Büyük
devletlerin dış politikalarında dostluk ve güvene yer yoktur.
Çıkar kaygılarının güvensiz ortamında her şey her an
değişebilir. Bugünün dost görüneni yarın açgözlü bir
düşman, düşmanı da uysal bir dost olabilir. İlişkilerde
belirleyici öğe; ulusal çıkar ve kazançtır. İki dünya savaşı
arasında Pasifik’te yaşanan gelişmeler, bu gerçeğin çarpıcı
bir kesitini oluşturur. Yüzyıl başında zirvede olan İngiltere,
eski gücünü yitirince yerini hemen daha güçlü olana bırakmak
zorunda kalmıştır. Uluslararası pazar, bir kurtlar
sofrasıdır
ve bu sofrada geçerli olan tek değer, güçlü olmaktır.
Çözülen
İmparatorluk
İngiltere
yeni topraklar kazanmasına karşın savaştan en çok zarar gören
ülke oldu. İngiltere’nin gerçek yitiği, üç yüz yıllık,
‘üzerinde
güneş batmayan’
imparatorluğunun dağılma sürecine girmesiydi. Birleşik
Krallık’da
artık güneş batacaktı.
Büyük
Britanya beysoyluluğunun (aristorasisinin) 19.yüzyılda sarsılmaya
başlayan siyasi egemenliği, savaştan sonra içte ve dışta güç
yitirdi. Savaş öncesi başlayan ve savaştan sonra yoğunlaşan
ekonomik ve demokratik istemli işçi savaşımı, beysoylucu
geleneklerini toplumsal yaşamdan siliyor, demokratik kurumları
geliştiriyordu. İşçi eylemlerinin artması, güçlenen
sendikalar, kadın hakları savunucuları, eşit ve genel oy hakkı
için gösterilen çabalar, yoksullara yönelik koruyucu tutum vb.;
kamu yaşamının demokratikleşmesine yol açmıştı. İşçi
Partisi,
Liberal
Parti’nin
yerini almaya aday, gittikçe büyüyen politik bir güç olmuştu.
Savaş
galibi devlet olarak İngiltere, bir bölümü eski Alman sömürgesi
olan Güney Batı Afrika, Tanganika, Togo, Kamerun, Filistin, Irak,
Yeni Gine, Bismark Takımadaları gibi ülkelere elkoymuştu. Ancak,
19.yüzyılın dünya egemeni İngiltere’nin ne yeni sömürgeleri
ve ne de eskilerini yönetecek gücü vardı. Bu ülkeleri,
mandacılık ilişkileri içinde, işbirlikçiler ve yerel askeri
güçlerle elde tutmaya çalışıyordu.
Uzun
yıllar Birleşik Krallığa bağlı kalan ve her cephede İngiltere
için çarpışmış olan, İmparatorluğa bağlı ülkeler
(Dominyonlar), katlandıkları sıkıntılara denk düşecek yeni
özgürlükler istiyordu. Başını Kanada’nın çektiği
dominyonlar, barış görüşmelerinde hükümranlık haklarını
kabul ettirdi ve daha bağımsız bir statü elde etti. Birleşik
Krallık bölündü. Londra, geleneksel Federal
Birlik
düşüncesini bırakmak zorunda kaldı. İmparatorluğa bağlı tüm
ülkelerin katılımıyla 1926 ve 1931 yıllarında yapılan
konferanslarla yeni bir statü belirlendi. Westminster
Statüsü
adı verilen yeni yapılanma biçimi 1931’de onaylandı. Buna göre
hukuki statü olarak imparatorluğa son veriliyor, onun yerini
İngiliz
Uluslar Topluluğu
(British Commonwealth of Nations) alıyordu.
Ancak,
yeni yönetim arayışları sömürgeler ve dominyonlardaki çözülmeyi
gideremedi. Anadolu’daki Türk başarısı etkilerini, önlenmez
bir “bulaşıcılıkla”
gerek sömürgelerde ve gerekse dominyonlarda göstermekteydi.
Birleşik Krallığa karşın ulus bağımsızlığının elde
edilebileceği kanıtlanmış, bu sonuç sömürgeci yetkenin bir
daha geri gelmemek üzere ortadan kalkmasına yol açmıştı.
Yitikler
Rus
Çarlığı’nın yerine Sosyalist bir yönetimin gelmesi,
kapitalist dünyanın genel yitiği yanında, İngiltere ve Fransa’ya
özel zararlar vermişti. Geniş Rusya pazarından yararlanan bu iki
ülke, hem bu pazarı ve hem de buraya yatırdıkları sermayelerini
yitirmişti. Kapitalizmin ideolojik karşıtının, kitap sayfaları
ve ‘bir
avuç idealistin’
düşüncelerinden çıkarak, büyük bir sosyalist devletle, ‘ete
kemiğe’
dönüşmesi, Avrupa ve Amerika’da büyük tedirginlik yaratmıştı.
Daha sonra açık bir düşmanlığa dönüşen bu tedirginlik, işçi
savaşımına saldırının sertleşmesine ve politik çatışmaların
yayılmasına yol açtı ve 20.yüzyıl boyunca sürdü.
Petrolün
öneminin artması Ortadoğu’yu, Doğu Asya ülkelerindeki pazar
potansiyeli de Pasifiği önemli duruma getirmişti. İngiltere kalan
gücüyle buralarda etkin olmaya çalıştı. Ancak, koşullar ağır
rakipler çetindi. Ortadoğu’da, denetim altına aldığı bir kaç
kukla Arap hükümetiyle, Doğu Asya’da ise ABD’nin dümensuyuna
girmeyle yetinmek zorunda kaldı.
Ulusçuluk
Yayılıyor
Sömürge
ve yarı-sömürgelerde ulusçu devinim hızla yayıldı. Mısır
1918 yılında bağımsızlığını istedi. 1922 ve 1936
anlaşmalarıyla, amacı yönünde yeni ulusal haklar elde etti.
Mısır, Kanal bölgesindeki askeri işgali ve dış siyasetinde
İngiliz denetimini kabul etmek koşuluyla yarı-bağımsız bir ülke
oldu. 1924 Yılında Sudanlılar bağımsızlık istemiyle ayaklandı.
Sudan genel valisi ve Mısır İngiliz orduları başkomutanı Sir
Lee Stack,
1924 Kasım’ında öldürüldü.
Hindistan’daki
bağımsızlık savaşımı, 1923’den sonra gerçek bir halk
devinimine dönüşmeye başladı. İngiltere 1935 yılında,
genişletilmiş oy hakkını da içeren ‘reform’
paketiyle, Hindistan’ın tam
özerklik
statüsünü kabul etmek zorunda kaldı. İrlanda uzun süren
savaşımdan sonra 1921’de bağımsızlığını kabul ettirdi.
Ancak, İrlanda 1922-1923 yıllarında yaşanan kanlı bir iç
savaştan sonra bölündü. İngiltere, kendisine bugüne dek sorun
oluşturan Kuzey İrlanda’yı güç kullanarak kendisine bağladı.
Güçlü
Rakipler
İngiltere
yüzyıl başında Çin’de, en etkili emperyalist güçtü.
Savaştan sonra pençeleri dökülmüş yaşlı bir ‘aslan’dı
artık. Çok istekli olmasına karşın Uzakdoğu’daki yarışta,
birinci sırada yer alamadı. ABD’nin Pasifik’te artan gücünden
duyduğu rahatsızlıkla önce Japonya’ya yanaştı. Ancak, ABD
buna savaş sırasında İngiltere’ye verdiği borçları isteyerek
yanıt verdi. Amerika Uzakdoğu’da bir Japon-İngiliz
yakınlaşmasını istemiyor, bu nedenle Çin’in parçalanması
için çaba harcıyordu.
ABD’nin
gelişen askeri gücünden çekinen İngiltere ve Japonya ise, Çin’in
bütünlüğünün korunmasını istiyordu. Buna Fransa’da destek
veriyordu. Büyük uransal (sınai) ve akçalı varlığıyla
savaştan, dünyanın
bankası
olarak çıkan ABD’nin gücü, bu üç ülkeyi de tedirgin
ediyordu. Üstelik ABD, İngiltere’nin 200 yıllık dominyonu olan
Avustralya,
Kanada
ve Yeni
Zelanda’yı
yanına çekmişti. İngiliz mallarından daha ucuz tüketim ürünleri
satıyor, alım gücü yüksek bu üç pazarda etkisini arttırıyordu.
Büyük Britanya ekonomisi ciddi düzeyde sıkışmıştı.
İngiltere,
Fransa ve Japonya, 1919 Paris görüşmelerinde, ABD’nin Çin’e
asker çıkarmasını önledi. ABD’nin bu üçlü baraja karşı
davranışı, Versailles
kararlarını kabul etmemek oldu. Gerekçe olarak, Japonya’nın
İngiltere ile işbirliği yaparak Alman adaları ve Şantung’u
işgal etmesini gösterdi. ABD, Japon-İngiliz yakınlaşmasını
önlemek için kararlı tutumunu sürdürdü.
İngiltere’nin
Fransa ve İtalya ile de çelişkileri vardı ve bu çelişkilerin
çözümü için ABD’nin desteğine gereksinim duyuyordu. Sonuçta
İngiltere ABD’nin istemlerinin tümünü, 1922 yılında
Washington’da yapılan anlaşmayla kabul etti. Böylece
İngiltere-Japonya beraberliği sona erdi ve yalnız kalan Japonya,
Dokuz
Kuvvet Antlaşması
adı verilen bir anlaşmayla Şantung’dan çekildi. Ancak, bu
anlaşma kağıt üzerinde kaldı. Kısa bir süre sonra, önce
Şantung’a daha sonra da Mançurya’ya asker çıkardı.
Sonuç
olarak savaş sonrasında İngiltere, dünyanın her yerinde olduğu
gibi Uzakdoğu’da da belirleyici güç olmaktan çıktı ve ABD ile
hareket eden ikinci sınıf emperyalist ülke durumuna geldi. Kimi
zaman ortaya çıkan politik ayrılıklara karşın, bu beraberlik
günümüze kadar sürdü.
Kurtlar
Sofrası
Büyük
devletlerin dış politikalarında dostluk ve güvene yer yoktur.
Çıkar kaygılarının güvensiz ortamında her şey her an
değişebilir. Bugünün dost görüneni yarın açgözlü bir
düşman, düşmanı da uysal bir dost olabilir. İlişkilerde
belirleyici öğe; ulusal çıkar ve kazançtır.
İki
dünya savaşı arasında Pasifik’te yaşanan gelişmeler, bu
gerçeğin çarpıcı bir kesitini oluşturur. Yüzyıl başında
zirvede olan İngiltere, eski gücünü yitirince yerini hemen daha
güçlü olana bırakmak zorunda kalmıştır. Uluslararası pazar,
bir kurtlar
sofrasıdır
ve bu sofrada geçerli olan tek değer, güçlü olmaktır.
İç
Sorunlar
Birleşik
Krallık’ın denizaşırı topraklarda yaşadığı sorunlar,
dolaysız bir biçimde içeriye yansıdı. Dört yıldır savaşın
yükünü taşıyan İngiliz halkı; işsizlik,
enflasyon, düşük ücret, yetersiz beslenme vb.
gibi bilinen sıkıntıları yoğun bir biçimde yaşadı.
1914
öncesinin görkemli askeri gücü artık, savaşmak istemiyordu,
yorgun ve güçsüzdü; en sıradan eylemcelerde (operasyonlarda)
bile kullanılamıyordu. Uzakdoğu’da silinmenin, Çarlık
Rusya’sına yardım edememenin, Anadolu’ya asker gönderememenin
nedeni buydu.
1917’de
yiyecek karneye bağlandı ve ABD’den büyük miktarda borç
alındı. Almanya’dan alınacak savaş ödencelerinin
ancak yüzde 25’i İngiltere’ye aitti. Ve eğer alınabilirse bu
paranın ekonomik sıkıntıları giderme yönünde önemli bir
katkısı olamazdı.
1919
yılında İrlanda’da bağımsızlık yanlısı ayaklanma ortaya
çıktı. Gizli açık dernekleri çatısı altına toplayan Sinn
Féin,
1918’de yapılan seçimleri kazandı. Ancak, bağımsızlıkları
kabul edilmeyen İrlandalılar, 1919’da silahlı savaşıma girişti
ve 6 Aralık 1921’de yapılan anlaşmayla, İngiltere’ye bağımsız
İrlanda Cumhuriyetini kabul ettirdi. Ancak, Sinn
Féin
ve silahlı kolu IRA’nın bir bölümü anlaşmayı kabul etmedi,
1922-1923 arasında bir iç savaş daha çıktı.
Ekonomik
Bunalım
İngiltere,
1919-1923 yılları arasında etkili bir ekonomik bunalım içindeydi.
Üretim, savaş öncesi üretimin yarısından biraz fazlaydı.
Dışsatım sorunları, yüksek enflasyon ve işsizlik; yalnızca
işçi kitlelerini değil, orta sınıfı da etkiliyordu. Sorunlu
yaşam koşulları, yeni toplumsal sıkıntıların doğmasına yol
açmaktaydı.
Suç
eğiliminin artması,
dağılan
aileler,
kırsal
bölgelerden ve sömürgelerden gelerek kentlerde toplanan yoksullar,
geleneksel İngiliz değerlerinin çözülmesine neden olmuştu.
Enflasyon,
arttırılan
vergiler,
alım
gücünün düşmesi
orta sınıfı da hoşnutsuz bir ortam içine sokmuştu. 1921 yılında
işsiz sayısı 2 700 000 kişiye ulaşmıştı.1
Bu İngiltere için yeni bir rekordu.
Aynı
yıl birbirini izleyecek grevler dizisinin ilk dalgası tüm
İngiltere’ye yayıldı. Yüzbinlerce işçinin katıldığı
grevler, hükümet ve mahkeme kararları, profesyonel grev kırıcılar
ve lokavtlarla baskı altına alındı. Endüstriyel devrimin ve
sendikacılığın beşiği İngiltere’de, sendikalar yavaş yavaş
güç yitirdi.
İşçi
hareketini denetim altına alan hükümet, ekonomik büyümeyi
sağlamak ve enflasyonla savaşım için bir dizi önlem aldı. Sıkı
devlet denetimi,
serbest
para değişiminden vazgeçilmesi,
denizaşırı
yatırımların korunması,
Sterling’in
altın kambiyo dizgesine (sistemine) bağlanması,
Rusya’daki
yitiklerin ABD yardımıyla kapatılması
vb. gibi önlemler çalışma yaşamında sıkıdüzen (disiplin)
sağladı ancak bu kez ağır bir enflasyon sorunu ortaya çıktı.
Dışsatım daraldı, ekonomik büyüme geriledi.
Siyasi
Çalkantı
Ekonomik
sorunların siyasal sonuçları gecikmeden kendisini gösterdi. Lloyd
George’nin
Liberal
Parti’si
bölündü ve bu bölünme Liberal
Parti’nin
sonu oldu. 1924 yılında yapılan seçimlerde, Muhafazakârlar
çoğunluğu yitirdi. İşçi
Partisi
başarı sağlayarak tarihinde ilk kez hükümete girdi. İşçi
Partisi’nin
hükümet ortağı olması, büyük uran ve akçalı çevrelerde
geçici bir tedirginliğin doğmasına neden oldu.
1923’de
Türkiye ile yenilgi anlamına gelen Lozan
Anlaşması
imzalandı. Anadolu ve Boğazlardan çekilindi. Avrupa’da
Almanya’nın yerini Fransa’nın almaması için 20’li yıllar
boyunca Fransa ile sürekli politik çekişme içinde olundu.
Grevler
1925-1926’da
İngiltere’yi yeni bir grev dalgası kapladı. 1926’daki genel
grev, İngiltere tarihinin gördüğü en büyük grevdi. Başarılı
bir genel greve karşın işçiler istedikleri ücret artışını
elde edemedi. Tersine hükümetin sert önlemleriyle eskisinden daha
düşük ücretlerle çalışmayı kabul etmek zorunda kaldılar.
1927
yılında hükümet grevi yasadışı ilan etmek için girişimlerde
bulundu. Bu yönde bir yasa çıkaramadı ancak değişik mahkeme
kararları ve hükümet bildirileriyle amacını dolaylı yoldan
gerçekleştirdi. 1929 ekonomik bunalımı İngiltere’nin
dışsatımını yüzde 50 düşürdü. Şirket batkıları
(iflasları) yaygınlaştı, işsizlik yeniden iki buçuk milyonu
aştı.2
1931
yılının başında tüm partilerin katılımıyla milli birlik
hükümeti kuruldu. Aynı yıl ve 1935’de yapılan seçimi
Muhafazakarlar
kazandı. 1939’a dek uygulanan devlet destekli politikalarla
ekonomide göreceli iyileşmeler sağlandı. Ancak, küçük boyutlu
bu iyileşmeler, İngiltere’nin uluslararası dünya ticaretindeki
payının küçülmesini önleyemedi. Sanayi ürünleri
dışsatımındaki payı 1913 yılında yüzde 33,2 iken bu oran,
1929’da yüzde 22,4’e, 1937 yılında ise yüzde 20,9’a
geriledi.3
Yeni
Savaşa Hazırlık
1930’lu
yıllar, yakın gelecekte yeni bir silahlı çatışmanın gelmekte
olduğunu gösteren olaylarla doludur. Almanya ve İtalya’daki
politik gelişmeler, dünya pazarlarındaki daralma, uluslararası
ticaret önündeki ulusçu engeller, Sovyetler Birliğinin
güçlenmesi, bağımsızlık savaşlarının artması, geleceğin
nelerle yüklü olduğunu açıkça gösteriyordu.
Yeni
bir çatışmaya hazırlık olmak üzere silahlı kuvvetlere ayrılan
bütçe payları arttırıldı ve geniş kapsamlı silah sanayi
yatırımları yapıldı. İngiltere’de gerek baskı altına alınan
işçi savaşımı ve gerekse devlet kaynaklarının büyük sanayi
kümelerinin kullanımına sunulması niteliksel anlamda, İtalya ve
Almanya’dan ayrımlı değildir. Almanya ve İtalya’nın sert
yöntemlerine karşın İngiltere aynı işi, ‘kamu
düzenini koruma’
yasaları ve ince ‘demokratik
ayarlarla’,
daha ‘yumuşak’
bir biçimde gerçekleştirmiştir.
Dış
pazarı sıfırlanan Almanya, dışarıya açılmak isteyen İtalya,
Uzakdoğu’da Japonya ve büyük sanayi gücüne ulaşmış ABD’nin,
dünyayı yeniden paylaşmak isteyecekleri açıktı. Savaştan güç
yitirerek çıkan İngiltere’nin (ve Fransa’nın) yeni yitiklere
dayanacak durumu yoktu ve gelecekteki ‘karışık
günlere’
hazır olmalıydı.
Görünürdeki
gösterişli barış söylemlerine karşın, hazırlıklar yaklaşan
savaşa göre yapıldı. Almanya’nın, sessiz kalınan; Rheinland,
Avusturya,
Bohemya
ve Moravya
elegeçirmeleriyle durmaması ve 1939’da Polonya’ya saldırması
nedeniyle, İngiltere ve Fransa, beklendiği gibi 2. Dünya Savaşı’nı
başlattı.
DİPNOTLAR
1 “Büyük
Larousse”
Gelişim Yay., sf.2073
2 a.g.e.
sf.2074
3 “A.Maizels
Industrial Growth and World Trade, Cambridge, 1963”,
ak. Harry
Magdoff,
Odak Yay. 1974, sf.74
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder