Rus
Devrimi, Julyen
Takvimine göre 25 Ekim, Miladi Takvime göre 7 Kasım 1917’de ortaya çıktı.
20.Yüzyılı her yönüyle etkilemiş olan bu büyük insanlık deneyimi, toplumsal
savaşımda ders alınacak olaylarla doludur. Kısa bir özet niteliğindeki yazıyı
bu amaçla yayınlıyoruz
13 Şubat
1917’de, Rusya’nın başkenti Petrograd’ta, açlık çeken ve eksi yirmi beş
derecede ekmek kuyruklarında bekleşen halkın, fırınlara saldırmasıyla gelişen
olayların, sosyalist bir devlet ortaya çıkaracağı kimsenin aklından geçmemişti.
Günün özgün koşullarının ve iyi örgütlenmiş bir parti yetkesinin yarattığı yeni
devletin, sosyalizmi ne düzeyde temsil edebileceği bugün yoğun olarak
tartışılıyor. Ancak, gözardı edilemez bir gerçekliktir ki, Sovyet Devleti
20.yüzyıla damgasını vurmuş ve Sosyalizmi ‘kitap sayfalarından’
çıkararak, yaşamın içine taşımıştır.
”Düş” Gerçek Oluyor
Sosyalizm,
Rus Devrimi’ne dek,
aydın ve işçi kümeleri dışında pek ciddiye alınmamıştı. İşadamları, hükümet
yetkilileri ve kurulu düzen yandaşları sosyalistleri uzun süre, ‘düş peşinde
koşan’ serüvenciler olarak gördü. Onlara göre, 1871 Paris komünü, ‘yerel
beceriksizliklerin’ yol açtığı küçük bir toplumsal “yanlışlıktı” ve
hemen düzeltilmişti. Sosyalizm, ‘kitap sayfalarında kalacak’ bir düştü.
Kadınlar
Çarlığın kısa sürede yıkılmasına neden olan Şubat
Devrimi’ni Petrogradlı
kadınlar başlattı. Kitle eylemlerine karşı hazır durumunda tutulan Petrograd
garnizonuna, iyi örgütlenmiş polis ve kazak birliklerine karşın, eylemler hızla
yayıldı. İşçiler arasında, ortak bir eylem için herhangi bir anlaşma yapılmamış
olmasına karşın; kadınlar, 13 Şubat 1917 günü “barış ve ekmek” diyerek Petrograt sokaklarına çıktı.
Kadınları
gören dükkan sahipleri kepenklerini kapatıp onlara katıldı. Rus ordusunun en
acımasız birlikleri olan kazaklar eyleme müdahale etmemişti. Haber tüm kente
yayılmıştı. Ertesi gün yapılan gösterilere işçiler de katıldı. Göstericiler
kazakları alkışlıyor, polisler de az ötede olayları izliyordu. Üçüncü gün
çeşitli örgütler, özellikle Bolşevikler, gösterilerin yönetimini ele aldı.
Artık yalnızca ‘barış ve ekmek’ değil ‘Kahrolsun Despotizm’
sloganları da atılıyordu. Kendiliğinden oluşan halk tepkisi, önlenemez bir
politik eyleme dönüşmüştü.
Kazaklar Ateş Etmiyor
Olaylar olağanüstü bir hızla yayıldı. Polis bu kez, daha
önceleri yaptığı gibi halkın üzerine ateş açmaya başladı. Kazaklar ve askerler
ateş açmak istemiyordu. Subayların zorlamasıyla önce havaya daha sonra yerdeki
buzlara ateş ettiler.
Kışlalarda kıpırdanmalar başlamıştı. O günkü olaylardan
etkilenen askerler, bundan böyle halkın üzerine ateş açmamaya karar vererek
ayaklandı. Ertesi gün kışlalardan çıkan askerler işçilere katıldı. 28 Şubat’ta
ordunun silah deposunu ele geçirdiler ve 40.000 tüfeğe el koyarak, birkaç saat
içinde işçi mahallelerine dağıldılar.1
Sınırsız
yetkilerle donatılan General Habalof hiç bir şey yapamaz duruma
gelmişti. Buyruğu altındaki birliklere güvenemiyordu ve bu birlikler hızla
azalıyordu. Kitle üzerine gönderdiği güvenilir kazak birlikleri göstericilerin
arasına karışıp gözden yitiyordu. Ayaklanmanın sonucunu ve Çarlığın yıkılmasını
belirleyen, sonunda askerin devrimden yana geçmesi oldu. 12 Mart’ta 150 bin
kişilik Petrograd garnizonunda devrime katılmayan bir tek asker kalmamıştı.
Çarlık Yıkılıyor
300
yıllık Rus Çarlığı, başkentinde yoğunlaşan kitle eylemleriyle birkaç gün içinde
yıkıldı. On yıllarca ‘donmuş durumda kalan muhalefet’ bir anda canlanmış
ve kitleler, yarattıkları devrimin sunduğu sınırsız özgürlük ortamında,
kurtulmak istedikleri baskı düzenini tarihin arşivine yollamıştı. Çarlığı
deviren Şubat ayaklanmalarında yalnızca 200 kişi ölmüş 1300 kişi yaralanmıştı.2
Karenski ve Geçici Hükümet
Şubat Devrimi’nden sonra Bolşeviklerin
katılmadığı Kerenski başkanlığında geçici bir hükümet kuruldu. Geçici hükümet, çalışmalarını parlamento
niteliğindeki Duma ile yürütüyordu. Rusya’ya özgü bir yapı olarak
1905’de ilk örneği görülen ve işçi-köylü temsilcilerinden oluşan Sovyetler ise Duma’dan
bağımsız bir çalışma yürütüyordu. Sekiz ay süren iki başlılık Ekim Sosyalist Devrimi’yle sona erdi ve bütün iktidar, Sovyetlerde
toplandı.
Geçici Hükümet, Rus halkının ruh yapısını ve istemlerini
kavrayamamıştı. Savaş istemeyen milyonlarca insana karşın hükümet; şerefli
savaştan, zaferden söz ediyordu. Duma’yı Batı Avrupa parlamentoları
sanıyor ve soyut bir demokrasi havariliğine soyunuyordu. Ancak, çalışmalarını
tehlikeli gördüğü
Bolşevik Partisi’ni kapatmaktan çekinmiyordu. Büyük toprak sahiplerinin
arazilerine el koyan köylülere karşı sert davranıyor; grevci işçilere,
askerlere, ‘kamu düzenini sağlama’ gerekçesiyle baskı uyguluyordu.
Geçici
Hükümet,
kendisini yönetime getiren kitlelerden hızla uzaklaşmaktaydı. Şubat Devrimi’nden
sonra yoğun biçimde Geçici Hükümet’i destekleyen işçi ve askerler
desteklerini Bolşeviklere çevirdi. İyi örgütlenmiş ve kitlelerin istemlerine
somut çözümler öneren Bolşevik Partisi, Haziranda yapılan I.Sovyet
Kurultayında, delegelerin yalnızca yüzde 10’unu kazanmışken, ekimde bu oranı
yüzde 52’ye yükseltmişti. Birinci kurultayda delegelerin yüzde 84’ünü elinde
bulunduran ve Geçici Hükümet’i kuran Menşeviklerle sağ kanat sosyalist
devrimcilerin delege oranları ise yüzde 26’ya düşmüştü.3
Ekim Devrimi
24 Ekim gecesi saat ikide Bolşevik milisler ve askerler,
küçük birimler halinde; garları, elektrik santrallerini, silah depolarını,
basımevlerini, telgraf ve telefon merkezlerini, bankaları işgal etmeye başladı.
Tutuklu Bolşevikler serbest bırakıldı.
Kışlık
Saray’a sıkışan geçici hükümetin iletişimi kesilmişti. Kızıl
muhafızlar, denizciler ve askerler sarayı kuşattı. Ünlü Avrora Kruvazörü
de kuşatmaya katılmıştı. 25 Ekim Saat 17:00 de Kışlık Saray düşmüştü.
Bolşevik güçleri aynı gece Petrograd’ın bütün kritik noktalarını ele geçirdi.
Dünyada, Paris Komünü’nden
sonra ilk kez “sosyalist” bir yönetim kurulmuştu.
Devrim’in Öncelikleri
Sovyet yönetiminin ilk girişimi, savaşan uluslara barış
önermek oldu. Hemen ardından büyük toprak sahiplerine, Çarlığa ve kiliseye ait
olan tüm toprak ve taşınmazların, köylü komitelerince teslim alınmasını kabul
etti.
Beşten
fazla işçi çalıştıran iş yerleri kamulaştırılacak, bütün uluslara ‘kendi
kaderini tayin’ hakkı tanınacaktı. Sovyetler Birliği’nin ve tüm Doğu’nun
yoksul uluslarına yakın olunacak, onların ulusal bağımsızlık istemlerine saygı
gösterilecek ve yardım edilecekti. Bu anlayışla, Aralık 1917’de Finlandiya,
Ağustos 1918’de Polonya’nın bağımsızlığı kabul edildi.
Barış Anlaşması
Sovyetler Birliği, 17 Aralık 1917’de Almanya ile ateşkes,
3 Mart 1918’de de Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı
İmparatorluğuyla Brest-Litovsk Barış Antlaşması’nı imzaladı.
Bu
anlaşmayla Sovyetler Birliği, 46 milyon insanın yaşadığı bir milyon kilometre
kareden fazla toprak yitirdi.4 Polonya, Litvanya, Courland, Riga,
Belarusya ve Kafkasya’nın bir bölümü bırakıldı. Kafkasya’dan Kars, Ardahan ve
Batum Türkiye’ye verilmiş, diğerlerinin geleceği Bağlaşık Devletleri kararına
bırakılmıştı.
Devrimin Öğrettiği
Ekim Devrimi, kurulu düzene karşı toplumun büyük bir
bölümünden bu düzeyde destek alan ender olaylardan biridir. Kitlelerin ruh
halini kavrayan iyi örgütlenmiş partilerin, toplumsal gerilimlerin arttığı özel
dönemlerde, geniş yığınları yönetebileceği ilk kez Rus Devrimi’nde görülmüştür.
Rus Kentsoyluluğu (burjuvazisi), Çar buyrukçuluğuna karşı
savaşım içinde gelişen işçi sınıfına göre; kötü örgütlenmiştir. Politik yönden
deneyimsiz ve yetersizdir. Bu yüzden demokratik devrimin öncülüğünü, Rusya’da
işçi sınıfı üstlenmiştir.
Bolşevikler, ulusal bağımsızlık, barış ve toprak sorununu
içeren demokratik eylemle, kentsoyluluğu alt etmeye yönelik ‘sosyalist’
eylemi tek bir süreçte birleştirmeye çalışmıştır. Oysa, Marksizme göre
sosyalist devrimin başarı kazanabilmesi için, üretici güçlerin sosyalist
ekonomiyi gerçekleştirebilecek düzeyde gelişmesi ve işçi sınıfının yüksek bir
kültüre ulaşmış olması gerekiyordu.
Sosyalizme geçecek ülkelerin; burjuva demokratik
devrimlerini tamamlamaları, kapitalist gelişim sürecinde yüksek bir düzeye
erişmiş olmaları ve bu işe birkaç gelişmiş ülkenin birlikte girişmeleri
gerektiği, bir zorunluluk olarak ileri sürülüyordu. Bolşevik yönetimin
sosyalizmi kurmaya yönelmesini onaylamayan zamanın kimi sosyalist kuramcıları,
sosyalist devrimin Rusya’da başarıya ulaşamayacağı, ulaşsa bile yönetimi elinde
tutamayacağını söylüyordu.
Lenin’in ve bolşevik önderlerin büyük
bölümünün dogmacılıkla suçladığı bu görüş, Sovyetler Birliği’nin kendiliğinden
yıkıldığı 1991 yılına dek 73 yıl geçerli oldu.
Ödenen Bedel
Bolşeviklerin, yönetimi elde etmeleri kolay oldu ancak
korumaları için yüksek bedel ödemeleri gerekti. Devrimden hemen sonra dağılan
Çar ordusunun kimi general ve subayları, beysoylu (aristokrat) kökenli askeri
okul öğrencileri, yönetim ayrıcalıklarını yitirenler, kilise ve büyük toprak
sahipleri ayaklandı.
Dışarıdan yapılan akçalı ve askeri yardımlar, karşı
devrimcileri uzun süre ayakta tuttu ve iç savaş 1922’ye dek sürdü. Ekim
devrimini gerçekleştiren öncü işçi kadrolar ve askerlerin önemli bir bölümü iç
savaş sırasında öldü ya da yaralandı.
1917’de 3
024 000 olan sanayi işçilerinin sayısı; 1922’de 1 243 000’e düştü. Üstelik bu
işçilerin tümü eski sanayi işçileri değil, savaşa gitmemek için işe giren
esnaf, öğrenci ve orta sınıf işsizleriydi.5 Dünya savaşı ve iç
savaş, Rusya’nın nüfusunu yüzde 10 azaltmıştı. Fabrikalar, demiryolları tahrip
olmuş, sınai üretim gerilemiş, mali ve ticari düzen dağılmıştı.
İlk Uygulamalar
Devriminden hemen sonra toplumsal yaşamın her alanında
köklü dönüşümler yapıldı. Bunların bir bölümü daha önce uygulaması olmayan
duygusal eşitlik arayışlarıydı. Askeri rütbeler, kamu görev ünvanları, protokol
düzenlemeleri kaldırıldı, iç ticaret ve para kaldırılmak istendi.
Tüm Sovyet vatandaşları artık her bakımdan ‘eşit
yoldaşlardı.’ Özellikle yoksul köylüler toprak isteği içindeyken, el
konulan topraklar devlet fonlarının desteğiyle kollektif komünler haline
getirildi. Bunların sayısı 1920’de 3 300’e varmıştı.6
İşçiler,
8 saatlik iş gününe kavuştu, üretim ve dağıtım işlerinde yetkili konuma geldi.
2 Aralık 1917’de kurulan Ulusal Ekonomi Yüksek Konseyi, ekonominin
tümünü denetim altına aldı. Bankalar kamulaştırıldı. Çar hükümetinin bütün
borçları reddedildi ve ödenmedi. Nisan 1918’de dış ticaret devletleştirildi.
İç Savaş
İç savaş, kent nüfusunun beslenmesini olanaksız duruma
getirmişti. Köylüler kentlere ürünlerini gönderemiyor ya da göndermiyordu.
Açlık, neredeyse savaştan daha çok can alıyordu.
21 Kasım 1918’de çıkarılan bir kararname ile ticaretin
yerini almak üzere yeni bir ‘ürün dağıtım düzenlemesi’ yapıldı, 16-50
yaş arası herkes için çalışma zorunluluğu konuldu.
Köylülerden, kendileri için gerekli olanın dışındaki tüm
ürünleri devlete teslim etmeleri istendi. Köylüler bunu kabullenmeyerek ‘erzak
toplama komitelerine’ karşı direnişe geçti ve her türlü çekinceyi göze
alarak karaborsayı beslemeyi sürdürdü.
Bunun üzerine 1919 başlarında ürünlere devletçe
elkoyulmaya başlandı. Bu döneme ‘savaş komünizmi’ dönemi adı verildi.
İç
savaşın sonuçları çok ağırdı. Dört yıllık süre içinde açlık, bulaşıcı hastalık
(özellikle 1920 deki tifüs) ve silahlı çatışma sonucu 8 milyon insan ölmüştü.
1920 yılındaki toplam sanayi üretimi, 1913 yılındakinin ancak yüzde 13,8’i
kadardı.7 Fabrikalarda deneyimli mühendis, teknisyen ve usta
kalmamış gibiydi.
“Yeni Ekonomi Politika”
Mart 1921’de, ‘savaş komünizmi’ yöntemleri bir
yana bırakılarak Yeni Ekonomi Politika uygulamasına girişildi. Köylülere
ürünlerini serbestçe satabilme olanağı tanındı ve iç ticaret yeniden
düzenlendi. Benzer yumuşama politikası, sanayi sektörüne de uygulandı.
Üretim,
1926 yılında 1913’ün düzeyini yakaladı ve daha sonra büyük sıçramalarla sürekli
olarak artış gösterdi. 1929’a dek uygulanan NEP, ulusal ekonominin büyümesini
sağlayarak gelecekteki gelişmeler için bir alt yapı oluşturdu.
İdeolojik Ayrılıklar
1927 yılında geniş kapsamlı politik ve ideolojik
bölünmeler yaşandı. Sovyet Cumhuriyetinin ayakta kalmasının, gelişmiş
kapitalist ülkelerde ortaya çıkacak sosyalist devrimlere bağlı olduğunu 1917’den
beri ileri süren; Kamanev, Zinovyev ve Troçki gibi
önderler, yandaşlarıyla birlikte Komünist Parti’den çıkarıldı.
Troçki’nin yurt dışına sürülmesiyle
başlayan bu süreç, gelecek on yılda, idam, hapis ve toplama kamplarıyla
donatılmış parti içi kanlı bir iç hesaplaşmanın başlangıcı oldu. Hiçbir devrim ‘kendi
evlatlarını’ bu ölçüde yememişti. 1927, aynı zamanda, Stalin’in
Sovyet toplumuna her yönden egemen olduğu ve öldüğü 1953 yılına dek süren
dönemin de başlangıcı oldu.
Atılımlar
1927-1937
arasındaki on yıl, politik baskının yanında dev boyutlu gelişmelerin yaşandığı
bir dönem oldu. Bu evrede üç temel kalkınma girişimi yapıldı; ortaklaşacı (kolektif) çiftliklerin kurulması, sanayileşme atılımı ve eğitimde devrim... Gelişmiş kapitalist
ülkeler 1929 dünya bunalımının ekonomik yıkımıyla uğraşırken, Sovyetler Birliği
bu üç alanda sıradışı bir gelişme sağladı. 1920’lerde açlık ve yoksulluk
altındaki bu ‘köylü ülke’, 20 yıl içinde ABD’inden sonra dünyanın ikinci
büyük sanayi ülkesi durumuna geldi.8
“Tek Ülkede Sosyalizm”
Başarılan ekonomik büyümenin politik karşılığı, ‘tek
ülkede sosyalizmin kurulması’ olarak tanımlandı. Oysa, Marks’a göre
geri bir tarım ülkesinde sosyalizmin kurulması olanaklı değildir. Bu işe
girişen ülkenin, ‘sosyalizmi kurmanın güçlüğünü’ göğüsleyecek kadar
gelişmiş olması gerekir.
Marks’ın öngörüsüyle Rusya’daki somut gerçeklik arasındaki çelişki,
‘Marksizm’e katkı’ ya da ‘yaşamın devrimci diyalektiği’
söylemleriyle çözülmek istendi. Sorunun ideolojik belirlemelerle aşılabileceği
düşünüldü.
‘Tek
ülkede sosyalizmin’
yaşayabilmesi için; ‘Düşman kapitalist ülkelerden gelen tehdite’ karşı
dayanılmalı, ‘küçük meta üretimi’ ortadan kalkmalı ve o güne dek tarım
ve ticarette ayakta kalan tüm özel girişimler kapatılmalıydı... Çoğunluğun
kabullendiği bu eğilim Komünist Parti’de şiddetli bir karşıtçılık yarattı ve bu
karşıtçılığa karşı bilinen parti içi terör uygulandı.
Beş Yıllık Planlar
1928’de, gerçekleşmesi olanaksız gibi görünen ereklerle
ilk beş yıllık plan uygulamaya koyuldu. Planın temel eğilimi, tüketim
ürünleri üretimi değil başta kömür, petrol, elektrik, çelik, kereste,
çimento, motor ve makina olmak üzere üretim araçları üretimiydi.
Urallar’da yeni bir demir-çelik sanayi, Dinyeper üzerinde
büyük bir hidroelektrik santrali ve Stalingrad traktör fabrikası, ilk planın
simge yatırımlarıydı.
İşçi ve teknisyenlerin teknik eğitimi ve iş disiplini sağlama
yöntemlerine önem veriliyor, üretimde başarılı işçiler, ‘Sosyalist
yarışma kahramanı’ ilan ediliyordu. Büyük bir çaba sonunda, ilk beş yıllık
plan, dört yıl üç ayda gerçekleştirildi. Bu süre içinde ağır sanayide yüzde 273
artış sağlanmıştı.9
1930-1933 arasında sanayi üretimi ABD’de yüzde 35,
İngiltere’de yüzde 14, Almanya’da yüzde 34, Fransa’da yüzde 23 azalırken, aynı
dönemde Sovyetler Birliği’nde yüzde 201 artmıştı.10
1933-1937
ikinci planda da ağır sanayiye ağırlık verildi. 1937’ye gelindiğinde Sovyetler
Birliği artık, ikinci derece işlenmiş mallar için güçlü bir alt yapıya sahip
bir ülke olmuştu. Yiyecek, giyecek, konut vb. tüketim ürünleri yetersizliğini
gidermek için, üçüncü beş yıllık planda bu ürünlerin üretimine ağırlık verildi.
Ancak 1941 yılında Almanya’nın Rusya’ya saldırması nedeniyle üçüncü plan
uygulanamadı.
Tarımda Sorun
Hızlı sanayileşme tarım kesiminde, önemli sıkıntılara
neden oldu. Tarımı canlandırmak ve geliştirmek için bu kesimde önemli
yeniliklere gidilmesine karar verildi. Yeni bir ortaklaştırma çalışmasına
girişildi.
Elli ya da yüz küçük toprak sahibi köylü, bir ortaklaşacı
çiftlikte üretim amacıyla birleştirildi. Tarımsal üretim birimlerinin ne denli
büyük olursa, traktör ve başka tarım makinalarının kullanımında o denli artırım
(tasarruf) sağlanacaktı. Daha az köylü çalışacak, daha çok ürün elde
edilecekti. Artan iş gücü sanayiye aktarılacak, köyde çalışmayan köylü
fabrikalarda işçi olacaktı. Sınai üretim artacak, devlet kentlere daha ucuz ve
bol gıda ürünü gönderecekti.
Ancak, toprakla ilgili uygulamalar, belirlenen ereklere
erişemediği gibi ciddi toplumsal sorunlar yarattı. Devrimi, kendisine
sözverilen topraklar için desteklemiş olan köylüler, tarım arazilerinin ortak
mülkiyetini anlamak ve kabul etmekten çok uzaktı.
Onlar işledikleri
toprağın ve elde edeceği ürünün sahibi olmak istiyor, büyük ölçekli tarım
üretiminin yararlarını düşünmüyordu. Ortaklaşacı öyle bir hız ve öyle bir
şiddetle kurulmuştu ki, köylü şaşkına dönmüş ve uzun süre çalışmamış, daha
sonra da uygulamaya etkin biçimde karşı çıkmıştı.
Devlet Çiftlikleri
Tarım üretiminin artması amacıyla tarım makinaları
üretimine büyük önem verildi ve 1930 yılında 25 bin olan traktör sayısı 200
bine, 1000’den az olan biçerdöver sayısını 25 bine çıkarıldı.11 Köylü
direnişi, ortaklaştırmanın uygulamalarında herhangi bir yumuşama sağlayamadı.
Ortaklaştırmanın, kapitalizmi kırsal alanlarda “bir daha dirilmemek üzere”
yok edeceğine inanılıyordu.
1929
yılında 57 000 olan kolhoz sayısı 1932’de 211 000, 1500 olan sovhoz
sayısı ise 4337 olmuştu. Aynı dönemde ekilen kolhoz toprakları 10 milyon
hektardan 226 milyon hektara, sovhoz toprakları ise 2 milyon hektardan
33 milyon hektara çıkarılmıştı.12 (Kolhoz: mülkiyeti devlete
ait topraklarda kurulan ve burada çalışanların kooperatif ilişkileriyle
gelirden pay aldığı tarım çiftlikleri; Sovhoz: Toprağın, üretim
araçlarının, ürünlerin tümüyle devlete ait olduğu ve genellikle yoksul
köylülerin oluşturduğu tarım çiftlikleri.)
Eğitim Başarısı
1923-1938 arasında gerçek bir eğitim devrimi gerçekleştirildi
ve “yeni bir insan” ereğiyle girişilen eğitim atılımı, SSCB’nin tümüne
yayıldı. Köylere dek uzanan okuma yazma kurslarının açılması, parasız zorunlu
eğitimin yaygınlaştırılması ve yeni okulların açılması, 1919’da, daha iç savaş
sürerken kabul edilmiş ve uygulanmıştı.
1932’ye
gelindiğinde 7-15 yaş kümesindeki çocukların yüzde 98’i okula gidiyordu.
Köylüler, kolhoz ve sovhozlarda, işçiler fabrika ve mahalle
birimlerinde okuma yazma öğrendi. Rabfak adı verilen işçi fakülteleri
açıldı. Eğitimin yerel dillerde yapılması nedeniyle onlarca yeni yerel abece
(alfabe) hazırlandı. 1914 yılında 8 milyon olan ilk ve orta öğretim
okullarındaki öğrenci sayısı, 1938’de 28 milyona çıktı. Aynı dönemde,
üniversite öğrencilerinin sayısı 112 binden 542 bine çıktı.13
Dış Siyaset
Sovyetler Birliği’nin dış siyasetteki temel yaklaşımı, ‘emperyalist
kuşatmaya karşı savunma’ ve ‘anti-emperyalist savaşımlara yardım’
olmuştur. Türkiye’den sonra Çin’e de bu yönde yardım yapılmış, sonraki
dönemlerde bu tutum sürdürülmüştür.
SSCB, 1934’de Milletler Cemiyet’ine kabul edildi. ABD
1933’de, Çekoslavakya ve Romanya 1934’de Sovyetlerle diplomatik ilişki kurdu.
Batının Hitler’e karşı sürekli ödün veren
tutumundan rahatsız olan Sovyet Hükümeti, Almanya ile 1939 Ağustos’unda herkesi
şaşırtan saldırmazlık anlaşması imzaladı. Yeni bir dünya savaşının gelmekte
olduğunu gören Stalin, parti ve Kızılordu’dan atılanların yerini
doldurmak, silah sanayii kurmada zaman kazanmak için, sosyalizme ait etik
değerlerle çelişen bu anlaşmayı imzalamaktan çekinmemişti.
Almanya
1939 Eylül’ünde Polonya’ya saldırdığında, Sovyetler Birliği de bu anlaşmayı
gerekçe gösterip, Doğu Polonya, Karelya, Baltık devletleri ve Besarabya’yı
topraklarına kattı. Ancak, ne Almanya ile ülkesi arasına yeni tampon bölge
koyması ve ne de anlaşma maddeleri, Hitler’in Rusya’ya saldırmasını
önledi. Sovyetler Birliği, 22 Haziran 1941’de başlayan Alman saldırısıyla
tarihinin en kanlı savaşına girdi.
DİPNOTLAR
1 “Rusya’da
Büyük Ekim Devrimi” Dev.ve Karşı Dev.Ans., Gelişim Yay. sf.638
2 “Rusya
Şubat-Mart 1917” David Floyd, 20.yy Tarihi, Sayı 21, sf.420
3 “1917
Devrimi” Y.N.Gorodetski, 20.yy. Tar., Gelişim Yay. S: 22, sf.429
4 “Brest
Litovsk Antlaşması” Jaroslov Vatenta, 20.yy Tarihi, Arkın Kit., Sayı 22,
sf.436
5 “Sosyalizm
ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 2.Cilt, sf.607
6 “Büyük
Larousse” Gelişim Yay., sf.10696
7 a.g.e.
sf.10696
8 “Otoriter
Sistem” J.N.Westwood, 20.yy Tarihi, Sayı 32, sf.622
9 “Büyük
Larouuse” Gelişim Yay., sf.10698
10 “Sovyetler
Birliği Komünist Partisi Tarihi” Aydınlık Yay., sf.365
11 “Stalin’in
Ekonomik Politikası” Malcolm Falkus, 20.yy Tarihi, Sayı 32 sf.632
12 a.g.e.
sf.629
13 “Sovyetler
Birliği Komünist Partisi Tarihi” Aydınlık Yay., sf.412
Komünizmin ne kadar yapma ve küresel güçlerin ürünü olduğun un kanıtı buyrun MICHAEL SIKKOFIELD KOMUNIZM VE KIZIL DEVRİM OKUYUN.
YanıtlaSil