Bugün,
özellikle büyük devletlerin etki alanında bulunan azgelişmiş
ülkelerin, İspanya iç savaşını incelemeleri ve günümüze
yönelik sonuçlar çıkarmaları gerekir. Çünkü bu savaş;
ilkelerin ve insani değerlerin nasıl kolayca ayaklar altına
alındığını, “demokrasi”
havarisi ülkelerin, demokrasinin yok edilmesine nasıl göz
yumduklarını gösteren en çarpıcı örnektir. İspanya iç
savaşından herkesin her zaman alacağı önemli dersler vardır.
İspanya iç savaşı, İspanya topraklarında yapılan bir Avrupa
iç savaşı’ydı.
Savaşa şu ya da bu oranda karışmayan, vatandaşı İspanya’da
savaşmayan ülke kalmamış gibidir. İspanya üç yıl içinde,
emperyalist ülkelerin, ideolojilerin, sistemlerin ve yeni silahların
çatıştığı bir arena olmuştur.
Kuralsız
Çatışma
Batı
Avrupa’nın en eski ve bir zamanların en varsıl sömürgeci
ülkesi İspanya, 2.Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde;
geçmişine uygun düşen, kanlı bir iç savaş yaşadı. Büyük
toprak iyesi gerici beysoylular, kilise ve ordu; sömürge halklarına
uyguladığı ölçüsüz şiddetin hemen aynısını, kendi halkına
uyguladı. Her zaman olduğu gibi, haklı da değillerdi. 1931’de
kurulan Cumhuriyet’in iki yıl sonra yapılan ilk genel seçimini
kazandıklarında çok sevindiler ancak 1936’da yitirdiklerinde ise
ayaklandılar. Çılgına dönmüş gibi vurdular, kırdılar ve
öldürdüler. Kan dökerken kural tanımama, dizginlenmeyen öldürme
duygusu, sonsuz ve ilkel bencillik onları bir tür yokedici haline
getirmişti.
986
Gün süren iç savaş bittiğinde arkasında; 1 milyon ölü, 2
milyon tutsak, 500 bin sürgün, 500 bin yıkılmış ev, harebeye
dönmüş 183 kent ve her söylediği kanun yerine geçen acımasız
bir diktatör bırakmıştı.1
Bilim adamları, sanatçılar, aydınlar ya yurtdışına kaçmış
ya da öldürülmüştü. Hiçbir siyasal eyleme katılmamış olan
38 yaşındaki Garcia
Lorca,
64 yaşında Cumhuriyetçilere katılan İspanyol edebiyatının
büyük şairi Antonio
Machado
ve 1942 yılında henüz 32 yaşındayken Franko’nun
hapishanelerinde ölen şair Miguel
Hernandez,
iç savaşta yok olup gitti.
Herkes
Herkesi Öldürüyor
İspanya’da,
yalnızca yönetim için savaşım veren partilerin üye ve
yandaşları birbirlerini öldürmedi. İnancı için ölüme
gidenlerin yanında; kişisel düşmanlıklar, alınamayan borçlar
ya da kan davalarına dayalı eski düşmanlıklar, iç savaş
bahanesiyle cinayetlere dönüştürüldü. Öldürmenin sınırı
yoktu; küçük çocuklar, yatalak yaşlılar, hastalar, genç kızlar
ve hatta evcil hayvanlar... Okullar, hastaneler topa tutuluyor,
kiliseler ateşe veriliyordu. 3 Yılda 6 bin din adamı öldürüldü:
Barbastro
bölgesinde, Aragon
ve Katalonya’da
rahiplerin yüzde 80’i bu çatışmalardan sağ çıkmadı.2
Cumhuriyeti destekleyen rahipleri darbeciler, darbecileri
destekleyenleri de cumhuriyetçiler öldürüyordu.
Başka
ulusların insanları da birbirlerini İspanya’da öldürdü. Nazi
yönetiminden kaçan sürgün Almanlar, Franko
yanında çarpışan Almanları, faşist İtalyan askerleri
Cumhuriyete yardıma gelen solcu İtalyanları öldürüyordu.
Sürgünler, eşi benzeri olmayan Uluslarası
Tugayların
askerleriydi. Cumhuriyetçilerin direnişini desteklemek için
İspanya’ya, dünyanın her yerinden anti-faşist gönüllüler
geldi. Bunlar, iç savaşın belki de en duygusal öğesini
oluşturuyordu. Tugaylara yazılırken, şu sözlerin altına imza
atıyorlardı; “Buraya
gönüllü olarak geldim ve gerekirse kanımı İspanya’nın ve
bütün dünyanın özgürlüğünü gerçekleştirmek için, son
damlasına kadar akıtacağım.”3
İspanya,
bu denli kanlı bir iç savaşa nasıl geldi? ‘Uygar’
Avrupa’nın göbeğinde bu vahşet niçin yaşandı? Bir zamanların
en büyük sömürge imparatorluğu neden bu denli güçsüz düştü?
Toplumsal
Yapı
19.Yüzyılın
ilk yirmi beş yılında İspanya, Kuzey ve Güney Amerika’daki
sömürgelerinin büyük bir bölümünü yitirmişti. 1898’de ABD
ile yaptığı savaşı yitirince Küba, Filipinler gibi son
sömürgeleri de elinden gitmiş ve geriye bir tek İspanyol Fas’ı
kalmıştı. Burası da, Cebelitarık boğazı için önemli olan bu
yerin, İngilizlerin güçsüz İspanya’nın elinde kalmasını
uygun gördüğü için duruyordu.
Halktan
Uzak Ordu
İspanyol
Ordusu’nun, ard arda gelen yenilgilerden sonra, görev alanı,
eylemsel olarak, iç güvenliğin sağlanmasıyla sınırlı
kalmıştı. Dışarda gösteremediği askeri
hünerini
kendi halkına gösteriyor ve her zaman; toprak sahipleri ve
kiliseden yana davranıyordu.
Ordu,
İspanya Ulusu’nun değil, yönetimdeki oligarşik yapının
ordusuydu. Görev anlayışı, ulusal çıkarlar ve yurtseverliğe
değil, iktidar olanaklarının kullanılıp korunmasına
dayanıyordu. Bu nedenle emir-komuta dahil her alanda yapısal bir
bozukluk içindeydi. 1900 yılında 110 926 astsubay ve erden oluşan
İspanyol ordusunda, tam 24 705 subay ve 471 general vardı. Deniz
kuvvetlerinde, donanma denilen birkaç gemiye karşılık, 142 amiral
bulunuyordu.4
Kilise
ve Toprak Egemenleri
Uçsuz
bucaksız topraklara sahip Katolik kilisesi yeni gelişmelere de
hemen ayak uydurdu. 125 milyon peseta sermayeli Madrid
Uriquio Bankası
onundu ve çeşitli eyaletlerde sermaye toplamları 85 milyon peseta
tutan dört bankayı denetimi altında tutuyordu. Madrid
Tramvay Şirketi,
İspanya’nın Güney Amerika’ya sefer yapan en büyük deniz
taşıma şirketi, Transatlantica
ve birçok büyük maden şirketinde kilisenin hisseleri vardı.5
Siyasal
ve ekonomik gücü arttıkça, halk kitlelerine sırt çeviren
katolik kilisesi, İspanyol gericiliğinin merkezi konumundaydı.
Halkın tepkisini ve nefretini çekiyordu. Köylülerin kilise ve
manastır yakması 1835’e dek uzanan bir gelenek olmuştu. Sömürge
gelirlerinin kesilmesi üzerine kilise, öteki egemenlerle birlikte
kendi halkını soymağa, bir başka deyişle iç talana başlamıştı.
Çektiği tepkinin temel nedeni buydu.
1900
Yılında, toprak sahiplerinin yüzde 1’i tüm toprakların yüzde
42’sini ellerinde bulunduruyordu.6
Tarımsal alanda hala 500 yıl öncesinin eski geleneksel ilişkileri
sürüyordu. Bu durgun ve ilkel yapı, sanayileşmeyi önlüyor ve
kırsal yapının çözülmesini geciktiriyordu. Bölgesel ve yerel
topluluklar, 20.yüzyıla gelindiğinde bile hala içlerine kapalı
birimler durumundaydı.
Ekonomik
Yapı
İspanya’da
kapitalizmin gelişmeye başlaması ve sermaye piyasasının doğması
ancak 1.Dünya Savaşı sırasında gerçekleşti. Üretim ve
tarımsal kaynaklı da olsa dışsatım arttı. Köylüler kentlere
göç etti ve işçi sınıfı büyüdü.
Kapitalizmin
göreceli olarak gelişmesi, dengeli bir yaygınlık içinde olmadı
ve birkaç bölgede yoğunlaştı. Katalonya
ve Bask
bölgelerindeki gelişme, başka bölgelerden çok ilerdeydi. 1918
Yılında, 368 anonim şirketten, 294’ü Katalonya’da,
50’si ise Bask’ta
kurulmuştu.7
İspanya,
1.Dünya Savaşına katılmadı. Bu tutum, dışsatım artışına ve
sermaye birikimine yol açtı ama aynı zamanda, yüksek enflasyon,
işsizlik ve yeni ekonomik sorunların ortaya çıkmasına neden
oldu. 1916 ve 1917’de, demokratik ve siyasi istemli genel grevler
ortaya çıktı. Rus Devrimi kısa sürede etkisini burada da
gösteriyordu. 1921 yılında Sosyalist
Parti’den
ayrılan bir küme, uzun yıllar pek bir varlık gösteremeyecek
olan, İspanyol
Komünist Partisi’ni
kurdu.
1923
de, ülkeyi 1930’a dek diktatörlükle yönetecek olan sağ bir
askeri darbe gerçekleştirildi. 1930 yazında Cumhuriyet yanlısı
bir ayaklanma girişimi oldu, ayaklanma kanlı bir biçimde
bastırıldı. Ancak, Cumhuriyetçilerin direnişi sürdü. 12 Nisan
1931’de yapılan yerel seçimler, monarşiye karşı bir halk
oylamasına dönüştü ve kazanıldı. 14 Nisan 1931 günü yaşamı
sekiz yıl sürecek olan Cumhuriyet ilan edildi.
Çatışma
Ortamı
İspanya
1936 yılına; birbirlerinin adını duymaya bile katlanamayan karşıt
siyasi örgütler, çatışmak için bahane arayan yıllanmış
kinler, acımasız nefretler, geri kalmış bir ekonomik yapı ve
kabul edilemez haksız toplumsal ilişkilerle gelmişti. İspanya
1936’da tam anlamıyla bir barut fıçısıydı.
1936
Yılı Ocak ayında, Manuel
Azana
önderliğindeki Cumhuriyetçiler ile Barrio
önderliğindeki Cumhuriyetçi
Birlik,
komünist ve sosyalistlerin ve öteki sol politik kümelerin
birleşmesiyle Halk
Cephesi
(Frente Popular) kuruldu. Halk
Cephesi’nin
sağ kanadı; Cumhuriyetçi
Sol,
Cumhuriyetçi
Birlik,
Katolonya
Partisi
ve Federal
Cumhuriyetçi
Parti,
Sol kanadı ise; Sosyalist
Parti,
Komünist
Parti,
Sendikalist
Parti,
Marksist
Birlik Partisi’nden
oluşuyordu. Halk
Cephesi’ne
katılmamasına karşın güçlü iki anarşist örgüt, İspanya
Anarşist Federasyonu
ve Ulusal
İşçi Konfederasyonu,
Halk
Cephesini
destekledi.
Seçim
ve Partiler
16
Şubat 1936 seçimleri, cumhuriyetçilerin net bir çoğunluk
kazanmasıyla sonuçlandı. Halk cephesi 4 milyon 176 bin oy alırken,
sağ cephe 3 milyon 783 bin oy aldı. Merkez partiler büyük oy
yitirirken; Halk
Cephesi
oylarını 700 bin sağ cephe ise 600 bin arttırdı.8
Merkezin büyük partisi Radikallerin
(yalnızca adları radikal) milletvekili sayısı 80’den, 6’ya
düştü. Toplumsal savaşımın şaşmaz kuralı İspanya’da da
kendini göstermişti; ülkenin sorunları arttıkça köktenci
siyasetler yükseliyor, merkez partiler eriyordu.
Parlamentodaki
milletvekili sayıları, seçim yasasının özelliği nedeniyle,
alınan oylardan daha ayrımlı oranlarla gerçekleşti. Sekiz
Partiden oluşan Sağcı
Cephe
142, 6 partiden oluşan Merkez
Blok
31, 7 partiden oluşan Halk
Cephesi
ise 271 sandalye kazanmıştı. Halk
Cephesi
içinde; Cumhuriyetçi
Birlik
37, Cumhuriyetçi
Sol
80, Sosyalist
Parti
90, Katalon
Sol’u
38, Sendikalistler
2, Komünist
Parti
16, Bağımsız
Solcular
8 milletvekili ile temsil ediliyordu.9
Bir önceki seçimde sağcıların işine yarıyan seçim biçimi, bu
kez Halk
Cephesi’nin
işine yaramıştı.
Siyasi
Aydınlanma
Halk
Cephesi’nin
seçim zaferi, İspanya’nın demokratik gelişiminde adeta bir
devrimdi. İspanya halkı; yüzyıllar süren eşitsizliğe, yasa
tanımaz şiddete ve oligarşik egemenliğe karşı, herkesi şaşırtan
bir tepki göstermişti. Akçalı olanaksızlıklara, eğitimsizliğe
ve örgütsel yetersizliklere karşın; halk, sağduyusuyla desteğini
bir yerde toplamış ve ulusal birliğin adresini göstermişti.
İspanya’da toplumsal yapıdan daha ilerde bir siyasi aydınlanma
yaşanıyordu.
Franko
Ortaya Çıkıyor
Gerici
güçlerin yükselen uyanışa tepkisiz kalması beklenemezdi. Seçim
sonuçları açıklanır açıklanmaz, Fas lejyon birliklerinde
görevli General Franko,
henüz istifa etmemiş olan sağcı başbakan yardımcısı
Valladares’e
koştu ve hükümetin, seçimi kazananlara bırakılmaması
gerektiğini bildirdi. “Şu
bir kaç saat İspanya için çok önemlidir”
diyordu. Ona göre; “seçimi
kazanan solcular”
henüz hükümete gelmemişken, eski meclis dağılmamışken, hemen
duruma hakim olunmalı ve sol
cephe
ezilmeliydi. Ancak, ılımlı bir merkezci olan Valladares
bu öneriye sıcak bakmadı ve Franko’yu
dinlemedi.
Ancak
para ve toprak sahibi egemenler, “Afrikalı”
generaller kümesiyle anlaşmakta gecikmedi. Zaten ordu içinde darbe
amacına yönelik çalışmalar yıllardır sürdürülüyordu.
Subaylar arasında Ordu
Eylemi
adlı gizli bir kralcı örgütün olduğu biliniyordu.
“Halk
Cephesi”
Sosyalist
ve komünistlerin katılmadığı Halk
Cephesi Hükümeti,
bu koşullar altında kuruldu. Yeni hükümet, 1931 yılındaki ilk
Cumhuriyet Hükümeti’nin yaptığı yanlışı yineledi. Kendisine
karşı askeri ve siyasi gizdüzenlerin (komploların) hazırlandığı
bir ortamda, Cumhuriyet karşıtı yasadışı oluşumların üzerine
gitme kararlılığını gösteremedi. Böylelikle iç savaşı
başlatacak ve Cumhuriyeti ezecek olan faşist örgütlenmenin
varlığını sürdürmesine olanak sağlamış oldu. Önderlik
sorunu İspanyol halkının karşısına, hem de en yaşamsal dönemde
bir kez daha çıkmıştı. Cumhuriyeti kuranlar, onu yaşatacak
olgunluk ve bilinçten yoksundu.
Siyasi
Terör Tırmanıyor
16
Şubat 1936 ile askeri darbenin yapıldığı 17 Temmuz 1936
arasındaki 5 aylık dönem içinde, yeni hükümete karşı sayısız
düzen bozucu eylem gerçekleştirildi. Seçimlerde hiçbir varlık
gösteremeyen Falanjist
Parti
(İspanyol faşistleri) başroldeydi. Bu dönemdeki terör
eylemlerinde, büyük çoğunluğu Cumhuriyetçi olan 58 kişi
öldürüldü. Sosyalist milletvekili Profesör Jimenes
de Asua’ya,
Sosyalist Parti lideri ve Genel İşçi Birliği Sekreteri Largo
Caballero’ya,
yazar ve düşünür Ortega
Gasset’ye
suikastler düzenlendi. 14 Nisan 1936’da, Cumhuriyetin yıldönümünü
kutlama törenlerine katılan halkın üzerine ateş açıldı.
Oviedo’da
sosyalist bir gazetenin merkezi bombalandı, Valencia’da
falanj milisleri, radyo evini bastı ve binayı bir süre işgal
etti, Alcala’da
subaylar halkı kent merkezine toplayıp faşist selamı vermeye
zorladı.10
Kışkırtma
girişimleri, sokak eylemleriyle sınırlı kalmadı. Toprak ve büyük
iş sahipleri yasalaşmış sosyal hakları tanımıyor, sendika ve
fabrika temsilcileriyle görüşmüyor, işçi ve köylüleri
ayaklanmaya zorluyordu. Papazlar ve generaller, açık açık halkı,
kızıllara
karşı savaşmaya çağırıyordu. Sağcı liderlerden Calvo
Sotelo,
16 Haziran 1936’da Parlamento’da şu konuşmayı yapıyordu: “Bu
kısır ve işlemez devlete karşı bütünleşmiş bir devlet teklif
ediyorum. Birçokları ona faşist devlet diyecekler, biliyorum. Ama
faşist devlet grevlerin, kargaşanın, mülkiyete karşı
saldırganlığın sonu demekse; faşistim ben. Bunu hepinizin
önünde, övünerek ilan ediyorum.”11
İspanya’da
gerici bağlaşma (ittifak), yapılacak askeri darbeye gerekçe
olacak eylemler içindeydi. Hem karışıklık çıkarıyorlar, hem
de karışıklıklardan şikayet ediyorlardı. İspanya’da
Cumhuriyet karşıtı gerici darbe açık açık geliyorum diyordu.
Darbe
Başlıyor
17
Temmuz günü darbenin başlatılmasına karar verildi. Londra’da
bulunan İspanyol monarşistlerinin sağladığı bir uçak
Franko’yu,
Kanarya adalarından İspanyol Afrika’sına götürüyordu. 18
Temmuz sabahı saat 5:15 de haber ajanslarına ve radyo verici
merkezlerine bir açıklama gönderilerek, darbenin uygulanmaya
sokulduğu açıklandı.
Askeri
darbe, sınıfsal dayanakları ve maddi olanakları olduğu için,
hızla tüm İspanya’ya yayıldı. Cumhuriyet Hükümeti’nin
darbe karşısındaki ilk tavrı, ihanet düzeyine varan bir
ikirciliği içeriyordu. Hükümetin elinde elle tutulur bir ordu
gücü olmamasına karşın, Başbakan Quiroga;
hükümetin liberal üyelerinin, -nasıl olacaksa- ‘askeri
ayaklanmanın yasal yollardan bastırılmasını’
istediklerini bildiriyordu. Oysa halk darbeye karşı koymak için
hükümetten silah istiyordu. Hükümet ise halka silah dağıtmaya
yanaşmıyordu. Sağcı bir başkaldırıyı bastırmak için, ayrı
bir tehlike saydıkları bir başka cepheyi silahlandırmak;
sosyalist hatta komünist işçi çoğunluğunun eline silah vermek,
onlara hiç uygun gelmiyordu. Hükümet kendi halkına güvenmiyordu.
Bu anlayış, İspanya devrimine önderlik eden yönetici kadronun,
ne yazık ki temel hastalığı durumundaydı.
İç
Savaş: “Halk Direnişinin Destanı”
1936
Temmuz’unda başlayan iç savaş, 29 Mart 1939 günü Cumhuriyet
güçlerinin yenilgisiyle sonuçlandı. Kimileri, İspanya iç
savaşını ‘halk
direnişinin bir destanı’
olarak görmüştür. Kimileri için ise iç savaş, ‘kızıl
komünistlerle onlara destek olanlara’
derslerinin verilmesidir. Ancak, gerçek olan şudur ki, ‘uygarlığın
beşiği’
Avrupa’da bir insanlık dramı, bir vahşet yaşanmıştır.
Avrupalı devletler gerektiğinde; birbirlerine olduğu kadar kendi
halklarına karşı da, şiddet uygulamış ve sömürgelerindeki zor
yöntemlerini, Avrupa’ya taşımaktan çekinmemiştir.
Tarihçi
Hugh
Thomas’ın
o günler için söylediği sözler, İspanya İç Savaşı’nı en
iyi anlatan sözlerdir: “İspanya’yı
bir fırtına bulutu kaplamıştı. Bu felaketli karanlıkta,
yüzyıllar ve kuşaklar boyu birikmiş kinler, anlaşmazlıklar,
kavgalar doğal bir afet gibi kaynıyordu. Bir kentin öbür kentten
haberi yoktu. Her kent kendi kavgasını, kendi alınyazısını
yaşıyordu. Şimdi sözkonusu olan; yalnızca iki İspanya değil,
belki de ikibin İspanya idi.”12
Kilisenin
Tutumu
İspanya’nın
en büyük gücü kilise, doğal olarak bütün gücüyle Franko’nun
yanında yer aldı. Katolik kilisesi, tüm İspanyolları tinsel
olarak temsil ettiğini ileri sürmesine karşın; nüfusun büyük
çoğunluğunu oluşturan işçi ve köylüleri, cumhuriyetçi
aydınları düşman ilan ediyordu. Yüzyıllardır bir inanç sorunu
olduğu savlanan dinsel örgütlenme, İspanyol halkının karşısına
faşist bir siyaset olarak çıkıyordu. İspanya Ruhani Meclisinin
başı Kardinal Goma
Y.Toma:
“Olaylar
ancak silah gücüyle yatışır. Bu kokuşmuş laik hukuk düzenini
kökünden kazıyıp atmak caizdir”13
diye fetvalar veriyordu.
Halk
Direnişi ve Kadınlar
Darbeye
ve gerici saldırılara karşı, kararlı tavır ve direnişi, başta
işçiler olmak üzere halk gösterdi. Onlar, içinde bulunduğu
koşulları tam olarak kavrayamayan siyasi önderleri aştı ve
örneği az görülen bir özveriyle, kendilerini savaşıma adadı.
Ölüm, o dönemin İspanya insanı için, göze alınacak büyük
bir çekince değil, günlük yaşamın olağan bir parçası
olmuştu. Franko’nun;
“İspanya’da
ya katolik olunur ya da hiçbir şey”
sözlerine karşı, iç savaşın efsanevi kadın direnişcisi
Dolores
Ibarurri:
“Biz,
sürünerek yaşamaktansa başımız dik ölmeyi yeğliyoruz”14
diyordu.
İspanyollar,
özellikle de İspanyol kadınları, bu söze uygun davrandı. Daha
dün, mutfaklardan çıkmamış bir konumda olan kadınlar, direnişin
en önünde çarpışan, kararlı ve inançlı savaşçılar haline
gelmişti. Kasım 1936’da Madrid savunmasında, 1937 Barselona
barikatlarında ve Bask bölgesindeki ünlü Guernica
direnişinde gösterdikleri kararlılık bütün dünyayı şaşkına
çevirdi. Kadınlar çatışmalara dolaysız katılıyor;
katılamayanlar da, “Korkak
karısı olmaktansa kahraman dulu olmak daha iyidir”
diyerek kocalarını, cumhuriyetçilerin safında çarpışmaya
gönderiyordu. Sınıfsal ve dinsel baskının ne olduğunu iyi bilen
İspanyol kadını, eskinin köhnemiş geleneklerine dönmek
istemiyordu.
Sonuç
İç
savaş, İspanya nüfusunun yüzde l0’dan fazlasının öldüğü,
hapse atıldığı ya da sürgün edildiği bir sonla bitti. Ülke
yerle bir edilmiş, giderilmesi olanaksız acılar ve yeni kinler
yaratılmış ve bir ulus ikiye değil, tarihçi Hugh
Thomas’ın
dediği gibi belki de iki bine bölünmüştü. Yitirilen maddi
servet hesap edilemiyordu. İspanya, annesiz babasız çocukların,
dul kadınların ve işçisiz fabrikaların ülkesi olmuştu.
2.Dünya
Savaşı sonrası dahil hiçbir dönemde hesap sorulmayan Franko,
1975’deki ölümüne dek tam 36 yıl bir diktatör olarak
İspanya’yı yönetti. Frankocu İspanya, “dünyanın
özgür uluslarınca”
oluşturulduğu söylenen BM’lere, (1955) onun sanat ve kültür
örgütü UNESCO’ya (1951) ve demokratik
ülkelerin katılabileceği Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütüne
kabul edildi. “Uygar
dünya”
İspanya iç savaşını ve onun sonuçlarını adeta yok saydı.
Katkısı ve ilişkisi olduğu ve bir ulusu tüketen bu “pis”
savaşı, belleklerden silmeye çalıştı.
Bugün,
genelde bütün ülke insanlarının, özelde büyük devletlerin
etki alanında bulunan azgelişmiş ülkelerin, İspanya iç savaşını
incelemeleri ve günümüze yönelik sonuçlar çıkarmaları
gerekmektedir. Çünkü bu savaş; ilkelerin ve insani değerlerin
nasıl kolayca ayaklar altına alındığını, “demokrasi”
havarisi ülkelerin, demokrasinin yok edilmesine nasıl göz
yumduklarını gösteren en çarpıcı örnektir. İspanya iç
savaşından herkesin her zaman alacağı önemli dersler vardır.
İspanya’da
Cumhuriyet, haklı ve meşru bir temele ve kararlı bir halk
desteğine sahip olmasına karşın, niçin yenildi? Tarihe,
toplumsal ilerlemeye ve çağa uygun bu sosyal gelişme neden
başarılı olamadı? İlkel bir gerilik içindeki tutucu gelenekler,
egemenliklerini nasıl sürdürebildi? Soruların yanıtları var
elbette. İşte bu yanıtlar, -doğru verilebilirse- toplumsal
savaşımın kavranması yönünde, ders alınması gereken çok
değerli sonuçlar olacaktır:
DİPNOTLAR
1 “İspanya’da
İç Savaş ve Faşizm” Pietro Nenni,
ak. “Devrimler
ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklopedisi”
Gelişim Yay., Sayı 16 sf.377
2 “İspanya
1936-1939” Hugh Thomas,
20.YY Tar., Arkın Kit., S: 34, sf.663
3 “İspanyol
Karşı Devrimi : İç Savaş” “Devrimler ve Karşı Devrimler
Tarihi Ansiklopedisi”
Gelişim Yay., Sayı 16, sf.364
4 “İspanyol
Karşı Devrimi:Franko ve Falanjizm”
a.g.e. sf.339
5 a.g.e.
sf.341
6 a.g.e.
sf.339
7 a.g.e.
sf.341
8 “İspanya
İç Savaş” “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi”
İletişim Yay., 3.Cilt, sf.855
9 “Nisan
1936’da Cortez’de Durum” “Devrimler ve Karşı Devrimler
Tarihi Ansiklopedisi”
Gelişim Yay., Sayı 15, sf.353
10 “İspanyol
Karşı Devrimi: Franko ve Falanjizm” “Devrimler ve Karşı
Devrimler Tarihi Ansiklopedisi” Gelişim
Yay., Sayı 16, sf.352
11
a.g.e. sf.354
12 a.g.e.
sf.357
13 a.g.e.
sf.357
14 a.g.e.
sf.357
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder