Emperyalizme
karşı bağımsızlığını elde edememiş azgelişmiş bir ülkede, ne ulusçu ne de
toplumcu siyaset egemen olabilir. Ulusçuluk ve toplumculuk, günümüzde birbiri
içine girerek, evrensel boyutlu bir siyasi savaşım türünü ortaya çıkarmıştır.
Ezilen ülke devrimciliği; anti-emperyalist niteliği nedeniyle ulusçu,
anti-feodal niteliği nedeniyle de demokratiktir. Bu özellik, ulusal bağımsızlık
savaşlarını milliyetçiliğin dar kalıbından çıkarır ve ona uluslararası bir boyut
kazandırır.
Bütünün Parçaları
Sömürgeciliğe ve emperyalizme karşıtlık, ulusal kurtuluş savaşlarının
ortak özelliğidir. Bu özellik, ezilen ulusları birbirine yakınlaştırır ve
onların savaşımına uluslararası boyut kazandırır. Sanayileşmiş büyük devletler
dünyaya yayılırken, daha önce aralarında herhangi bir ilişki olmayan bu
ülkeleri, ister istemez birbirlerine bağlar ve onları yürürlükteki dünya düzeninin
parçaları yapar. Parçaları bütüne ulaştıran birleştirici güç, kurduğu tecimsel
(ticari) ilişkilerle emperyalizmin kendisidir.
Bağımsızlık için savaşan
ulusların birbirine dayanışmacı bir yakınlık duymasının nedeni, emperyalizmin
boyunduruğu altında olmalarıdır. Bu uluslar, ilişkiler ağının zorunlu sonucu
olarak, ortak bir düşmana sahip olmanın yarattığı dayanışma ruhu içinde olurlar.
Toplumsal dayanağı olan bu dayanışma, ulusal bağımsızlık savaşlarını milliyetçiliğin
dar kalıbından çıkarır ve ona uluslararası bir boyut kazandırır.
Uluslaşan Uluslaştırmıyor
Emperyalizm ve onun alt evresi kapitalist sömürgecilik, uluslaşmanın da
tarihini oluşturan 500 yıllık bir dönemi kapsar. Bu dönemde önce sömürgeciler
uluslaştı. Avrupalılar denizaşırı ülkelere açıldığında, sağladığı sermaye
birikimiyle kapitalist üretime geçmiş ve pazara çıkarılması gereken ürünler üretmişti.
Ürünler önce ulusal pazara sunuldu ve her ülke kendi pazarına egemen
oldu. Kapitalist uluslaşma böyle başladı. Daha sonra dışarıya açılındı. Elde
edilen sömürgeler, taşınabilir varlıklarıyla ulusal pazarın gereksinimlerine
bağlı kılındı. Böylece ulusal pazar temeli üzerinde yükselen ulus-devletler
ortaya çıktı. Ulus-devlet gelir akışını, gelir akışı da ulus-devleti
geliştirdi.
Sömürgeler, bu süreci yaşayamadı.
Yaşaması da olası değildi. Üretime yönlendirebilecekleri gelir kaynaklarının
tümüne el konulmuştu. Sermaye birikmiyordu. İçine sürüklendiği sömürü
ilişkileri yoksulluğu, yoksulluk ilkelliği doğuruyordu. Üretip satacağı malı
olmadığı için, sahip çıkması gereken ulusal bir pazar oluşmuyordu.
Ulusal Devinimlerin Ortaya Çıkışı
Varsıllaşan sömürgeciler, 19.yüzyılın ikinci yarısında, yoksullaşan
sömürgelere mal yanında sermaye de göndermeğe başladı. Buralara, yatırılan
sermayenin gerekli kıldığı ulaşım ağırlıklı birtakım alt yapı yatırımları
yapıldı. Yatırımlar, sömürge tipi de olsa ister istemez kapitalizmin görece
gelişmesine yol açtı. Bu gelişme, o güne dek salt yabancı düşmanlığına dayalı
bilinçsiz duyguların, yavaş da olsa ulus bilincine dönüşmesine yol açtı ve
ulusal devinimler ortaya çıkmaya başladı.
Ulusçuluk ve ulusçu savaşım, 20.yüzyılda
beklenmedik bir biçimde güçlenerek yayıldı ve başarılı oldu. Oysa, elde ettiği
siyasi ve askeri başarılara denk düşecek bir ekonomik yapı henüz oluşmamıştı.
Sanayileşmiş ülkelerde uluslaşmanın itici gücü ekonomi olurken, sömürgelerde bu
güç; ağırlıklı olarak, işgale karşı tepki ve yerel gelenekler oluyordu.
Güç ve Şiddet
İnsanlar ve ülkeler arası çıkar çatışması, tarihin her döneminde vardı.
Ancak, hiçbir çatışma kapitalist sömürgecilik ve emperyalist dönemdeki çatışma
kadar, tek yanlı, eşitsiz ve sistemli biçimde yürütülmemiştir.
Bu dönemde insanların ve
toplumların; varlık kaynaklarına, benliklerine, kültürlerine ve yaşam
biçimlerine karışılmış, ulusların direnme gücünü yok edecek her tür yöntem
uygulanmıştır. Geri kalmış ülkelerin gerilikten kurtulmaması için, barışçı ve
barışçı olmayan her yol denenmiştir. Din, dil, mezhep, etnik yapı ve diğer
yerel ayrımlar, bölünme ve çatışma için kullanılmış; sanayi, ticaret, tarım,
ulaşım, eğitim ve kültür alanlarında gelişmeyi ve uygarlaşmayı önlemenin
yöntemleri geliştirilmiş ve uygulanmıştır.
Yerel Tepkiden Emperyalizm
Karşıtlığına
Sömürgecilere karşı yerel tepki her dönemde vardı. Şiddet kullanılarak
kolayca bastırılan bu tepkinin ulusçuluğa yönelmesi, Avrupa’dakiler dışında,
20.yüzyıla girerken başladı. İdeolojik, politik ve örgütsel yetmezlik içinde,
aydın çevrelerle sınırlı kalan bu dönemin ulusçuları, kitlelere öncülük edecek
güçten uzaktı. O günlerde Avrupalı devletlere özellikle de İngiltere’ye karşı
gelmeyi, düşünmek bile olanaksızdı. “Avrupalılar yenilemezdi, yapılacak en
iyi iş onlarla uzlaşmak ve himayeleri altına girmekti.” Dönemin en “inançlı”
ulusçuları bile böyle düşünüyordu.
Emperyalist elegeçirmenin (işgalin)
gerçek niteliğini kavrayıp, tam bağımsızlığı amaçlayarak, emperyalizme karşı
tek başına savaşıma girişen ve bunu başaran ilk ulusal savaş, Türk Kurtuluş
Savaşıdır ve Türk Devrimi’nin
dünya siyasetine yaptığı etki, sanıldığından çoktur. Dünya’nın tüm geri kalmış
ülkelerini kuşatan emperyalist zincir ilk kez Türkiye halkasından koparılmış ve
daha sonra arkası gelmiştir.
Türk Devriminin Önemi
Ulusal Bağımsızlık savaşımları, Türk Devrimin’den değişik oranlarda, etkilenmiştir.
Ancak, bunlardan hiçbiri, her alanda ulusal siyaset belirleme ve belirlenen siyaseti
uygulama konusunda, Türk Devrimi’nin
gösterdiği başarıya ulaşamamıştır. Bu nedenle bağımsızlık savaşımlarının tümü
uzun sürmüş, yitikleri ağır olmuştur. Oysa, Türk Kurtuluş Savaşı, sahip
olduğu önderliğin yönetimdeki başarısı sayesinde 3,5 yıl gibi kısa bir sürede
kazanılmıştır.
Ülkeyi ve halkı tanıma, ona güvenme, dünya siyasetini ve bölgesel
sorunları kavrama, ideolojik bağımsızlık, erişilen tarih bilinci,
köktenci anti-emperyalist tavır, özgüven ve tam bağımsızlıkta
kararlılık, ulusal birliği sağlama becerisi ile askeri ve siyasi
örgütlenme yeteneği... Kemalist önderliğin bu nitelikleri, değişik ülkelere
değişik oranlarda esin kaynağı olmuş ancak tümünü birden yaşama geçirebilen bir
önder kadro, her hangi bir ülkede ortaya çıkamamıştır.
Türk Devrimi’nin,
sömürge ve yarı sömürge ülkelere örnek olması, buralardaki ulusçu devinimlerin
anti-emperyalist politik akımlar haline gelmesine yol açmıştır. Anadolu’daki
Türk zaferi, Endonezya’dan Fas’a, Hindistan’dan Etyopya’ya, Tunus’a, Yemen’e
dek pek çok ülkede kitle eylemleriyle kutlanmıştır.1
Tunus’ta, Cezayir’de, Mustafa Kemal’in resimleri gazetelerden
kesiliyor, duvarlara yapıştırılıyordu.
Malezya’da dükkanlar Mustafa Kemal’in posterlerini satıyor ve
Malezya’lı gençler bunlardan satın alıyor ve halka dağıtıyordu.2
Tunus’ta Kemal Paşa resimleri, geleneksel cam üzerine boyama
sanatının konularından biri olmuştu.3
Afrika’da insanlar, Türkiye’nin haritadaki yerini bilmiyordu ama Mustafa
Kemal’i biliyordu.4
Bütün bunlar, okuma yazma bilmeyen toplumlarda ve insan resminin dince
yasaklandığı ülkelerde oluyordu.
Mustafa Kemal imgesinin
yarattığı büyük etki, Türkiye’nin adını yüzmilyonlarca insan için özgürlük savaşımıyla
eşanlamlı duruma getirmişti.5
İngiliz tarihçi Arnold J.Toynbee’nin 1923 yılındaki görüşleri, Türk
Devrimi’nin yalnızca Türkiye’yle sınırlı kalamayacağı yönündedir: “Türk
ulusu kendisi için savaşırken aynı zamanda yoksul ülkelerin de savaşını
vermiştir. Kendisine karşı kabaran sel sularını, Ankara kapılarında durdurarak,
İzmir’e, Trakya’ya ve İstanbul’a doğru süren Türkler’in başlattığı yeni akım,
belki de Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Tunus, Cezayir ve Hindistan’a dek
etkisini sürdürecek ve bu ülkeleri kaplayan Batı selini sürükleyip
götürecektir”.6
Alman yazarı Dagobert Von Mikusch: “Doğunun bu büyük
reformcusuna, eğer deyim yerinde ise, bu uluslararası ulusçuya, tarih iki çağın
eşiğinde kendine layık olduğu önemli yeri vermiş ve buradaki başarıları O’nun
tarihsel ödevi olmuştur”.7
Yunanistan Başbakanı Mihail Metaksas’ın: “Atatürk’ün devlet
yönetimi ve yaptığı devrimler, yalnız Türkiye’yi değil, bütün dünyayı
etkilemiştir”8 biçimindeki görüşleri de aynı yöndedir.
Etyopya’lı büyükelçi Osman Muhammet’e göre, Afrika’da
özgürlüklerine kavuşmuş olan 42 ülke bunu Atatürk’ün Bağımsızlık savaşımından
hareket ederek sağlamıştır.9
Kemalist Devrim, Güney Amerika ülkelerinde de
geniş yankı uyandırmıştır. Buna karşın, Latin Amerika’nın yetiştirdiği en
önemli marksist düşünür Jojé Karlos Mariatégui, 1924’de yayınlanan
eserinde, Türk Devrimi’nin
devrimci niteliğini vurgulamış ve övmüştür.10
Bağımsızlık Devinimleri Yayılıyor
Ulusçuluğun yayılması 1920’den sonra yoğunlaşmış ve kısa sürede
bağımsızlık savaşlarına dönüşmüştür. Bilinç düzeyi, yabancı düşmanlığıyla
sınırlı eskinin köylü direnişçileri bu süreçte, politik tavırlı kurtuluş
savaşçıları ve inançlı yurtseverler olmuştur. Dünya nüfusunun yarıdan çoğu,
40-50 yıl içinde, savaşarak bağımsızlığına kavuşmuştur.
Güç kullanarak önlenemez olduğu görülen bu hızlı gelişme, emperyalist
ülkelerin, uluslararası ölçekli yeni politikalar üretmelerine yol açmıştır. Yeni
Dünya Düzeni böyle doğmuştur.
Yeni Dünya Düzeni’nin özü; Dünya egemenliğinin,
askeri işgal ve açık şiddeti sınırlandırarak yerine, ondan daha etkili olan,
ekonomik ve siyasal bağlantılarla sürdürülmesidir. Sömürgelerin yarı-sömürge,
bağımsızların yarı-bağımsız duruma getirilmesidir.
Sınıfsal Değil Ulusal
20.Yüzyıl’daki ulusal bağımsızlık savaşımlarının kanıtladığı belki de en
önemli sonuç, bu savaşımın sınıfsal öncelikleri temel alan bir anlayışla değil,
ulusal nitelikte program ve stratejilerle yürütülmek zorunda olunmasıdır.
Özellikle Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan ideolojik belirlemeler
nedeniyle, ulusal hareketler içinde yayılan ve maddi temeli olmayan ideolojik öncelikler,
ulusal savaşım için son derece zararlı olmuştur. Anti-emperyalist erekle
birleştirilmesi gereken tüm ulus güçleri, bu tutum nedeniyle bir araya
getirilememiş ve ulus birliği tam olarak sağlanamamıştır. Bu da, savaşımın
uzamasına, yitiklerin artmasına yol açmıştır.
Benzer yaklaşım kimi ülkelerde,
bağımsızlıktan sonra da sürdürülmüş, bu nedenle kısa süre içinde, yönetimi
koruma ve kurulan yeni düzeni sürdürme sorunuyla karşılaşılmıştır.
Dünyanın Durumu
21.Yüzyıla girerken, dünya, azgelişmiş ülkeler açısından 20.yüzyıl
başlarına benzer bir görünüm veriyor. Üç büyük ülke; ABD, Almanya ve Japonya
ile bunların çevresindeki üç ülke, İngiltere, Fransa ve İtalya şiddetli bir
ekonomik yarış içindeler. Bu ülkeler, dünya ekonomi ve siyasetine yön veriyor ve
askeri üstünlüğü şimdilik tartışılmaz gözüküyor.
Kağıt üzerinde siyasi
bağımsızlıkları olan ancak ekonomik bağımlılık içindeki 150’yi aşkın azgelişmiş
ülke giderek güç yitiriyor. Gelir düzeyleri düşen, yaşam koşulları bozulan ya
da işsiz kalan kitleler; ulusal haklarını, kimliklerini, kültürlerini ve yerel
geleneklerini yitirip hızla yoksullaşıyor. Ulus-devletler parçalanıyor
ya da güçsüzleştiriliyor. 21.Yüzyılın, yerel toplulukların etkin olacağı
ulussuz bir dünya olacağı ileri sürülerek, insanlığın ulusçuluğu aştığı
söyleniyor.
Gerçek Nedir
Gerçek bu mudur? İnsanlık bir bütün olarak böylesi bir uygarlık düzeyine
ulaşmış mıdır? Günümüz dünyasının böyle bir noktadan çok uzak olduğu açık. Ulus-devletler,
doğal yaşam sürelerini doldurmuş yapılar değil tam tersi, özellikle az gelişmiş
ülkeler için korunup güçlendirilmesi gerekiyor.
Gelişmiş ülkeler kendi devlet
yapılarını sürekli olarak güçlendirmekte ve yetkinleştirmektedir. Günümüzdeki
gelişmeler azgelişmiş ülkelerdeki ulus-devletlerin doğal süreçle ortadan
kalkması değil, değişik araç ve yöntemle ortadan kaldırılmasıdır. Bir başka
deyişle, ulus-devlet yetkilerinin yerel gerici yapılanmalara ve denetim
altında tutulan uluslararası örgütlere devridir.
21.Yüzyıl
Baskı altına alınmış olsa da 21.yüzyıla girerken, ulusal duygularda bir
yükseliş yaşanmaktadır. Güce ve sömürüye dayalı uluslararası ilişkiler, baskıcı
yönetimler ve büyük boyutlu eşitsizlikleriyle bugünün geçerli dünya düzeni,
sürgit egemenliğini koruyamaz.
Bugünkü durum, 20.Yüzyıl başına büyük oranda benziyor. Azgelişmiş
uluslar üzerinde, büyük baskı var. Bu ülke halkları giderek yoksullaşıyor.
Eşitsiz ilişkiler ve sömürü, insanları eziyor. Ancak, bunlara karşı tepkiler de
gelişiyor.
20.Yüzyıl başında emperyalizmi ve yöntemleri anlamağa çalışan insanlar
bugün, küreselleşmenin ne olduğunu öğrenmenin çabası içinde. O gün, demiryolu
ayrıcalıklarını, kapitülasyon koşullarını, Düyun-u Umumiye
vergilerini ve konsolosluk mahkemelerini tartışan yurtseverler;
bugün, yabancı sermaye yatırımlarını, özel ticari anlaşmaları, gümrük
birliklerini, özelleştirmeleri ve Çok Taraflı Yatırım Anlaşması’nı
tartışıyor. Nobel ödüllü ünlü ekonomist Norman Engell, 1910 yılında; “Uluslararası
finans, ticaret ve endüstrisiyle o derece bütünleşmiştir ki... Siyasi ve askeri
iktidar artık, gerçek yaşamda çok az şeye egemendir” diyordu.11
Bu sözler günümüzden 90 yıl önce söyleniyordu. 20.Yüzyıl, gerçekten
uluslararası finansın her şeye egemen olduğu bir yüzyıl oldu. Öyle olmayı sürdürüyor.
Emperyalist ülkeler, küresel
egemenliği devlet gücüyle ayakta tutuyor. Ulus-devletlere karşı her girişim,
ulus-devletlerin karşı girişimini getiriyor. Bu bir doğal bir tepki,
kaçınılmaz bir zorunluluk. Maddi temeli yok olmadan hiçbir toplumsal olgunun
ortadan kalkmayacağını herkes biliyor. Bu nedenle, 21.yüzyıl, yeni bir ulusçu
dalganın yükseleceği bir yüzyıl olmaya aday. Türk Devrimi’nin ilke ve
değerlerinin, bugün (özellikle Çin’de) şaşırtıcı bir biçimde yükselebilmesinin
nedeni budur.
DİPNOTLAR
1 “Kemalizm
ve İslam Dünyası” İ.Gökalp-F.Georgeon, Arba Yay., sf.26
2 A.C.
Milner, sf.157 ak. a.g.e. sf.27
3 “Travaux
et Recherches en Turquie” J.L.Bacque, 1982, sf.188-199 ak. a.g.e. sf.27
4 “Tek
Adam” Ş.Süreyya Aydemir, Remzi Kitapevi, 9.Baskı 1983, sf.419
5 “20.Yüzyıl
Başında Cezayirlinin Bilincinde Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye” Benjamin
Stora, “Kemalizm ve İslam Dünyası” İskender Gökalp-Francoıs Georgeon,
Arba Yay., sf.180
6 Asia
Dergisi, Ekim 1923, Arnold J.Toynbee “Atatürk İçin Diyorlar ki” Selahattin
Çiller, Varlık Yay., sf.101
7 “Türk
Dili 1964”, XIV.Cilt, sayı 158 ak. “Atatürk İçin Diyorlar ki” Selahattin
Çiller, Varlık Yay., sf.187
8 “Ulus”
23 Kasım 1938, ak. a.g.e. sf.228
9 “Cumhuriyet”
23 Ocak 1973 ak. a.g.e. sf.110
10 “La Révolution Turque
et I’Islam” Jojé Carlos Mariatégui Lima 1924, ak.Prof.Taner Timur “Türk
Devrimi ve Sonrası” İmge Kit., 3.Bas. 1994 sf.299
11 “POWER
Ocak 1999” Aybim Bilgisayar, garildi.yore.com.tr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder