Türk
insanı için “konuk
ağırlama”,
yerine getirilmesi gereken bir görev, “bir
insanlık ve ahlak sorunudur”.
“Kutluluk
ve uğur işareti”
ve “tanrının
gönderdiği bir emanet”
olan konuk
için, her topluluk ya da ailede bir konukluk
yani konuk
evi
ya da konuk
odası
vardır. Konuğa
hizmette kusur edilmemeli ve gereksinimleri “en
iyi biçimde”
karşılanmalıdır.
Konuğun
(Misafirin) Anlamı
Türk
geleneklerinde, toplumun hemen tümü tarafından benimsenen ve doğal
bir davranış gibi içtenlikle uygulanan konuksever
bir anlayış vardır. Ön-Türkler, konuğa
önem vermeyi, atadan
gelen kalıt olarak görmüşler, toplum yaşamının sosyal ya da
ekonomik, hemen her alanına yaymışlardır. Türk insanı için
“konuk
ağırlama”,
yerine getirilmesi gereken bir görev, “bir
insanlık ve ahlak sorunudur”.
“Kutluluk
ve uğur işareti”
ve “tanrının
gönderdiği bir emanet”
olan konuk
için, her topluluk ya da ailede bir konukluk
yani konuk
evi
ya da konuk
odası
vardır. Konuğa
hizmette kusur edilmemeli ve gereksinimleri “en
iyi biçimde”
karşılanmalıdır. “Konuğa
aş”,
“atına
yem”
verilmeli, bu aş
ve yem
elde
bulunanların en iyisi olmalıdır. Bunları yapmak Türkler için
bir “ikram
değil”,
“zorunlu
bir görevdir.”1
Konuk
evi,
konuk
odası,
konuk
aşı,
konuk
yatağı
ya da devlet
konukluğu
gibi tanımlarla dile getirilen kavramlar, toplumsal yaşamda
kurumsallaşarak yer alan önemli konulardır. Ülke içinde yola
koyulan bir kişi, çok uzak bir yere gidecek bile olsa, yanına
“yiyecek
bir şey almaz”,
yolda “konaklayacağı
yeri düşünmez”.
Nerede durmak isterse, orada “yemek
ve yatak bulacağını”,
“hayvanının
besleneceğini”
bilir. Her evin bir odası ya da her köyün bir binası konuk
odası
ya da konukevidir.
Konuk, her aile tarafından sırayla ya da ortak olarak ağırlanır.
Ağırlama, konuğun konumuna ve önemine yaraşır olmalıdır.
Ağırlanmayan ya da iyi ağırlanmayan konuğun “şikayet
hakkı”
vardır, dava edebilir ve ceza olarak “at
ya da giyimlik”
alabilir. Ancak, alınanlar, dava açan konuğa değil; “konuğun
bağlı olduğu beye”
ya da “ulusun
yetkilisine”
verilir. “Şikayet
hakkı”,
yabancı ülkelerden gelen konuklar için de vardır.2
Konuk
Odası
Anadolu
Türkleri’nde, genellikle ayrı bir konuk
evi
yapılmaz; konuk,
ev içinde ayrı bir bölüm olarak yapılmış olan, misafir
odasında (selamlık)
ağırlanırdı. Köy halkı, konuğa hangi evde kalırsa kalsın,
sırayla yemek götürürdü. Oğuzlar’da
konuğa yemek götürme, neredeyse görkemli bir tören’e
dönüştürülmüş ve bu tören “şölenlik
koyun”
simgesiyle “yüce”
bir iş haline getirilmişti.3
Konuğu
iyi ağırlamamak ya da yeterince iyi ağırlamamak, “utanılması
gereken”
bir ayıptır. “Konuğunu
kaçıran kişi”,
“konuğunu
gece tüneten kişi”
ya da “konuğundan
kargış (kötü
dilek y.n.)
alan kişi”
olmak, uzun yıllar toplum içinde aşağılanmak demekti. Konuk,
iyi ağırlanmadığında konuk evini bırakır gider, bu da ev
sahibini utanç içine sokardı. “Konuğu
ağırlayarak iyi tut, ününü millete (budun) yaysın”4
özdeyişi
yalnızca bir söz değil, toplumun tümünü etkileyen töresel bir
uygulamaydı.
Devlet
Konukluğu
Konuk
ve konukluğa,
kişiler kadar devlet kurumları da önem veriyordu. Devlet, konukluk
konusunu ağırlama’yla
sınırlı tutmuyor; ileri bir sosyal dayanışma anlayışıyla ve
ülkeye gelen yabancıları da kapsayacak biçimde, mesleki ve ticari
alanlara dek yayıyordu. En gelişkin biçimleri Gazneliler,
Karahanlılar
ve Selçuklular’da
görülen devlet
konukluğu
kavram ve uygulaması, bir tür sosyal
sigorta
ya da ticari
güvenlik
kurumu konumundaydı. Anadolu’dan Çin Denizi’ne dek, uzun
ticaret yollarında yaptırılan Selçuklu kervansarayları, devlet
konukluğu’nun
görkemli örnekleriydiler. Kervansaraylarda yolculara;
“zengin-yoksul,
özgür-köle, müslüman-kafir ayırımı yapmadan eşit
davranılır”,
“tüccar,
yolcu ve elçilerin kendilerine ve hayvanlarına ücretsiz bakılır”,
“hastalar
tedavi edilirdi”.
Hamamdan ayakkabı tamircisine dek her türlü hizmet düşünülmüştü;
her birinde, içinde bir kaç dilde kitap olan “
kitaplıklar bile vardı.”5
Benzeri
Olmayan Konukevler: Kervansaraylar
Benzeri
hiçbir toplumda görülmeyen, bir tür “devlet
konuk evi”
olan kervansaraylar, Türk toplumunun yerleşik davranış biçimi
olan, “açı
doyurma, çıplağı giydirme”
geleneğinin ürünleri ve bu geleneği, ticari etkinlikle
bütünleştiren kusursuz örneklerdi.
16.yüzyıl
gezginlerinden İtalyan Théodoro
Spandugino
Türk kervansaraylarını gördüğünde, karşılaştığı uygulama
nedeniyle şaşkınlığa düşmüş ve duyduğu hayranlığı gezi
notlarına yansıtmıştır. Spandugino
şunları söylemiştir: “Türkler,
kervansaray dedikleri, yoldan geçenlerin hiçbir ücret ödemeden
konaklayabildikleri, yemek yiyebildikleri konaklama yerleri
yaptırırlar... Buralarda hastalara bakılır, kendilerine ekmek,
sıcak çorba ve ilaç verilir. Hayvanlar için özel bölümler
vardır, onlara da yem verilir. Konaklama ve hizmet konusunda, hiçbir
din, dil, ırk ayırımı yapılmaz. Türkler olduğu kadar,
Hıristiyanlar ve Yahudiler de buradaki olanaklardan alabildiğine
yararlanır... Bir yolcunun bana söylediği gibi; ‘dünya üzerinde
bu denli düzenli, her şeyin kuralına uygun yapıldığı bir başka
düzen yoktur.’” 6
Yabancılar
Ne Diyor
Sosyal
bir boyut kazanarak toplumun temel değerlerinden biri haline gelen
Türk konukseverliği, bu konuyu inceleyen yabancıları derinden
etkilemiş ve hayranlık
uyandırmıştır. Arap bilgin ve gezgini İbn
Batuda,
ünlü Seyahatname’sinde;
Anadolu Türkleri’nin konukseverliği
ve cömertliği
konusunda tanımlamalar yapar ve Anadolu’nun “bir
şevkat diyarı”
olduğunu yazar.7
Bir başka Arap düşünürü El-Omari,
Anadolu’nun Selçuklu çağında “cennet
gibi bir ülke”
olduğunu söyler.8
Çin
elçisi Vang
Yen-Tö;
10. yüzyılda kaleme aldığı Seyahatname
sinde, Uygur Türkleri’nin yardımlaşma geleneklerinden söz eder
ve şunları yazar: “Uygur
ülkesinde yoksul insan yoktu. Zor durumda kalanların yardımına,
devlet ve halk birlikte koşardı. Birçok insan, içinde yaşadıkları
sosyal yardım düzeni nedeniyle uzun yaşardı; genç yaşta ölene
pek rastlanmazdı.”9
Alman
Doğubilimci ve Türkoloğu Carl
Brockelmann
(1868-1956), Türk tarihine yönelik çalışmalarında konuk
ve konukluk
konusuna özel ilgi göstermiştir. Bu “ilginin”
sonucu olarak konuya yönelik çok sayıda bilgi, belge, sözcük ve
özdeyiş toplamıştır. Bazıları şöyledir: “Bir
konuk görüp onu kutluluk sayan
(kutka sakar) ve
düşünen er kişiler artık gitti...”;
“Görkemli
giysiyi kendine, tatlı aşı başkasına”;
“(yolcu
y.n.) sana
uğrayıp bir şey isterse,
ona
azıklık da
(yolda yiyeceği y.n.) ver”;
“konuklar
(umalar)
yetersiz
ve kötü
(yunçığ) bir
konukluktan dolayı kötü dilekte
(kargış) bulunurlar”;
“kış
konuğu ateş
(ister y.n.)”;
“
konuk gelse kutluluk gelir, uğurluluk gelir.”...10
Dürüstlük
ve Dayanışma
Eski
Türkler iş ve ticaret ilişkilerini, sosyal yaşamın temeline
yerleştirdikleri değer yargılarının dışında tutmazlar ve
dürüstlüğe dayalı dayanışmacı anlayışı, bu ilişkilerde de
geçerli kılarlardı. Önceden koyulmuş kurallara ve bu kurallara
uymaya önem verirler, kâr
için her yolu geçerli sayan
anlayışlardan nefret ederlerdi. Yüksek bir meslek ahlakına ve
dayanışmasına sahiplerdi. Mesleğe yol
adını verirler ve “yoldaki
büyüğü
(ustayı), soydaki
büyükten ileri”
sayarlardı. Bektaşiler’in, “belden
gelen seyyid
(önder y.n.) değil,
ilden
(işten y.n.) gelen
seyyiddir”
sözü, mesleğe verilen önemi gösteren bir özdeyiştir.11
Devlete
Çalışanlar
Eski
Türkler’de meslekler, devlete çalışan kamu
görevlileri
ile zanaat ve ticaretle uğraşan serbest meslek sahipleri olarak iki
ana kümede toplanırdı. Devlette görev alanlar; torunlar
(doğrudan
yönetimle ilgilenenler), kamlar
(din adamları), buyruklar
(güvenlik görevlileri) ve bitikçiler
(devletin günlük işlerini yapanlar) olarak dört yol’a
ayrılmıştı. Bu görevler, Osmanlılar döneminde; mülkiye
(asker ve din görevlileri dışındaki yöneticiler), ilmiye
(ulema), seyfiye
(askerler) ve kalemiye
(bürokratik işlerle uğraşanlar) adlarını alarak sürecektir.12
Katip,
arşivci,
hekim,
yargıç,
kadastrocu,
mühür
kazıcı,
silah
uzmanlığı;
devlet kadrolarında çok eskiden beri görev verilen mesleklerdi.13
Serbest
Çalışanlar
Yapılan
işin niteliğine dayanan meslek ayırımı; kamu görevlilerinde
olduğu gibi, serbest çalışan zanaatkâr ve tüccarlarda da
uzmanlaşmaya göre oluşurdu. Demirci, dokumacı, koşumcu, sarraf,
kuyumcu, saraç, boyacı, ince ve kalın un öğütücü, heykeltraş,
kunduracı, marangoz, çilingir, yağ sıkıcı, taş yontucu...14
v.b. meslekler, sanayi ve ticaret geliştikçe yayılmış ve bunlar
kendi aralarında örgütlenmişlerdi. Devlet, görevlilerini mesleki
açıdan kendisi denetlerken, ekonomik meslekler kendi kendilerini
denetliyor ve uyulması gereken kuralları kendileri koyuyordu. Her
meslek örgütünün bir yönetmeliği ve bir disiplin kurulu vardı.
Disiplin kurulunun, yönetmeliğe ve meslek ahlakının gereklerine
uymayanlara; uyarı,
kınama,
geçici ya da sürekli olarak meslekten
çıkarma
cezası
verme yetkisi vardı.
Meslek
Örgütleri
Meslek
örgütleri, üyelerinden düzenli olarak topladığı keseneklerle
(aidatlarla)
yardımlaşma
sandıkları
kurar; örgüt üye ve yakınlarından hasta, yaralı, sakat
olanları, yetim ve dul kalanları, sandıklar aracılığıyla
korurdu. Mesleği seçmek isteyen çocukların eğitilmesi, genç
kalfa ve ustaların teknik düzeylerinin yükseltilmesi, yabancı
ülkelerden uzman getirilmesi ya da dışarıya öğrenci
gönderilmesi, yine bu sandıklar aracılığıyla yapılırdı.
Örgüt ayrıca; üretim tekniklerini geliştirmek için üyeleri
arasında eğitim çalışmaları yapar, işletmeleri büyütmek
amacıyla ortaklıklar geliştirir, üretim ve tüketim birleşkeleri
(bir tür kooperatif) kurar, iş kolunun ekonomik açıdan
yükselmesini sağlayacak girişimlerde bulunurdu.15
Mesleğe
Saygı
Yapılan
işe ve mesleğe saygı; eskiden gelen, geliştirilerek korunan ve
geleceğe yön veren geleneklerdi. Günümüzden beş bin yıl önce
yaşayan Sümer’de,
hemen her mesleğin, kural belirleyen bir örgütü vardı. Okunan
bir tablet, Sümerler’in
önem verdikleri balıkçılığa yönelik koyduğu kuralları
içermektedir. Buna göre, Dicle ve Fırat nehirlerinde ve özel
kanallarda tatlı su, denizde tuzlu su balıkçılığı yapılıyor,
balık cinslerinin yazılı olduğu listelerde 300’e yakın balık
türü yetiştiriliyordu. Su kenarlarında bulunan yerleşim
yerlerinin, balık tutma koşul ve sınırları belirlenmişti.
M.Ö.2400’lerde balıkçıların bir loncası
vardı ve lonca
önderine baba
deniliyordu.16
Ahiler
ve Ahi Örgütleri
Anadolu
Selçukluları döneminde gelişen ve tüm meslek dallarını
kapsayan Ahî
örgütleri, meslek ahlakına verilen önemin göstergeleridir.
Soyluluk,
cömertlik,
yiğitlik
(fütüvvet)
geleneğine dayanan Ahî
örgütleri;
sevgiyi, barışı ve dürüstlüğü temsil eder, çırak ve
kalfalar bu yönde eğitilirdi. Gündüz çalışma bittikten sonra
kazanç Ahî
Baba’ya
getirilir, çoğu kez dergahta birlikte yaşanır, birlikte yemek
yenir ve birlikte semah
çekilirdi.
Etkinlikler bunlarla kalmaz, “konuk
ağırlamak”,
“zorbaların
hakkından gelmek”,
“zalim
ve edepsiz takımını cezalandırmak”
gibi işler de yaparlardı. “Ayaklara
çarık”,
“sırta
aba
hırka”
giyilir, “bellere
iki arşın kuşak”
sarılır, ortasına da bir hançer sokulurdu.17
Fütüvvet
örgütleri, bir mezhep ya da tarikat değil, dayanışma
örgütleriydi. Örgütün; “topluma
kendinden çok önem vermek”,
“hoşgörü”,
“esirgemezlik”
ve “acılara
sabırla katlanmasını bilmek”
gibi “iyi
huylar”
denilen dört temel ilkesi vardı.18
Ahî
geleneğine göre, kalfalar
usta
olma aşamasına geldiğinde bir tören düzenlenir, bu törende usta
adayına bir peştemal bağlanarak üstadın
yanına getirilirdi. Üstad
adayın kulağını
tutar
ve ona şu öğüdü verirdi: “Harama
bakma, haram yeme, haram içme. Dürüst, sabırlı ve dayanıklı
ol. Yalan söyleme. Büyüklerinden önce söze başlama. Kimseyi
aldatma. Dünya malına esir olma, azla yetinmesini bil. Yanlış
ölçme, eksik tartma. Kuvvetli ve üstün durumdaysan bunu
karşındakini ezme aracı yapma. Kızgınken yumuşak davranmasını
bil, kendin muhtaçken bile, başkalarına verecek kadar cömert ol.
”19
DİPNOTLAR
- “Türk Kültürünün Gelişme Çağları” Prof.Dr.Bahaddin Ögel, Türk Dün. Araş.Vak., İst. 1988, sf.314-316
- a.g.e. sf.317
- a.g.e. sf.316
- a.g.e. sf.322
- “Selçuklu Kervansarayları” Osman Turan, Belleten 32, sf.471-496; ak. a.g.e. sf.319
- “Türkler” Stéphane Yerasimos, Doruk Yay., 2002, sf.29-30
- “Türk Cihan Hakimiyeti” Osman Turan, sf.109; ak.Prof.Bahaddin Ögel, “Türk Kültürünün Gelişme Çağları” Türk Dün.Araş.Vak., İst. 1988, sf.318
- “Türk Kültürünün Gelişme Çağları” Prof.B.Ögel, Türk Dün.Araş.Vak., İst. 1988, sf.318
- a.g.e. sf.206
- “Brockelmann”, AM, I, 41, 9; ak. a.g.e. sf.322-323
- “Türkçülüğün Esasları” Ziya Gökalp, Kum Saati Yay., İstanbul, sf.172
- a.g.e. sf.172
- “Ortadoğu Uygarlık Mirası” M.İlmiye Çığ, Kaynak Yay., İst.-2003, sf.174
- a.g.e. sf.174
- “Türklüğün Esasları” Ziya Gökalp, Kum Saati Yayınları, İstanbul, sf.174
- “Ortadoğu Uygarlık Mirası-2” M.İlmiye Çığ, Kaynak Yay., İst.-2003, sf.173
- “Marjinal Tarih Tezleri” Murat Çulcu, Erciyeş Yay., 1995, sf.46
- “Pir Sultan Abdal” Mehmet Fuat, Y.K.Y., 2.Basım-2001, sf.13-14
- “Türklerin Kültür Kökenleri” Ergun Candan, Sınır Ötesi Yay., 2.Bas.-2002, sf.330-331
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder