Yabancıların, Kurtuluş
Savaşı’nın Türkler
için anlamını gerçek boyutuyla kavraması güçtür.
Gerçekleştirilen sıradışı eylemi anlayabilmek için, Türk
insanının yapısal özelliklerini, alışkanlıklarını ve
geçmişten gelen birikimini bilmek gerekir. Topluma karşı duyulan
sorumluluk duygusu, yurda ve toprağa bağlılık, kimliğini koruma
becerisi ya da kendiliğinden harekete geçen savunma güdüsü
kavranmadan Kurtuluş
Savaşı kavranamaz.
Dayanıklılık, direnç gücü, örgütlenme yeteneği ve
dayanışmacı gelenekler de Türklerin ortak değerleridir.
Türk İnsanını Tanımak
İsmet
İnönü, 30 Ağustos
1930’da Sivas demiryolunun açılış töreninde, ulusal direniş
günlerini anımsatarak; “Anadolu
insanı, dünyanın bütün ateşleri başına yağarken, varlığı
hazin bir kuşku altındayken, yalınayak ve sopayla istilacılara
karşı mücadeleye çağrıldı”
demişti.1
Bu kısa ancak özlü söz; Türk Kurtuluş Savaşı koşullarını
ortaya koyan, belki de en iyi tanımlamadır, ya da tanımlamalardan
biridir.
Yabancıların, Kurtuluş
Savaşı’nın Türkler
için anlamını gerçek boyutuyla kavraması güçtür.
Gerçekleştirilen sıradışı eylemi anlayabilmek için, Türk
insanının yapısal özelliklerini, alışkanlıklarını ve
geçmişten gelen birikimini bilmek gerekir. Topluma karşı duyulan
sorumluluk duygusu, yurda ve toprağa bağlılık, kimliğini koruma
becerisi ya da kendiliğinden harekete geçen savunma güdüsü
kavranmadan Kurtuluş
Savaşı kavranamaz.
Dayanıklılık, direnç gücü örgütlenme yeteneği ve dayanışmacı
gelenekler de Türklerin ortak değerleridir.
Türk insanı, güven duyacağı bir
önder bulursa, ona içtenlikle bağlanır ve hemen her buyruğunu
büyük bir özveriyle yerine getirir. Mustafa
Kemal, bu özelliği
görmüş, olanaksızlıklara aldırmadan, yalnızca bu özelliğe
güvenerek yola çıkmıştır. Batılıların bunu anlaması, olası
değildir. Nitekim yalnızca devlet kuruluşlarında değil, köy
berberinden büyük şirketlere dek hemen her işyerinde ve pek çok
evde hala Atatürk
resimlerinin asılı
olması, Avrupalılarca araştırma konusu yapılmıştır.
Yoksunluk
Milli
mücadeledeki
yoksunlukların boyutunu anlamak için, yalnızca parasızlık
sorununa bakmak yeterlidir. Bu yapıldığında, girişilen işin
amaçlarıyla, özdeksel (maddi) olanaksızlıklar arasında,
korkutucu bir uçurum olduğu görülecek; Kurtuluş Savaşı’nın,
bu denli yoksunluk içinde nasıl kazanıldığına şaşılacaktır.
İstanbul’dan ayrılırken,
karargah giderlerini karşılamak için verilen ödenek, Erzurum’a
gelinceye dek bitmişti. Havza’da beliren parasal yetmezliği,
İstanbul’a bildirmiş, gereksinimin Samsun ve Ordu Maliyesi’nden
sağlaması yanıtını almıştı. Yanıt üzerine gönderdiği 9
Haziran 1919 tarihli telgrafta, “Samsun
ve Ordu Maliyesi’nde, bir hücumbotu İstanbul’a götürecek
benzin gideri kadar bile”
para bulunmadığını bildirmişti.2
Ülkeyi kurtarmak için kongreler
toplanmaktadır ancak elde hiç para yoktur. Umut kırıcı durum,
ulusal devinimin (hareketin) geleceğini etkileyecek önemdedir.
Ancak Mustafa Kemal,
böyle düşünmemektedir. “Halkın
istekleri yönünde hareket ediliyorsa, para bulunur, her şey
bulunur” diyor; paraya
değil, halkın ilgi ve desteğine önem veriyordu.
Para
Değil İnanç
Büyük
Taarruz’a
hazırlanıldığı günlerde, 6 Mayıs 1922’de, Meclis’in gizli
oturumunda yaptığı konuşmada, ordu gücünü, parayla, özdeksel
olanaklarla ölçen anlayışlara yanıt verir. Ulusal savaşımda,
para ya da tekniğin değil, bilinçle donanmış direnme isteğinin
ve inancın belirleyici
olduğunu ileri sürer.
Nutuk’a
da aldığı bu konuşmada söylediği sözler, maddi olanaklar
konusundaki genel tutumunun bir göstergesidir: “Gelir
kaynaklarımızla neler yapabileceğimiz konusu,
belki herkesten çok beni
uğraştırmaktadır. Yalnız ben, ordumuzun varlığının ve
gücünün paramızla orantılı olduğu düşüncesini kabul
edenlerden değilim. ‘Paramız vardır, ordu yaparız; paramız
bitti, ordu dağılsın... Benim için böyle bir sorun yoktur.
Efendiler, para vardır ya da yoktur; ister olsun ister olmasın,
ordu vardır ve olacaktır.’ Ben bu işe girişirken, en akıllı
ve en iyi düşünür görünen bir takım kişiler bana
sordular:‘Paramız var mıdır? Silahımız var mıdır?’ Yoktur
dedim. O zaman, ‘o halde ne yapacaksın?’ dediler. ‘Para
olacak, ordu olacak ve ulus bağımsızlığını kurtaracak’
dedim. ‘Görüyorsunuz ki, hepsi oldu ve olacaktır’.”3
Parasal
Yetmezlik
Para
sorunu, Kurtuluş Savaşı’nın her aşamasında, çözülmesi güç,
sıkıntılı bir sorun olarak varlığını sürdürdü. Ancak,
söylendiği gibi, para da silah da bir biçimde bulundu ve yeniden
kurulan ordu, ulusal
bağımsızlığı
sağladı. Erzurum ve Sivas günleri, parasızlığın,
yetmezliklerin üst düzeyde yaşandığı günlerdi.
O günlerin koşullarını öğrenmek
için, para işleriyle uğraşan Mazhar
Müfit’in
(Kansu) tanıklığına başvurmak ve günü gününe tuttuğu
notlardan bizlere aktardıklarına bakmak gerekir. Dönemin olayları,
ulusal bağımsızlıktan yana olanlar için, geçerliliğini bugün
de koruyan değerli birikimler, yararlanılıp ders alınması
gereken deneyimlerdir.
Erzurum Kongresi’nin
1400 lira tutan giderleri, Müdafaa-i
Hukuk Erzurum Şubesi’nin
bulduğu 1500 lirayla karşılanmıştı.4
İstanbul’dan birlikte yola çıktığı kurulun asker üyeleri,
Kolordu tarafından konuk ediliyordu. Sivil üyeler, “asgari
yaşam şartlarında ve asker karavanasından yemek alarak”5
idare ediyorlardı.
Erzurum’dan Sivas’a gitme
günleri yaklaştığında, araba kiralamak ve yol giderlerini
karşılamak için para gerekmektedir. Belediye Başkanı Zâkir
Bey devreye girmiş ve
kiralanabilecek en düşük ücretle, tanesi yüz liradan dört yaylı
(üstü ve yanı kapalı
dört tekerlekli at arabası) bulunmuştur, ancak elde yüz liradan
başka para yoktur.
Mazhar Müfit,
o günler için anılarında şunları yazar: “Paşa,
para ile uğraşmaktan hoşlanmazdı. Alışveriş ve gelir giderle
ilgilenmeyi bana bırakmış, kalan parayı da bana vermişti.
Harcamaları ne kadar kısarsak kısalım, eldekiler hızla eriyordu.
Bu nedenle para konusunda sıkıntılı bir durumdaydık ve Sivas’a
gidilecekti. ‘Hazırlığınız
tamam mı, 29 Ağustos’ta hareket edebiliyor muyuz?’
dedikçe, beynim burguyla delinircesine zonkluyor, onu üzmemek için
de para yok diyemiyordum... Akşam yemeğinde yine Sivas yolculuğunu
konu etti. Ben de, elimizde çürük çarık üç otomobil var.
Karoserleri berbat, körükleri yırtık. Güneşin zararı yok,
fakat yağmur yağarsa kötü. Lambaları da yok. Karpit yakmak
gerekir, ancak
burada karpit bulunmuyor dedim. ‘Çürük
çarık, yırtık pırtık gideceğiz’
dedi ve otomobillerle yaylılara binecekleri belirlemeye başladı.
Ben de sizin gibi düşünüyorum, ancak dört yaylıya ihtiyacımız
var. Bugün Belediye Başkanı ile görüştüm, ucuza araba temin
edecek. Fakat 400 lira kadar para gerekiyor, tabii yol boyunca ve
Sivas’ta da paraya ihtiyacımız var. Kasa ise malum dedim. Paşa
bu anda, üzgün bir yüzle, kaşlarını çatarak ve dişlerini
sıkarak gözlerini masanın üzerinde duran kahve fincanına dikti
ve hafif bir sesle, ‘evet
bir de para sorunumuz var’ dedi.
Onun bu anını, görüp de üzülmemek mümkün değildi. Bir ulusun
kurtuluş mücadelesinde; mevkilerini, rütbesini maddi manevi
olanaklarının tümünü veren, zeka ve enerjisini bütün gücüyle
büyük bir ideale adayan bir insanın, artık hiç olmazsa parayla
ilgisi olmamalı, bin uğraş ve boğuşma içinde onu
düşünmemeliydi. O gece gerçekten çok üzülmüştüm.”6
Özveri
ve Halkın Katılımı
Mazhar
Müfit’in bundan sonra
aktardıkları, halkın desteğini kazanan bir savaşımın, en
olumsuz koşullar altında bile başarılı olacağını gösteren
örneklerdir. Para bulunmuştur, ancak Erzurum’da yaşananların
para bulmanın ötesinde anlamı vardır.
Olay, emekli bir subayın özverisi
kadar, herhalde ondan daha çok, yurt sevgisinin ve alçakgönüllülüğün
Türk toplumundaki yaygınlığını gösteren bir örnektir. Mazhar
Müfit, Erzurum
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni
kuran ve Erzurum Kongresi
adlı kitabı yazan Cevat
Dursunoğlu’ndan da
aktarmalar yaparak gelişmeleri şöyle anlatır: “Ben
saatlerimiz dahil satılabilecek neyimiz varın hesabını yaparken,
Paşa’nın beni çağırdığını haber verdiler. Gittim ‘Mazhar
Müfit tamam yol paramız var, al sana 1000 lira’
dedi. Paşam nasıl oldu bu diye sorunca, ‘üzümü
ye bağını sorma’
dedi… Yıllar sonra Ankara’da Parti binasında Cevat
Dursunoğlu’na rastladım Erzurum günlerini andık. Paşa’ya
verilen 1000 liranın hikayesini ondan öğrendim. Dursunoğlu
sonradan anılarında da yazdığı şu bilgileri aktardı: ‘Tüzük
gereği, Heyeti Temsiliye’nin masraflarını Cemiyet’in
karşılaması gerekiyordu. Ancak, bütün mevcudumuz yalnızca
seksen liraydı. Göç sırasında çoluk çocuğumuzun, eşimizin
ziynet eşyasına kadar, ekmek parası için satmıştık. Kimsede
para yoktu. Bizi daha da çok sıkan, başlangıçta böyle
bunalırsak, daha büyük işlerde ne yapacağımızdı.’ Allah
razı olsun, Cemiyetimizin Yönetim Kurulu Üyesi Emekli Binbaşı
Süleyman Bey imdadımıza yetişti. Çok kâmil bir insandı.
‘Çocuklar ben bu işin çaresini buldum. Benim ömür boyu
biriktirdiğim 900 liram var. Ben, altmışını geçmiş bir adamım.
Milletin kurtuluşundan başka bir dileğim yok. Parayı size
vereyim, yalnız bu parayı verdiğimi ne Paşa ne de başka hiç
kimse bilmeyecek. İlerde Müdafaa-i Hukuk’un parası olursa
ödersiniz, olmazsa helâl olsun. Ben devletin verdiği emekli parası
ile geçinir giderim’ dedi.
Hepimiz duygulanmış, gözlerimiz yaşarmıştı. Bu adsız büyük
insan, bizi o günkü en büyük kaygımızdan kurtarmıştı.
Parayı, 1000 liraya tamamlayarak Paşa’ya götürdüm. Olay tarihe
geçtiği ve Süleyman Bey’in vasiyetini saklamağa gerek kalmadığı
için bunları yazıyorum. Tanrı her ikisine de rahmet etsin.”7
“Bilinç,
Kararlılık, İnanç”
Mustafa
Kemal, yalnızca Kurtuluş
Savaşı sırasında değil, devlet başkanı olduğu Cumhuriyet
döneminde de para sorunlarıyla karşılaştı ve doğal olarak hep
yetmezliklerle uğraştı. Toplumsal gelişim için
gerçekleştirilecek her atılımın, akçalı (mali) güce bağlı
olduğunu biliyor ancak paraya, başarının tek belirleyicisiymiş
gibi birinci düzeyde önem vermiyordu. Onun için, herşeyden önce
gelen bilinç, kararlılık ve girişilecek işe olan inançtı.
İnançlı insanların, eğer halkla bütünleşirlerse, başarısız
olmaları olası değildi. Kendine ve halka güven esastı. Bu güvene
sahip olanlar, para dahil herşeyi bulur, başarıya ulaşırdı.
30 Eylül 1926’da,
Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde Türkiye
İdman Cemiyetleri Birliği
delegesi sporcularla yaptığı söyleşide, konuyu mali
olanaklar sorununa
getirir ve Kurtuluş Savaşı günlerinden örnekler vererek,
görüşlerini açıklar. Sporculara, parasızlık gibi nedenlerle
umutsuzluğa kapılıp hemen yılmamalarını, kendilerine olan
güvenlerini hiçbir koşulda yitirmemelerini salık verir, “bunları
sizi avutmak için rastgele söylemiyorum”
der ve şunları söyler: “Yıllar
önce, bu güzel ülke, bu değerli ulus, büyük bir çöküntü
içindeydi. Ben, yurdu ve ulusu düştüğü uçurumdan
çıkarabileceğim inancıyla Anadolu’ya geçtiğim ve amacımı
gerçekleştirebilecek davranışlara giriştiğim günlerde, cebimde
ve emrimde beş para olmadığını söyleyebilirim. Ama parasızlık,
benim ulusla birlikte, amaca doğru yürümemi durdurmadığı gibi
hızını bile kesmedi. Yürüdük, başardık. Yürüdükçe
başardıkça, parasızlık gibi güçlükler ve engeller
kendiliğinden çözülüp, yıkılıp gittiler…”8
Ankara’ya
Gidiliyor
Mustafa
Kemal ve beraberindekiler
29 Ağustos’ 1919’da Sivas’tan Ankara’ya hareket etti.
Parasızlık yanında ciddi bir güvenlik sorunu da vardır. Dahiliye
Nezareti Sivas Valisi
Reşit Paşa’ya,
Mustafa Kemal’in
tutuklanıp İstanbul’a gönderilmesi için emir vermiş, yolda,
Munzur dolayında eşkıyaların pusu kurduğu ihbarı alınmıştı.
Bunlara aldırış etmedi ve Sivas’a herhangi bir olumsuzlukla
karşılaşmadan geldi. Kongre delegelerinin geçim ve
beslenmelerinin sağlanması, çözülmesi gereken önemli bir sorun
olarak ortada duruyordu. “Çarşıda;
bakkala, kasaba yapılan borçlar”
ödenmeyi beklemektedir. Hüseyin
Rauf (Orbay) 100 lira
verir borçlar kapatılır. “Herkesten
hissesine düşen masrafı alma”
önerisini kabul etmez ve “Kimden
ne isteyeceksin? Yanımdakilerin bazısı mülazım
(teğmen) maaşının
büyük kısmını zaten İstanbul’daki ailesine bırakmış. Bir
de buradaki masrafa dayanabilirler mi?”
diyerek geri çevirir.9
Sivas’tan Ankara’ya giderken,
durum Erzurum günlerinden daha da kötüydü. Sivas’ta; ulusal
mücadele için yaşamsal önemde kararlar alınmış, yeni devletin
temelleri atılmış ve Sivas halkı Kongre’ye sahip çıkmıştı.
Ancak, başarılan bu önemli işlere karşın, kongre
düzenleyicileri bakkala, fırına ödenecek paranın hesabıyla
uğraşmaktadır.
Mustafa Kemal,
parasızlığa değil, Sivaslıların kilometrelerce süren coşkun
karşılamasına (ve uğurlamasına) önem vermekte, sürekli para
bulunur demektedir. Bunu
derken, para bulma yöntemlerine de kısıtlamalar getirmektedir.
Örneğin bankalardan, Heyeti
Temsiliye olarak borç
alma önerisine; “düşmanlarımıza
yeni bir propaganda ucu veremeyiz. Bankaları soyuyorlar diye
söylemedikleri kalmaz. Başka çareler düşünelim”
diyerek10
karşı çıkmaktadır.
Kar
Altında Üstü Açık Araba
18
Aralık 1919’da, Ankara’ya doğru yola çıkılacaktır. Kongre
Binası’nın önünde büyük bir kitle, onu uğurlamak için
toplanmıştır. Uğurlayıcıların önemli bir bölümü, Temsil
Heyeti’ni at ya da
arabalarla kentin dışındaki köprü başına dek getirecektir.
Hava çok soğuk, her yer karla kaplıdır ve kar yağışı
sürmektedir. Otomobillerin üstü açık olduğundan ‘yolcular’
kar içindedir.11
İki aracın lastikleri dolma, biri
şişme iç lastiktir. Eski olan iç lastik, Kayseri’ye yakın
patladığında, dış lastiğin içine “paçavra
ve ot doldurulacaktır.”12
Benzin ve lastik, “haysiyet
kaygılarıyla karışık duygular içinde”
Amerikan okulundan sağlanmıştır.
Mazhar Müfit,
Sivas’tan hareket günü için anılarında şunları yazar: “Yarın
hareket ediyoruz. Bildiklerimizle vedalaştık. Bütün paramız, yol
için ancak yirmi yumurta, bir okka peynir ve on ekmeğe yettiğinden
bunları aldırdık. Banka müdürü bugün de işine gelmezse yolda
bütün bütün aç kalma ihtimali var.”13
Elde kalan son parayı azık için
harcayan Mazhar Müfit,
Mustafa Kemal’i kişisel
borçlanmaya izin vermesi için ikna etmiş ve valiliği döneminden
tanıdığı Osmanlı Bankası Müdürü’nün peşine düşerek,
kredi almaya çalışmaktadır.
Ancak, müdür gönülsüzdür ve
her arandığında “evinde
hastadır” yanıtı
alınmaktadır. Ricalarla getirtilir, karargahtan Yüzbaşı Bedri
Bey tüccar diye kefil,
Mazhar Müfit
ise borçlu olur ve 1000 lira alınır. İşlemler hareketten “beş
dakika önce biter”.
Şevket Sürayya Aydemir
“Tek Adam”
kitabında, bu tür sıkıntıları kastederek, “O
günler Mustafa Kemal’in hiç unutmadığı ya da hiç hatırlamak
istemediği günlerdir”
diyecektir.14
Kayseri’de
Coşkulu Karşılama
Sivas’tan
hareket edildiği 18 Aralık gecesi, yolda donma tehlikesi
geçirilerek15,
ertesi gün Kayseri’ye gelinir. Kayserililer’in ona ve birlikte
olduğu Heyeti Temsiliye
üyelerine gösterdiği ilgi ve coşkulu karşılama, herkesi
duygulandırmıştır.
Valiliği ve Belediye’yi ziyaret
eder, Raşit Efendi
Kitaplığı’nda halkla
bir toplantı yapar. 21 Aralık’ta kentten ayrılırken,
Kayserililer’e, gösterdikleri ilgi nedeniyle teşekkür bildirisi
yayınlar. Bildiride şunları söyler: “Kayserililerin
Heyeti Temsiliye’ye açtığı kardeşlik kucağı ve gösterdiği
içtenlik o kadar sıcak ki, minnet ve şükran duygularımızı
açıkça söylemeye gerek gördük. Kadın, erkek, çocuk; bütün
millet fertlerinin genel galeyan ve heyecan ile gösterdiği sevgi ve
içtenlik; Heyeti Temsiliye’yi oluşturanların kişiliklerine
değil, yöneldiği kutsal birlik anlayışına ve (herkesin
y.n.) anlaşarak bir araya
gelmiş olmasınadır.
(Bu nedenle y.n.) çok
değerli ve çok yüce bir niteliğe sahiptir… Yolumuza devam
ederken, Kayseri’nin, arkamızda Anadolu’nun bütün vatansever
coşkusunu içinde barındıran; güçlü, uyanık, yetenekli ve
içten bir milli merkez olduğunu düşünerek, her zaman kıvanç
duyacağız.”16
Hacıbektaş
Ziyareti
Kayseri’de
bir gün daha kalınması istemlerine karşın aynı gün yola çıktı.
O dönemde ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 30’unu oluşturan ve
Türk geleneklerine kıskançlıkla bağlı “üç-dört
milyon, belki de daha çok”17
Alevinin
kutsal saydığı Hacıbektaş’a
gidilecektir.
22 Aralık’ta, bir gün kalacağı
Hacıbektaş’a geldi ve Alevi önderi, Hacıbektaş Dergahı
Postnişin’i (postta oturan, tekkenin şeyhi) Çelebi
Cemalettin Efendi
ve Hacıbektaş Dede Postu Vekili Niyazi
Salih Baba’yla,
Kurtuluş Savaşı ve sonrası için görüşmeler yaptı. Son derece
aydın kişiler olan bu insanlara, girişilen savaşımın amaç ve
boyutunu anlattı. Her ikisi de ulusal devinimi destekleyeceklerini
bildirdiler. Çelebi
Cemalettin Efendi’yle
yapılan görüşmede, Cumhuriyet’ten bile söz edildi.18
Alevi önderler, sözlerinde
durdular ve inançlarıyla örtüşen ilkelere sahip olduğu için,
Kurtuluş Savaşı’yla Cumhuriyet devrimlerini desteklediler.
Toplumbilimci John
Kingsley Birge’nin,
“Cumhuriyet ve
Bektaşilik ilkeleri çakıştığı için, Cumhuriyet’in gelişi
bektaşilerce, amacın gerçekleşmesi olarak görülmüş ve tarikat
örgütlenmesine gerek kalmadığına karar verilmiştir”19
biçiminde tanımladığı bu destek, yaygın ve içten, genel bir
tutumdur.
Beşyüz
Yılda İlk Kez
Mustafa
Kemal, Samsun’dan
Havza’ya geldiğinde karşılayanlar arasında Çelebi
Cemalettin Efendi de
vardı. Gittiği her yerde gördüğü kitlesel desteğin içinde,
Aleviler önemli bir yer tutuyordu. Beş yüz yıldır belki de ilk
kez, Sünnisi ve Alevisiyle Anadolu Türkleri’nin tümü aynı
amaçla onun çevresinde birleşmişti. Kentlerde, köylerde onu
birlikte karşıladılar, birlikte konuk ettiler; çağrılarına
uyarak toplantılara, kongrelere derneklere birlikte katıldılar;
giriştiği savaşımda sonuna dek yanında olacaklarını
açıkladılar. Böylesi bir birliktelik, saray ve işgalciler için,
hiç beklemedikleri bir olaydı.
Alevi-Bektaşi ileri gelenleri daha
sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milletvekili olmaya
çağrıldılar ve milletvekili oldular. Bu olay da, o güne dek
görülmemiş bir gelişmeydi. İstanbul,
yüzyıllar boyu, Alevileri ancak; “sorgulamak,
sürgün etmek, vergi almak, tutuklamak ya da katletmek için”
aramıştı. Şimdi devletin en yüksek yönetim organında görev
almak için çağrılmışlardı.20
Çelebi Cemalettin Efendi,
Birinci Meclis’e milletvekili oldu ve Meclis Başkan Yardımcılığı
yaptı.21
Dersim’den (Tunceli) Diyap
Ağa, Hasan Hayri Bey, Mustafa Ağa, Mustafa Zeki Bey,
Erzincan’dan Girlevikli
Hüseyin Bey, Denizli’den
Hüseyin Mazlum Baba,
Kars’tan Pirzade
Fahrettin Bey, diğer
bazı Alevi milletvekilleriydi.22
Kurtuluş
Savaş’ında Aleviler
Kurtuluş
Savaşı’nda, millicilere karşı fetvalarla
çıkarılan gerici ayaklanmalar, Anadolu’daki Alevi varlığı
nedeniyle, belli bölgelerde sınırlı kaldı. Aleviler,
ayaklanmaların bastırılmasına olduğu kadar, yayılmasının
önlenmesine de katkı koydular.
“Komutan Atatürk”
adlı yapıtında bu konuya değinen General Celâl
Erikan; “bütün
milletin, padişah safında karşı devrime katılacağını”,
ancak bunu “ittihatçı
örgütlerle, Aleviliğin önlediğini” ve
“Kurtuluş Savaşı’nın bu sayede mümkün olduğunu”
ileri sürer. Erikan,
şöyle söyler: “Eğer
Türkiye bütünüyle ve birdenbire karşı-devrime girmemişse,
bunun iki nedeni vardır: Biri, Halifenin kızdığı eski İttihat
ve Terakkiciler, öteki inançları gereği Sünni Halife ve
fetvasına pek önem vermeyen Şia mezhebinden Alevilerdir.”23
Aynı konuya Mustafa
Kemal de değinir. 26
Haziran 1919’da Konya İkinci Ordu Müfettişliği’ne gönderdiği
telgraf, Aleviler’e verdiği önemi gösteren bir belgedir. Bu
telgrafta şunları söylüyordu: “Tokat
ve çevresinin İslam nüfusunun yüzde sekseni, Amasya çevresinin
de önemli bir bölümü Alevi mezhebindendir ve Kırşehir’deki
Baba Efendi Hazretlerine çok bağlıdırlar. Baba Efendi, ülkenin
ve ulusal bağımsızlığın bugünkü güçlüklerini görmede ve
yargılamada gerçekten yeteneklidir. Bu nedenle güvenilir kimseleri
kendisiyle görüştürerek Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak
derneklerini destekleyecek. Uygun gördüğü,
yörede etkili Alevilerin
Sivas’a gönderilmesini çok yararlı görüyorum. Bu konuda içten
yardımlarınızı dilerim.”24
Kırşehir
ve Gençlere Çağrı
24
Aralık’ta Kırşehir’e geldi. Her yerde olduğu gibi coşkulu
bir kitle tarafından karşılandı. Kırşehir
Gençlik Derneği’nde,
örgütlenmenin önemini vurgulayan ve gençleri, halkı örgütlemeye
çağıran anlamlı bir konuşma yaptı. Dernek anı defterine
“Sağlam ve yanılmaz
düşüncelerle donanmış”
Kırşehir gençliğinin, “vatan
gençliğinin değerli bir parçası”
olduğunu yazdı25
ve konuşmasında şunları söyledi: “En
önemli kurtuluş ilkesi; halkın örgütlenmesidir. Örgütlenmeyen
bir halk, saray karşısında, sömürgeciler karşısında yenilir,
ezilir. Öyle ise genç aydınlar! Halkın önüne düşeceksiniz.
Ulusal bilincin Ateşini yakacak ve Türk halkını Bağımsızlık
Savaşımızın halkasında örgütleyip, birleştireceksiniz. Bu
örgütlenmeden nereye çıkacağız? Bu örgütlenmeden halkın
yüzyıllardan beri özlediği, halk devleti yoluna çıkacağız. Bu
halk hareketini, bir ulusal devlet haline getireceğiz... Kırşehir
gülü gibi toprağa, halka bağlı, yeni bir Türk devleti.”26
DİPNOTLAR
- “Tarih IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3. Bas., İstanbul-2001, sf.319
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8. Bas., 1981, sf.29
- “Nutuk”, M.Kemal Atatürk, II.Cilt, T. T. K. Bas., 4.Bas., Ank.-1999, sf.879
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8. Bas.,1981, sf.111
- “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, I.Cilt, T. T.K. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.169
- a.g.e. sf.171
- a.g.e. sf.173-176
- “Atatürk’ün Söylevleri” T. Dil Kur. Yay.-277, Ank. Üni. Bas., Ank.-1968, sf.163-164
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8. Bas.,1981, sf.127-128
- “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.481
- a.g.e. sf.488
- a.g.e. sf.490
- a.g.e. sf.490
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, 1981, sf.140
- “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, II.Cilt, T. T.K. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.491
- “Atatürk’ün Bütün Eserleri” 5.Cilt, Kaynak Yay., 2001, sf.380
- “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.492
- “Atatürk ve Aleviler”, Cemal Şener, Ant Yay., 5.Bas.,1994, sf.64
- “Tarih Boyunca Bektaşilik” Doç.Dr.Yaşar Nuri Öztürk, sf.201; ak. Cemal Şener, ”Atatürk ve Aleviler” Ant Yay., 5.Bas., İst.-1994, sf.16-17
- “Atatürk ve Aleviler”, C.Şener, Ant Yay., 5.Bas.,1994, sf.69
- “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, II.Cilt, T. T.K. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.492
- “Atatürk ve Aleviler”, C.Şener, Ant Yay., 5.Bas., 1994, sf.73
- “Komutan Atatürk” (G).Celal Erikan, sf.584; ak. D.Avcıoğlu, “Milli Kurtuluş Tarihi” III.Cilt, İstanbul Bas., İst.-1974, sf.993
- “Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları” Mustafa Konar, I. Cilt, Kültür Bak. Yay., Ankara-1994, sf.94
- “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U.Kocatürk, T.İş B.Yay., Ank. sf.124
- “Atatürkçü Olmak”, Ceyhun Atuf Kansu, Bütün Eserleri, No:5, Bilgi Yay., sf.28
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder