Türk
Devrimi’nin
dünya siyasetine etkisi bilinenden ve sanılandan çoktur. Kemalizm
tarihsel olarak Batı kapitalizminin “kabuk değiştirerek”
dünyanın tümünü yatırım alanı durumuna getirmeye giriştiği
bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu dönem, dünyanın yeniden
paylaşımı için ilk büyük küresel çatışmanın yaşandığı,
emperyalizmin yayılma evresidir. Emperyalizm yerleşik dünya düzeni
durumuna gelemeden, daha “gençlik” döneminde, Kemalizmle
karşılaşmış ve yenilgiye uğramıştır.
Dünya
Siyasetine Etki
Türk
devriminin 90 yılı göz önüne alındığında iki tarihsel
dönemle karşılaşılır. 1923-1938 toplumsal dönüşümlerin
gerçekleştirildiği Kemalist
dönem (devrimler dönemi)
ve 1939’da başlayan özellikle 1945 sonrasında hızlanan Kemalist
politikalardan uzaklaşma dönemi (geri dönüş dönemi).
Dönemler arasındaki ayrım açıkça ortaya koyulmadan ne
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu sorunlar kavranabilir ne de
bu sorunların kaynağı olan Yeni
Dünya Düzeni’ne
karşı uygulanabilir politikalar üretilebilir.
Türk
Devrimi’nin
dünya siyasetine etkisi bilinenden ve sanılandan çoktur. Kemalizm
tarihsel olarak Batı kapitalizminin “kabuk değiştirerek”
dünyanın tümünü yatırım alanı durumuna getirmeye giriştiği
bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu dönem, dünyanın yeniden
paylaşımı için ilk büyük küresel çatışmanın yaşandığı,
emperyalizmin yayılma evresidir. Emperyalizm yerleşik dünya düzeni
durumuna gelemeden, daha “gençlik” döneminde, Kemalizmle
karşılaşmış ve yenilgiye uğramıştır.
Kemalist
Devrim,
sömürge ya da yarı-sömürge olarak büyük devletlerin egemenliği
altında bulunan dünya uluslarına, emperyalizmin yenilebilirliğini
göstermiş ve onlara örnek olmuştur. Batı, Türk
Devrimi’nden
sonra, denizaşırı ülkelere yönelik politikasını değiştirmek
zorunda kalmıştır. Askeri işgale dayalı sömürgecilik dönemi
sona ermiş, o güne dek sömürge ilişkileriyle baskı altında
tutulan yoksul uluslar teker teker bu bağlardan kurtulmuştur.
Ulusal Kurtuluş savaşımları 20.yüzyılın büyük bölümünde,
dünya siyasetini etkisi altına almıştır.
Uluslararası
Ulus Devinimi
Kemalizm,
emperyalizm çağında ulusal bağımsızlığını elde eden yoksul
bir ulusun, ekonomiye ve toplumsal gelişime dayanan gerçek
kurtuluşunun kuramını oluşturmuş ve bu kuramı uygulamıştır.
Kuram ve uygulamadaki özgünlüğü, Türkiye’yle sınırlı
kalmamış ve evrensel bir boyut kazanmıştır. Kemalizm,
uluslararası bir ulus devinimi yaratmıştır.
Kemalist
politikalar Türkiye’de, 1939’da başlayan ve 1945’ten sonra
yoğunlaştırılan girişimlerle adım adım uygulamadan
kaldırılmıştır. Anti-Kemalist girişimin büyük bölümü dış
kaynaklıdır. Türk
Devrimi’nin
yarattığı bağımsızlıkçı etkinin, kendi ülkesinde ve dünyada
ortadan kaldırılması; emperyalizmin 20.yüzyıl boyunca değişmeyen
stratejik amacı olmuştur.
Yeni
Yüzyıl
Dünya
21.yüzyıla da yüz yıl öncesindeki koşulların hemen aynısıyla
girdi. Etkinlik bölgeleri için savaşım, ekonomik gerilim,
sömürgeleşen yoksul ülkeler, silahlanma yarışı, kotalar, büyük
devlet kısıtlamaları, tekeller, şirket birleşmeleri, kazanç
aktarımı, her alandaki şiddet eğilimleri ve tek kutuplu bir
dünya... Bunlar günün yaşanan gerçekleri.
Açlık,
yoksulluk ve savaş insanlığın gündeminden çıkmış değil.
Teknoloji ve sermaye dolaşımı olağanüstü arttı ancak
yürürlükteki dünya düzeninde yani emperyalist işleyişte bir
değişiklik yok. Yüksek teknolojiye sahip, dünya ticaretini
denetleyen ve akçalı gücü yüksek az sayıdaki gelişmiş ülke
birlikte ya da ayrı olarak tüm dünyayı özgürce kullanıyor.
Etkinlik alanları için birbirleriyle çatışıyorlar ancak yoksul
ülkelere karşı birlikte davranıyorlar. Rusya ‘çarlığa’
geri döndü, İngiltere’nin yerini ABD aldı. Artık korkutucu
olan İngiltere’nin donanması değil, ABD’nin hava gücü.
Kemalizmin
temel kavramları bugün yeniden konuşuluyor. Yeni
Dünya Düzeni’nin
yarattığı küresel sorunlardan yakınıp çözüm arayanlar, ister
istemez Kemalizme
ulaşıyor. Bağımsız ulusal kalkınma, sosyal pazar ekonomisi,
korumacılık, milli kambiyo, yerli üretim, denk bütçe, karma
ekonomi, sosyal devlet, ulusal tarım ve madencilik... Yalnızca
Türkiye’de değil dünyanın her yerinde tartışılıyor,
araştırılıyor. Çin bu yöntemlerle dünya devi oldu.
Amerikalı
ekonomist Jeffrey
T.Berger,
“Yeni
Dünya Düzeni”
adlı kitabında, 21.yüzyıla hangi koşullarda girildiğini şöyle
açıklıyor: “20.yüzyıla
girerken dinamik, yeni sanayileşmiş üç ülke, İngiliz
İmparatorluğu’nun üstünlüğüne kafa tutmaya başlamışlardı.
Özellikleri Sanayi çağının gereklerine pek uygun düşen bu üç
ülke, Almanya, Japonya ve Birleşik Amerika idi. Sömürgeleştirme
ve sömürgecilikten kurtulma dönemlerinden, 2. Dünya Savaşından,
Rusya’daki Marksist deneyimden sonra, 20. yüzyıl hemen hemen
başladığı biçimde bitecek. Almanya,
Japonya
ve Birleşik Devletler arasındaki ilişkiler, bir kez daha dünyanın
geleceği açısından belirleyici olacak.”1
Azgelişmiş
ülkelerdeki ulusçu eğilimlerin oluşturduğu güç de göz önüne
alınırsa, Amerikalı ekonomistin saptaması tamamlanmış olacak.
Kemalizmin,
azgelişmiş ülkelerin günümüzdeki sorunlarına çözüm
yeteneğini koruyarak hala yaşıyor olması, isteğe bağlı bir
olgu değil dünyanın içinde bulunduğu koşulların zorunlu bir
sonucudur. Kendisini yaratan koşullar ortadan kalkmadıkça,
başarıları denenerek kanıtlanmış olan Kemalizm
de doğal olarak ortadan kalkmayacaktır. Emperyalizm var oldukça
Kemalizm de var olacaktır.
Kemalizm
- Emperyalizm İlişkisi; Yapısal Karşıtlık
Emperyalist
devlet politikalarıyla Kemalizm ve ulusal kurtuluş savaşımları
arasında, yapısal, uzlaşmaz ve kalıcı bir karşıtlık vardır.
Karşıtlığın boyutu, iki yanın da varlık nedenini oluşturacak
kadar derindir ve 20.yüzyıl bu karşıtlığın yol açtığı
çatışmaların tarihi gibidir. Emperyalist devletler, Kemalizmi
önce tanımayarak ezmek istemiş, sonra denetim altına almaya
çalışmış, daha sonra da yok etmek için elinden geleni
yapmıştır. 1938 yılına dek amacı yönünde herhangi bir başarı
elde edememiş ancak daha sonra, başta Türkiye olmak üzere bütün
dünyada önemli adımlar atmıştır.
Batıya
Karşıtlık
Mustafa
Kemal
Batı’nın Türkiye ve Türkler için ne anlama geldiğini her
yönüyle ele almış, Batı’yla bağımlılık doğuracak herhangi
bir ilişkiye girmemiştir. Kurtuluş
Savaşı’nın
en zorlu günlerinde, 1921 sonlarında şunları söyler: “İlkbahara
kadar üç ay içinde bu silahları elde edemezsek diplomasi
kanallarıyla bir çözüm yolu aramak zorunda kalacağız. Bunu arzu
etmiyorum. Biliyorum ki
Batı
ile uyuşma Türkiye’nin kaçınılmaz olarak köleleştirilmesi
anlamına gelecektir.”2
Bu sözler, savaşın olanaksızlıkları ve silah gereksiniminin
yarattığı gerilimlerin duygusal dışavurumları değildir. Devlet
politikasına dönüştürülecek bir anlayıştır.
Aynı
yıl, Kurtuluş
Savaşı’nın
uluslararası boyutunu açıklarken şunları söyler: “Bana
göre, Türkiye, Doğu ve Batı Dünyası’nın sınırındaki
coğrafi konumuyla ilginç bir rol oynuyor. Bu durum, bir yanı ile
yararlı iken, diğer yandan tehlikelidir. Batı Emperyalizminin
Doğuya yayılmasını durdurabileceğimiz için, Türkiye’yi öncü
olarak gören bütün Doğu halklarının sevgisini kazanmış
bulunuyoruz. Diğer yandan bu durum bizim için tehlikelidir. Çünkü
Doğuya yönelen saldırıların bütün ağırlığı öncelikle
bizim üzerimizde yoğunlaşmış bulunuyor. Türk halkı bu konumu
ile gurur duymakta ve Doğuya karşı bu görevi yerine getirmekten
mutlu olmaktadır.”3
Mustafa
Kemal,
Kurtuluş
Savaşı’nın
anti-emperyalist niteliğini tüm boyutlarıyla saptar ve
saptamalarını eyleme dönüştürür. Batı emperyalizmi için
şunları söyler: “Biz,
Batı emperyalizmine karşı yalnızca kurtuluşumuzu sağlamak ve
bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda, Batı
emperyalistlerinin, güçleri ve bilinen araçlarıyla Türk
milletini emperyalist politikalarına araç olarak kullanmak
istemelerine engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet
ettiğimize inanıyoruz.”4
Mustafa
Kemal’in
emperyalist ülkelere ve bunların yoksul uluslar üzerindeki
sömürgen politikalarına karşı duyduğu nefret, bilinçli bir
içtenliğe ve kalıcı bir kararlılığa sahiptir. 31 Ocak 1923’te
şunları söyler: “Bizim
öcümüz zalimlerin zulmüne karşıdır. Onlarda zulüm duygusu
ölmedikçe, bizde de öç duygusu sürecektir.”5
Ulusal
Bağımsızlığa verdiği önem kendi özgürlüğüne verdiği
önemden ileridir. Kişisel özgürlüklerin ulusal bağımsızlığı
korumadan sağlanamayacağını bilir ve bu bilgiyi ileri bir
anti-emperyalist bilince yükseltir. 1924 yılında şunları söyler:
“Ben
yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir ulusun evladı olmalıyım.
Bu nedenle Ulusal bağımsızlık bence bir yaşam sorunudur. Ulus ve
ülkenin yararları gerektirdiğinde tüm insanlığı oluşturan
uluslardan her biriyle uygarlık gereği olan dostluğa dayalı
ilişkilere büyük değer veririm. Ancak, benim ulusumu tutsak etmek
isteyen herhangi bir ulusun, bu isteğinden vazgeçinceye kadar
amansız düşmanıyım.”6
Emperyalizm
ve Ulusal Bağımsızlık Savaşımı
Emperyalizmin
Kemalizmle
olan karşıtlığı Türk
Devrimi’yle
sınırlı değildir. İlk örnek olarak Kemalizmi
baş tehlike saymış ve dünyadaki tüm ulusal bağımsızlık
savaşımlarına düşmanca yaklaşmıştır. 1960’lı yıllarda
Johnson
Doktrini’nin
mimarlarından Profesör Rostow
şunları söylüyordu: “Bütün
ulusal kurtuluş hareketleri komünist olmaya mahkumdur. Bu nedenle
ezilmelidir. Bunların önlenmesi, ABD’nin dünya yüzünde duruma
el koyabilmesine bağlıdır.”7
Bir
başka Amerikalı Profesör Noam
Chomsky’nin
görüşleri de farklı değil: “ABD
için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehditidir.
Asla hoş görülemez.”8
Bu
görüşler iki Amerikalı profesörün kişisel yorumları değil,
Batı devletlerinin yüz yıldır sürdürdüğü politikanın ana
doğrultusudur. Bu sözler, yoksul ülkelerle emperyalist ülkeler
arasındaki yapısal karşıtlıklara dayanan savaşımın dile
getirilmesidir. Bu profesörler bilinçli ve açık sözlüler.
Ancak, bilinçli ve açık sözlü olanlar yalnızca onlar değildir.
Anti-Emperyalist
Bilinç
Mustafa
Kemal’in
emperyalizme karşı olan görüşleri ve bu görüşleri yaşama
geçiren eylemleri de, son derece açık ve bilinçlidir.
Kemalizm’deki anti-emperyalist bilinç, toplumsal içeriklidir ve
yüksek düzeylidir. Irkçılıkla bezenmiş yabancı düşmanlığından
uzaktır. Ülke savunmasıyla sınırlı değildir. Ulusçu ve
toplumcu temeller üzerinde yükselir. Evrensel boyutludur.
Anti-emperyalist eyleme ve bilimsel araştırmaya dayanır.
Mustafa
Kemal,
1921 Aralığı’nda Meclis’te yaptığı konuşmada şunları
söyler: “Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti, yaşam ve geleceğini biricik amaç
bildiği halkını emperyalizm ve kapitalizmin tahakküm ve zulmünden
kurtararak, yönetim ve egemenliğimizin gerçek sahibi olmakla
amacına ulaşacağı kanısındadır.”9
Büyük
Taarruz’un hazırlıklarının sürdüğü günlerde, 3 Mart
1922’de yaptığı konuşma emperyalizmin küresel boyutuna
değinir: “İstilacı
saldırgan devletler yerküresini kendilerinin malikanesi ve
insanlığı, kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mahkûm
esirler saymaktadırlar. Sonuç olarak Dünya iki zümreye
ayrılmaktadır. Birisi Doğu’dur. Ki kendi varlığını,
istiklalini kavramıştır, bu bilinçle el ele vermiştir. Diğeri
ise, sırf kendi hırslarını tatmin için çalışan zümredir.
Bunların amacı zulüm ve baskı olduğu için, onları lânetle
anmakta kendimizi haklı görürüz.”10
Ulusal
Öç
Mustafa
Kemal
emperyalizme karşı tavrını bütün açıklığıyla askeri
zaferden sonra da sürdürür. 16 Mart 1923’te Adana Türk
Ocağı’nda yaptığı konuşmada şunları söyler: “Ulusların
kalbinde öç duygusu olmalı. Bu gelişigüzel bir öç değil,
yaşamına, rahatına, zenginliğine düşman olanların
yapabilecekleri zararları yok etmeğe yönelik bir öçtür. Bütün
dünya bilmelidir ki, karşımızda böyle bir düşman oldukça, onu
bağışlamak elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana acıma,
acizlik ve zayıflıktır. Bu insanlık göstermek değil, insanlık
özelliklerinin sona erişini ilan etmektir.”11
1927
yılında okuduğu Nutuk’ta
şunları söyler: “Ulusumuzun
kurduğu devletin alınyazısına, bağımsızlığına sanı ne
olursa olsun hiç kimseyi karıştırmayız.”12
“Milletimizin
temel yararı ile ilgili konularda yabancıların bizce hiç önemi
yoktur.
Biz
gidişimizi
yabancıların görüşlerine uydurma güçsüzlüğünü kötü
görenlerdeniz.”13
Atatürk,
1938’de ölene dek söylediklerinin tümünü uygulamış ve ulusal
bağımsızlığa zarar verecek hiçbir dış ilişkiye girmemiştir.
Bu tutum, 1923-1938 döneminin değişmeyen dış politikası
olmuştur. Türkiye’nin zararına yol açacak bilgi ve denetim dışı
dış kaynaklı eylemler vatan ihaneti sayılmış, Lozan’da
başlatılan süreç bütün olanaksızlıklara karşın ödünsüz
sürdürülmüştür. Emperyalist devletler kararlı tutum karşısında
Türkiye’den uzak durmak zorunda kalmıştır. 1923-1938 dönemi,
Türkiye’nin tarihi boyunca saygınlığı en yüksek dönemini
oluşturur.
DİPNOTLAR
1 The
New Superpowers : Germany, Japan, The U.S. and The New World Order,
New York, 1991, ak. Haluk
Ulman “Dünya Nereye Gidiyor”
“Yeni
Dünya Düzeni ve Türkiye”
Bağlam Yay., sf.45-46
2 “Milli
Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu,
İstanbul Mat., 2.Cilt, sf.846
3 Aydınlık
09.11.1999, sf.16
4 “Müdafaa-i
Hukuk Dergisi” Emin Değer,
30.07.2000, Sayı:24, sf.4
5 “Milli
Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu
İstanbul Mat., 3.Cilt, sf.1732
6 “Atatürkle
Bir Ömür” Sabiha Gökçen
Altın Kit., sf.179
7 “Oltadaki
Balık Türkiye” Emin Değer
Çınar Araştırma, 5.Basım, sf.204
8 “Düşünce
Özgürlüğü Çıkmazı” Emin Değer
Tekin Yay., sf.256
9 “Milli
Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu
İstanbul Mat., 2.Cilt, sf.731
10 “Atatürk’ün
Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri”
Sadi Borak
Kaynak Yay., sf.144
11 “Milli
Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu
İst. Mat., 1974, 3.Cilt, sf.1732
12 “Nutuk”
sf.710, ak., D.Avcıoğlu
“Milli Kurtuluş Tarihi”
3.Cilt, sf.1615
13 “Nutuk”
sf.211, ak., a.g.e. 3.Cilt, sf.1481
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder