Osmanlılar;
uzun süre Türk
Takvimi’yle,
Hicri
Kameri
takvimi birlikte kullandılar. I.Mahmut
döneminde, 1740’da, Hicret
tarihinden başlayan, ancak Güneş yılı esasına dayanan ve
yılbaşı 1
Mart
olan Rumî,
Malî
ya da Hicri
Şemsi
denilen yeni bir takvim daha kullanılmaya başlandı. Devlet,
1917’de savaş sırasında, Gregoryen
takvimi de kullandı ve takvim konusu tam bir karmaşa durumuna
geldi. Osmanlı ülkesinde, aynı anda altı tür takvim
kullanılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti, 26
Aralık 1925’te
çıkardığı yasayla karmaşaya son verdi ve dünyanın büyük
bölümünde kullanılmakta olan Gregoryen
esasına dayalı Miladi
Takvim’i
kabul etti.
Hicri-Arabî Takvim
Türkiye
Büyük Millet Meclisi, 26 Aralık 1925’te, 698 sayılı
“Türkiye’de
Takvimde Tarih Başlangıcının (Mebdeinin) değiştirilmesi
(Tebdili)”
adlı bir yasa çıkardı. Yasayla, Rumî
takvim uygulamasına son veriliyor, dünyanın büyük bölümünde
kullanılmakta olan Miladî takvime geçiliyordu.
Uluslararası
ilişkilerde ortak bir takvimin kullanılması konusunda o güne dek
birçok çalışma yapılmış, önemli gelişmeler sağlanmış
ancak sorunlar tam olarak aşılamamıştı. Sömürgeci politikalar
nedeniyle dünyaya yayılmış olan Batılıların kullandığı
takvim, doğal olarak en yaygın olanıydı ve önemli oranda ortak
takvim durumuna gelmişti.
Takvim
konusu, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, birçok başka
konu gibi karmaşa durumundaydı. İmparatorluk uyrukları içinde;
Müslümanlar Hicri
ya da Arabî
denilen Hicrî-Kamerî
Takvim,
devlet “Mali
ya da Şemsî”
denilen Rumi
Takvim,
Rum ve Ermeniler Ortadoks
Takvimi,
Katolik Latinler Gregoryen
Takvimi,
Museviler ise İbranî
Takvimi
kullanıyordu.1
Takvimdeki
Karmaşa
Hz.Muhammet’in
Medine’ye göç tarihi olan 1 Muharrem (16 Temmuz) 622’yi
başlangıç kabul eden Hicrî-Arabî
takvim, İslam ülkelerinde kullanılan ve Ay’ın
devinimlerine (hareketlerine) göre düzenlenen bir takvimdi.
Bu
takvime göre, Ay’ın
hilâl biçimde göründüğü gece, ayın ilk günüydü ve Ay’ın
yeniden hilâl biçiminde görünüşüne dek geçen süre bir aydı;
bir yıl 12 kamerî
aydan oluşuyordu. Ay,
Dünya çevresindeki dönüşünü 27,5 günde bitirmesine karşın,
bir kamerî
ay 29,5 gün kabul ediliyor, bu kabul, kamerî
yılın, 365 gün olan günümüzdeki miladî
yıldan 11 gün eksik olmasına yol açıyordu.
Her
33 Kamerî
yıl, 32 miladî
yıla eşitti; “Hicrî-Kameri
takvime göre 33 yaşında olan bir kişi, Miladî takvime göre 32
yaşında oluyordu.”2
Dönemler Güneş
yerine Ay
devinimlerine bağlı olarak belirlendiği için mevsim dönüşümü
bilimsel bir saptamaya dayanmıyordu. Örneğin, Ramazan
Ayı
bazen kışa denk gelirdi. İlkbaharda doğan bir kişi, 18. yaş
gününü sonbaharda kutlardı.
Türklerde
Takvim
Türkler,
Müslüman olmadan önce, kökleri eskiye giden ve Güneş
devinimlerine dayanan, Orta
Asya Türk Takvimi
kullanıyordu. On
İki Hayvanlı Takvim
adı verilen ve Türkî,
Uygur,
Hıta,
Salî
Türkân
ya da Tarihi
Türkistan
adlarıyla da anılan bu takvimde; bir gün, çağ
adıyla on ikiye, bir yıl ay
adıyla yine on iki eşit bölüme ayrılıyordu. Türkler Güneş
esasına dayanan takvimi, Abbasiler başta olmak üzere birçok İslam
devletine taşımış, buralarda Ay
ve Güneş
devinimlerine göre düzenlenen iki tür takvim uygulamışlardı.
Selçuklular,
Türk Takvimini Celali
Takvimi
adını vererek geliştirmiş; İlhanlılar, birkaç değişiklik
yaparak bu takvime İlhan
Takvimi
adını vermişti. İran ve Afganistan’da bugün kullanılan ve
yılbaşına nevruz
adını veren takvim, Celali
Takvimi’nin
küçük değişiklikler görmüş bir uzantısıydı.3
Miladi
Takvim Geliyor
Bugün
Türkiye’nin de kullandığı ve dünyanın en yaygın takvimi
durumundaki Gregoryan
Takvimi,
M.Ö.46 yılında Roma İmparatoru Julius
Sezar’ın
hazırlattığı Jullius
Takvimi’ne
dayanıyordu. Adını Sezar
vermişti ama takvimi geliştiren İskenderiyeli Gökbilimci
Sosigenes’ti.
M.S.325’te, İznik Konsili bu takvimi, Türk
Takvimi’ndeki
gibi Güneş devinimlerini esas alarak geliştirmiş, Papa
13.Gregorius
1582’de yeniden düzenlemişti.
Gregoriyen
Takvimi’ni
1582’de Fransa, 1752’de, İngiltere, 1776’da Amerika Birleşik
Devletleri, 1918’de Sovyetler Birliği kabul etmişti. İlk üç
devlete bağlı olarak sömürge ve yarı sömürgelerde de kabul
edildiği için, bu takvim dünyanın en yaygın takvimiydi.
Hıristiyanların
kullanması nedeniyle bir Hıristiyan
takvimi
gibi algılanmıştı, oysa, M.Ö.46’ya dek giden ve etkilenmelerle
dolu uzun bir evrime dayanıyordu. Bu takvimin Hıristiyanlıkla
ilgisi, diğer eski takvimler gibi “dini
bayramların saptanmasıyla”
sınırlıydı. Güneş çevrimi koşullarını Türk ve Hint
takviminden almıştı. Yılbaşını 1
Ocak
olarak saptayanlar Hıristiyanlar değil, çok tanrılı Roma’ydı.
Sezar,
yılın ilk gününü 1
Mart’tan,
1
Ocak’a
almıştı. Hıristiyan dünyası, 1
Ocak’ı
yılın birinci günü olarak 1752’de kabul etmişti.4
Osmanlıda
Durum
Osmanlılar;
uzun süre Türk
Takvimi’yle,
Hicri
Kameri
takvimi birlikte kullandı. I.Mahmut
döneminde, 1740’da, Hicret
tarihinden başlayan, ancak Güneş yılı esasına dayanan ve
yılbaşı 1
Mart
olan Rumî,
Malî
ya da Hicri
Şemsi
denilen yeni bir takvim daha kullanılmaya başlandı.
Devlet,
1917’de savaş sırasında, Gregoryen
takvimi de kullandı ve takvim konusu tam bir karmaşa durumuna
geldi. Osmanlı ülkesinde, aynı anda altı tür takvim
kullanılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti, 26 Aralık 1925’te
çıkardığı yasayla karmaşaya son verdi ve dünyanın büyük
bölümünde kullanılmakta olan Gregoryen
esasına dayalı Miladi
Takvim’i
kabul etti.
Yasal
Düzenleme
Kabul
edilen yasayla, Hicrî-Kamerî
Takvim
günlük yaşamdan çıktı ancak tümüyle yok olmadı. Dini
bayramları ve kutsal günleri belirlemek için kullanımı
sürdürüldü. Ancak, bu belirlemeyi, güçlüğü nedeniyle
yalnızca uzmanlar yapabiliyordu.
Miladî
Takvim’le
yılda 11 günlük süre ayrımı olduğu için, hicrî
yıla miladî
yıl eklenerek yıllar birbirine kolayca dönüştürülemiyordu.
Örneğin miladî
1917, hicrî
1333’e
denk geliyor ancak 1983, 1399 olmuyor, 1401 oluyordu. Bu hesabı
yapmak için, “takvim
dönüşüm cetvellerine bakmak ve çetin hesap işlerine girişmek”
gerekiyordu.5
Bitmeyen
Karşıtçılık (Muhalefet)
Takvim
konusundaki değişim, doğal olarak, yine tutucuların bağnaz
tepkisiyle karşılaştı ve takvim yenileme işi, “dini
kutsallıklar içine sokulmaya çalışılarak”6
karşıtçı siyasetin kullandığı bir araç durumuna getirilmek
istendi.
Kimi
Cumhuriyet karşıtları, takvim değişimini, “yabancılaşmaya
yol açan”
bir girişim ve “dinden
uzaklaşma”
olarak göstermeye çalıştı. Oysa yapılan iş yalnızca,
uluslararası kullanımı olan bir uygulamanın Türkiye’de kabul
edilmesiydi; teknik bir sorundu.
Sonuçta,
kökeninde Türklerin çok eskiden beri kullandığı Güneş
dönencesinin
bulunduğu, bir takvim kabul edilmişti. Kültürel özgünlüğe her
şeyden çok önem veren Mustafa
Kemal,
bu nedenle, “bizim
Avrupa ve Asya’ya bakış ilkemiz farklı değildir. Her ikisinin
de en iyi yönlerini alacağız ve bağımsızlığımızı
koruyacağız. Her şeye, yalnızca Türk çıkarlarını gözeterek,
Türk görüş açısından bakacağız” diyordu.7
Takvim konusunda da böyle yapmıştı.
Zamanı
Ölçmek
26
Aralık 1926’da çıkarılan ikinci bir yasayla, takvimle birlikte
uluslararası
saat
uygulamasına geçildi. Gece-gündüz, bir günü zaman dilimlerine
ayıran saat saptaması, aynı takvim gibi, tarih boyunca değişik
biçimlerle yapılmış ve uygulanmıştı.
Türkler,
Araplar ve İranlılar güneş,
kum
ve su
saatini
Antik Çağ’dan beri kullanmışlar, zaman belirlemede, dönemlerini
aşan ileri uygulamalar geliştirmişlerdi. Harun
Reşit’in
M.S.806’da Avrupa’ya armağan olarak gönderdiği saat,
Avrupalıların o güne dek görmedikleri kadar “güzel”
ve gelişkindi.8
Osmanlılar,
mekanik saati 16.yüzyılda, kendilerine özgü yöntemlerle
geliştirmişti. Türk saat ustalarının incelikli yapıtları,
teknik özellikleriyle, altı yüz yıllık usturlap
(gök cisimlerinin yüksekliğini ölçmekte kullanılan araç)
geleneğinin özgün örnekleriydi.9
Mevlevi ustaların yaptığı saatler, biçim ve işleyiş olarak
dikkat çekiyor; her saat, ustasının imzasını ve yapım tarihini
taşıyordu.
Osmanlıda
Durum
Osmanlı
İmparatorluğu’nun, Batıya bağlı ekonomik çöküşü, doğal
olarak üretimsizliğe ve yoksullaşmaya neden oldu. Dışa bağlı
yoksullaşma ise, iyi işleyen her şeye olduğu gibi, saatçiliğe
de büyük zarar verdi. Saatler, Avrupa’dan gelmeye başladı ve
korumasız kalan saatçilik hızla ortadan kalktı.
Saatle
birlikte, kuşkusuz uygulama biçimleri de gelecekti. Kısa bir süre
içinde; ülkede iş yapan Avrupalılara, azınlıklara ve
Müslümanlara ait, birbirinden değişik saat uygulamaları ortaya
çıktı. Artık, kamu kuruluşlarının, yabancı şirketlerin ya da
dinî cemaatlerin kendilerine göre bir saati vardı. Oluşan saat
karmaşası içinde, mevsimlere göre değişen ve güneşin
doğuşuyla batışına bağlanan genel yaklaşımlı “alaturka
saat”,
günün gereksinimlerine yanıt veremez duruma gelmişti.
Uluslararası
Düzenleme
20.yüzyıla
gelindiğinde, ülkeler arası saat ayrımının birlikte saptanması
için, birçok ülkenin onayladığı ortak bir saat düzeni kabul
edilmişti. Buna göre, bir boylam (meridyen), tarih değiştirme
çizgisi olarak belirleniyor, diğer boylam aralıkları esas
alınarak ve başlangıç boylamından başlayarak saat ayrımları
saptanıyordu.
Türkiye,
saatte yaşadığı karmaşa nedeniyle, bu basit uygulamayı bile,
herkesi kapsayacak biçimde gerçekleştiremiyor, uluslararası saat
düzeninin dışında kalıyordu. Oysa, bu düzene katılmak ve
uluslararası ilişkilerde yaşanan güçlükleri ortadan kaldırmak
zorundaydı. 26 Aralık’ta kabul edilen yasa bunu yapmıştı.
Haftalık
Dinlence (Tatil)
TBMM,
2 Ocak 1924’te kabul ettiği bir başka yasayla, “Müslüman
ülkeler içinde ilk kez”10
haftada bir gün dinlenmeyi zorunlu kıldı; ülkenin tümünde cuma
günleri artık çalışılmayacaktı. O güne dek, hangi inançtan
olursa olsun her dini topluluk istediği gün ya da günlerde
dinleniyor, iş yerini dilediği zaman kapatabiliyordu.
Herhangi
bir yasaya bağlı olmadan; Hıristiyanlar Pazar,
Museviler Cumartesi,
Müslümanlar da Cuma
günü çalışmıyordu. Bu durum, ticarette ve akçalı (mali)
piyasalarda haftanın üç günü, çalışma veriminin düşmesi
demekti. Çalıştığı banka kapalı olan tüccar ya da tüccara
mal getiren üreticiler, ayrı dinlerdense üç gün ticari
iletişimsizlik içine giriyordu. Bu durum düzeltilmeliydi, yasa bu
nedenle çıkarılmıştı.
Yine
Karşıtçılar
Yenilik
karşıtları bu yasaya da karşı çıktılar, “haftada
bir gün çalışmamanın ekonomiye ağır bir darbe!”
vuracağını söylediler, “Türkiye’nin
dinlenmeye değil, daha çok çalışmaya ihtiyacı var!”
diyerek amaçlı eleştiriler yaptılar. Kimi din adamları,
“Müslümanların
Cuma günü topluca işi bırakmalarının”
şeriat kurallarına aykırı olduğunu ileri sürdü, “diğer
dinler gibi davranmak, İslamiyete saygısızlıktır”
diyen açıklamalar yaptı.11
Dinlenmeyi
“zorunlu
bir toplumsal gereksinim”
olarak gören Ankara, bu tür eleştirilere önem vermedi,
başlangıçtaki güçlüklere karşın, yasayı dikkatlice uyguladı.
Hıristiyanların Pazar,
Musevilerin Cumartesi
günü kapattıkları işyerlerinin açtırılması gerekiyordu.
Azınlık esnafa, hiç alışık olmadığı bu uygulama ters
geliyordu. O güne dek Pazar
günü çalışmayan Beyoğlu
ve Galata
bankaları, Cuma
günü kapanmaları nedeniyle, yeni yasa gereği, “kaybolan
iş saatlerinin zararını gidermek için”
Pazar
sabahları gişelerini açmak zorunda kalmıştı.
Yabancı
şirketler, o dönemde henüz kalkmamış olan Düyunu
Umumiye,
Tütün
Rejisi
gibi büyük işletmeler, başka günler gibi Pazar
günü de çalışmayı sürdürdüler. Museviler, işyerlerine ya
güvendikleri Türk ya da Hıristiyan eleman alıp, Cumartesi
günü işyerlerini onlara açtırdılar ya da Cumartesi
de çalıştılar. Yahudi ve Hıristiyanlara ait okullar, ders
programlarını ve eğitim günlerini değiştirdiler.12
“Cumadan
Pazara”
Cuma
günü
“zorunlu
hafta tatili uygulaması”
başarıyla uygulandı ancak zaman içinde ve uluslararası tecimsel
(ticari) ilişkilere bağlı olarak, önemli aksamaların olduğu
görüldü. Avrupa’yla tecim gelişiyor, akçalı ve ekonomik
ilişkiler artıyordu. Avrupa ve Türkiye’deki şirket ve bankalar,
karşılıklı olarak, dinlence günleri olan Cuma
ve Pazar
günleri birbirleriyle ilişki kuramıyordu. Buna Cumartesi
için Museviler de eklenince, durum daha da karışıyordu.
Karışıklığa
çözüm getirmek için, 27 Mayıs 1935’te, hafta dinlencesi
Cuma’dan
Pazar’a
alındı. Cumhuriyet yönetimi, ülkede artık yüksek bir güce
ulaştığı için, bu değişime herhangi bir karşı çıkış
olmadı.
Ölçü
Birimleri
Uluslararası
ilişkilerde uyum sağlamak için bir başka yenilik, ölçü
birimleri
konusunda yapıldı. 26 Mart 1931’de çıkarılan 1782 sayılı
yasayla, dünyada yaygınca kullanılan ölçüler kabul edildi.
Fransızların 1799’da yasalaştırıp daha sonra dünyaya yaydığı
ve bugün “Uluslararası
Birimler Dizgesi (Sistemi)”
adını alan “metre
dizgesi”
kabul edildi.
Eskiden
gelen arşın
(68 cm), fersah
(kara
fersahı 2,63 mil) gibi ölçü birimleri bırakıldı. Yerine metre
ve onluk katlarından oluşan ölçü birimleri kabul edildi. Hacim
ve alan
ölçümleri, bu birimlerle yapılmaya başlandı.
Aynı
yasayla ağırlık,
alan
ve hacim
ölçü birimleri de değiştirildi. Dirhem
(3,207 gram) ve okka,
(1,282 kilogram) yerine; gram,
kilogram
ve ton
gibi ağırlık ölçüleri getirildi.
DİPNOTLAR
- Büyük Larousse, Gelişim Yay., 18.Cilt, sf.11180
- “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Y., 2.B., sf.145
- Büyük Larousse, Gelişim Yay., 18.Cilt, sf.11180
- a.g.e. sf.11180
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.243
- a.g.e. sf.243
- “Atatürk” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.209
- Büyük Larousse, Gelişim Yay., 18.Cilt, sf.1004
- a.g.e. 16.Cilt, sf.1004
- “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.B., sf.149
- a.g.e. sf.150-151
- a.g.e. sf.151
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder