1945-1950
arasında temelleri atılan ve daha sonraki dönemlerde etkisi ve
uygulama alanı genişleyerek sürdürülen ABD’ye bağımlılık,
resmi politikaya o denli yerleşmiştir ki; ihtilaller, darbeler
dahil hiçbir yönetim değişikliği bu politikayı
değiştirememiştir. ABD için Ortadoğu, “siyasi,
askeri ve ekonomik çıkarların birleştiği kavşaktır ve yaşamsal
önemdedir”.
Bu nedenle Amerikalılar, Türkiye’yi “hiçbir
koşulda bırakılmayacak”
bir ülke olarak görür. Yüzyıl başında askeri güçle
elegeçirilmek istenen Türkiye, bugün siyasi ve ekonomik
ilişkilerle elegeçirilmiş, emperyalizm içsel bir olgu durumuna
gelerek ülke içine yerleşmiştir.
“Göz Kamaştıran Ülke”; ABD
ABD, İkinci Dünya
Savaşından Batı Dünyasının önderi olarak çıktı. Savaşın gerçek galibi, ‘gelişmenin,
barışın ve demokrasinin’ simgesi olarak ‘göz kamaştırıcı’ bir varsıllık
içindeydi. Onunla iyi ilişkiler kurmak, dost olmak ve yardımına ‘hak
kazanmak’, ‘hür dünyaya’ katılarak, ‘özgür ve uygar’ olmanın,
kaçırılmaması gereken fırsatıydı. Dünyanın büyük bölümü böyle düşünüyordu. ABD
ve Amerikan yaşam tarzı, tüm dünyayı saran bir modaydı.
Oysa bu
‘moda’nın arkasındaki gerçek, yoksul ve güçsüze yaşam şansı vermeyen genel,
yaygın, örgütlü ve güce dayanan yeni bir dünya düzeniydi. Bu düzenin ekonomik
ve politik amaçları içinde; azgelişmiş ülkelerin kendi geleceklerini belirleme,
ulus çıkarlarına sahip çıkma ya da bağımsızlığını koruma gibi kavramlara yer
yoktu. Yeni düzen bunları yok etmek üzere geliştirilmişti.
Türkiye, Yeni
Dünya Düzeni’ne katılmada dünyadaki bütün azgelişmiş ülkeler içinde en özenili
(hevesli) ülke olmuştur. Daha 20 yıl önce, emperyalizme karşı dünyadaki ilk
başkaldırı devinimini başarmış olan bir ülkenin, bu durumu, gerçek anlamda bir üzünçlü
(dramatik) durumdur. Kemalist kalıtın (mirasın) yadsınmasıdır.
Karşılama ve
Söylenenler
Amerikan donanmasının Missouri
Zırhlısı, 5 Nisan 1946 günü İstanbul’a geliyor ve büyük törenlerle
karşılanıyordu. O günlerde TBMM’de inanılması güç konuşmalar yapılıyor, Atatürk’ün
tüm yaşamını adayarak sağladığı tam bağımsızlık, ulusal onur gibi kavramlar
adeta yok sayılıyordu. Başbakan Şükrü
Saraçoğlu, o günlerde, Amerika’ya 4.5 milyon dolarlık borcun
ödenmesi üzerine yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: “Hepimiz inanıyoruz
ki, biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddi kısmını ödüyoruz.
Amerika’ya, bir de manevi borcumuz vardır ki; onu da, hürriyet, adalet, istiklâl ve insanlık davalarında Amerika’nın
bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye çalışacağız.”1
Aynı günlerde, CHP İstanbul
Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver ve CHP Bursa Milletvekili Muhittin
Baha Pars ise Meclis’te şunları söylüyorlardı: H.Suphi Tanrıöver;
“Dünyaya ışık nereden geliyor? Bu ışığın bir kaynağı var. Işık Amerika’dan
geliyor. Ümit nereden geliyor, Amerikadan
geliyor.”2 M .Baha
Pars: “Bugün bu büyük milletin,
Amerika’nın insanlığa yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür
ederken, peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosvelt’i ve onun halefi olan,
kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle selamlarım.”3
Batıcılık
Tutkusu
Pek çok kimse, Türkiye’nin
Batıya bağlanmasına; Sovyetler Birliği’nin II.Dünya Savaşı sonrasında
süresi biten 1925 Türk-Sovyet anlaşmasını yenilememesi ve Türkiye’den kabul
edilemez toprak isteğinde bulunmasının neden olduğuna inanır.
Bunun etkisi
olduğu açıktır. Ancak, gerçek ve belirleyici neden bu değildir. O günlerde
Türkiye’yi yönetenler yetkilerini, ulusal tam bağımsızlık olan Kemalizmden
yana değil, Batıya bağlanmaktan yana kullanmıştır. Bu durum, onların bilinç
düzeyi ve bu düzeyin oluşturduğu dünya görüşünün doğal sonucuydu.
1939 Üçlü
Bağlaşma Anlaşmasıyla başlayan Batıya bağlanma süreci, savaşın bitmesi ile
olağanüstü hız kazandı. Türkiye, toplumsal düzeyi, siyasi alt yapısı yeterli
düzeyde olmamasına karşın, ABD’nin dayatması ile önce çok particiliği kabul
etti ve 24 Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler’e girdi.
BM’den sonra
kurulan hemen tüm uluslararası örgütlere; inceleme yapmadan, araştırmadan ve
bilgi sahibi olmadan üye oldu. 14 Şubat 1947’de Dünya Bankası, 11 Mart 1947 de
IMF, 22 Nisan 1947’de Truman Doktrini, 4 Temmuz 1948’de Marshall Planı, 18
Şubat 1952’de NATO, ve 14 Aralık 1960’da OECD’ye katıldı.
Bunlardan
başka sayısını ve niteliğini bile tam olarak bilinmeyen, çok sayıda ikili
anlaşmaya imza attı. Gümrük Birliği Protokolü’yle kapılarını
AB’ne açtı. Türkiye’nin katıldığı tüm uluslararası anlaşmaların ortak özelliği,
Batıya bağımlılığın arttırılması ve hükümranlık haklarının törpülenmesidir.
Törpülenmenin ulaştığı düzey bugün, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemini
aratacak düzeydedir.
İkili Anlaşmalar
ABD ile yapılan ilk ikili
anlaşma, daha savaş bitmeden yapılan ve 23 Şubat 1945 tarihinde imzalanan
anlaşmadır. Borç verme ve kiralamalarla ilgili olan bu anlaşma, TBMM de 4780
sayıyla yasalaşmıştır. Anlaşmanın temel özelliği; adının Karşılıklı Yardım
Anlaşması olmasına karşın, ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabul
edilmesi ve Türkiye’yi ağır yükümlülükler altına sokmasıdır.
Anlaşmada,
koruyucu hükümler olarak yer alan başlamlarla (maddelerle), Türkiye’nin değil,
hiçbir yükümlülük altına girmeyen ABD’nin hakları koruma altına alınmaktadır.
Anlaşmanın 2.başlamı şöyledir: “T.C. Hükümeti, sağlamakla görevli olduğu
hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ne temin edecektir.”4
Böyle bir başlamın bağımsız iki ülke arasında yapılan bir anlaşmada yer alması
elbette olanaklı değildir. T.C.Hükümeti, ABD’ne hizmet sunmakla görevli olacak
ve bu görevin sınırı da belli olmayacaktı.
Borçlanma
Anlaşması
İkinci anlaşma, 27 Şubat
1946 tarih ve 4882 sayılı yasayla kabul edilen bir kredi anlaşmasıdır. Bu
anlaşmanın özü dünyanın değişik yerlerinde ABD’nin elinde kalan ve ülkesine
geri götürmesinin gideri yüksek olan, eskimiş savaş artığı gereci (malzemeyi)
satın alması koşuluyla Türkiye’ye 10 milyon dolar borç verilmesidir. Bu
anlaşma, Türkiye’yi her yönden bağımlı kılacak anlaşmalar dizisinin
öncülerindendir ve ağır koşullar içermektedir. Anlaşmanın I.bölümü şöyledir:
“T.C.
Hükümeti, ABD Dış Tasfiye Komisyonu’nun Türkiye dışında satışa çıkardığı,
kullanım fazlası malzeme ve donatımlardan, ihtiyaçlarına denk düşenleri satın
almak istediğinde, bu alımın 10 milyon dolarlık bölümü için, iki hükümet
aşağıdaki maddeleri kabul etmişlerdir;
I. ABD,
Türk Hükümetine bu alımlar için 10 milyon dolar kredi verecektir.
II.
Türkiye Hükümeti kullanılan kredinin tamamını, on eşit taksitte, yıllık 2,3/8
oranı üzerinden hesap edilen faizle ve dolar olarak ödemeyi kabul eder.
III.
Birleşik Devletler, faiz dahil olmak üzere bu taksidin resmi rayiç üzerinden
Türk Lirası olarak ödenmesini de isteyebilecektir. Türk Lirası ödemeler,
T.C.Merkez Bankası’nda özel bir hesaba yatırılacak ve Birleşik Devletlerin
arzusuna göre;
-Kültürel,
Eğitimsel ve İnsani amaçlara,
-Birleşik
Devletler tarafından Türkiye’de kullanılan memurların harcamalarına tahsis
edilecektir.”5
ABD bu
anlaşmayla çok yönlü kazançlar elde etmektedir. Elindeki savaş artığı gereci
satmakta, Türkiye’yi bu gereçlere ait yedek parça bağımlısı yapmakta ve
Türkiye’de etkinlik gösterecek Amerikalı görevlilerin giderlerini
karşılamaktadır. Bu işler için hiçbir harcama yapmamaktadır. Kültürel, insani
ve eğitimsel etkinliğin ne anlama geldiği bugün daha iyi bilinmektedir. Kimlere
ya da hangi örgütlere ne miktarda ve ne amaçla yapıldığını yalnızca
Amerikalıların bildiği yardımlarla, ABD Türkiye’deki gücünü hızla arttırmış,
toplumun her kesiminden kendisine bağlı insan yetiştirmiştir.
Savaş Artığı
Malzeme
Anlaşmanın ikinci bölümünde
de Türkiye için kabul edilemez nitelikte hükümler vardır. İkinci bölümün
birinci başlamı şöyledir; “ABD Dış Tasfiye komisyonu, Türk Hükümetine
satacağı malzemelerin fiyatlarının envanterini ve listelerini verecektir. Satış
fiyatı ilgili mümessiller tarafından görüşülecektir. Türk Hükümeti tarafından
malzemenin bulunduğu yerden ve bulunduğu gibi alınacaktır. Alınan malzemenin
mülkiyeti Türkiye’ye geçmeyecek, ABD hükümeti alınan malzeme için herhangi bir
teminat vermeyecektir.”6
Anlaşmaya
göre Türkiye, satın almak istediği gereci yerinde nasılsa, kırık, bozuk,
işlemez ya da onarımı gerekse de alacak, ABD bozukluklar için herhangi bir yükümlülüğe
girmeyecektir. Ayrıca satın alınan gerecin iyelik (mülkiyet) hakkı
Amerikalılarda kalacaktır. Çünkü, 23 Şubat 1945 tarihli ilk anlaşmanın 5.başlamına
göre, Türkiye ABD Başkanı gerek görürse, bu malzemeleri, parası ödenmiş bile olsa
geri vermeyi kabul etmiştir.
Bu
anlaşmanın, bağımsız ülkeler arası ilişkilerde değil, sıradan ticari
ilişkilerde bile yeri olamayacağı açıktır. Anlaşmanın imzalandığı 1947 yılında Atatürk’ün
“en yakın çalışma arkadaşı” İsmet İnönü Cumhurbaşkanıdır. O günlerde
devlet hazinesinde 245 milyon dolarlık altın ve döviz stoğu vardır. Kurtuluş
savaşının kazanılmasının ardından 25, Atatürk’ün ölümünden ise yalnızca
9 yıl geçmiştir.
Anlaşmalar
Seti
Türkiye 1950’ye dek, ABD
ile; 7 Mayıs 1946 tarihli Borçların Tasfiyesi ile İlgili Anlaşma, 6
Aralık 1946 tarihli Kahire Anlaşmasına Ek Anlaşma, 12 Temmuz 1947
tarihli Askeri Yardım Anlaşması ve 27 Aralık 1949 tarihli Eğitim İle
İlgili Anlaşmalar imzalamıştır. Bu anlaşmalar, Türkiye’nin bağımsızlığını
büyük oranda ortadan kaldırarak ABD’ni içsel bir olgu durumuna getiren elli
yıllık sürecin temelini oluşturur. Diğer tüm anlaşmalar, bu temel üzerinde çeşitlendirilmiş
ve yaygınlaştırılmıştır. Bunlardan Askeri Yardım ve Eğitim İle İlgili
olanlarının koşulları özellikle dikkat çekicidir.
Satın Aldığı Malı Kullanamama
Askeri Yardım Anlaşması, 1952’de yapılacak NATO ile
ilgili ikili ve çok yanlı anlaşmaların ön hazırlığı niteliğindedir. Belirgin
özelliği, önceki anlaşmalarda olduğu gibi, ABD’nin belirleyici olmasıdır. Bu
anlaşmanın 2.başlamı şöyledir: “Türkiye Hükümeti yapılacak yardımı, tahsis
edilmiş bulunduğu amaç doğrultusunda kullanabilecektir. Birleşik Devletler
Başkanı tarafından atanan... Misyon şefi ve temsilcilerinin görevlerini
serbestçe yapabilmesi için, Türkiye Hükümeti her türlü tedbiri alacak, yardımın
kullanılışı ve ilerleyişi hakkında istenecek olan her türlü bilgi ve gözlemi,
her türlü kolaylık ve yardımı sağlayacaktır.”7
Bu
anlaşmanın olumsuz sonucunun ne anlama geldiğini Türkiye 17 yıl sonra karşısına
çıkan somut ve acı bir gerçekle öğrenecektir. 1964 Kıbrıs bunalımında, Kıbrıslı
Türkleri korumak için son umar (çare) olarak yapılması düşünülen askeri eylem,
ABD tarafından bu anlaşmanın 2.ve 4.başlamı gerekçe gösterilerek önlenmiştir.
ABD Başkanı Johnson,
o zaman başbakan olan İsmet İnönü’ye ünlü mektubunu göndermiş ve bu
mektupta şunları yazmıştı: “Bay Başkan, askeri yardım alanında Türkiye ve
Birleşik Devletler arasında yürürlükte olan iki taraflı anlaşmaya dikkatinizi
çekmek isterim. Türkiye ile aramızda var olan, askeri yardımın veriliş
hedeflerinden başka amaçlarla kullanılması için, Hükümetinizin Birleşik
Devletlerin iznini alması gerekmektedir. Hükümetiniz bu koşulu tamamen anlamış
olduğunu, çeşitli kereler, Birleşik Devletler’e bildirmiştir. Var olan koşullar
altında, Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdahalede Amerika tarafından
verilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına, Amerika Birleşik Devletleri’nin
izin vermeyeceğini, size bütün samimiyetimle ifade etmek isterim.”8
Sömürgecilik
döneminin biçemiyle (üslubuyla) yazılan mektup, içerik olarak da çok ağırdır
ancak ne ilginçtir ki İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde
imzalanan bir anlaşmaya dayanmaktadır. Johnson Mektubu’nun, ulusal
bağımsızlığın 1964’de geldiği noktayı gösteren somut bir belge olması açısından
tarihsel bir önemi vardır. Mektubun doğrudan tarafı olan İsmet İnönü,
imzalattığı anlaşmanın ne anlama geldiğini bilmiyor olacak ki, söylemde sert
tepki gösterecek ve “Yeni bir dünya kurulur Türkiye oradaki yerini alır”
diyecektir.
Aynı İnönü,
Bu mektubun yazılmasına yasal zemin oluşturan 12 Temmuz 1947 tarihli ikili
anlaşmanın imzalandığı gün, Cumhurbaşkanı olarak yayınladığı iletide (mesajda)
ise şunları söylemişti; “Büyük Amerika Cumhuriyeti’nin, memleketimiz ve
milletimiz hakkında beslemekte olduğu yakın dostluk duygularının yeni bir
örneğini teşkil eden bu sevinçli olayı her Türk candan alkışlamaktadır... Bu
yardımı yapan Birleşik Amerika’nın, dünya barışının devamı ve güçlendirilmesi
uğruna kendisine düşen büyük rolü tamamıyle benimsediğini gösteren parlak
ümitlerle dolu bir işarettir.”9
Eğitim
Anlaşması
27 Aralık 1949’da imzalanan
Eğitim İle İlgili Anlaşma; Türk milli eğitimine yön vermede, ABD’nin önce ortak
edilmesi daha sonra belirleyici olmasını sağlayacak koşulları yaratan bir
anlaşmadır. Anlaşmanın sonuçları en ağır biçimiyle bugün yaşanmaktadır. Türk
milli eğitimi, bugün her yönden milli olmaktan uzaktır ve bir yetersizlik
içindedir. Ulusal eğitimin çözüm bekleyen sorunları özel kişi ve kümelere
bırakılmış paralı eğitim yaygınlaştırılmıştır.
27 Aralık
1949 tarihli Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması
Hakkındaki Anlaşma’nın en önemli özelliği, Türkiye’de kazanılacak Amerikan
yanlısı kişilerin eğitilme biçiminin saptanması ve giderinin karşılama
yönteminin belirlenmesidir. Belirlemeler aynı zamanda, Amerika’nın Türkiye’ye
göndereceği ‘uzman’, ‘araştırmacı’, ‘öğretim üyesi’ adı
altındaki görevliler için de yapılmaktadır. Türkiye’de ABD’ye yardım edecek,
işbirliği yapacak, geleceğin yöneticilerini yetiştirmek üzere Amerika’ya
götürülecek olan Türk ‘öğrenci’, ‘öğretim üyesi’ ve ‘kamu
görevlilerinin’ konumları da bu anlaşmayla belirlenmektedir.
Bu
anlaşmayla başlayan süreç, ABD açısından o denli başarılı olmuştur ki, bugün
Türkiye’de Amerikan eğitimi almamış üst düzey yönetici kalmamış gibidir. Sözü
edilen Anlaşmanın birinci başlamı şöyledir: “Türkiye’de Birleşik Devletler
Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği
bu anlaşmayla belirlenen ve parası T.C.Hükümeti tarafından finanse edilecek
olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti
ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınacaktır.”
Kurulacak
komisyonun yetki, işleyiş ve oluşumu ile ilgili olarak 1.1 ve 2.1 alt başlamlarında
şunlar vardır; “Türkiye’deki okul ve yüksek öğrenim kurumlarında ABD
vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi eğitim faaliyetleri
ile Birleşik Devletler’deki okul ve yüksek öğrenim kuruluşlarında Türkiye
vatandaşlarının yapacağı eğitim araştırma, öğretim gibi faaliyetlerini;
yolculuk, tahsil ücreti, geçim masrafları ve öğretimle ilgili diğer harcamaların
karşılanması da dahil olmak üzere finanse etmek... Komisyon
harcamalarını yapacak veznedar veya bu işi yapacak şahsın ataması ABD
Dışişleri tarafından uygun görülecek ve ayrılan paralar, ABD Dışleri Bakanı
tarafından tesbit edilecek bir depoziter veya depoziterler nezdinde
bankaya yatırılacaktır.”
Kullanma yer
ve miktarına ABD Dışişleri Bakanı’nın karar vereceği harcamaların nereden sağlanacağı
ise, Anlaşma’nın giriş bölümünde belirtilmektedir; “T.C. Hükümeti ile ABD
Hükümeti arasında 27 Şubat 1946 tarihinde imzalanan Anlaşma’nın birinci
bölümünde belirtilen” kaynakla.
Bu kaynak,
ABD’in Türkiye’ye verdiği borcun faizlerinin yatırılacağı T.C.Merkez
Bankası’na, Türk Hükümet’ince ödenen paralardan oluşan bir kaynaktır. T.C.
Hükümeti bu anlaşmalarla, kendi parasıyla kendini bağımlı duruma getiren bir
açmaza düşmektedir. ABD ile yapılan ikili anlaşmaların tümünde ortak olan bir
özellik vardır; Bu anlaşmalar planlı bir bütünsellik taşır ve birbirleriyle
tamamlayıcı bağlantılar içindedir. Burada görüldüğü gibi, Eğitimle İlgili
Anlaşma’nın kaynağı, Borç Verme Anlaşması’nın bir başlamıyla karşılanır.
Anlaşma’nın
5.başlamı en dikkat çekici başlamlardan biridir. Bu başlam, yukarıda açıklanan
işleri yapma yetkisinde olan ve Türkiye’nin bağımsızlığını dolaysız
ilgilendiren kararlar alabilen bir komisyonun kurulmasını öngörmektedir. ‘Türkiye’de
Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu’ adını taşıyan kurulun oluşumu için
şunlar yazılıdır: “Komisyon dördü T.C. Vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı
olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon
şefi komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde
kararı komisyon başkanı verecektir.”10
“Uzmanlar” ve
Yaptıkları
27 Aralık 1949 tarihli
ikili anlaşmayla, Türkiye’ye ABD’nden gelen uzmanların niteliği ile
ilgili olarak 1960 Milli Birlik Komitesi üyesi ve tabii senatör E.Albay Haydar
Tunçkanat şu görüşleri ileri sürüyor: “Amerikalılar Türkiye’ye
genellikle Türk düşmanı konumundaki personelini gönderir. Bunlar Türkiye ve
Türkler hakkında geniş bilgilerle donatılırlar. Bu kişiler şirket müdürü,
uzman, danışman, ticaret yetkilisi, er, subay ve turist olarak ABD pasaportuyla
gelip, ikili anlaşmaların sağladığı geniş imkanlara dayanarak, Türkiye’deki
özel görevlerini büyük bir serbesti içinde, kimsenin müdahalesi olmadan
yaparlar. Türkiye’yi karıştırmak, parçalamak için, yerli işbirlikçilerle
birlikte yerel örgütler kurarlar, hükümetleri düşürdükleri bile söylenir...
Türkiye’deki devrimci ve anti-amperyalist, Atatürkçü her hareket komünistlikle
damgalanarak sol tehlike büyütülürken her türlü sağ ve gerici hareketlere
milliyetçi nitelik verilip örtülerek, Türkiye için asıl büyük tehlike,
sinsi bir biçimde yerli ve yabancı para ve ideolojilerle beslenip
kuvvetlendirilir.”11
DİPNOTLAR
1 “CHP
1919–1999” Hikmet Bila, Doğan Kitapçılık, sf.118
2 a.g.e. sf.118
3 a.g.e. sf.118
4 “İkili Anlaşmaların İç Yüzü” Haydar Tunçkanat,
Ekim Yay., sf.23
5 a.g.e.
sf.26-27
6 a.g.e.
sf.31
7 a.g.e.
sf.190
8 a.g.e.
sf.196-197
9 Siyasal
Bilgiler Fak. Dış İlişkiler Enstitüsü Op. Cilt sf. 192 ak. Haydar Tunçkanat
“İkili Anlaşmaların İç Yüzü” Ekim Yay., sf.196
10 “İkili
Anlaşmaların İç Yüzü” H.Tunçkanat Ekim Yay., sf.44-45-48
11 “İkili
Anlaşmaların İç Yüzü” Haydar Tunçkanat Ekim Yay., sf.56
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder