Mustafa
Kemal’in
gerilla
savaşı
anlayışı, her konuda olduğu gibi özgündür ve Türk toplumunun
ekonomik-siyasi yapısı, gelenekleri ve tarihsel birikimiyle
bütünleşmiştir. Bağımsızlık ereğiyle (hedefiyle),
emperyalizme karşı başarılan ilk ulusal kurtuluş savaşında
geliştirilmiş olduğu için, örnek
alma
değil, örnek
olma konumundadır.
O güne dek, başka ülkelerde gerilla savaşı olarak tanımlanan
yerel çatışmaların hiçbiri, ulusal bağımsızlık için
emperyalizmle çatışmayı kapsayan bir strateji oluşturamamıştı.
Sömürge dünyasında, siyasi izlenceye (programa) bağlı olarak
silahlı direniş eylemde değil, düşüncelerde bile yoktu.
Halk
Savaşı
Mustafa
Kemal, 25 Ocak 1920’de,
Kolordu Komutanlıklarına ve yerel direniş örgütleri önderlerine,
Fransız işgaline karşı silahlı savaşımın (mücadelenin)
başlatılmasını isteyen bir telgraf buyruğu gönderir. Kurtuluş
Savaşı tarihinde önemli
yeri olan bu buyruk; “işgal
altındaki ülkenin geri alınmasını”
sağlayacak silahlı savaşımı ordusuz başlatan, bu nedenle
savaşımı yalnızca halkın oluşturduğu direniş birimlerine
dayandıran bir bildirimdi; bir tür “gerilla
yönetmeliğiydi.”1
Düzenli
ordu kurulana dek, Kurtuluş
Savaşı’nın,
genelgelere dönüştürülen yazılı buyruklarla ve halk
savaşı yöntemleriyle
yönetildiği bilinen bir konudur. Ancak, Atatürk
öldükten sonraki resmi
ya da özel yayınlarda, bu konuda çok az bilgi ve belge vardır.
Yazışmaların “çok
gizli ve kişiye özel”
olması2,
bilgi ve belge eksikliğinin gerekçesi yapılmış olabilir. Ancak,
gerçek neden herhalde; Kurtuluş Savaşı’nın gücünü halk
direnişinden alan devrimci özünü, Batılı devletlere karşı
yürütülen savaşımın gerçek niteliğini ve bu savaşımda
kullanılan yöntemleri gizleme çabası olmalıdır.
25
Ocak 1920 tarihli buyrukta şunlar yazılıdır: “Fransızlara
karşı Kuvayı Milliye’nin harekete geçmesini daha fazla
geciktirmekte, yarar değil zarar vardır. Barış görüşmelerinin
sonuçlandırılmaya çalışıldığı şu sırada, işgal altındaki
ülkemizi geri almak için, bütün gücümüzü kullanacağımızdan
Avrupalılar kuşku duymamalıdır. Bu kuşkunun yok edilmesi, ancak
harekete geçmekle mümkündür... Maraş’taki Fransız harekatına,
her yerde fiilen yanıt vermek zorundayız... Fransızlara karşı
ayaklanmanın biçimi; Fransız birliklerinin hepsini ayrı ayrı ve
birdenbire bulundukları yerde kuşatmak, daha sonra büyütülecek
Kuvayı Milliye kitlelerini değişik yerlerde toplamak ve küçük
garnizonlardan başlayarak düşmanı esir ve imha etmek biçiminde
olacaktır. Kuşatma önlemleri; demiryollarındaki köprüleri,
tünelleri atmak, yolları otomobil işletmeyecek hale getirmek, her
Fransız birliğinin her türlü ulaşım yolunu, geçici
müfrezelerle (askeri
amaçla kullanılan bağımsız küçük birlik y.n.)
kesmek ve Fransız kuvvetlerini, ne kadar az olursa olsun bir Kuvayı
Milliye birliğiyle çatıştırmaktan ibarettir. Bu ayaklanma
biçiminde kesin olan başarının sırrı, ulaşımın sürekli
kesilmesidir. Cephe oluşturmak gibi, bizim için düşmandan daha
çok fedakarlık gerektiren ve siyasi sakıncalar taşıyan, düzenli
savaş yöntemlerinden de, bu yolla mümkün olduğu kadar kaçınılmış
olur. Gerilla hareketinin dönemleri, art arda ve sürekli olarak
belirlenecektir. Birinci devre Urfa ayaklanması olup buna derhal
başlanacaktır. 13.Kolordunun görevi, Fırat’ın doğusunu
boşalttırmaktır. Bunun için demiryolu durmadan tahrip edilecek,
Fransız birliklerinin bulunduğu binalar, çadırlar her gece ateşe
verilecek, bağlantı birlikleri oluşturulacaktır. Bu birlikler,
işgal bölgesi içindeki yerel unsurlardan sağlanamazsa, işgal
bölgesi dışından getirilecektir. Birliklerin gidip geleceği yol
ve zamanı iyi belirlemeli, görev değiştirmek için değişim
noktaları tesbit etmeli ve birliklerin emniyetsiz köylerde yatmak
zorunda kalmaması için, yiyeceği yanına verilmelidir. Eğer iyi
düzenlenirse, her biri yaklaşık on kişiden oluşan yirmi
müfrezeyle Fırat’ın doğusunda bulunan bütün Fransızları
kuşatmak mümkündür. Ayrıca bu harekat sırasında, Kuvayı
Milliye birlikleri her taraftan Urfa bölgesine sevk edilmelidir.
Kesin hücumlar, Fransızların en zayıf bulundukları yerlerden
başlayacak, ancak Urfa’dan hücum yapılmayacaktır... Urfa
ayaklanması döneminde, Maraş cephesinin ne biçimde gelişeceği
şimdilik malum değildir. Fransızlar, Maraş’tan işgal bölgesini
genişleterek ilerlemeye kalkışırlarsa 13.Kolordu buna, resmi ve
resmi olmayan bütün silah ve kuvvetiyle karşılık verecektir...
Antep Fransız bölgesi aleyhine de faaliyete geçilecektir... Maraş
Pazarcık’a ulaşım ve temas müfrezeleri gönderilecektir. Kozan
bölgesine dahi, en yakın Fransız garnizonu gerisine müfreze sevk
olunacaktır...”3
Gerilla
Savaşına Dayanan Halk Direnişi
25
Ocak 1920 buyruğunun önemi, hazırlığı önceden yapılan ve
gerilla savaşına
dayanan halk direnişinin, vatan
savunması anlayışıyla
kapsamlı ve yaygın biçimde uygulamaya geçilmesiydi. Mustafa
Kemal, kuramsal temelini
Harp Akademisi’nde oluşturduğu, Trablusgarp’da uygulayarak
sınadığı ve 7.Ordu komutanıyken hazırlığını yaptığı
(1918) gerilla savaşını
şimdi Anadolu’yu kurtarmak için devreye sokuyordu.
Bu
konuyu; çok düşünmüş, katılarak uygulamadan geçirmiş ve
elindeki son olanakları kullanarak hazırlığını yapmıştı.
Olası bir işgale ya da halktan kopuk “baskı
rejimlerine” karşı,
küçük ve gezici müfrezelerle (askeri amaçla, belirli bir
kuruluşa bağlı olmaksızın oluşturulan küçük silahlı birim),
“düzenli ordulara karşı
büyük sonuçlar”4
alınacağını, Harp Akademisi’nde kavramış ve bu konu Kurtuluş
Savaşı’nda, ulusal orduyu kurana dek ilgi alanında kalmıştı.
Özgünlük
ve Örnek Olma
Mustafa
Kemal’in gerilla
savaşı anlayışı, her
konuda olduğu gibi özgündür ve Türk toplumunun ekonomik-siyasi
yapısı, gelenekleri ve tarihsel birikimiyle bütünleştirilmiştir.
Bağımsızlık ereğiyle (hedefiyle), emperyalizme karşı başarılan
ilk ulusal kurtuluş savaşında geliştirilmiş olduğu için, örnek
alma değil, örnek
olma konumundadır.
O
güne dek, başka ülkelerde gerilla savaşı olarak tanımlanan
yerel çatışmaların hiçbiri, ulusal bağımsızlık için
emperyalizmle çatışmayı kapsayan bir strateji oluşturamamıştı.
Sömürge dünyasında, siyasi izlenceye (programa) bağlı olarak
silahlı direniş eylemde değil, düşüncelerde bile yoktu.
19.yüzyılda Doğu Avrupa ve Balkanlarda görülen milliyetçi
eylemler, emperyalizme karşı savaşıma değil, genellikle
emperyalizmin denetiminde gelişen devinimlerdi (hareketlerdi).
Dünyanın
hiçbir yerinde, Türk Kurtuluş
Savaşı’na dek,
tümüyle kendi gücüne dayanarak emperyalizmle savaşan bir halk
devinimi, henüz ortaya çıkmamıştı. Bu nedenle, “kitle
desteğiyle gerilla birlikleri arasındaki ilişkinin niteliği
siyasal olarak çözülmemiş, gerilla savaşı kuramını
geliştirecek bir ulusal uygulama henüz yaşanmamıştı.”5
Kuramsal
Birikim
Mustafa
Kemal, Trablusgarp’daki
savaş deneyimlerini, 1914’de, “Subay
ve Kumandanla Konuşmalar”
adıyla yazılı duruma getirmiştir. Küçük bir kitapçık olan bu
yazıda, başka askeri konularla birlikte düzensiz
savaş sorununu da
incelemiş, uygulama içinde edindiği bilgilere dayanarak, gerilla
konusunu kuramsal bir bütünlüğe kavuşturmuştur.
Ona
göre, amacın ve olanakların değişkenliğine bağlı olmak üzere,
silahlı savaşım her koşulda verilebilir. Ulusal varlığın
korunması söz konusu olduğunda, düzenli ordu asaldır; düzenli
ordu yoksa ya da düşmana karşı çok güçsüzse, “gezici
küçük birliklerle”
savaşılmalıdır. Karar verme yeteneğine sahip, “girişkenlikleri
ezilmemiş” kararlı
savaşçılardan oluşursa, bu birlikler, cephe savaşı yapan güçlü
ordulara önemli zararlar verebilir.
Ancak,
kendisi ordu olmadan kesin sonuca ulaşamaz. Bu durumda, ya
oluşturduğu ulusal ordu içinde eriyerek yok olur, ya da yapısına
uygun görevleri, ordunun buyruğu altında yerine getirmek için
varlığını sürdürür.
Gerilla
birlikleri, koşullar gerekli kılıyorsa düzenli orduyla birlikte
aynı savaş içinde de yer alabilir. Bu bir çelişki değil,
tersine koşullar zorunlu kıldığında başvurulacak bir
girişimdir. Hiçbir komutan kendini, önceden belirlenen kuralların
katılığıyla sınırlamamalı, yaratıcı ve girişimgücü
(inisiyatif) sahibi olmalıdır.
Trablusgarp’tan
(1911), Kurtuluş
Savaşı’nın sonuna
dek (1922), 11 yıl boyunca, içinde bulunduğu koşullara bağlı
olarak, her tür savaş yöntemini kullandı. Trablusgarp’ta
ve Kurtuluş Savaşı’nın ilk dönemlerinde gezici müfrezelerle
gerilla,
Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nın ileri döneminde düzenli
orduyla cephe,
Doğu cephesindeki Bitlis ve Muş savaşlarında ise her
iki yöntemi birlikte
uyguladı.
Tobruk
ve Derne’de,
Libyalı Araplardan oluşturduğu küçük
birliklerle, işgalci
İtalyan ordusuna karşı savaştı. Bu savaş, Harp Akademisi’nde
öğrendiği gerilla
savaşı yöntemlerini,
uygulama içinde sınamasını sağladı; kuramını olgunlaştırdı.
Savaşın
her aşamasını kısa notlarla yazıya döküyor, aynı işi
buyruğunda subaylara da yaptırıyordu. 12 Ağustos 1912’de
verdiği günlük buyrukta; “bütün
subaylar savaşa katıldıkları günden bugüne kadarki gözlem ve
izlenimlerini, kısa ve yaşanmış olaylara dayalı olarak bir
deftere yazacaklardır”
demişti.6
Bir yıl süren savaş sonunda, konuyla ilgili bilgisini her yönüyle
geliştirmiş ve gerilla
savaşı konusunda, yerli
ya da yabancı, belki de hiçbir subayda bulunmayan bir uzmanlaşma
sağlamıştı. Gerek nitelikli bir kuramcı,
gerekse iyi bir uygulamacı
durumuna gelmişti.
“Düşünce
ve Kişiliklerini Ezdirmemiş” Üstün Savaşçılar
“Subay
ve Kumandan ile Konuşmaların”
savaşta girişimgücü (inisiyatif) konusunu işlediği 5.Bölümünde,
Libya notlarından aktarmalar yapar. Burada; “Hareket
serbestliklerini, düşünce ve kişiliklerini ezdirmemiş”
gençlerden oluşan Derne
birliklerinin, düşmanı haber aldığında “emir
beklemeksizin” hemen
toplandığı, “emrin
gecikmesi durumunda”
kendiliğinden harekete geçtiğinden söz eder. İlerleme ya da
gerileme, “nereden
gitmek, nasıl gitmek, nerede ateşe başlamak ve nerede durmak
gerektiğini” bilen bu
inanmış insanlara, “genel
doğrultu ve düşünceler isabetle gösterilirse”,
yenilmelerinin çok güç olduğunu belirtir.7
“Derne’de
İtalyanları bir yıl boyunca yenen”,
onları “istihkamlarında
hapseden” ve “Osmanlı
gücünü oluşturan”
insanlar, ona göre, “İtalyan
ordusunu oluşturan insanlardan”
daha üstün savaşçılardır. Böyle olmasa, “sayı,
top, tüfek, donanım ve tekniğin sağladığı üstünlükleri”
ortada olan ve “yüzyılın
bütün gelişmelerinden pay almış bir ordu”
karşısında, “Derne’nin
Orta Çağ’dan kalma küçük kuvvetlerinin”
bir gün bile dayanamaması gerekirdi.8
Trablusgarp’daki
çarpışmalardan, askerlik mesleğinde olduğu kadar sivil yaşamında
da temel alacağı önemli bir sonuç daha çıkaracaktır: Savaşta
ve toplum yaşamında esas olan, özdeksel (maddi) güç ya da teknik
üstünlük değil, insandır. İnanç ve girişkenlik, teknikten
önce gelir ve bilinçle donanmış kararlı insanı yenmek
olanaksızdır. Bu sonucu, notlarında şöyle dile getirir: “Bir
kuvvetin erleri, bilinçli ve girişken bir tutum içinde, durumun
gereklerini kavrayarak, adım başında bir emre ihtiyaç duymadan
kendiliğinden iş görebiliyorsa ve karşısındaki güç, eğer bu
özelliklerden yoksunsa;
(bu kuvveti y.n.), dünyadaki
bütün gelişmelerin nimetleriyle donanmış bile olsa, hiçbir ordu
yenemez.”9
Mustafa
Kemal, Kurtuluş
Savaş’ına başlarken, telgrafı yoğun biçimde kullandı. Ancak,
girişimini, telgraf ya da genelge bildirimleriyle sınırlamadı.
Güvendiği ve vatan
savunması için her şeyi yapmaya hazır
subayları, küçük birimler olarak Anadolu’nun değişik
bölgelerine gönderdi. Bu subaylar, kent ve kasabalara dağıldılar,
telgraf merkezlerine el koydular. Asker-sivil yöneticiler ve halkla
konuştular; onları örgütleyip savaşıma hazırlamaya ve
temsilcilerini kurultaylara göndermeye çağırdılar.
Kuvayı
Milliye adıyla milis
birlikleri kurdular; kurulu olanlara yön verdiler. Çalışmalarında,
subaylarından yardım gördükleri Jandarma örgütünü, önemli
oranda, ulusal direnişin parçası durumuna getirdiler.10
Böyle bir olay, Türk tarihinde o güne dek görülmemişti. Çete
ve çeteci
tanımı, özellikle Adana bölgesinde, millicilikle
bütünleşerek “şerefli
bir sıfat” durumuna
gelmişti.11
Milli
mücadeleyi örgütleyen
subaylar; büyük güçlükler, ihanetler ve tuzaklarla
karşılaştılar; padişah yanlılarıyla ve yabancı gizmenlerle
(ajanlarla) boğuştular. Yalnızca “vatanı
kurtarmak için”
uğraşıyor, hiçbir güçlükten yılmıyor, umutlarını
yitirmiyorlardı.
Kastamonu’ya
gönderilen Albay Osman
Bey, padişahçılar
tarafından tutuklanmış, ancak tutukevinden ilişkiye geçtiği
başka subayların yardımıyla aynı gün kurtularak, kendisini
tutuklayan Alay Komutanı’nı, Vali Vekili’yle birlikte
tutuklamıştı.12
Soma’ya
gönderilen Yüzbaşı
Kemal (Balıkesir)
Bey, Bergama’da
padişahçılar tarafından tutuklanıp Yunanlılara teslim
edilmişti.13
Batı
Anadolu’daki direnişi örgütlemek üzere Akhisar-Manisa bölgesine
giden Albay Kazım (Özalp)
Bey ve Albay
Bekir Sami Bey’e yardım
edilmediği gibi, “Manisa
işgal edildi, halkın morali bozuk, hemen buradan gidin”
denmişti.14
Bekir
Sami Bey’in Akhisar’da
karşılaştığı olumsuz davranışlar, umut ve kararlılığını
hiç etkilememişti. Arkadaşlarına söylediği şu sözler, millici
subayların o günlerdeki konumunu çok iyi anlatır: “Vatanlarında
vatansız kalanların, vatan yapma mücadelesi içinde geçirdiğimiz
şu günler, acı olduğu kadar da yücedir.”15
Direniş
Örgütçüleri
Batı
Anadolu’da, Albay Refet,
Albay Bekir Sami,
Albay Osman,
Binbaşı İsmail Hakkı,
Yüzbaşı Kemal, Teğmen
Halit, Binbaşı Hüsnü,
Teğmen Fikret,
Teğmen Zeki
(Doğan, sonra Hava Kuvvetleri Komutanı); Güney ve Güneydoğu
Anadolu’da Binbaşı Kemal
(Doğan, sonra Korgeneral), Yüzbaşı Ratip,
Yüzbaşı Asaf
(Kılıç Ali), Yüzbaşı Ali
Sait, Yüzbaşı Ali
Şefik (Özdemir),
Yüzbaşı Kamil,
Teğmen Sait,
direniş örgütleyen subayların önde gelenleridir.16
Bunların
oluşturduğu silahlı halk milisleri, işgal güçlerinin el koyduğu
silah depolarını bastılar, el koydukları silahları Anadolu’ya
gönderdiler. İşgalcilerin yol boylarındaki koruma garnizonlarına,
“yabancı sermayenin
önemli ekonomik, tecimsel ve akçalı (ticari ve mali) kurumlarına
saldırılar düzenlediler”17
İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan subay ve erleri, bu saldırılarda
“büyük yitikler verdiler.”18
Ulusal
direniş kısa sürede ülkenin hemen her yerine yayıldı. İşgal
güçleri, özellikle Batı Anadolu, Adana, Maraş, Gaziantep ve
Trakya’daki ulusal başkaldırıyı bir türlü bastıramadı.19
İşgalciler, yalnızca milis güçleriyle değil, adeta bir ulusla
savaşmak zorunda kalmıştı.
Burhaniye-Edremit
bölgesinde, yöre köylülerinden Mehmet
Ağa ve Nazmi
Ağa ile Kaymakam
Köprülü Hamdi Bey;
Soma-Kırkağaç-Bergama
bölgesinde köylü Mehmet
Emin Ağa ve Hulusi
Ağa;
Akhisar-Palamut-Kayışlar
bölgesinde Dramalı Rıza
Bey ve Osman
Bey; Salihli-Alaşehir
bölgesinde Pehlivan Ağa,
Çerkez Ethem Bey;
Tire-Ödemiş-Beydağ’da
Tahir Bey,
Halil Efe,
Gökçen Efe;
Aydın’da
Demirci Mehmet Efe,
Yörük Ali Efe,
Ali Efe
cepheyi tutan direniş önderleriydi.20
Kocaeli
bölgesinde Yahya Kaptan,
Hacı Necati
ve Hafız Mustafa,
Karadeniz kıyılarında İpsiz
Recep, Topal
Osman, Zonguldak’ta
Yüzbaşı Cevat,
Rıfat Bey
ve Emin Bey
çeteleri etkiliydiler. Zonguldak’ta çoğunluğunu maden
işçilerinin oluşturduğu 5 bin savaşçı bulunuyordu.21
AdanaGaziantep-Urfa-Maraş
bölgesi; Şahin Bey,
Özdemir Bey,
Nuri Bey,
Kılıç
Ali Bey
adındaki subaylarla, Yörük
Selim, Sadi
Ağa, Hüseyin
Ağa ve Kara
Yusuf’un emrindeki
müfrezeler tarafından korunuyordu. Trakya’da Şeref
Kaptan, Burhan
Kaptan, Şakir
Kaptan ve Enver
Kaptan (Şapolyo)
etkiliydiler.22
(Kaptan sözcüğü yörede yüzbaşı ya da başkan anlamında
kullanılıyordu.)
Kadın
ve Çocuklar
Milli
Direniş’e, çeteler
kurarak ya da kurulmuş çetelere girerek, kadınlar, hatta çocuklar
da katıldı. Kadın önderler, kimi zaman erkekleri de içlerine
alarak kurdukları milis güçleriyle, ‘erkeklerden
aşağı kalmayan’ bir
dirençle savaştılar, birliklerini yönettiler. İzmit ve
çevresinde Fatma Seher,
Gördes’te Makbule
Hanım, Mudurnu’da
Fatma Kadın,
Aydın’da Ayşe Hanım,
Adana’da Tayyar Ramiye
Hanım, Osmaniye’de
Rahime Hanım,
Gaziantep’te Yirik Fatma
Hanım;
çetesi olan kadın savaşçılardan bazılarıydı.23
Kadınların ve çocukluktan henüz
çıkmamış gençlerin düşmanla çatışmaya girmesi, üstelik
büyük bir atılganlıkla savaşması, toplumu derinden etkiliyor,
çekimser yetişkinleri harekete geçirerek direnişe katılmalarını
sağlıyordu.
Örneğin, Osmaniye cephesinde
çarpışan Rahime Hanım,
savaşçılığıyla bölgede büyük üne ulaşmış ve halkın
gözünde bir destan kahramanı olmuştu. Vurulduğunda, vücudunda
sayısız mermi yarası vardı. Yörenin milis güçleri, “Rahime
Hanım’ın kefenini bayrak yaptılar”24
ve direngenlik kazanarak düşmana büyük zarar verdiler. Rahime
Hanım’ın şehit
olmasından kısa bir süre sonra, Dörtyol’da Yusuf
adında çok genç bir köylü, yeni bir kahraman olarak sivrildi.
Halk, “Fransızlar için
kabus haline gelen” bu
gence, Yusuf Paşa
adını verdi ve ona gerçek bir paşa gibi saygı gösterdi.25
Silahlanma
Milis
güçleri, silah ve
donanımlarının büyük çoğunluğunu, düşman birliklerinden ele
geçirme yoluyla kendileri karşılıyordu. Köylüler silah satın
alırken, çeteler silah gereksinimlerinin büyük bölümünü,
“düşmanın savaş
ağırlıklarına” el
koyarak, “silah
depolarını basarak”
sağlıyorlardı. Bu işe girişenler öyle korkusuz ve atılgandı
ki, işgal güçleri ne önlem alırsa alsın ellerindeki silahları
koruyamıyordu.
İyi düşünülmüş ve ustalıkla
uygulanan silah deposu baskınları, kısa bir süre içinde
İstanbul’dan Erzurum’a, Antep’ten Çanakkale’ye ülkenin her
yanına yayıldı ve kurtuluşa dek sürdü.
Milli mücadele
içindeki, silah edinme ve edinilmiş silahları cepheye taşıma
eylemlerinin her biri, başlıbaşına birer kahramanlık öyküsüdür;
benzeri herhalde pek yoktur.
Denetimin
Önemi
Mustafa
Kemal gerilla “erlerinin”
karar verme ve girişimgücü yeteneğine önem verirken; bunun
merkezden kopuk, başına buyruk davranışlara yol açmaması
gerektiğini söyler; ortaya çıkacak böylesi bir durumun çok
sakıncalı sonuçlar doğuracağını açıklar. “Astların
bağımsız hareketleri, keyfi hareket halini almamalıdır. Savaşta
başarının esası olan bağımsız faaliyet, gerekli sınırlar
içinde kalmasını”
bilen çalışmalardır, der ve şunları ekler: “Bir
ordunun parçalarından her birinin, her işi ayrı ayrı düşünme
ve kendiliğinden harekete geçme derecesi aşırıya kaçarsa, ciddi
olarak endişe etmek gerekir. Olumlu sonuç veren kendiliğinden
harekete geçme yeteneği, ne kadar istenir ve takdir edilirse, genel
amaca uymadığı durumlarda da o kadar eleştirilmelidir.”26
Mustafa Kemal,
ulusal direnişi
başarıya ulaştırmak için, düzenli ordunun bir an önce
kurularak cephe savaşına geçilmesi gerektiğini biliyordu. Gerilla
savaşı, ne denli başarılı yürütülürse yürütülsün; ulusal
direniş, düzenli orduyla başarıya ulaştırılabilirdi. Küçük
müfrezeler,
ordusuz dönemlerde yararlıydı ancak iyi yönetilemezse savaşıma
yarardan çok zarar verebilirdi. Nitekim Batı Anadolu ve
Karadeniz’de, milliciliği
kullanan başıbozuk girişimler, denetimsiz para toplama ya da
kuralsız cezalandırma olayları yaşanmış, halk rahatsız
edilmişti. Başlangıçta yararlı işler yapan Çerkez
Ethem, kendinde büyük
güçler görerek söz dinlemez duruma gelmiş, sonunda Yunanlılar’a
sığınmıştı.
Kuvayı Milliye
birimleri, gönderilen subaylar aracılığıyla denetim altına
alındı ve merkeze bağlanarak bütünlüğü olan ulusal bir örgüt
durumuna getirildi. Erzurum’a gelene dek, ilişki kurduğu tüm
komutanlardan, milli örgütlerin desteklenmesini, yoksa kurulmasını
ancak kesinlikle denetlenmesini istiyordu.
Gerilla
Tüzüğü
Sivas’ta,
gerilla
savaşımı yürütecek Milli
Kuvvetler’in; kuruluş,
çalışma ve merkezle ilişkilerini düzenleyen yarı-gizli bir
tüzük hazırladı ve Kongre’ye onaylattı. Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti
Teşkilat Nizamnamesi’ne
eklenen bu tüzükte; “İstiklalin
korunması için kurulmuş olan Milli Kuvvetlerin”, “her türlü
mücadele ve tecavüzden masun”
olduğu, “milli örgütle
ordu arasındaki işbirliğini”
Heyeti Temsiliye’nin kuracağı söyleniyor ve “milli
müfrezeler; Askere Alma Dairesinin subayları ve mıntıka
komutanlarının yardımıyla, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin
Yönetim Kurulları ve merkez heyetleri tarafından kurulur”
deniyordu.27
Tüzüğün 5 ve 6.başlamları
(maddeleri) şöyleydi: “Milli
müfrezeler sabit ve gezici olmak üzere iki türlüdür... Ordunun
harekatını kolaylaştırmak amacıyla gezici müfrezeler kurulur.
Eşkiya saldırılarından ve İslam olmayan unsurların ihtilal ve
saldırılarından kasaba ve köyleri korumak için mahalle, köy ve
mıntıkalarda sabit müfrezeler meydana getirilir. Gezici
müfrezeler, silah altında olanların dışında, bütün milletin
eli silah tutan gençlerinden kurulur. Bir tehlike anında, yapılacak
davet üzerine, orduda savaşacak olanlar orduya katılır. Kalan
kuvvet, yerel tehlikelere karşı durur, bunlara gerektiğinde
makineli tüfek ve top dahi verilir. Komutanları disiplin kurabilen
yetenekli müfrezeler, haydut kuvveti olmayıp vatanın ve milletin
selametine kendini adamış, azla yetinen dirençli kimselerden
kurulmalıdır. Müfrezelerin teşkili, emir ve kumandası aynı
askeri manga, takım ve bölük gibidir. Ödüllendirilmeler ve
cezalandırılmalar tıpkı askerlikte olduğu gibi olur.”28
Gerilladan
Düzenli Orduya
Türkiye
Büyük Millet Meclisi, 1921 başında, milis
müfrezeleri’ne dayanan
Kuvayı Milliye
döneminin sona erdiğini açıkladı. Bir üst aşamaya ulaşmış
olan ulusal savaşım, artık düzenli orduyla sürdürülecek ve
cephe savaşına geçilecekti. Bu karar, gerilla
yöntemlerinin
kullanıldığı ordunun oluşum döneminin tamamlandığını ve
askeri stratejinin yeni duruma göre değiştirildiğini
gösteriyordu.29
Cephe savaşına geçildi ancak
milis müfrezeleri
tümüyle ortadan kaldırılmadı; kimi yörelerde yenileri kurularak
varlıklarını sürdürdüler. Ancak bu kez, tümüyle orduya
bağlandılar ve “cephe
savaşlarının bir yan kuvveti olarak görev üstlendiler.”
Demirci Akıncıları
adı verilen birlikler, bu tür örgütlerden biriydi ve zaferin
kazanıldığı 1922 Eylülüne dek varlığını sürdürdü.30
Demirci Kaymakamı İbrahim
Ethem tarafından TBMM
adına kurulan Demirci
Müfrezeleri silahlı
çatışma yanında “Düşmana
karşı yoğun bir psikolojik savaş”
yürüttü. Dağıttığı bildirilerle, köy ve kasabalarda halka
güven ve bilgi verdi; kamuoyu oluşturmadaki başarılarıyla,
halkın direncini canlı tuttu.
“Demirci
Müfrezeleri”
Demirci
Müfrezeleri için
hazırlanan yönetmelik, Türk gerilla
savaşımının özelliklerini ortaya koyan, müfrezelerin görev ve
yetki alanlarını belirleyen özgün belgelerdir. Yirmi yedi
başlamdan oluşan yönetmeliğin ilk on iki başlamı genel
kuralları, diğerleri ise savaşın amaç ve yöntemini açıklar.
İlk bölümde şunlar yazılıdır: “Akıncı
müfrezeleri 25-30 kişiden oluşur. Bölgeye göre, piyade ya da
süvari olabilirler. Akıncıların başlarında fes ve sarık değil,
kalpak ya da başlık bulunur. Her manga, dört er ve bir çavuştan,
her takım iki manga ve bir çavuştan, bir müfreze iki takımdan
oluşur, bunlara bir karargah mangası eklenir. Her müfreze gizli
olmalı ve elemanları, yalnızca düşmana saldırı ya da baskın
yapılacağı zaman müfrezeye katılmalı, bunun dışında evinde
ya da işinde bulunmalıdır... Eylem halindeki müfrezenin
beslenmesi, konuk etme biçiminde yöre halkınca karşılanacak olsa
da, hiçbir zaman yemek ve yatak için beğenmemezlik gibi
uygunsuzluklar yapılamaz. Müfreze, yaz ise kesinlikle köylerde ev
içinde yatamaz. Kışın soğuk nedeniyle yatmak zorunda kalırsa,
çok dikkatli olur. Önce cami civarında toplanır. Müfreze
komutanı, muhtarı ve azaları çağırır. Kaç kişi yatacak ise o
kadar yer için heyete o rica eder. Rica, uygun bir yumuşaklıkla
(mülayemetle) söylenir... Yer bulunamazsa ısrar edilmez, hava çok
bozuksa camide kalınır... Hiçbir neden ve bahane ile bir şahıstan,
köy ve kasabadan para istenmez. Yalnızca yardım yapılmak
istenirse, kabul edilir. Yardım yapanların isim ve yapılan
yardımın miktarı, teşekkür edilmek üzere merkeze bildirilir.”31
Görevler başlığı altında
toplanan on beş başlamda, savaşa yönelik şu kurallar getirilir:
“Akıncı müfrezelerinin
görevi herşeyden önce; demiryolu köprülerini tahrip etmek,
telgraf ve telefon tellerini keserek düşmanın haberleşmesini
bozmak, nakliye ve posta kollarına saldırmak, düşman
karakollarını basmak, düşman askerine pusu kurmak, Müslüman
halka zulüm yapılmasına karşı çıkmak ve halka güleryüz ve
ağır başlılıkla yaklaşarak onların sevgi ve dostluklarını
kazanmaktır... Akıncılar, halk arasındaki çekişmelere, alacak
verecek, tarla, karı koca gürültülerine kesinlikle karışmaz...
Akıncı müfrezeleri kendi bölgesinde düşman hareketi görürse,
hemen kuryeler, postalar aracılığıyla ve köyden köye ileterek,
diğer müfrezelere haber verir... Müfrezeler; halkın kasabalarda
Hıristiyanlarla alış veriş yapmaması için gereken öğütlerde
bulunmalı, milletin kanını emen vurguncuların köylüleri
dolandırmasına izin vermemeli ve halkın malını pazarda serbestçe
satmasını sağlamalıdır. Müfreze erleri, halkın adetlerine ve
din emirlerine uymayı unutmamalı, dinine sadık olmayan, manevi
değerleri bozuk askerlerin, zafere ulaşmalarının zor olduğu
bilinmelidir... Düşmanın müfrezelere yazdığı mektuplar bana
gönderilecektir... Bir olay olursa hemen, olmazsa her hafta rapor
verilecektir.”32
DİPNOTLAR
- “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Ve Demeç, Yazışma ve Söyleşileri” S.Borak, Kaynak Yay., 2.Bas., İstanbul-1997, sf.335
- a.g.e. sf.332
- a.g.e. sf. 335-336 ve “Atatürk’ün Bütün Eserleri”, 6.Cilt, Kaynak Yay., İstanbul-2001, sf. 225-226
- “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları-1899-1919” S.Borak, Kay. Yay., 2.Bas. 1988, sf.40
- “Atatürk ve Gerilla Savaşı” O.B.Kuruca, Teori Dergisi, Ağustos-2004, S.175, sf.25
- “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof. U.Kocatürk, T. İş Ban. Yay., sf.17
- “Atatürk’ün Bütün Eserleri”, I.Cilt, Kaynak Yay., İst.-2001, sf.171
- a.g.e. sf.171
- a.g.e. sf.171
- “Kurtuluş Savaşı’nda Türk Milliyetçileri”, B.G.Gaulis, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul-1999, sf.80
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.169
- “Milli Mücadele Hatıraları” A.F. Cebesoy, Temel Yay., 2000, sf.226
- “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst. Mat., 1974, sf.1247
- a.g.e. sf.1242
- a.g.e. sf.1242
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.160-173
- “Ulusal Sorunlarla İlgili Halk Komiserliğinin Türkiye’deki Olaylar Konusundaki Görüşleri” J.Natsionalnostey, 1919; ak. A.M. Şamsutdinov, “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923”, sf.125
- a.g.e. sf.125
- “Milli Mücadele Hatıraları” A.F.Cebesoy, sf.176; ak. a.g.e. sf.125
- “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923”, A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitapçılık, İstanbul-1999, sf.126
- “Kuvayı Milliye Tarihi” E.B.Şapolyo, sf.136; ak. A.M. Şamsutdinov ”Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923”, sf.126
- a.g.e. sf.127
- “Kurtuluş Savaşında Kadın Askerlerimiz”, Fevziye Abdullah Tansel, Cumhuriyet Kitapları, Aydınlanma Dizisi, No:190, sf.11-75
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.160-173
- a.g.e. sf.178
- “Atatürk’ün Bütün Eserleri”, I.Cilt, Kaynak Yay., İst.-2001, sf.171
- “Belgelerle Türk Tarih Dergisi” Eylül 2001, Sayı 56, sf.21; ak. Osman B.Kuruca Teori Der., Ağustos 2004, Sayı 175, sf.31
- a.g.e. sf.31
- “Atatürk ve Gerilla Savaşı” O.B.Kuruca, Teori Der., Ağustos-2004, S:175, sf.40
- a.g.e. sf.40
- “Demirci Akıncıları” Yeni İst.Kül.Yay., 1970, sf.77-78; ak. O.B.Kuruca, a.g.d. sf.40-41
- a.g.d. sf.41-42
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder