Atatürk’e göre, Türkçe
Türkiye demektir. Ulus varlığının korunup geliştirilmesi için Türkçenin özleşip
özgürleşmesi bunun için de ulusun tüm bireyleri tarafından okunup yazılması
gerekiyordu. Ulusal kültürün, bağlı olarak uluslaşmanın güçlenip yerleşmesi
için, bireylerin kolayca anlayıp yazabileceği bir yazı olmalıydı. Arap
harfleriyle okuyup yazmak, Türk insanı için aşılması güç bir engel
durumundaydı. Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada, harfler sözcüklerin başına,
ortasına ya da sonuna geldiğinde ayrı seslerle okunuyordu. Bu durum, okuma
yazma yaşına gelmiş Türk çocukları için büyük sıkıntı kaynağıydı. Arapçanın
gerekli kıldığı ses eşitliğini sağlamak için getirilen; nokta, çizgi ve
işaretler, aynı harften farklı ses elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye uymayan
ve Türkler için gerçek bir dil karmaşası yaratan bu durum, okuma ve yazmayı
öğrenme önünde ciddi bir engeldi. Çocuklar, daha önce herhangi bir sözcüğü
öğrenmemiş ya da ezberlememişse, o sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada
ezberciliği gerekli kılıyordu.
Yeni Atılım
Atatürk, 5 Haziran 1928’de, İstanbul’a geldi. Bu gelişte,
ziyaretle yetinmeyecek, yeni ve köklü bir devrimci atılımı İstanbul’da
başlatarak, tutuculuğun simgesi durumuna gelen ve Türkçeye uyumsuz Arapça harf
kullanımına son verecekti. Hazırlıklarını yapmış, uygulamaya geçmek üzere
gelmişti.
1927-1928
arasındaki bir yıl içinde, seçimlerle Meclis yinelenmiş, Nutuk’la
geçmişin eleştirisi yapılmış, demiryolları devletleştirilmiş, Ankara-Sivas
hattı tamamlanmıştı. İlk nüfus sayımı yapılmış, Anayasa’da laikliğe giden
önemli değişiklikler gerçekleştirilmişti. Ankara, belirlediği yolda
güvenle ilerlerken, ilerlemenin öncüsü genç ve kararlı devlet başkanı, “kendisini
ölüm yatağına dek, gece gündüz meşgul edecek” girişimini, “işbirlikçiliğin
merkezi” İstanbul’da açıklayacak; “Türk alfabesi ve Türk dili
hareketini” başlatacaktı.1
Türk
abecesini (alfabesini) oluşturmaya ve Türkçe’yi yabancı sözcük baskısından
kurtarmaya, çok önce karar vermişti. 1919’da Erzurum günlerinde, Mazhar
Müfit Kansu’ya Arap harflerinin bırakılarak Türk abecesine geçileceğini söylemiş2;
1923 yılında gazetecilerle yaptığı bir görüşmede, “yazı sorununu son
yıllarda düşündüm dersem, inanmayınız. Ben çocukluğumdan beri bu davayı
düşünmüş bir adamım” demişti.3
Çalışma Yöntemi
Her büyük atılımda
kullandığı çalışma yöntemini, yazı değişimine de uyguladı. Bilime dayalı
dikkatli çalışmalar, geniş bir araştırma, toplumu hazırlayıp uygun ortam oluşturma
ve Türk halkı üzerindeki kişisel saygınlığına dayanarak harekete geçme...
Devrimci dönüşümlerin tümünde sınadığı bu etkili yöntemi, yazı değişiminde de
ustalıkla uyguladı ve sıradışı bir başarı daha elde etti.
Yazı
değişimi konusunda yoğun bir çalışma içine girmişti. “Büyük bir titizlikle”,
değişik dillerin abecelerini ve Latin harflerini inceledi; yerli yabancı dil
uzmanlarıyla tartıştı. Harflerin kullanışı, verdiği sesler, bu seslerin
Türkçeye uygunluğu üzerinde uzmanlaşıncaya dek “her gün saatlerce çalıştı”.4
Yeni bir abece oluşturmak üzere bir “Alfabe Komisyonu” kurdu. Komisyonun
kendi başına kalırsa, “bu işi ancak üç yılda başarabileceğini bildiği için”5
toplantılara bizzat katıldı ve “üyeler onun güçlü görüşlerinden
yararlandılar”.6
Dolmabahçe
Sarayı, “yapılışından beri hiç görmediği” bir devrimi yaşıyordu. Burası,
bir Osmanlı Sarayı olmaktan çıkmış, “içinde gece gündüz coşkuyla çalışılan”;
açık oturumlar, paneller, konferanslar düzenlenen bir kültür merkezi ya da bir “bilim
akademisi” durumuna gelmişti. Saray salonlarını artık, cariyeler, lalalar
ya da hizmetçiler değil; dilciler, tarihçiler, şair ve yazarlar, devlet
görevlileri, bilim adamları, milletvekilleri dolduruyordu, bu insanlar, onun
başkanlığı ve yönlendirmesi altında toplanıyor, tartışıp kararlar alıyor, kimi
zaman da “sınavdan geçiyorlardı”.7
Dünyayla Bütünleşmek
Asya’daki Türk
devletleri, 1926’da Latin harflerini kabul etmişti. Bu gelişmeye büyük önem
verdi ve uygulamayı ayrıntılarıyla inceledi. Orta Asya Türklerinin Latin
harflerine geçmesinin, Arap harflerini kullanan Türkiye’yle ilişkisini
güçleştireceğini ve Türk dünyasını “birbirinin dilini okumayacak duruma
getireceğini”; bu durumun “yazı değişimini daha da zorunlu kıldığını”
gördü8 ve bu yöndeki çalışmalarını yoğunlaştırdı. (Türkiye, 1929’da
Latin harflerini kullanmaya geçince Sovyetler Birliği Orta Asya’daki değişimi
durdurdu ve bölgesel Kiril alfabesini uygulattı.)9
Avrupa’nın
değişik bölgelerinde, Latin kökenli birçok ulus, yazıda Latin harflerini
kullanmaya başlamıştı. Macarlar, Finler gibi Turan kökenliler,
Polanyalılar, Çekler, Hırvatlar ve Arnavutlar, milli yazı harflerini bırakıp
Latin harflerini almıştı. Latin ırklarının, ekonomik gücü ve dünyadaki
yaygınlığı da göz önüne alındığında, Latin harfleri, dünyada en çok kullanılan,
en etkili yazı türüydü ve Türkçeye uygundu. Uluslararası ilişkilerin artan
yoğunluğu, Latin harflerinin Türkçeye uygunluğuyla birleşince, yazı değişimi
aşamasında bulunan Türkiye için, gerek uygulanabilir bir seçenek, gerekse çağa
uyumlu bir olanak ortaya çıkıyordu.
Güç İşi Başarmak
Altı aylık yoğun
çalışmadan sonra, altı haftada yeni abeceyi hazırlattı.10 Dil
biliminin temel kurallarını kavramış; Türkçe’de Latin harflerini kullanma
biçimi, Arapça-Osmanlıca-Türkçe ilişkileri ve yeni harflerle Türkçenin ses
uyumu konusunda, neredeyse yetkin bir uzman olmuştu. Çalışmaları ilerledikçe,
çözülmesi gereken sorunların büyüklüğünü görüyor, çok güç bir işe giriştiğini
anlıyordu. Güçlüklerin üzerine gitmekten çekinmeyen yapısı nedeniyle yılmıyor,
güçlükleri aşmak için daha çok zaman ayırıp, daha yoğun çalışıyordu.
Yurt
gezilerinde halka, yazı yenileşmesi konusundaki görüşlerini açıklıyor, onların
düşüncelerini öğrenmeye çalışıyordu. Yaşanabilecek sorunları, en küçük
ayrıntısına dek inceliyor, çözümler geliştiriyordu. Örneğin,“bağlama eki sorununun, yeni
harflerin kolaylığına ve halkın isteğine sevincine gölge düşürecek kadar
belirgin” olduğunu saptıyor ve “halk içindeki gözlemlerimize dayanarak,
aşağıdaki ilkeleri kabul etmek yararlı ve gerekli görülmüştür” diyerek Alfabe
Komisyonu'na öneriler
yapıyordu.11
Gemlik’ten
kendisine ortak bir mektup yazarak, bir haftada okuma yazma öğrendiklerini
belirten ve ses uyumuyla ilgili sorular soran; Tuhafiyeci Yahya, Gazozcu
Haydar, Zahireci İsmail, Zürradan Ethem, Bakkal Osman
ve Kırtasiyeci Selahattin’e verdiği yanıt şöyleydi: “Okuma ve yazmayı
bir haftada öğrenmek gayretini göstermenize memnun oldum, tebrik ederim. Arabi
ve Farasi kelimelerde (k) ve (g)’nin önlerine (h) gelmesi sorunuyla fazla
uğraşıp düşüncelerinizi engellemeyeniz. Hazırlanmakta olan sözlük, bu konudaki
sorunu isteğiniz yönünde çözecektir, efendim”.12
Eyleme Geçiliyor
1928 başında, “artık
eyleme geçilmesinin zamanının geldiğine” karar verdiğinde, uygulamaya dönük
ilk girişimler ortaya çıkmaya başlamıştı. Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt),
8 Ocak’ta Ankara Türk Ocağı’nda, Türk harfleri üzerine bir konferans verdi.
Aynı günlerde, “harf hareketiyle dilin özleştirilmesi” konusu ele alınıp
incelendi.
8
Şubat’ta İstanbul’da “ilk Türkçe hutbe” okundu. 24 Mayıs’ta, “Batılıların
Arap rakamı diyerek kullandıkları” Latin rakamları kabul edildi.
(Batılıların uzun yüzyıllar kullandığı sayı adlandırmaları, rakamlar değil,
çizgilerden oluşan Romen işaretleriydi. Batılılar, Türk ve Hintlilerin bulup
geliştirdiği ve ondalık hesaplara olanak veren rakamları Doğudan almışlar, buna
Arap harfleri demişlerdi.)
27
Haziran’da, Dil Encümeni kuruldu. 28 Haziran’da, halkın okuma yazma
öğreneceği Millet Mektepleri’nin açılması kararlaştırıldı. Aynı gün, Halk
Dersaneleri ve Konferansları Yönetmeliği yayımlandı.13
Uzun
ve yoğun bir çalışma döneminden sonra, hazırlıklarını tamamladı ve konuyu artık
halka duyurmaya karar verdi. Bunu, İstanbul’da yapacaktı. 9 Ağustos 1928
akşamı, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Sarayburnu Halk Gazinosu’nda
düzenlediği geceye katıldı. Burada yaptığı ünlü konuşmasıyla, yazı yenileşmesini
halka duyurdu.
O
gece, son derece neşeli ve mutlu görünüyordu. Konuklardan birinin defterinden
bir yaprak kopardı ve bir şeyler yazarak ayağa kalktı. “Sevinçliyim,
duyguluyum ve bahtiyarım” diye söze başladı. Ardından, “sevincimin
nedenini ve bana verdiği duyguları, küçük notlar olarak buraya yazdım. Bunları
içinizden bir yurttaşa okutacağım” diyerek, kağıdı çağırdığı bir kişiye
verdi. Yurttaş, belki de ilk kez gördüğü yazıya bakarken, kağıdı geri aldı ve
şunları söyledi: “Yurttaşlar, bu notlar Türk harfleriyle yazılmıştır.
Kardeşiniz bunu okumaya çalıştı ama okuyamadı. Ancak okuyabilir. İsterim ki bu
yazıyı, hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz… Bir ulusun, bir toplumun yüzde
yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse bunun ayıp olduğunu düşününüz.
Bundan, insan olarak utanmak gerekir. Bu ulus, utanmak için yaratılmış bir ulus
değildir. Tarihi övüçlerle dolu, övünmek için yaratılmış bir ulustur”.14
Gordion Düğümü
1850’lerdenberi
sözü edilen, ancak somut bir sonuca ulaştırılamayan yazı sorunu, 1928’de, “Gardion
düğümünü kesen bir kesinlikle” ve “Latin harflerine dayanan Yeni Türk
Abecesi kabul edilerek” onun tarafından çözüldü.15
Gerçekleştirilmesi
güç bu işi, Türk abecesine geri dönme olarak görüyordu. Harf
yenileşmesini, Türkçeye zarar vermeyen; tersine, ona uygun biçimsel değişim
olarak görüyor, yeni harfleri, “Latin harfleri diye anılmakta olan şekiller”
diye tanımlıyordu.16
Önemli
olan, biçim değil, kullanım kuralları ve Türkçeyi geliştirecek yöntemlerdi. Latin
harflerini Türkçeye o denli uyumlu kılmıştı ki, bu harfleri, “Yeni Türk
harfleri” olarak tanımladı.17
Yeni
abece, “Latin esası denilen kökten olmakla birlikte”; Fransız,
İngiliz, Alman, İtalyan ya da bir başka ulusun abecesi değildi. “Kendi
özellikleriyle başlı başına bir Türk abecesiydi”. Üstelik diğer dillerde
varlığını sürdüren kusurlardan sakınılarak düzenlendiği için, “tüm dünya
abecelerinin en olgunuydu”.18
Sorunlar
Yazı yenileşmesinin başarılıp topluma yerleştirilmesi
için, dil bilgisi kurallarıyla ilgisi olmayan ve çözülmesi gereken birçok sorun
vardı. Tüm resmi evrak, basımevi harfleri, telgraf işaretleri, daktilolar,
zaman cetvelleri, okul araç gereçleri, sözlükler, kitaplar, damgalar, her
türden tabela, ilanlar, tren ve tramvay tarifeleri, durak ve istasyon adları,
biletler... değiştirilecekti.
Bu yalnızca yoğun bir çaba değil, onunla birlikte para
ve örgütlenmeyle ilgili bir sorundu. Üstelik, bu işler kısa bir zaman içinde
başarılmalı, bunun için de toplumun her kesiminin onay ve desteği alınmalıydı.
Arap Abecesi ve Türkçe
Arap abecesi,
yapısı gereği Türk yazım kurallarını kendi ses yapısına uydurmaya çalışan, bu
yönde zorlayan bir özelliğe sahipti. Bu durum, sözcük yazımında sorun yaratıyor,
öğrenme güçlüğüne neden oluyordu. Türk ve Arap abeceleri arasında, “kaynağını
dillerin toplumsal ayrılığından alan çelişkiler” ve “ses boşlukları” vardı.19
Osmanlı
Türkleri, eğitim görmüş de olsa, çok kere yazım (imla) yanlışı yapmaktan
kurtulamazdı. Toplumda, iki tür dil oluşmuştu. Bir yanda, “enderun
devşirmelerinin kullandığı, yazılan ancak konuşulmayan saray dili” öbür
yanda “kitlelerin kullandığı, konuşulan ancak yazılamayan halk dili”.20
Halkı
yazılı edebiyata uzak kılan bu durum, halkla aydınları da birbirinden
uzaklaştırmış, Türkiye, aydını olmayan bir halktan ya da halksız aydınlardan
oluşan, düşünsel çoraklık içinde bir ülke durumuna gelmişti.
Arapçanın,
“Türkçenin ses uyumu kurallarıyla uzlaşması olanaksız”21 bir takım kalıpları vardı. Türkçe,
yüzyıllar boyunca, Arapça adına zorlanıp ağır bir baskı altına alınmıştı. Buna
karşın, sağlam sözdiziniyle (sentaks) “kullananların düşünüş biçimini
ve mantığını” hala yansıtabiliyor ve kökleri çok eskiye giden güçlü
yapısıyla, her türlü yabancı karışmaya direnebiliyordu.
Arap
harflerinin kullanımı, Türkler için olduğu kadar, ülkedeki azınlık uyruklar
için de sorun yaratmış, Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkçenin yaygınlaşmasını
engellemişti. 19.yüzyıl sonlarında nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan Rum,
Ermeni, Yahudi gibi Müslüman olmayan uyruklar, Türkçe konuşulabiliyor, ancak Arap
harflerini bilmedikleri için, Türkçeyi okuyup yazamıyordu. Bu durum kaçınılmaz
olarak, uluslaşmanın temel koşullarından biri olan dil birliğinin
gerçekleştirilememesine yol açıyor, azınlıklar kendi içlerinde uluslaşırken,
Osmanlı İmparatorluğu ümmet toplumu olarak kalıyordu.
Yazı Değil Din Sorunu
Arap abecesinin aynı
zamanda Kuran dili olması nedeniyle, Arapça dinsel bir dokunulmazlık kazanmıştı
ve yazı sorunu, din sorunu olarak ele alınıyordu. Bu durum,
ulusal dil ve kültürün gelişimini engelliyor, Türk ulusçuluğu düşüncesinin
gelişmesine uygun bir ortam oluşmuyordu.
Yeni
yazı, yarattığı değişimle, uluslaşmanın koşulu olan kültür birliğinin temelini
oluşturdu; dil ve tarih çalışmalarıyla birlikte, ulusal kimliğe biçim verdi.22
Arapça’nın, dinsel bir anlam verilerek kutsanması, dilbilimiyle olduğu kadar
dinle de ilgisi olmayan bir bilgisizlik sorunuydu. Oysa, Prof.Cahit Tanyol’un söylediği
gibi, “bütün abeceler gibi Arap abecesi de dinden bağımsızdı; harflerde
kutsallık aramanın bir anlamı yoktu”.23
“Cumhuriyet’in Başöğretmeni”
Sarayburnu Konuşması’ndan sonra, kurslar, seminerler,
tartışmalı toplantılar düzenledi. “Ülkeyi bir baştan bir başa gezerek”
her gün, uzun saatler boyunca ve “şaşırtıcı bir enerjiyle” halkına abece
öğretti. Sıradan insanları yıpratacak bu yoğun çaba, “onu ne yoruyor, ne
gevşetiyordu”.24 ”Karatahta, genç Türkiye Cumhuriyetinin
simgesi olmuştu”.25
Köy
ya da kentlerde halkın arasına giriyor, gündüz ya da gece her sınıf ve meslekten
insanı çevresine topluyor, kimi zaman “bir köy okulunda ve isli bir lambanın
solgun ışığında”26, kimi zaman açık havada, ya da köy
kahvelerinde herkese yeni yazıyı öğretiyordu. H.C.Armstrong’un
deyişiyle, “doğuştan pedagog (eğitbilimci); açık, kesin, inandırıcı,
üstünlüğünün ayırdında, harika bir öğretmendi”.27 Önce halk,
daha sonra Meclis, ona çok sevdiği yeni bir san olan “Cumhuriyetin
Başöğretmeni” adını vermişti.28
Okuma
yazmayı yayacak ulusal abecenin “her gelişmenin ilk yapı taşı”29
olduğunu; aydınlığa giden yolun, bunun arkasından geleceğini söylüyordu.
Köylüye, esnafa, tüccara, ”bilgiye giden yol okumaktır, başarı ve zenginliğe
buradan gidebilirsiniz; düşüncenin gerçek özgürlüğü budur; cehaleti yenmek,
sefaleti yenmektir” diye sesleniyor30, “büyük Türk ulusu
bilgisizlikten, emek vererek, ancak kendi soylu diliyle kurtulabilir. Yeni Türk
alfabesi, aydınlığın en değerli aracıdır” diyordu.31
Ona
göre, yazıyla başlayan değişim, bilimsel felsefeyi, düşünce yöntemlerini ve
yaşam biçimini değiştirecek, toplumun yazgısına yeni bir yön verecekti. Georges
Duhamel’in söylemiyle “geçmişteki hiçbir devrimci, Cromwell, Robespierre
ya da Lenin, bu kadar uzağa gitmeye cesaret edememişti”.32
Bütün Ülke Bir Okul
Çabası, çok kısa
bir süre içinde sonuç verdi ve yazı değişimi; Türk halkı tarafından büyük bir
istekle sahiplenildi. Hemen her yerde, yeni yazıyı ve okuma yazmayı öğreten
kurslar açıldı. Kamu ya da özel binalar, kahveler, hatta camiler okul durumuna
geldi. “Gezgin satıcılar sokaklarda abece satıyor, taksi şoförleri, kelime
heceleme uğruna müşteri kaçırıyordu”.33 Köylüler, “harf
devriminden büyülenmişti”.34
Her
Türk, “öğrenmek ve kendini yetiştirmek için yanıyor”, okuma yazma
öğrenmek onlara, “şahane bir ayrıcalık”35 gibi geliyordu. “Genci
yaşlısı, kadını erkeği, camilerde kahvelerde, evlerde dükkanlarda, ellerinde
taştan bir karatahta ve kalem ya da tebeşir; küçük büyük A’lar B’ler yazıyor,
yüksek sesle heceliyor, büyük bir ağırbaşlılıkla ayrıntıları tartışıyordu.”36
Birlikte
yapılan eylemin yarattığı iç erinciyle
(huzuruyla), “büyük bir ülke, sanki tümüyle okula taşınıyordu”.37
Her sınıf ve meslekten insan, yaş ve sosyal konum gözetmeksizin, “hepsi
dirsek dirseğe okul sıralarında buluştular”.37 Türkiye’de “Şaşırtıcı
bir öğrenme coşkusu” yaşanıyordu.39
Yasa Çıkıyor
Harf
yenileşmesinde, önceki devrim atılımlarında yaşanan türden karşıtlıklar pek
görülmedi. Halkın yoğun ilgi ve desteği, yasal süreci hızlandırdı ve Meclis 1
Kasım 1928’de, 3153 sayılı “Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında
Kanun” la, harf değişimini zorunlu duruma getirdi.
On
bir başlamdan (maddeden) oluşan yasaya göre, devlet kuruluşları, 1 Ocak 1929’da
yeni uygulamaya geçecek; ancak, basılı kağıt ve yazılı donanımların
değiştirilmesi için, 1929 Haziranı’na dek altı aylık ek süre verilecekti. Bu
süre sonunda, yeni yazıya geçiş tümüyle bitirilecekti.
Eleştiriler
Değişik gerekçeler
ileri sürerek, yazı değişimine karşı çıkanlar, en çok zaman konusunu işlediler.
“Kesinlikle olmaz” diyenler küçük bir azınlıktı. Bunların dışında kalan
bir küme eleştirici; değişimin, “20 ya da 30 yılda adım adım uygulanması”
gerektiğini ileri sürüyor, hızlı değişimin “zaten yüzde 10’un altında olan
okur yazarları, okumaz yazmaz duruma getireceğini” ya da “öğretmenleri
iş yapamaz duruma sokacağını” söylüyordu.40 Bir başka eleştirici
küme, “tümüyle Arap harfleriyle basılan gazeteler, okur yitirecek”;
gazeteler belki de, “böyle bir keşmekeş ve masrafa dayanamayacağı için”
batacak diyordu.41
O ise böyle
düşünmüyor, uzun bir geçiş döneminin, “bu işin başarılmasını önleyeceğini”
söylüyordu. Kimileri 10-15 yıla inmişti. En kısa öneri ise beş yıldı.
Uygulayıcı konumdaki Başbakan İnönü, “en az yedi yıl gerekli” diyordu.42
Gazetelerin
hiç olmazsa bir süre, iki tür yazıyla çıkması önerisini hemen redddetti. “Herkes
alıştığı Arapça yazıyı okur, yeni yazı öğrenilmez” demiş ve “bu iş, ya
üç ayda olur ya da olmaz” diye eklemişti.43 Somut ve şaşırtıcı
bir gerçektir ki, onun dediği gerçekleşmiş ve Türkiye’deki “harf devrimi”
“üç ay içinde amacına ulaşmış”.44
Yazı
devrimi’ni
eleştirenlerin bir bölümü, Çin ve Japonya’yı göstererek, onların “okunması
ve yazılması zor olan abecelerini” atmadığını ileri sürdü. Oysa Çin ve
Japonya abecesi, onların kendi dil özelliklerinden çıkmış, binlerce yıl geriye
giden, ulusal abecelerdi. Dil yapılarına tümüyle uygundu. Arap harfleri,
Türkçeye uygun olsaydı; “bir devrime gereksinim duyulmaz, öğrenim
zorlukları sorunu ortaya çıkmaz ve Türkçe bir kültür dili olurdu”.45
Millet Mektepleri
1 Ocak 1929’da yürürlüğe giren Millet
Mektepleri Talimatnamesi, 11 Kasım 1928’de Bakanlar Kurulu’nca onaylanıp
yayımlandı. “Talimatname” ye göre; yeni harflerle okuma yazma öğrenen
memurlara birer “ehliyetname” verilecek, lise ve ortaokullar için el
kitapları hazırlanacak, kışla ve cezaevlerinde yeni yazı kursları açılacak ve
içinde 25 bin sözcük barındıran “İmla Lugatı” 29 Kasım’a dek
hazırlanacaktı.46
23
Aralık 1928’de, Millet Mektepleri’ne kayıtlar başladı. Kurslara, 16-45
yaş arasındaki kadın ve erkeklerden, yalnızca yeni yazıyı öğrenecek okur
yazarlar değil, okuma yazma bilmeyenler de katılacaktı. Kurslar okuma yazma
bilmeyenler için dört, diğerleri için iki ay sürecek; kadınlar haftada iki,
erkekler dört gün ders alacaktı.
Yazı
değişiminin resmi başlangıç günü olan 1 Ocak 1929 Türkiyesi, “bambaşka bir
gün” yaşıyordu. Bandolar sokaklarda marşlar çalıyor, geçit törenleri
yapılıyor; Halk, “yeni bir seferberlik havası içinde okullara koşuyordu”.47
Herkesi etkileyen tek üzüntü, Millet Mektepleri’ne büyük emek veren genç Milli
Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin, bu coşkulu günü göremeden, 35 yaşında,
o gün ölmüş olmasıydı.
Millet
Mektepleri ’nden,
1936’ya değin, 2 546 051 kişi diploma aldı. 1929’daki dersane sayısı 20 489’du.48
İlk bir yıl içinde diploma alanların sayısı, 1 milyondu. İlginçtir ki, yeni
yazıyla okuma yazmayı en kolay öğrenenler, eski yazıyla okur yazarlar değil,
okuma yazmayı hiç bilmeyenler ve çocuklardı. Bunlar yeni yazıyla okuma yazmayı
kısa süre içinde öğreniyor ve kursa gidemeyen “ana babalarıyla aile
büyüklerine” öğretmenlik yapmaya başlıyordu.49
Meclis Konuşması
Yeni abeceyi kabul
eden yasanın görüşüldüğü gün (1 Kasım 1928), Meclis’te yaptığı konuşma, yazı
yenileşmesine verdiği önemi ve bu konudaki coşkusunu yansıtan tümcelerle
doludur. Bu konuşmada şunları söylemiştir: “Bu milletin yüzyıllardan beri
çözümlenmemiş olan ihtiyacını, birkaç yıl içinde tümüyle sağlamak, gözlerimizi
kamaştıran bir başarı güneşidir. Kazanılan hiçbir zaferle kıyaslanamayacak bu
başarının, heyecanı içindeyiz. Yurttaşlarımızı cehaletten kurtaracak, sade bir
öğretmenliğin vicdani kıvancı, ruh varlığımızı doyurmuştur. Aziz arkadaşlarım;
yüksek ve sonsuz armağanınızla, Büyük Türk Milleti, yeni bir aydınlık dünyaya
girecektir”.50
DİPNOTLAR
1
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
III.C., Remzi Kit. 8.Bas. İst.-1983, sf.313
2
“Erzurum’dan Ölümüne Kadar
Atatürk’le Beraber” Mazhar Müfit Kansu, I.Cilt, TTK,
3.Baskı Ank.-1998, sf.130
3
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
III.C., Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1983, sf.316
4
“Atatürk” Lord Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas. İst.-1994, sf.511
5
a.g.e. sf.511
6
“Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”
Kaynak Yay., 3.Baskı, İst.-2001, sf.255
7
“Bozkurt” H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.220
8
“Atatürk” Lord Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.511
9
“Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu”
P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.153
10
“Atatürk” Lord Kinros,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.511
11
“Atatürkle Konular Ansiklopedisi”
S.Turhan, Y.K.Y., 2.Bas., 1995, sf.22
12
“Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem,
Cumhuriyet Kit., 1998, sf.70
13
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
III.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf.
14
“Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdim,
Cumhuriyet Kit., 1998, sf.15
15
a.g.e. sf.11
16
“Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.254
17
a.g.e. sf.255
18
a.g.e. sf.258
19
“Atatürk ve Halkçılık”
Prof.Cahit Tanyol, İs.B.Yay., tarihsiz, sf.117-118
20
“Atatürk” Lord Kinross,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.510
21
“Atatürk ve Halkçılık”
Prof.Cahit Tanyol, İs B.Yay., tarihsiz, sf.122
22 “Atatürkçü
Düşüncede Ulusal Eğitim” Dr.Şerafettin Yamaner, Top.
Dön.Yay., İst.-1999, sf.103
23
“Atatürk ve Halkçılık”
Prof.Cahit Tanyol, İs Bank Yay., tarihsiz, sf.124
24
“Bozkurt” H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.222
25
“Atatürk” Lord Kinross,
Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.513
26
“Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu”
P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.153
27
“Mustafa Kemal” Benoit Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.300
28
a.g.e. sf.301
29
“Atatürkçü Olmak” C.A.Kansu,
Bilgi Yay., 3.Bas. Ank.-1996, sf.104
30
“Mustafa Kemal” Benoit Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.301
31
“Atatürkçü Olmak” C.A.Kansu,
Bilgi Yay., 3.Bas., Ank.-1996, sf.105
32
“La Turquie, Puissance d’Occident”
Le Figaro, 13.07.1954;ak. Benoit Machin “Mustafa Kemal” sf.299
33
“Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu”
P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.15
34
“Mustafa Kemal” Benoit Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.301
35
a.g.e. sf.301
36
“Bozkurt” H.C.Armstrong,
Arba Yay., İst.-1996, sf.221
37
“Mustafa Kemal” Benoit Méchin,
Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.301
38
a.g.e. sf.301
39
a.g.e. sf.301
40
“Ömer Sami Coşar’ın Derlemeleri”
1928; ak. a.g.e. sf.91
41
a.g.e. sf.92
42
“Tek Adam” Ş.S.Aydemir,
III.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983
43
“Çankaya” Falih Rıfkı Atay,
Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.440
44
“Yazı Devriminin Öyküsü” S.N.Özerdem,
Cumhuriyet Kitap, 1998, sf.96
45
“Türk Devriminin Temelleri ve
Gelişimi” Prof.Ahmet Mumcu, İnkilap Kitabevi,
12.Baskı, İst.-1992, sf.149
46
a.g.e. sf.41-43
47
a.g.e. sf.44
48
a.g.e. sf.45
49
“Atatürk” Lord Kinross,
Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.514
50
“Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”
Atatürk Araştırma Merkezi, I.Cilt, 5.Baskı, Ankara-1997, sf.377-378
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder