg,
kömür kralı Kirdorf
ve Vereinigte
Stahlwerke,
çelik tröstünün başkanı Fritz
Thyssen
ve Vögler,
kimya tröstünün önde gelenlerinden Georg
Schnitzler,
Potos,
endüstri kümesinden August
Rostberg,
deniz işletmelerinden Cuno
ve banker Kurt
Von
Schröder
olmak üzere birçok büyük sermaye sahibi Hitler’i
destekledi ona para akıttı. Thyssen,
Vögler,
Reusch,
Krupp,
Von
Bohlen,
Siemens,
Frowein,
Cuno
gibi sanayi tekelleri ile bankalar nazizme yardım etti.
Savaş
Sonrası
Yenik
Weimar
hükümeti, Versailles’da
yalnızca ulusal hakları değil, Alman halkının tarihsel
değerlerini ve gelecek umutlarını da masaya bırakmıştı. Bu
antlaşma ve antlaşmayı imzalayanlar yalnızca o dönemde değil
gelecekte de hoş görülmemiş ve ortak toplumsal bir öfkeyle
anılmışlardır.
Gelişkin
bir sanayi ülkesi olan Almanya, Versailles’dan
sonra, sosyal ve kültürel geçmişine uygun düşmeyen ilkel
çatışmalarla dolu ve insanlık dışı vahşetin yaşandığı bir
döneme girdi. Büyük sanayi ve finans tekellerinin, dünyayı
yeniden paylaşma kavgaları İtalya’dan sonra Almanya’da da bir
insanlık dramının yaşanmasına neden oldu.
1918-1939
arasında Almanya’da yaşananlar İtalya’da yaşananların
yinelenmesi gibidir. Savaşın yıkıcı sonuçlarını, işçiler,
köylüler ve orta sınıf çalışanları yaşamıştır. Bu
kesimlerin yaşam düzeyi, savaş öncesinin çok gerisine düşmüş
ve milyonlarca insan hemen her şeyini yitirmişti.
Savaş
öncesinin varsıl Almanya’sında, yalnızca 1918 yılında 500 bin
sivil açlıktan ölmüş, anayurt topraklarının değer taşıyan
bölümleri ve sömürgelerin tümü yitirilmişti. 1923 Yılındaki
sanayi üretimi 1913’deki üretimin ancak yüzde 55’ine
ulaşabiliyordu.1
Ücretler düşürülmüş, işsizlik yayılmış, orta ve küçük
işletmeler kapanmıştır. Yüksek oranlı enflasyon toplumun büyük
bölümünü yoksulluk içine itmiştir.
Savaş
sonrasındaki ekonomik çöküntü, sanayi ve tarım işçileriyle
köylüleri, savaşkan bir devinim içine sokmuştu. Buna karşın,
gerek yenilginin onur kırıcı sonuçları ve gerekse işçi
eylemlerine duyulan öfke, Alman toplumunda ırkçı, şoven ve
saldırgan siyasi eğilimlerin ortaya çıkmasına neden olmuştu.
İşçiler ve sosyalistler bir yanda, orta sınıfın bir bölümü
ve ırkçılar bir yanda toplanmaktaydı.
Büyük
sanayi kümeleri, Yunkerler
(büyük toprak sahipleri) ile yenilgi ve parçalanmanın utancını
taşıyan askerler, ırkçıların yanında yer alıyordu. Bir yanda,
30 Ekim 1918’de Kiel’deki Rosa
Luxenburg
ve Karl
Liebknecht’in
önderliğinde sosyalist ayaklanma olurken, öbür yanda Mart 1920’de
askerler, Luttwitz
önderliğinde sağcı bir darbe girişiminde bulunuyordu. Almanya
kanlı bir iç çatışmaya doğru gitmekteydi.
Egemenler
Rahatsız
Savaş
sonrasının üretim ve satış sorunlarıyla uğraşıp iç pazara
sıkışan sanayiciler ve beysoylu (aristokrat) gelenekleriyle geniş toprakları
elinde tutan büyük toprak sahipleri, bu tür olaylara uzun süre
katlanamazdı. Sanayiciler yürürlükteki işçi haklarıyla
toparlanıp büyümenin olanaksız olduğuna inanıyordu. Hammadde
elde edemiyor, yeterli üretim yapamıyor ve yaptıklarını da
satamıyordu. İstemleri, grevsiz bir ortam ile söz ve buyruk dinler
bir işçi kitlesi ile bunları sağlayacak yetkeci (otoriter) bir yönetimdi.
Yunkerler
ise boğaz tokluğuna çalışan gündelikçilerine her türlü
haktan yoksun serfler gibi davranmaya alışıktı. Öyle ki bu
zavallılar ya ‘efendilerinin’
sözlerini dinlemek ya da ‘tası
tarağı toplayıp gitmek’
zorundaydı. Büyük toprak sahipleri de, sanayi ve finans tekelleri
gibi Almanya’daki demokratik hakların ‘çok’
olduğuna inanıyordu.
Çelik
tröstü başkanı Fritz
Thyssen
1924 yılında, kapitalist çevrelerdeki bu eğilimi demokrasi
karşıtlığıyla birleştirerek şöyle diyecekti: “Almanya’da
demokrasinin hiçbir varlık nedeni yoktur.”2
Holdinglerin sözcüsü konumuna gelmiş sanayi bakanının sözleri
de benzer niteliktedir: “Sekiz
saatlik iş günü Almanya’nın içine yerleştirilmiş tabutun
çivileridir.”3
Naziler
Devreye Sokuluyor
Ne
sanayi ve finans kentsoyluluğu (burjuvazisi) ne de Yunkerler,
örgütlü işçi ve köylü eylemleriyle tek başına savaşım
veremezdi. Yasadışı silahlı birlikler oluşturan, iyi örgütlenmiş
Nasyonal
Sosyalist Partisi’ne
destek verip güçlendirdiler. Anti-Bolşevizm’de
uzmanlaşmış Mücadele
Birlikleri
adlı silahlı nazi güçleri, işçi ve köylü eylemlerine
saldırdı. Çok sayıda işçi, sendikacı ve aydın öldürüldü.
Almanya kanlı bir iç çatışmanın içine düşmüştü.
Nazizmin
kurucusu Hitler,
evlilik dışı bir ilişkiden 1886 yılında bir sınır köyünde
doğmuştu. Tüm yöre halkı gibi o da, kaba, zevklerine düşkün,
karanlık yaşantılı biriydi. Sağlıksız bir aile ortamında
sevgisiz ve dengesiz ilişkiler içinde büyüdü. On altı yaşında
okulu bıraktı. Ancak ailesi güç durumda olmasına karşın bir
işe girmedi. Ressam olmaya çalıştı ancak çok yeteneksizdi.
Mimar olmak istedi olamadı.
Yoksulluk
ve başıboşluk yılları içinde; Yahudi düşmanlığı, aşırı
milliyetçi ve ırkçı düşünceler edindi. Hiçbir meslek
edinemeyen Hitler,
politikacılıkta karar kıldı. Münih’de İşçi
Partisi
adlı küçük bir milliyetçi topluluğa girdi ve bu partinin adını
1920’de Nasyonal
Sosyalist Parti
olarak değiştirerek başına geçti. Böylece Onbaşı Adolf
Hitler’in
politik serüveni başlamış oldu.
Hitler,
ilk ciddi eylemini 1923 yılında gerçekleştirdi. Toplayabildiği
adamlarıyla birlikte, Mussolini’nin
Roma
Yürüyüşü
gibi bir Berlin
Yürüyüşü
düzenledi. Ancak, bir polis bölüğü tarafından dağıtıldılar.
16 Nazinin öldüğü eylem sonunda Hitler
tutuklandı ve 5 yıl ceza yedi.
Mein
Kampf’ı
yazdığı ve sekiz ay sonra salındığı hapislikten sonra ordu ve
sanayi çevrelerinde adı duyuldu. General Ludendorf
‘kendisini
baba gibi sevdiğini’
söylüyor, general Von
Lossow
ise; “Hitler’in
geliştirdiği eylemde sağlam bir yan bulunduğunu anlamıştık.
Emekçileri kitle halinde bizim milliyetçilik davamıza
inandırabilirdi”
diyordu.4
“Geld!
İch brauche geld! Ohne geld nichts zu machen!”
(“Para! Para gerek bana! Parasız hiçbir şey olmaz!”)5
diyen Hitler’in
isteği yanıtsız kalmadı; Başta petrol kralı Henri
Deterding,
potasyum kralı Arnold
Rechberg,
kömür kralı Kirdorf
ve Vereinigte
Stahlwerke,
çelik tröstünün başkanı Fritz
Thyssen
ve Vögler,
kimya tröstünün önde gelenlerinden Georg
Schnitzler,
Potos
endüstri kümesinden August
Rostberg,
deniz işletmelerinden Cuno
ve banker Kurt
Von
Schröder
olmak üzere birçok büyük sermaye sahibi Hitler’i
destekledi ona para akıttı.
Fritz
Von Thyssen
anılarında şöyle yazacaktı: “Weimar
Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, devrimcilikle ve anarşist
eğilimlerle savaşmak üzere askeri nitelikte çeşitli kuruluşları
destekledim. Bunların arasında Nasyonal Sosyalist Parti de vardı.
Başka birçok sağcı gibi ben de Hitler’in Almanya’nın
kalkınmasında aktif bir etken olacağı kanısındaydım; kendisine
gittikçe artan bir destek sağlayışım bundandır.”6
Devletle
Örgütlenme
Ordu,
İçişleri ve Eğitim Bakanlıklarında hızlı bir biçimde nazist
kadrolaşmaya gidildi. Devlet örgütleri, nazi kadrolarını büyük
bir istekle önemli görevlere getiriyordu. Yasa dışı eylemlere
göz yumuluyor, suçlular yakalanmıyordu. Aşırı milliyetçi
subayların Cumhuriyete karşı düzenlediği ve Kapp
darbesi adı verilen darbeye katılan 705 subaydan yalnızca biri
ceza aldı. Cezası beş yıl ‘onur
kırmayan göz hapsi’
idi.
Azınlık
Hareketi
Devlet
ve özel kesim desteğine karşın Hitler,
parlamento seçimlerinde sürekli azınlıkta kaldı. 1924 Aralık
seçimlerinde Sosyal
Demokratlar
yüzde 33 oy alırken Nasyonal
Sosyalist Parti yalnızca
yüzde 3 oy almıştı. Bu durum 1930’a dek sürdü ve Nasyonal
Sosyalist Parti,
Alman halkından ciddi bir oy desteği alamadı. 1929’daki dünya
ekonomik bunalımının yol açtığı toplumsal sorunlar Hitler’e,
amaçlarını gerçekleştireceği yeni bir karmaşa ortamı sundu.
Büyük dünya ekonomik bunalımı, savaşın yıkıcı etkilerini
üzerinden henüz atamayan Almanya’yı çok hızlı ve çok ağır
biçimde etkiledi.
Dış
krediler kesildi, borçlarının ödenmesi istendi, zaten düşük
olan ihracat durdu. 1929-1932 arasında endüstriyel üretim yüzde
50 azaldı, işsiz sayısı 6 milyonu buldu ve binlerce küçük
kuruluş battı, bankalar kapandı. Alman Ulusu’nun bu zor
günlerinde Hitler,
müşteri bekleyen mezar kazıcıları tutumuyla Mein
Kampf’ta
şunları yazıyordu; “Bütün
yaşamım boyunca kendimi hiç bu günlerde olduğu kadar olumlu ve
içten içe kıvançlı hissetmemiştim.”7
Nasyonal
Sosyalist Parti,
1928 yılında yapılan seçimlerde, 810.000 (yüzde 2) oy alıp,
parlamentoya yalnızca 12 milletvekili sokarken, 1930 seçimlerinde
oy oranını yüzde 18,3’e (6 409 600 oy) milletvekili sayısını
107 ye çıkardı. İki yıl önce partiler arasında 9.sırada iken,
birden büyük bir parti olmuştu. Nazi deviniminin tam karşısında
olan Alman
Komünist Partisi
ise, 1928’de 3 265 000 oyla 54 milletvekili çıkarmışken, 1930
yılında oy sayısını 4 592 000’e, milletvekili sayısını da
77 ye çıkarmıştı.
Almanya’da
bir iç hesaplaşma kaçınılmaz görünüyordu. 1931 yılında
yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Almanların efsanevi
Lideri Hindenburg’un
karşısına çıkan Hitler
ilk turda 11 339 446 (yüzde 30,1) oy aldı. Hindenburg
18 651 497 (yüzde 49,6), Komünist Parti adayı Thaelmann
ise 4 983 341 (yüzde 13,3) oy almıştı. İki hafta sonra yapılan
2.tur seçimlerde Hindenburg
oyunu 19 359 983 (yüzde 53 ) çıkarırken, Hitler
de 13 077 120 (yüzde 35,8)’e çıkarıyordu.8
Bu
seçimden sonra Nazilerin örgütlü saldırılarıyla Almanya,
görülmemiş bir siyasi terör ve cinayet dalgası içine girdi.
Kavga ve kan arayan SA’lar
(hücum kıtaları)
sokaklarda sürekli dolaşıyor, özellikle Komünist Parti üyeleri
ve işçilere saldırıyordu. Yalnızca 1-20 Haziran arasında 461
sokak saldırısı olmuş ve bu 20 günde 82 kişi ölmüş 403 kişi
ağır yaralanmıştı. Ölenlerin 38’i nazi, 30’u ise
komünistti.9
Siyasi
Karmaşa ve İktidar
31
Temmuz 1932 de, bir kez daha genel seçimlere gidildi. SA
kıtalarının ağır baskı ve terörü altında yapılmasına
karşın, Naziler çoğunluğu yine sağlayamadı. Ancak, oy ve
milletvekili sayısını arttırdı. Oyları 13 745 000,
milletvekilleri ise 230 olmuştu.
Bu
sayı 608 sandalyeli parlamentoda tek başına hükümet kurmaya
yetmiyordu. Aynı seçimlerde, edilgen (pasif) bir önderliği olan
Alman
Sosyal Demokrat Partisi
10 936 239 oyla 183 milletvekili, Komünist
Parti
ise 5 980 000 oyla 89 milletvekili çıkarmıştı. Naziler sürekli
güçlenirken Sosyal
Demokrat Parti
ile Komünist
Parti
birbiriyle uğraşıyordu. Komünistler, sosyal demokratlara ‘sosyal
faşist’,
Sosyal Demokratlar da komünistlere ‘bolşevik’
diye saldırıyor, sokakta hem nazilerle ve hem de birbiriyle
çatışıyordu. Nasyonal Sosyalizme karşı demokratik güç birliği
sağlanamıyor, nazi karşıtı partiler bir araya gelemiyordu.
Hitler,
yönetime gelene dek seçim yapılmasını istiyordu. Baskı ve seçim
hilelerinin yararlarını görmüştü. Önceki seçimden üç ay
sonra 6 Kasım 1932’de bir kez daha seçime gidildi. Ancak, bu kez
Hitler
umduğunu bulamadı. nazilerin
sandalye sayısı 34 azalarak 196 ya, sosyal
demokratların
sandalye sayısı ise 12 azalarak 121’e düştü. Komünistler
sayılarını 89 dan 100’e çıkardı.
Tüm
partilerin katıldığı son seçim oldu. Zira naziler iki ay sonra
hükümeti kurduğunda, Komünist
Parti’yi
yasadışı ilan ederek kapatacaklardı. Nazilerin aldıkları oy
oranı, tüm oyların ancak yüzde 33’ünü oluşturuyordu.
Milletvekili sayıları ise, 608 kişilik parlamentoda Yalnızca 196
idi. Hitler
sermaye çevreleri ve silahlı örgütlerinden aldığı güçten ve
karşıtlarının akıldışı dağınıklığından yararlanarak, 30
Ocak 1933’günü Hindenburg’dan
hükümeti kurma yetkisini aldı.
Kabinede
yer alan iki parti (nazilerle milliyetçiler) parlamentoda çoğunlukta
değildi. Artık devlet gücünü eline geçiren Hitler
bir kez daha seçime gitme kararı aldı. Seçim 5 Mart 1933’de
yapılacaktı. Partinin propaganda bakanı Göbels,
3 Şubat tarihli güncesine şunları yazıyordu; “Artık
savaşmak kolay! Çünkü devletin bütün kaynaklarından
yararlanabiliriz. Radyo ve basın elimizde. Ortaya bir propaganda
şaheseri çıkaracağız ve bu sefer para diye bir sorunumuz
olmayacak.”10
Seçimlerde,
bir yandan yüksek giderli seçim çalışmaları, bir yandan
şiddetli sokak terörü uygulandı. Üstelik artık devlet terörü
de devreye sokuluyordu. Seçimlere bir hafta kala Parlamento binası,
Reischtag
yakıldı. Sıradan bir Hollandalı gezginden (turistten) başka
yakalanan olmadı. Ancak, suç Komünist
Parti’ye
yüklendi.
Yangından
bir gün sonra Hindenburg,
bütün temel özgürlükleri ortadan kaldıran olağanüstü hal
kararnamesini imzaladı. Bu kararnameye göre, 48 saat içinde, tüm
yetkiler polise ve artık polis örgütü haline gelen SA’lara
devredildi. İşçiler, sendikacılar, milletvekili adayları
dövüldü; öldürüldü ve işkenceden geçirildi. Alman
Komünist Partisi
yasaklandı ve milletvekillerinin tümü tutuklandı.
Naziler,
bu koşullarla gidilen 5 Mart 1933 seçimlerinde bile çoğunluğu
sağlayamadı. Yüzde 44 oy alarak 288 milletvekili çıkardı. Bu
seçim Almanya’daki son çok partili parlamento seçimiydi.
Komünist
Parti’nin
yasaklanmasına sessiz kalan, Alman
Sosyal Demokrat Partisi,
Komünist
Parti’den
15 gün sonra kapatıldı. Bu iki partinin kapatılmasına ses
çıkarmayan diğer tüm partiler de 14 Temmuz 1933’de yasaklandı.
Nasyonal
Sosyalist Parti
artık tek partiydi.
Naziler
ve Devlet Terörü
Olağanüstü
hal kararnamesiyle yetinmeyen naziler, 24 Mart 1933’de meclisten
‘Tam
Yetki Yasası”nı
geçirdi. Hitler,
bundan böyle, Anayasanın öngördüğü yönteme bağlı kalmadan
kararnameler yoluyla yasa çıkarabilecekti. Günümüzde bolca
uygulanan ‘kanun
kuvvetinde kararname’lerin
ilk örnekleri, 1933 nazi Almanya’sında ortaya çıkıyordu.
Tam
Yetki Yasası’nın
çıkmasının üzerinden henüz onbeş gün bile geçmeden,
Almanya’nın geleneksel yönetim yapısına son verildi. Eyalet
devletleri ortadan kaldırıldı ve bunlar merkezi yetkeye bağlandı.
Bismark,
II.Wilhelm
ve Weimar
Cumhuriyeti buna cesaret edememişti.
2
Mayıs 1933’de bütün sendikalar kapatıldı, grev hakkı
yasaklandı. Sendikaların malları, Komünist ve Sosyal Demokrat
Parti’nin malları gibi Nazi Partisine aktarıldı. Elkonulan
mallar arasında 184 adet sosyal demokrat ve komünist gazete ve
işletmesi de vardı. Karşıtların ileri gelenleri ya öldürülüyor
ya da toplama kamplarına sürülüyordu. Naziler yönetimde kaldığı
12 yıl içinde 1187 toplama kampı açtı, bu kamplarda milyonlarca
insanı öldü.11
Alman
demokrasi ve kültürünün tüm kazanımları bir kaç yıl içinde
yok edildi. Yalnızca iş yaşamının yerleşik duruma gelmiş
kuralları değil, tüm kişisel ve toplumsal haklar, kültür, sanat
değerleri saldırıya uğradı. Hitler’in
hükümeti kurma yetkisini aldığı 30 Ocak 1933 gecesi, kahverengi
gömlekli
SA
kıtaları; Sigmund
Freud,
Thomas
Mann,
Alfred
Döplin,
Jack
London,
Erich
Maria Ramarque,
Henri
Barbusse,
Karl
Marx
ve Frederich
Engels’in
kitaplarını Berlin meydanlarında yaktı.
Ekonomik
Uygulamalar
Nazizmin
ekonomik uygulamaları, siyasal terörün hemen arkasından gelmeye
başladı. Sürekli kılınan terör ortamında tekelci sermayenin ve
büyük toprak sahiplerinin istemleri, herhangi bir engelle
karşılaşmadan hızla yerine getirildi.
Dünyanın
her yerinde olduğu gibi politik terörü ekonomik terör izledi.
Parti program ve propagandalarından emekten yana anti-kapitalist
söylemler çıkarıldı ve büyük şirket politikaları hükümet
uygulamalarına tam olarak egemen oldu.
Toplumda,
uygulamalara karşı çıkacak örgütlü bir güç kalmamıştı.
Ancak; ‘inançlı
naziler’den
oluşan SA’lar
‘ikinci
devrim’
sloganıyla eski söylemlere sahip çıkarak ‘kapitalizmin
dizginlenmesini’
istedi. Büyük sermaye rahatsızlığını ortaya koydu ve Hitler,
en eski dava arkadaşları olan Röhm
ve Gregor
Strasser’in
de içinde bulunduğu yüzlerce SA
yöneticisini 30 Haziran 1934 gecesi öldürttü. Hem de bunu nazi
partisinin diğer silahlı örgütü SS’lere
yaptırdı. 30 Haziran 1934, Nazi tarihine ‘uzun
bıçaklar gecesi’
tanımıyla geçti.
Yunkerler‘in
güçlerini arttıracak bir dizi yasa çıkarıldı. Kalıtım
yoluyla elde edilen aile topraklarına dokunulmazlık sağlandı. 2
Mayıs 1933’de tarım sendikaları kapatıldı. Tarım işçilerinin
ücretlerini belirleme yetkisi toprak sahiplerine verildi. Köylüler
ve tarım işçilerinin, 1919-1929 arasında elde ettiği haklar
ellerinden alındı.
Nasyonal
sosyalistlerin
özgün bir ekonomi anlayış yoktur. Uyguladıkları ekonomik
politika, büyük şirket politikasıdır. Amacı ve izlenecek yolu
onlar belirler; nazilerin işlevi alınan kararların uygulanmasını
sağlamaktır. Profesör Gumbel’in
deyimiyle “nasyonal
sosyalistler büyük sermayenin muhafız güçleridir”12
Tekelleşmeye
Destek
Büyük
ekonomik bunalımın olumsuz etkilerini azaltmak için tröstlere,
büyük devlet yatırımlarının ihaleleri verildi. Yatırımların
çoğu, ‘şirkete
göre iş’
biçimindeydi ve devlet için işe yaramayan verimsiz yatırımlardı.
Tekelleşme büyük bir istekle desteklendi.
15
Temmuz 1933’de çıkarılan bir yasayla, Ekonomi Bakanlığı’na,
şirketleri birleştirme ve işletme ortaklarına katma yetkisi
verildi. 1933 Temmuzuyla Kasımı arasındaki dört ayda, 30 kartel
birleşmesi gerçekleştirildi. Sermaye yoğunlaşmasının daha
düşük düzeyde olduğu sanayi dallarında 38 yeni tekel kuruldu.13
Faşizmin
ve Nazizmin ekonomik özelliği olan özelleştirme uygulamaları,
tüm kamu kuruluşlarında gerçekleştirildi. Kendilerinden önce
devletleştirilmiş olanlarla birlikte, var olan kamu işletmeleri
özelleştirme adı altında tekelci şirketlere verildi. 1931
yılındaki banka iflaslarından sonra devletin satın aldığı
bankalar özelleştirildi. Gemi yapımı ve işletme şirketleri de
özel girişime devredildi.
Özelleştirmeler
Özel
girişimin yatırım yapmadığı alanlara devlet yatırımları
yapıldı. Verimsiz sayılan bu alanlara yatırılan sermaye için
hisse senetleri çıkarıldı. Yatırılan sermaye için devlet,
belli miktar kazanç garantisi verdi. Zararları devlet üzerine
aldı. Yatırım riski azalınca bu kuruluşları özel şirketlere
devredildi.
Büyük
yol, bina, santral, vb. inşaat yatırımları yapıldı. Buralarda
işsizlerin düşük ücretle de olsa çalışması sağlanırken,
ayrıcalıklı büyük firmalara kolayca sermaye birikimi sağlayacak
yüksek kazançlı iş alanları yaratılmış oldu. Teşvikler ve
krediler firma kasalarını doldurdu. Sonuçta büyük şirketlerle
devlet iç içe girdi; daha doğrusu devlet tam olarak büyük
sermayenin devleti durumuna geldi.
Dış
Pazar Gereksinimi
Uygulamalar
üretimi ve şirket kazancını arttırdı. Ancak, bu artış
sorunları gidermediği gibi yeni sorunların oluşmasına neden
oldu. Şirketler ürettiğini iç pazarda tüketemiyordu ve
Almanya’nın dış pazarı yoktu. Eksikliği gidermenin yolu ise,
silahlanma ve uluslararası ölçekli askeri güce sahip olmaktan
geçiyordu.
Silah
sanayisine büyük yatırımlar yapıldı. Tüketim malları sanayisi
durgunluk içindeyken, ağır sanayi hızlı bir gelişme içine
girdi. Örneğin 1931 yılında üç yüksek fırını sönmüş olan
Krupp,
1935 yılında bunları yeniden yakma durumuna gelmişti. Aynı yılın
sonunda Krupp,
yüksek fırınların, çelikhanelerin, hadde makinalarının,
mekanik imalat atölyelerinin üretim kapasitelerinin en son sınırını
zorlayan bir çalışma düzeyine ulaştıklarını açıkladı.
Dış
pazar konusunda Hitler,
istek ve amacını açık biçimde dile getiriyordu: “Çok
dar bir alana sıkışmış durumdayız. Öteki devletler gibi biz de
sömürge istiyoruz. Almanya güneşteki yerini almalıdır... Alman
Bayrağını okyanuslarda dalgalandıracağız...” 14
Hitler
bu sözleriyle, Thyssen’in,
Vögler’in,
Reusch’un,
Krupp’un,
Von
Bohlen’in,
Siemens’in,
Frowein’in,
Cuno’un
ve büyük bankaların istek ve görüşlerini dile getiriyordu.
Alman sanayi tekelleri, Nazilere yaptıkları yardımların
karşılığını, yalnızca 1933-1936 arasında kazançlarını
ortalama olarak yüzde 433 oranında arttırarak almıştı.15
Nazi
politikası o dönemdeki, demokratik görünümlü İngiltere, Fransa
ya da ABD politikasıyla aynıydı. İçerde pazarın ve piyasaların
devlet korumacılığına alınarak büyük şirket çıkarlarını
gözetmek; dışarda yeni bir paylaşıma hazırlanmak üzere
denizaşırı askeri bir güç oluşturmak. Gönenç ve varsıllığın
ölçütü, sahip olunan sömürge ve yarı sömürgelerdi.
1930’lardaki bu ölçüt günümüzde de geçerlidir.
Savaşa
Hazırlık
Hitler,
yönetime gelip, istediği gücü elde eder etmez, iç işlerin
yönetimine son derece az ilgi gösterdi. Tüm dikkat ve ilgisini
dışişleri ve silahlanma sorunlarına ayırdı. Sıra dışarıya
açılmaya, sanayi ürünleriyle sermaye yatırımlarına pazar
yaratmaya gelmişti. 1935 Ocağında Saar
bölgesinde yapılan oylamayla bu bölge Almanya’ya katıldı.
Bundan iki ay sonra Mart 1935’de Hitler,
Versailles
Antlaşması’nın
getirdiği askeri sınırlamaları tanımadığını ve yüzbin
kişiyle sınırlanan Alman ordusunu beşyüz bin kişiye çıkardığını
açıkladı. Bir yıl sonra Mart 1936’da Alman birlikleri askerden
arınmış bölge olan Rhineland
bölgesine girdi.
Bu
gelişmeler Alman ulusuna savaş sonrası yitirmiş olduğu benlik
duygusunu geri veriyor; nazileri, Bismarck’dan
sonra halkın güvenini en çok kazanmış yönetim durumuna
getiriyordu.
Rhineland’ın
alınması Hitler’in
göze aldığı kurusıkılardan (blöflerden) ilkiydi. Hitler,
bu girişimden sonra, Almanya’nın rakiplerinin o dönemde henüz
genel bir çatışmayı göze alamayacağını ve istemleri
karşısında geri adım atacağını gördü.
Bu
görüş Hitler’i
daha çok yüreklendirdi. Kısa aralarla Avusturya ve Çekoslavakya’yı
elegeçirdi. Bu genişleme de Almanya’ya yetmedi. “Alman
bayrağını okyanuslarda dalgalandırmaya”
kararlıydı. Almanya dünya pazarlarından daha çok pay istiyordu
ve bu istemi, güçlü ekonomisi için yaşamsal önemdeydi.
Birincisinden yirmi yıl sonra yeni bir dünya savaşı, yeni bir
paylaşım savaşı dünyanın gündemine girmekteydi. Uzakdoğu’daki
gibi Avrupa’da da toplu bir askeri çatışmanın koşulları
oluşmaktaydı.
DİPNOTLAR
1 “Devrimler
Karşı Devrimler Tarihi”,
Gelişim Yay., sf.300
2 a.g.e.
sf.300
3 a.g.e.
sf.306
4 a.g.e.
sf.306
5 a.g.e.
sf.306
6 a.g.e.
sf.313
7 a.g.e.
sf.316-319
8 a.g.e.
sf.319
9 a.g.e.
sf.327
10 a.g.e.
sf.329
11 “Alman
İşgalinde Avrupa 1939-1945” M.R.D. Foot,
20.Yüzyıl Tar., sf.784
12 a.g.e.
sf.302
13 a.g.e.
sf.333
14 a.g.e.
sf.334
15 a.g.e.
sf.334
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder